Bağışın ötesinde yardımı anlamlı kılmak ve zalimlere takviye olmadan mazlumlara yol açmak
Günümüz dünyasında sivil toplum kuruluşları (STK’lar), özellikle de insani yardım alanında faaliyet gösteren kurumlar, toplumların vicdanı olarak görülmekte. Açlıkla mücadele eden Afrika’dan, savaşın harabeye çevirdiği Orta Doğu’ya, yoksulluğun pençesindeki Güney Asya’dan afetlerle sarsılan coğrafyalara kadar, STK’lar birçok yerde insani yardımın taşıyıcısı olmuştur. Ancak burada önemli bir kırılma noktası karşımıza çıkar: Bu yardımlar gerçekten mağduru kurtarıyor mu, yoksa zalimin sistemini sürdürülebilir kılarak farkında olmadan onun ömrünü mü uzatıyor?
Bu sorunun cevabı, sadece yardımın ulaştığı kişilerin sayısına değil, bu yardımların nasıl, ne şekilde, hangi bağlamda ve hangi bilinçle yapıldığına bağlıdır. Çünkü salt hayatta tutmak, zulüm sisteminin açıklarını kapatmak anlamına da gelebilir.
Mağdura ekmek zalime ömür çelişkiyi anlamak
Bir mazlum, zalimin oluşturduğu sistem nedeniyle aç kalıyor; onun elektriği, suyu, eğitimi yok; evi yok, huzuru yok, güvenliği yok. Biz ona STK olarak gidip bir koli erzak veriyoruz, belki battaniye, belki çadır. O gün doymuş oluyor. Ama o sistem olduğu yerde duruyor. Hatta çoğu zaman yardım kurumları o sistemin oluşturduğu yıkımın görünürlüğünü azaltarak, sistemi kurtaran bir tampon bölge gibi iş görüyor.
Bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri, Afrika’nın sömürgeleştirilmiş tarihidir. Emperyalist ülkeler, kara kıtayı yüzyıllar boyunca kaynakları için iliklerine kadar sömürdüler. Zenginliklerini Avrupa’ya taşıyan bu sistemin ardından ortada kalan sadece sefalet ve iç savaş oldu. Bugün birçok Batılı yardım kuruluşu, bu sefaleti azaltmak için yardım götürüyor gibi görünse de, çoğu zaman aynı sistemlerin taşeronu olarak hareket ediyorlar. Bazı durumlarda yardımlar, o ülkelerdeki halkı değil, Batı güdümündeki yönetimleri ayakta tutmak için kullanılıyor.
Aynı manzara bizim coğrafyamızda da geçerli. Filistin’e gönderilen yardımlar, Gazze’deki halkı kısa süreliğine yaşatırken, onları bu hale getiren İsrail sistemine karşı gerçek bir direnç gösterilmedikçe, bu yardımlar uzun vadede sadece İsrail'in “kontrollü yıkım ve yaşatma” politikasına katkı sağlıyor. STK’ların bir kısmı bu gerçeği ya görmezden geliyor ya da görmesine rağmen "tarafsızlık" kisvesi altında sessiz kalıyor.
Hak ve adalet bilinciyle yardım bir mecburiyet
Yardım, tek başına bir iyilik değil; yardımı bağlamına göre yapmak, zalimi teşhir ederek yapmak, mazlumu bilinçlendirerek yapmak bir zorunluluktur. Bugün Türkiye’deki birçok STK, mağdur halklara ulaştırdığı yardımlarla övünürken, o halkları mağdur eden sistemlere ses çıkarmamakta, hatta bazı durumlarda o sistemlerle iş birliği yapmaktadır.
Oysa yardım faaliyetleri şu temel ilkelere dayanmalıdır:
Bilinçlendirme ile Eş Zamanlı Yardım: Yardım edilen insanlar neden bu hale düştü, bunu bilmeli. Onlara sadece ekmek değil, gerçekleri de ulaştırmalıyız.
Zalimi Teşhir Etme: Yardım çalışmaları sessiz kalmamalı. O insanları bu hale getiren siyasi, ekonomik ve sosyal yapılar doğrudan teşhir edilmeli.
Kendine Yeten Yapılar Kurma: Sürekli yardım değil, o insanları kendi kendine yeten bireyler ve toplumlar haline getirmek hedeflenmeli.
Alternatif Sistemi Göstermek: Sadece mevcut sistemin açıklarını kapamak değil, alternatif ve adil bir toplumsal düzenin mümkün olduğunu anlatmak gerekir.
