Bu Blogda Ara

27 Nisan 2025 Pazar

Küresel Planlar Beton Çöpleri ve Halkın Sessiz İnfazı Bir Uyanış Çağrısı

 

Son yıllarda "iklim krizi"adı altında öylesine yaygın bir propaganda furyası başlatıldı ki, insanlar doğal yaşam alanlarını, geleneksel tarımlarını, hayvancılıklarını, hatta nefes aldıkları toprakları terk etmeye ikna edilmeye çalışılıyor. "Su sorunu olacak, iklim dengesizleşecek" korkularıyla, belli bölgelerde belli bitkilerin yetiştirilmesi yasaklanıyor; bazı hayvancılık faaliyetlerinin yenilerinin başlatılması engelleniyor. Tüm bunlar "sözde bilimsel verilerle" desteklenirken, aynı bölgelerde narenciye, zeytin gibi stratejik bitkiler sökülüp yerlerine devasa beton kütleleri inşa ediliyor.

Bu trajediye karşı bir soru sormak elzemdir: Madem iklim krizi bu kadar yakın, madem doğa tahrip ediliyor, o zaman bu kadar betona yerleştirerek mi, insanlara çözüm sunacaksınız? Beton mu yiyecekler? Betondan mı nefes alacaklar? Beton mu yağış sağlayacak, toprak yetişip üzerinden bereket fışkıracak?

  1. Küresel Planların Gerçek Yüzü: Şerbetlendirilen Çöküş Bugün dünyada "iklim değişikliği" söylemi, çevreyi korumaktan çok, yeni bir ekonomik ve toplumsal dizaynın zeminini hazırlamak için kullanılıyor. Küresel güçler, belirledikleri bölgelerde "sözde kriz" alarmı vererek halkın tarım, hayvancılık, doğal yaşam haklarını törpülemek; insanları toprağa bağlı bağımsız bireyler olmaktan çıkarıp, endüstriyel üretime, yapay gıdalara ve kentsel hapsoluşa mahkûm etmek istiyorlar.

Bunun ilk aşaması: Toprağın değerinin düşürülmesi.

İkinci aşaması: "Kriz var" bahanesiyle tarımsal üretim yasakları getirip toprağın işlevsiz hale getirilmesi.

Üçüncü aşaması: Tüm bu boşluğu "akıllı şehir", "yeşil bina" maskesiyle devasa beton projelerle doldurmak.

Böylece insanlık, toprağından koptuğu, özgürlüğünden mahrum bırakıldığı bir düzenin kölesi haline getiriliyor.

  1. Narenciye ve Zeytin Katliamı: Sessiz Bir Soykırım Narenciye ve zeytin, sadece ekonomik birer ürün değildir. Bu bitkiler Akdeniz havzasının kültürü, kimliği, insanla toprak arasındaki kadim bağın sembolleridir.

Zeytin ağacını sökmek, binlerce yıllık yaşam kültürünü koparmak; narenciye bahçelerini yok etmek, halkın kendi kendine yetme kabiliyetini ortadan kaldırmak demektir.

Bugün çözüm diye sunulan şehir projeleri, eskiden bereket saçan tarlaların üzerinde yükseldi. Halkın ihtiyacı olan doğal beslenme kaynakları, betona kurban edildi.

Soruyorum: 50 katlı plazalar, 10 şeritlik otoyollar size portakal, zeytin, buğday verecek mi?

  1. Hayvancılığın Bitirilmesi: Protein Kıtlığına Doğru Büyükbaş hayvancılığın "iklimi kirlettiği" gerekçesiyle yasaklanması, modern toplum için protein kaynağının baltalanması anlamına geliyor.

Hayvancılık, Anadolu'nun binlerce yıllık geçim kaynağıdır. Köylü özgürdü; çünkü ineği vardı, koyunu vardı, çiftliği vardı.

Şimdi ise "iklim" bahanesiyle hayvan yetiştirilmesi azaltılıyor, yapay et, laboratuvar etleri pazarlanmaya hazırlanıyor. Sonra halk, tekellere muhtaç edilmek isteniyor.

  1. Rant Baronu: Betonun Efendileri Zeytinlikleri yok eden, narenciye bahçelerini talan edenlerin gerçek hedefi, "iklimi korumak" değil; rantsal gelirler elde etmek, yeni şehir planlarıyla üst gelir grupları için alan yaratmaktır.

Bugün çiftçinin tarlası, hayvancının arazisi "imar planlarıyla" değiştirilip, lükse, betona satılıyor. Büyük reklamlarla "sıfır karbon şehri" diye pazarlanan alanlar, aslında doğanın en vahşi talan sahaları haline geliyor.

  1. Halkın Bilgiyle Esir Alınması Yönetim, "bilimsel raporlar", "uzman görüşleri" gibi maskelerle halkın önünü kesiyor. Alternatif sesi olan, itiraz eden, "geri kafalı", "bilim düşmanı" ilan ediliyor. Hâlbuki bilim, tartışılmadan ilerleyemez.

Tarih bize öğretti ki, yönetimler bilimi kendi çıkarları için kullandığında halklar felakete sürüklendi.

  1. Çöküş Senaryosu: Karanlığa Doğru Bugün öngörülen şey şudur:

  • Tarım bitecek.

  • Hayvancılık bitecek.

  • Yerel yaşamlar sona erecek.

  • Halk, kentlere doluşacak.

  • Beton ve yapay sistemlere bağımlı köleler ordusu oluşacak.

Ve bütün bunlar "sizi kurtarıyoruz" yalanıyla yapılacak.

  1. Çözüm Ne Olmalı?

  • İşlenmeyen topraklar yeniden üretim alanları haline getirilmeli.

  • Yerel tarım ve hayvancılık teşvik edilmelidir.

  • Beton yerine toprak ve su dostu şehircilik planları uygulanmalı.

  • Çiftçi, hayvancı, doğal yaşam savunucuları desteklenmeli.

  • Bilim, çıkar odaklı değil, gerçekler üzerinden tartışılmalı.

Küresel planların kuklası haline gelmiş bir yönetimin vadettiği cennet, gözümüzün önünde adım adım inşa edilen bir cehennemdir.

Halk olarak ya doğaya, üretime, özgür yaşama sahip çıkacağız ya da beton yığınlarının altında tutsak olacağız.

Seçim bizimdir.

Erol Kekeç / 27.04.2025 / Sancaktepe / İstanbul

25 Nisan 2025 Cuma

Problemi Yarat İnsanı Yut-Kapitalist Kıyamet Senaryosu

 


1. Tohumdan Hastalığa-Bir Kapitalizm Hikayesi

"Önce tohum sattılar..."dünyamızı imha ettiler cümlesiyle başlayan bu söz, sadece tarım sektörüne dair bir tespit değil, aslında insanlığın nasıl sistematik olarak kuşatıldığını gösteren bir senaryonun özetidir. GDO'lu (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) tohumlarla başlayan bu ifsat, önce çiftçiyi şirket tohumlarına bağlı hale getirmiştir. Geleneksel tohumların yok edilmesi, çiftçilerin her yıl yeniden tohum almak zorunda bırakılması demektir. Bu bir sömürü düzeneğinin ilk adımıdır.

Tohumlar, böcekleri çekti; bu "soruna" çözüm olarak pestisit (tarım ilacı) satıldı. Aynı şirket veya ona bağlı yan kuruluşlar tarafından. Pestisitlerin insanlar üzerindeki etkileri artan kanser vakaları, hormonal bozukluklar, otizm, kısırlık gibi sağlık sorunlarına yol açtı. İlacı bitkileri yiyen insanlar hastalandı.

2. Tıp Endüstrisinin Parçası-Kapitalist Tıbbın Sessiz Suçları

Hastalanan insanlara bu kez aşı ve ilaç satıldı. Modern tıp endüstrisi, koruyucu sağlıktan ziyade "sürekli hasta"ya bağlı bir yapıda çalışır. Semptomları bastırmak için üretilen ilaçlar, hastalığın nedenini ortadan kaldırmaz; ancak kişiye "bir müddetliğine" iyi hissettirir. Bu da sürekli müşteri, sürekli kar demektir.

Aynı şirketler ya da sermaye grupları hem tohum, hem ilaç, hem aşı, hem hastane zincirlerine sahip hale gelmiştir. Bu bağlantılar açıkça görülmese de sermaye akışı incelendiğinde aynı sermaye gruplarının izleri kolaylıkla tespit edilebilir.

3. Kapitalizmin Taktikleri-Problemi Yarat, Çözümü Sat

Vahşi kapitalizmin en sinsi taktiği budur: Problemi yarat, insanları korkut, çözümü sat. Bu taktik sadece tarımda ya da sağlıkta değil; güvenlik, enerji, iklim, gıda gibi tüm alanlarda uygulanmaktadır.

- *Terör yarat, silah sat*

- *Enerji krizi çıkart, doğal gaz sat*

- *Pandemi yay, aşı sat*

- *Gıda krizi çıkart, stokta bekleyen GDO’lu gıdayı pazarla*

Her durumda bir korku yaratılır ve insanlar panik halindeyken rasyonel karar veremez. Bu da ifsat düzeninin zeminini hazırlar.

4. Toplum Mühendisliği-Kapitalist Medya ve Algı Operasyonları

Büyük medya devleri, aynı şirketlerin kontrolü altındadır. Görünürde farklı kanal ve gazeteler olsa da, sermaye sahipleri aynıdır. Algı yönetimiyle insanların ne düşündüğü, ne hissettiği, neyi tehlike olarak algıladığı önceden belirlenir.

Reklamlarla özendirilen tüketim, doğanın tahribine neden olurken, aynı medya bu tahribatın sözde sorumlusu olarak bireyi hedef gösterir. "Plastik çöp bırakma" kampanyalarının sponsorları dev petrokimya firmalarıdır.

5. Ruhun Tahribatı-Ahlaki ve Manevi Bozulma

Kapitalist sistem sadece bedenleri değil, ruhları da hasta eder. Reklamlarla dayatılan "mutluluk" tanımı, bireyleri mükemmel görünmeye çalışan yorgun tüketicilere dönüştürür.

Aile kurumunun zayıflatılması, bireyciliğin yüceltilmesi, "ben" merkezli bir toplum yapısının kurulması; toplumun şairane ve maneviyat dolu yapısının yıkılmasını hedefler. Toplumsal dayanışmanın yerini bencil rekabet alır. Bu da bireyi yalnızlaştırır, depresyon ve intihar oranlarını artırır.

6. Örneklerle Gerçekler

- *Monsanto Örneği:* ABD merkezli bu şirket, GDO'lu tohumlar, pestisitler (Roundup gibi) ve daha sonra Bayer ile birleşmesiyle birlikte ilaç endüstrisine de dahil oldu.

- *Nestle ve Su Kaynakları:* Nestle gibi firmalar, suyun "temel insan hakkı" olmadığını savunarak su kaynaklarını özelleştirme ve ticarileştirme yoluna gitti.

- *Pfizer ve Covid-19:* Pandemi sürecinde aşılarla milyarlarca dolar kazanan bu şirket, aynı zamanda uzun vadeli etkileri bilinmeyen mRNA tabanlı uygulamaları piyasaya sürdü.

*7. Kurtuluş Nerede?*

Bu ifsat zincirinden kurtuluşun yolu, tüm sistemin sorgulanmasından geçer. Yerel tohumlara, doğal tarıma, geleneksel sağlık bilgeliğine, maneviyata, aile kurumuna, toplumsal dayanışmaya sahip çıkmak gerekir. Kütlelerin "bilinçli tüketici "ye dönüşmesi ve sistemsel alternatiflerin kurulması şarttır.

Aksi halde, bu vahşi sistem her yıl yeni bir kriz, yeni bir korku ve yeni bir "çözüm"le insanlığın hem bedenini hem ruhunu esir almaya devam edecektir.

Bahadır Hataylı/22.04.2025/Sancaktepe/İST

23 Nisan 2025 Çarşamba

Kılıçla Açılan Kapı Karanlıkla Kapanmasın

İstanbul... Sadece bir şehir değil; zamanın göğsüne işlenmiş bir mühür, medeniyetin ruhuna vurulmuş altın bir imzadır. 1453 yılında Fatih Sultan Mehmed’in fethettiği bu kadim şehir, yalnızca surları yıkılmış bir yerleşim yeri değildi; aynı zamanda skolastik düşüncenin karanlık dehlizlerinden kurtulmak isteyen bilginlerin, sanatçıların, farklı inanç mensuplarının ve düşünen beyinlerin sığındığı bir limandı.

İstanbul, fetihten sonra yalnızca Osmanlı’nın değil, tüm insanlığın ortak mirası olacak şekilde yükseldi. Fatih Sultan Mehmed, sadece bir kumandan değil; bir medeniyet inşa edicisi, bir düşünce adamı ve farklılıkları yaşatma becerisiyle çağının çok ötesinde bir liderdi. Onun döneminde İstanbul, fikirlerin özgürce konuşulduğu, bilimsel buluşların desteklendiği, farklı inançların barış içinde yaşadığı bir hoşgörü medeniyetinin kalbi hâline geldi. Batının skolastik karanlığından bunalan birçok bilgin, düşünür ve sanatçı, Fatih’in açtığı bu yeni dünyaya akın etti.

Ancak aradan geçen asırlar, bu büyük mirasın taşıyıcılığını bir onur vesilesi değil, bir slogan hâline getirdi. Bugün, Fatih’in torunu olduğunu iddia eden birçok kişi, onun getirdiği o büyük medeniyet vizyonunu anlamaktan uzak, sadece geçmişin gölgesinde birer hamaset tüccarına dönüşmüştür.

Fatih, bir medeniyet kurucusuydu. Onun kurduğu medeniyetin temel taşları; ilim, adalet, özgürlük ve farklılıklara saygıydı. Ancak bugün, bu değerlerin yerini tahakküm, ötekileştirme, bilgiye karşı düşmanlık ve tek sesliliğin zorbalığı almışsa, bu durumun sorumlusu geçmiş değil, bugünün uygulayıcılarıdır.

Düşüncenin susturulduğu, farklı inançlara tahammülün azaldığı, bilimsel çabanın alaya alındığı bir ortamda Fatih’in ismi, onun ruhuna hakarettir. Eğer bugün bilim insanları, sanatçılar, farklı inanç mensupları bu topraklardan huzur ve güven içinde yaşamak yerine kaçış yolları arıyorsa, bu topraklara değil, o toprakları yöneten zihniyete bakmak gerekir.

1453’te İstanbul’un fethiyle başlayan aydınlık dönem, ilmin ve hikmetin egemen olduğu bir çağın işaret fişeğiydi. Ayasofya’nın kiliseden camiye çevrilmesinde bile bir yıkım değil, bir dönüşüm, bir barış dili vardı. Fatih, patrikhaneyi korumuş, diğer inançları güvence altına almıştı. Bugünse "farklı" olanı tehdit gibi gören anlayış, ne Fatih’in anlayışına ne de İslam’ın özüne yakışır.

Fatih, Yunanca bilen, Batı felsefesini okuyarak yetişmiş, Doğu ve Batı'nın ilmini bir araya getirebilen bir dehaydı. Onun medreseleri sadece dini ilimleri değil, matematik, astronomi, tıp gibi pozitif bilimleri de barındırıyordu. Bugün bu bilim dallarına mesafeli duranlar, hatta onları itibarsızlaştıranlar, neyin torunu olabilir?

Fatih’in mirası bir şiir mısrasına, bir marş sloganına sığdırılamaz. Onun mirası; adalettir, şefkattir, bilgidir, düşüncedir, özgürlüktür. Bugün bu değerlere sahip çıkmayanlar, sadece Fatih’in torunu olmadıklarını değil, aynı zamanda bir medeniyeti anlayamadıklarını da ilan etmiş olurlar.

Gerçek bir medeniyetin temeli, bireyin varlığına ve iradesine saygıdır. Düşünen insan, sorgulayan insan, inanan insan... Bu üç özellik, Fatih’in kurmak istediği toplumun ruhunu yansıtır. Ancak günümüzde, düşünce kontrol altına alınmakta, sorgulama yasaklanmakta, inanç ise şekilciliğe hapsedilmektedir. Bu durum, sadece bireyin değil, toplumun da çöküşüdür.

Fatih’in kurduğu medeniyete sahip çıkmak, ona sahip çıkıyormuş gibi yapmakla olmaz. Bunun yolu, bireyi özgürleştirmekten, adaleti hâkim kılmaktan, farklı seslere alan açmaktan geçer. Bir medeniyet, sadece cami minarelerinden ezan okunmasıyla değil, o ezanın ruhunu toplumun her yerine işlemesiyle inşa edilir.

Bugün İstanbul, hâlâ büyük bir şehir. Ama Fatih’in İstanbul’u olmak için, onun ruhunu yeniden anlamaya ihtiyacı var. Bu ruh; ilimde, sanatta, fikirde ve inançta adaletli olmaktır. Kendi halkına güvenmeyen, halkının düşüncesini baskılayan bir yönetim, ne kadar bayrak sallarsa sallasın, o bayrağın gölgesi özgürlük değil korku üretir.

Fatih’in torunu olmak; geçmişi hamasetle anmak değil, onun bugünkü anlamını yaşatmaktır. Bu da ancak insanı merkeze alan, Rabbine kulluk bilincini hayatının pusulası yapan, adaleti elden bırakmayan ve her şeyin bir emanet olduğu bilinciyle hareket eden bir yönetim anlayışıyla mümkündür.

Fatih’in medeniyetine sahip çıkmak, göklere bayrak dikmekle değil; yere düşen hakikati yerden kaldırmakla olur. Bu hakikat, bireyin onuru, düşüncenin özgürlüğü, inancın samimiyeti ve ilmin rehberliğidir.

Sonuç olarak, bugün “Fatih’in torunuyuz” diyerek gurur duyanlar, gerçekten onun torunu olmak istiyorsa, önce o büyük ceddin ahlakına, anlayışına, adaletine ve özgürlükçü ruhuna sarılmalı. Çünkü medeniyetler, şiirlerle değil; samimiyetle, sadakatle ve adaletle yaşatılır.

Ve en önemlisi: Bir medeniyete sahip çıkmak, onun tarihini ezberlemek değil, O tarihten ders alarak, bugünü inşa etmektir.

Erol Kekeç/23.04.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!