Bu Blogda Ara

20 Mayıs 2025 Salı

Ey Muhammed! Getirdiğin Dini Öylesine Bozdular Ki...


Bir Sözle Başlayan Sarsıntı

“Ey Muhammed! Getirdiğin dini öylesine bozdular, o hale getirdiler ki, görsen artık sen bile tanıyamazsın...”

Bu söz, sadece bir serzeniş değil; bir tokat, bir çığlık, bir uyarıdır. Sözüm ona “din” adına yapılan ama İslam’ın özüne, Peygamber’in ahlâkına, Kur’an’ın adaletine taban tabana zıt yaşantılara karşı bir haykırıştır. Bugün “din” adı altında yaşanan şey, çoğu zaman Allah’a yaklaşmak değil, cemaat liderlerine, hurafelere, geleneksel kodlara veya ideolojik kalıplara teslimiyet haline gelmiştir. Artık din bir hakikat yolu değil, bir kimlik göstergesi, bir kalıba girme şekli, bir oy toplama aracı, bir politik koz halini almıştır.

1. Suret Putu- Dinin Biçimlendirilmesi

Bugün din, ruhunu yitirip sadece şekle indirgenmiştir. Namaz kılınır, oruç tutulur, hacca gidilir… ama bu ibadetlerin ruhu, ahlâkı, kişilik dönüştürme gücü nerededir?
Bir adam günde beş vakit namaz kılıp, aynı gün içinde yalan söyleyebiliyor, rüşvet alabiliyor, haksızlık yapabiliyor, kadına zulmedebiliyor, işçisinin hakkını gasp edebiliyor. Bu neyin dini?

İbadet surete dönüşmüş, niyetler ortadan kalkmıştır. Oysa Kur’an şöyle der:

“Namaz, kötülükten ve fuhşiyattan alıkoyar.” (Ankebût/ 45)

Ama bugün namaz, sadece bir “işaret”tir. Camiye giden, dindar sayılır. Sakal bırakmak, başörtüsü takmak, tesettüre girmek; insanları “iyi” veya “kötü” diye damgalamak için ölçü olmuştur. Oysa dış görünüş, kalbin halini yansıtmaz.

Dinin surete hapsolması, onun putlaşmasıdır. Aynı bir zamanlar “lat, menat ve uzza” putları nasıl hakikatin önünü tıkadıysa, bugün de şekilcilik, taklitçilik, geleneksel kalıplar put gibi önümüzde durmaktadır.

2. Taklit Dini-Akla ve Sorguya Kapalı Yaşantı

Bugün din adına konuşan birçok kişi, düşünmeyi bir sapkınlık, sorgulamayı bir inkar, aklı kullanmayı bir bid’at saymaktadır. Oysa Kur’an yüzlerce yerde akletmeye, düşünmeye, araştırmaya çağırır:

“Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri mühürlü mü?” (Muhammed/24)

Ama ne yazık ki halkın büyük çoğunluğu dini, babadan kalma bir gelenek olarak yaşar. “Dedem böyle yaptı, hocam böyle dedi, cemaatim böyle yapıyor” diyerek kitaba değil, kişilere sarılır. Artık dinde ölçü Kur’an ve sünnet değil, şeyhlerin rüyaları, cemaat liderlerinin sözleri, tarikatların usulleri olmuştur.

Bu, dini tahrif etmektir. Bu, hakikatin önüne insanı koymak ve Allah’ın yerine başka birini oturtmaktır. Şirk budur!

3. Cemaat Dini-Allah’tan Çok Lider Korkusu

Bugün birçoğumuz için cemaatin dışına çıkmak, Allah’ın çizgisinden çıkmak gibi algılanıyor. Halbuki din, kişisel bir yolculuktur. Allah ile kul arasına hiçbir güç, hiçbir kurum, hiçbir şeyh, hiçbir “reis” giremez. Fakat cemaat yapılarında birey adeta yok olur. Kendi aklını, kalbini, vicdanını bir lidere teslim eder. Lider ne diyorsa doğrudur. Cemaatin doğrusu, Allah’ın kelamından önce gelir.

Birçok tarikat ve dini grup, kendi iç ahkamlarını oluşturmuş, kendi haramlarını helallerini tanımlamış, adeta dini yeniden yazmıştır. Kadın dışlanır, çocuk istismarı örtülür, rüşvet dinin adını kullanarak meşrulaştırılır.

Din değil; şirk, çıkar, biat kültürü yaşatılmaktadır.

4. Milliyetçi Dindarlık-İslam'ın Yerine Bayrak

 Bugün birçok “dindar”, dinini milletine, bayrağına, ırkına endekslemiştir. Allah’ın dini evrenseldir. Lakin biz, onu “bizden olanlar” ve “olmayanlar” diye ikiye böldük. Arap olan üstün sayıldı bir dönem, sonra Türk olan, sonra Acem olan... Oysa Kur’an der ki:

“Sizin en üstün olanınız, Allah’tan en çok korkanınızdır.” (Hucurât/13)

Ama biz bugün Allah’tan çok, “bizimkiler ”in yanında olmayı kutsadık. Zulüm yapan “bizimse” sustuk, başkasına yapıldığında bağırdık. Oysa zulüm kimden gelirse gelsin haramdır. Mazlum kim olursa olsun, yanında olmak vaciptir.

5. Kapitalist Dindarlık-Lüks, Şatafat ve Din Ticareti

Bugün “din” aynı zamanda bir sektör, bir ekonomi aracı haline gelmiştir. Lüks otellerde umre turları, parayla okunan hatimler, özel VIP hac organizasyonları, İslami giyim fuarları... Tefecilik yapan adamlar umreye gidiyor, helal gıda tabelasıyla alkol satan oteller dolup taşıyor.

Dini bir “tüketim nesnesi” haline getirdik. Sanki İslam zenginlerin süsü, fakirlerin ise tesellisi gibi gösterildi. Camilerden sadelik kalktı, şatafat geldi. Hutbelerde adalet değil, bağış kampanyaları konuşuluyor. Din adamları kravatlı diplomatlara dönüştü.

Dinin ruhu, adalet; görüntüsü, artık reklâm.

6. Kadına Bakış-Erdem Yerine Baskı

Bugün “din” adı altında kadın sadece bir örtüye, bir gölgeye, bir eve hapsedildi. Onun aklı, fikri, iradesi yok sayıldı. Oysa Kur’an kadınla erkek arasında değeri eşit, sorumluluğu ortak bir sistem kurar.

Ama kültürel gelenekler “dini” diyerek kadınları susturdu, ikinci sınıf yaptı, hatta bazı yerlerde mal gibi satılmasına göz yumdu. “Erkek ne derse odur” diyen bir anlayış din değil, cehalettir.

Dini şeklen yaşayıp, kadınlara zulmeden anlayış, Peygamber’in Veda Hutbesini dahi hiçe saymaktadır.

7. Siyasi Dindarlık-İktidara Tapan İman

Dinin siyasallaşması daima ürkütücüdür. Bugün en büyük bozulmalardan biri de budur. Dini, parti propagandası, oy makinesi, meşrulaştırma aracı haline getirenler, dinin en büyük düşmanlarıdır.

Siyasi liderleri “mehdi” gibi gören, onları eleştirmeyi dine karşı çıkmak gibi algılayan bir akıl, Allah’ın dinini kullara indirgemiştir. Bugün ülkemizde ve birçok İslam ülkesinde iktidar sahipleri her türlü haksızlığı yapıp ardından “elhamdülillah” diyerek meşruiyet üretmektedir.

Allah’ı kulların siyasetine alet etmek, en büyük iftiralardan biridir.

8. Dini Reddetmek Değil, Onu Temizlemek Gerek

Buraya kadar anlattıklarımız, dinin aslını değil; bozulmuş formlarını, yozlaşmış anlayışlarını eleştirmektedir. Bu, dine karşı olmak değil; dini yozlaştıranlara karşı olmaktır.

Bugün bize düşen görev, Kur’an’a dönmek, Peygamber’in ahlâkını yeniden kuşanmak, din ile gelenek arasındaki ayrımı yapmak, aklı, vicdanı, adaleti tekrar diriltmektir. Dini yeniden arındırmak, onu mezar taşlarından değil; yaşayan hayatın merkezine almak zorundayız.

Doğal Aromalı Din mi? Vahiy mi?"

Bak kardeşim...

Şimdi seninle biraz açık konuşacağım. 

İnan bana, içimden geçenleri susturamayacağım.

Çünkü etrafımda öyle bir dünya görüyorum ki; insanlar gerçek açlığını fark etmiyor. Ruhları aç ama bunu gidermek yerine ellerine ne geçerse onunla karnını doyuruyor. Kimisi yoga yapıyor, kimisi taş diziyor, kimisi yıldızlara bakıp ruhunu arıyor. Ama ne garip, bulamıyor.

Bazısı var, “ben maneviyatlayım” diyor ama vahiyden bihaber.
İçine biraz Kur’an katılmış bir çorba içiyor ama o çorba bildiğin "doğal aromalı"...
Yani içinde gerçek vahiy yok, sadece kokusu var.
Bir parça sabırdan bahsediyorlar ama sabrın gerçek anlamını bilmiyorlar.
Biraz tevazudan dem vuruyorlar ama aslında kibirle karışık bir ukalalık içindeler.
Güzel ahlak diyorlar ama o ahlakın kaynağını tanımıyorlar.

Peki neden?
Çünkü gerçek dinin kaynağından kopmuşlar.
Kur’an yerine kişisel gelişim kitapları, Resulün örnekliğinin yerine dizi karakterleri, İslam yerine “pozitif enerji” konuşuluyor.
Ve biz de zannediyoruz ki bu bize yeter.
Ama yetmiyor! Çünkü kalp, hakikati istiyor. Kalp, Allah’ın kelamını duymak istiyor!

Doğal Aromalı Dinler

Bak şimdi, sen pazara gidiyorsun...
Bir tezgâhçı geliyor: “Bu içecek doğal portakal aromalıdır” diyor.
Ama içinde portakal yok.
Yani sadece kokusu var.
Sen de “oh mis gibi” deyip içiyorsun.
Ama ne bedenine faydası var, ne ruhuna.

İşte şu an piyasada dönen din de aynen böyle!
Gerçek din değil, doğal aromalı din.
İçinde Allah’tan gelen vahiy yok.
Ama seni rahatlatan birkaç söz var.
İçinde Kur’an’ın devrimci ayetleri yok.
Ama seni avutacak birkaç tatlı cümle var.
Vicdanı uyuştur, sorumluluktan kaç, hayatın keyfine bak...
İşte sana sunulan sahte din bu!

Peki Vahiy Nedir?

Vahiy, Allah’ın kullarına gönderdiği mesajdır.
Hayatın anlamıdır.
Doğrunun kaynağıdır.
Ahlakın, adaletin, özgürlüğün, kulluğun temelidir.
Ve vahiy öyle tatlı tatlı anlatılmaz sadece...
O, insanı sarsar.
Yeri gelir uyandırır, yeri gelir ağlatır.
Ama hep yol gösterir.
O seni sahte aromalardan değil, kaynağın kendisine götürür.

Ve Kur’an tam da bunu yapar.
Der ki: “Size ne oluyor ki Allah yolunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa/75)

Der ki: “Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt, kalplerde olana bir şifa, inananlara bir rehber ve rahmet gelmiştir.”(Yunus/57)

Der ki: “Bu Kur’an öyle bir kitaptır ki, onda asla şüphe yoktur. Takva sahipleri için bir yol göstericidir.”(Bakara/2)

Bir Seçim Yapmalısın

Şimdi sana soruyorum:
Doğal aromalı sahte bir maneviyatla mı yaşayacaksın?
Yoksa seni sarsacak, ama gerçeğe götürecek olan vahye mi kulak vereceksin?

Dürüst ol...
Sana yalan söyleyen, içini geçici olarak rahatlatan, sorumluluk yüklemeyen bir söz mü istersin?
Yoksa seni “kalk ve mücadele et” diye uyaran, hayatının hesabını sana hatırlatan Allah’ın kelamı mı?

İşte çağrım budur sana:
Vahye dön.
Kur’an’ı aç.
Onunla tanış.
İçine değil yalnızca; aklına, kalbine, ruhuna işlemesine izin ver.
Ve şunu unutma:
Allah’ın mesajı, sadece aromalı bir söz değildir.
O, hayatın bizzat kendisidir.

Bahadır Hataylı/16.05.2025/Sancaktepe/İST

Tilkinin Bekçiliği ve Siyonist Labirentte İnsanlık


Bugün yaşadığımız dünya; sınırları emperyalist haritacılar tarafından cetvelle çizilmiş, idarecileri küresel elitlerce seçilmiş, düzeni ise Siyonist çetelerin kirli planlarıyla şekillendirilmiş dev bir hipnoz sahnesidir. Bu sahnede halk, çoğu zaman alkış tutan seyirci değil, zincire vurulmuş figürandır. Her bir coğrafya bir başka yırtıcıya bekçilik ettirilmiş ve o yırtıcının gözyaşı, halkın duası haline getirilmiştir. 

Küresel Kuklacıların Planı-Parsellenmiş Dünya

Emperyalist akıl, dünya haritasını sadece coğrafi bir alan olarak değil, zihinsel bir hâkimiyet alanı olarak gördü. Her sınır, bir ideolojinin, bir propagandanın, bir korkunun veya bir vaadin çerçevesiydi. Bir bölge enerji kaynaklarıyla, bir başkası etnik çatışmalarla, öteki kültürel yozlaşmayla kontrol altına alındı. Bu sınırlar halklara ait değil; şirketlere, bankalara, silah lobilerine, küresel istihbarat örgütlerine hizmet eden "dost görünümlü tilkilere" aitti.

Tıpkı modern bir tavuk çiftliğinde olduğu gibi... Tavuklara ne zaman yumurtlayacakları, ne yiyecekleri, hangi horozun ötebileceği dışarıdan belirlenmişti. Ve bu sistemin en zekice yanı; tavukların bunu bir "özgürlük alanı" sanmalarıydı.

Tilki Efsanesi-Bekçi mi, Katil mi?

Bir halk, yöneticisini ne zaman bir kutsiyetle anarsa, orada özgürlük değil, tutsaklık başlamıştır. Modern siyasal liderler, halkın umutlarıyla makyajlanmış, medya makinasıyla parlatılmış, dindarlık ve yurtseverlikle süslenmiş birer hipnoz aracına dönüşmüştür.

Tilki karakteri de budur işte. Bir kümesin bekçisi yapılır; ilk işi horozları susturmaktır. Çünkü horozlar öterse, sabah olur; sabah olursa, herkes gerçekleri görür. Bu yüzden önce horozlar kasaba gönderilir. Geriye sadece kendi varlığının meşruiyetini onaylayan, ötmeyen, yumurtlayan ama düşünmeyen tavuklar bırakılır.

Bugün dünyada liderlerin yaptığı budur. Söz söyleyen düşünür susturulur. Uyarı yapan gazeteci cezalandırılır. Eleştiren akademisyen yaftalanır. Çünkü bu düzen öten horozlardan korkar.

Güncel Örnekler- Gerçeğin Maske Tiyatrosu

  • Filistin Gerçeği: İsrail’in Filistin’deki işgal ve katliamlarına karşı suskun kalan Arap rejimleri, işte bu bekçi tilkilerin prototipidir. Halkı Müslüman olan ülkelerde, Siyonistlerle gizli-açık ittifak yapan liderler, halkı “sabır”la, “dua”yla oyalarken, Gazze yerle bir edilmektedir.

  • Ukrayna Savaşı: NATO ve Rusya arasındaki güç çatışması, sahnede iki dev figürün kavgası gibi görünürken; perde arkasında aynı elit çevrelerin dünya düzenini yeniden dizayn etme planı işlemektedir. Tilki burada bazen ayı, bazen kartal kılığına girer ama hep aynı amaca hizmet eder.

  • Yapay Korkular ve Dijital Hipnoz: COVID-19 sonrası dijital dünyaya hapsedilen bireyler, gerçek tehlikeleri göremez hâle getirildi. Siber tilkiler, sosyal medyada “trend” ve “gündem” sopasıyla halkı yönlendirirken; küresel adaletsizlikler algı eşikleri altına itildi.

  • Türkiye Gerçeği: İçeride kahramanlık pozları, dışarıda sessiz ortaklıklarla iktidarda kalma planları… İsrail’le yapılan ticaret, halktan gizlenen savunma anlaşmaları, siyasi manevralarla örtülmektedir. Oysa horoz kasaba gitmiş, tavuğun sesi kısılmıştır.

Medya-Tilkinin Mikrofonu

Modern medya; gerçeğin değil, gücün sözcüsüdür. Kalemler, ekranlar, algoritmalar tilkinin hizmetindedir. Halk; işsizlik, yoksulluk, eğitim kriziyle kıvranırken, medya halkı pembe masallarla oyalayan bir sihirbaz gibidir. Çiftlikte yangın çıkar ama haber tilkinin gözyaşını anlatır.

Eğitim-Tavuklara Uçmayı Unutturmak

Gerçek eğitim; bireyi sorgulayan, eleştiren, alternatif düşünen bir özneye dönüştürmelidir. Oysa bugünkü eğitim sistemi, tavuklara uçmayı unutturacak şekilde dizayn edilmiştir. Müfredatlar, sınav sistemleri, kariyer planlamaları; bireyi tilkiye biat eden bir kuklaya dönüştürmek üzere kurgulanmıştır.

Horozlar-Direnişin Sesi

Dünyanın dört bir yanında ötmeye çalışan horozlar vardır. Edward Snowden, Julian Assange, Malcolm X, Rachel Corrie, Şeyh Ahmed Yasin, Ebu Ali Mustafa, Anna Politkovskaya ve daha niceleri…

Bu horozlar, sabahın sesidir. Her biri susturulmuş olsa da bıraktıkları yankı, küresel uykuyu bozmaya yetmiştir. Bugün bizlere düşen, kendi kümesimizdeki ötmeyen horozlara değil, susturulmuş horozlara kulak vermektir.

Uyanış- Tilkinin Sonu

Bu küresel düzen, sonsuza kadar sürmeyecek. Tilkiler, bir gün kendi açgözlülükleriyle birbirlerini yiyecekler. Ama o gün gelene kadar, tavuklar ölmeye, horozlar susmaya devam edecek. İşte bu yazı bir çağrıdır:

Uyanın!

  • Herkesin tilkileri sorguladığı,

  • Her horozun ötmekten korkmadığı,

  • Her tavuğun kendi göğsünü gere gere uçmaya çalıştığı bir sabah için...

Bu sabahı beklemeyin; inşa edin. Çünkü zaman, artık bekleme değil, direnme zamanıdır.

Ya Tavuk Ol Ya Horoz

Toplumlar ya susar, biat eder, tüketilir; ya da sorgular, direnir ve yol açar. Siyonizmin, emperyalizmin ve çıkar çetelerinin yönettiği bu küresel labirentte, her birey birer anahtardır. Ya kapıyı açar ya da kendi kümesine kilit olur.

Unutmayın: Tilkinin bekçi olduğu yerde sabah olmaz. Ve sabah olmadan, umut doğmaz.

Karanlığa lanet etmek yerine bir horoz gibi ötmeye başla!

Uyanış, artık ertelenemez. Yoksa sadece kümesten değil, insanlıktan da düşeceğiz.

"Ey insanlar! Kendinizi akıllı zannedip her gün aynı düzeni izliyorsunuz. Tilkiler kürsüdeyken, adalet kümesten çıkmaz!"

Bu yazı; uyutulan toplumlara bir çan sesi, bir horoz ötüşü, bir vicdan kıvılcımı olmak için kaleme alınmıştır.

Bahadır Hataylı/17.05.2025/Namazgah/İST

19 Mayıs 2025 Pazartesi

Mazluma Ekmek Zalimlere Ömür Yardımın Politik Körlüğü



Bağışın ötesinde yardımı anlamlı kılmak ve zalimlere takviye olmadan mazlumlara yol açmak 

Günümüz dünyasında sivil toplum kuruluşları (STK’lar), özellikle de insani yardım alanında faaliyet gösteren kurumlar, toplumların vicdanı olarak görülmekte. Açlıkla mücadele eden Afrika’dan, savaşın harabeye çevirdiği Orta Doğu’ya, yoksulluğun pençesindeki Güney Asya’dan afetlerle sarsılan coğrafyalara kadar, STK’lar birçok yerde insani yardımın taşıyıcısı olmuştur. Ancak burada önemli bir kırılma noktası karşımıza çıkar: Bu yardımlar gerçekten mağduru kurtarıyor mu, yoksa zalimin sistemini sürdürülebilir kılarak farkında olmadan onun ömrünü mü uzatıyor?

Bu sorunun cevabı, sadece yardımın ulaştığı kişilerin sayısına değil, bu yardımların nasıl, ne şekilde, hangi bağlamda ve hangi bilinçle yapıldığına bağlıdır. Çünkü salt hayatta tutmak, zulüm sisteminin açıklarını kapatmak anlamına da gelebilir.

Mağdura ekmek zalime ömür çelişkiyi anlamak

Bir mazlum, zalimin oluşturduğu sistem nedeniyle aç kalıyor; onun elektriği, suyu, eğitimi yok; evi yok, huzuru yok, güvenliği yok. Biz ona STK olarak gidip bir koli erzak veriyoruz, belki battaniye, belki çadır. O gün doymuş oluyor. Ama o sistem olduğu yerde duruyor. Hatta çoğu zaman yardım kurumları o sistemin oluşturduğu yıkımın görünürlüğünü azaltarak, sistemi kurtaran bir tampon bölge gibi iş görüyor.

Bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri, Afrika’nın sömürgeleştirilmiş tarihidir. Emperyalist ülkeler, kara kıtayı yüzyıllar boyunca kaynakları için iliklerine kadar sömürdüler. Zenginliklerini Avrupa’ya taşıyan bu sistemin ardından ortada kalan sadece sefalet ve iç savaş oldu. Bugün birçok Batılı yardım kuruluşu, bu sefaleti azaltmak için yardım götürüyor gibi görünse de, çoğu zaman aynı sistemlerin taşeronu olarak hareket ediyorlar. Bazı durumlarda yardımlar, o ülkelerdeki halkı değil, Batı güdümündeki yönetimleri ayakta tutmak için kullanılıyor.

Aynı manzara bizim coğrafyamızda da geçerli. Filistin’e gönderilen yardımlar, Gazze’deki halkı kısa süreliğine yaşatırken, onları bu hale getiren İsrail sistemine karşı gerçek bir direnç gösterilmedikçe, bu yardımlar uzun vadede sadece İsrail'in “kontrollü yıkım ve yaşatma” politikasına katkı sağlıyor. STK’ların bir kısmı bu gerçeği ya görmezden geliyor ya da görmesine rağmen "tarafsızlık" kisvesi altında sessiz kalıyor.

Hak ve adalet bilinciyle yardım bir mecburiyet 

Yardım, tek başına bir iyilik değil; yardımı bağlamına göre yapmak, zalimi teşhir ederek yapmak, mazlumu bilinçlendirerek yapmak bir zorunluluktur. Bugün Türkiye’deki birçok STK, mağdur halklara ulaştırdığı yardımlarla övünürken, o halkları mağdur eden sistemlere ses çıkarmamakta, hatta bazı durumlarda o sistemlerle iş birliği yapmaktadır.

Oysa yardım faaliyetleri şu temel ilkelere dayanmalıdır:

  1. Bilinçlendirme ile Eş Zamanlı Yardım: Yardım edilen insanlar neden bu hale düştü, bunu bilmeli. Onlara sadece ekmek değil, gerçekleri de ulaştırmalıyız.

  2. Zalimi Teşhir Etme: Yardım çalışmaları sessiz kalmamalı. O insanları bu hale getiren siyasi, ekonomik ve sosyal yapılar doğrudan teşhir edilmeli.

  3. Kendine Yeten Yapılar Kurma: Sürekli yardım değil, o insanları kendi kendine yeten bireyler ve toplumlar haline getirmek hedeflenmeli.

  4. Alternatif Sistemi Göstermek: Sadece mevcut sistemin açıklarını kapamak değil, alternatif ve adil bir toplumsal düzenin mümkün olduğunu anlatmak gerekir.

Yardımın yeni hali vicdan mı politik mi?

Artık yardım, bir vicdan işi olmanın ötesinde, doğrudan siyasi ve sosyal bir mücadele aracına dönüşmek zorundadır. Aksi takdirde yapılan yardımlar, zalimin sistemine makyaj yapmak olur. Bu bağlamda; STK’lar şu soruları kendilerine her yardım faaliyetinde sormalıdır:

  • Bu yardım zalimin elini mi güçlendiriyor?

  • Bu yardım, yardım ettiğimiz insanların bilinçlenmesini sağlayacak bir fırsata dönüştürülebiliyor mu?

  • Yardım yaptığımız bölgelerde zalimle işbirliği içinde olan kişi veya kurumlara doğrudan tavır alıyor muyuz?

Bu sorular, yardımın anlamını yeniden belirlemek açısından hayati öneme sahiptir.

Coğrafyamızdan somut örnekler 

1. Suriye 

Suriye’de yardım ulaştırmak, rejimin kontrolündeki bölgelere yapılınca Esed’in prestiji yükseliyor. Muhaliflerin bulunduğu bölgelere yapılınca bu yardımın kaynağına göre politik etki değişiyor. STK’lar burada “kim kime yardım ediyor”u iyi analiz etmeli. Sadece ihtiyaç değil, kimin adına, kimin sorumluluğuyla olduğu açıklanmalı.

2. Afganistan 

Taliban sonrası dönemde birçok STK Afgan halkına yardım ulaştırmaya çalıştı. Ancak bazı yardım kuruluşları, batılı ülkelerin yönlendirmesiyle sadece "belirli bölgelerde" yardım yaptı. Bu da adalet değil, sadece politik çıkar gözetimiyle hareket edildiğini gösterdi.

3. Gazze 

Gazze’ye yapılan yardımların İsrail kontrolünden geçtiği bir gerçek. Hangi yardımın hangi izne tabi olduğu, neyin ulaşmasına izin verildiği bellidir. STK’lar bunu ifşa etmeden yardım ulaştırdığında, İsrail’in sistemine meşruiyet sağlar.

Yardım etmek devrimci bir tavra dönüşmelidir 

Artık STK’ların kendini yeniden tanımlaması gerekiyor. Yardımseverlik değil, adalet mücadelesi! Koliler değil, hak bilinci! Geçici çözümler değil, kalıcı kurtuluş yolları! Yardım bir erdemdir ama onu anlamlı kılan, bağlamıdır.

Yardım yapılan her yerde zalim teşhir edilmeli; her mazlum aynı zamanda özgürlüğüne kavuşma bilinciyle beslenmelidir. Aksi takdirde, yardım bir tür esaretin devamı olur.

Çıkış yolu nedir?

  1. STK’lar bağımsız olmalı. Devletlerin ya da emperyalist kurumların fonlarıyla değil, halkın desteklediği yapılar olarak hareket etmelidir.

  2. Eğitim şart. Yardım edilen bölgelerde, halkın sistemsel bilinç kazanacağı, sömürünün kaynağını anlayacağı eğitim programları eş zamanlı yapılmalıdır.

  3. Zalime karşı net tavır alınmalı. Her yardım kampanyasında "Bu insanlar neden böyle oldu?" sorusu kamuoyuna açıkça sorulmalı.

  4. Yardımlar stratejik planla yapılmalı. Sadece bugün doymalarını değil, yarın kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlayacak projelerle desteklenmeli.

  5. Halkı örgütlemek, dayanışmayı kalıcılaştırmak. Yardım bir organizasyon değil, toplumsal bilinç hareketi olmalı.

Bir mağdura verilen yardım, eğer o mağduriyeti doğuran sistemi ifşa etmiyor, ona karşı mücadele çağrısı yapmıyorsa, o yardım vicdanın makyajı, zalimin maskesidir. Vicdan susmamalı, ama sadece ağlamamalı da. Sesini, sözünü, kalemini ve hareketini zalime karşı kullanmalı.

Zulme karşı yardım; yalnızca ekmekle değil, bilinçle, teşhirle ve tavırla yapılırsa anlam kazanır.

Yoksa biz de köylünün dediği gibi bir gün mağaraya düşeriz, dışarıdan gelen ışığın zalimin feneri olduğunu düşünür, “Anam avradım olsun çıkmam dışarı!” deriz.

Ama artık feneri değil, ateşi biz yakmalıyız.

Yanan sadece ocaklar olmasın, karanlığı da yakalım!

Erol Kekeç/23.05.2023/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!