Yardımın yeni hali vicdan mı politik mi?
Artık yardım, bir vicdan işi olmanın ötesinde, doğrudan siyasi ve sosyal bir mücadele aracına dönüşmek zorundadır. Aksi takdirde yapılan yardımlar, zalimin sistemine makyaj yapmak olur. Bu bağlamda; STK’lar şu soruları kendilerine her yardım faaliyetinde sormalıdır:
Bu yardım zalimin elini mi güçlendiriyor?
Bu yardım, yardım ettiğimiz insanların bilinçlenmesini sağlayacak bir fırsata dönüştürülebiliyor mu?
Yardım yaptığımız bölgelerde zalimle işbirliği içinde olan kişi veya kurumlara doğrudan tavır alıyor muyuz?
Bu sorular, yardımın anlamını yeniden belirlemek açısından hayati öneme sahiptir.
Coğrafyamızdan somut örnekler
1. Suriye
Suriye’de yardım ulaştırmak, rejimin kontrolündeki bölgelere yapılınca Esed’in prestiji yükseliyor. Muhaliflerin bulunduğu bölgelere yapılınca bu yardımın kaynağına göre politik etki değişiyor. STK’lar burada “kim kime yardım ediyor”u iyi analiz etmeli. Sadece ihtiyaç değil, kimin adına, kimin sorumluluğuyla olduğu açıklanmalı.
2. Afganistan
Taliban sonrası dönemde birçok STK Afgan halkına yardım ulaştırmaya çalıştı. Ancak bazı yardım kuruluşları, batılı ülkelerin yönlendirmesiyle sadece "belirli bölgelerde" yardım yaptı. Bu da adalet değil, sadece politik çıkar gözetimiyle hareket edildiğini gösterdi.
3. Gazze
Gazze’ye yapılan yardımların İsrail kontrolünden geçtiği bir gerçek. Hangi yardımın hangi izne tabi olduğu, neyin ulaşmasına izin verildiği bellidir. STK’lar bunu ifşa etmeden yardım ulaştırdığında, İsrail’in sistemine meşruiyet sağlar.
Yardım etmek devrimci bir tavra dönüşmelidir
Artık STK’ların kendini yeniden tanımlaması gerekiyor. Yardımseverlik değil, adalet mücadelesi! Koliler değil, hak bilinci! Geçici çözümler değil, kalıcı kurtuluş yolları! Yardım bir erdemdir ama onu anlamlı kılan, bağlamıdır.
Yardım yapılan her yerde zalim teşhir edilmeli; her mazlum aynı zamanda özgürlüğüne kavuşma bilinciyle beslenmelidir. Aksi takdirde, yardım bir tür esaretin devamı olur.
Çıkış yolu nedir?
STK’lar bağımsız olmalı. Devletlerin ya da emperyalist kurumların fonlarıyla değil, halkın desteklediği yapılar olarak hareket etmelidir.
Eğitim şart. Yardım edilen bölgelerde, halkın sistemsel bilinç kazanacağı, sömürünün kaynağını anlayacağı eğitim programları eş zamanlı yapılmalıdır.
Zalime karşı net tavır alınmalı. Her yardım kampanyasında "Bu insanlar neden böyle oldu?" sorusu kamuoyuna açıkça sorulmalı.
Yardımlar stratejik planla yapılmalı. Sadece bugün doymalarını değil, yarın kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlayacak projelerle desteklenmeli.
Halkı örgütlemek, dayanışmayı kalıcılaştırmak. Yardım bir organizasyon değil, toplumsal bilinç hareketi olmalı.
Bir mağdura verilen yardım, eğer o mağduriyeti doğuran sistemi ifşa etmiyor, ona karşı mücadele çağrısı yapmıyorsa, o yardım vicdanın makyajı, zalimin maskesidir. Vicdan susmamalı, ama sadece ağlamamalı da. Sesini, sözünü, kalemini ve hareketini zalime karşı kullanmalı.
Zulme karşı yardım; yalnızca ekmekle değil, bilinçle, teşhirle ve tavırla yapılırsa anlam kazanır.
Yoksa biz de köylünün dediği gibi bir gün mağaraya düşeriz, dışarıdan gelen ışığın zalimin feneri olduğunu düşünür, “Anam avradım olsun çıkmam dışarı!” deriz.
Ama artık feneri değil, ateşi biz yakmalıyız.
Yanan sadece ocaklar olmasın, karanlığı da yakalım!
Erol Kekeç/23.05.2023/Sancaktepe/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder