Son yıllarda "iklim krizi"adı altında öylesine yaygın bir propaganda furyası başlatıldı ki, insanlar doğal yaşam alanlarını, geleneksel tarımlarını, hayvancılıklarını, hatta nefes aldıkları toprakları terk etmeye ikna edilmeye çalışılıyor. "Su sorunu olacak, iklim dengesizleşecek" korkularıyla, belli bölgelerde belli bitkilerin yetiştirilmesi yasaklanıyor; bazı hayvancılık faaliyetlerinin yenilerinin başlatılması engelleniyor. Tüm bunlar "sözde bilimsel verilerle" desteklenirken, aynı bölgelerde narenciye, zeytin gibi stratejik bitkiler sökülüp yerlerine devasa beton kütleleri inşa ediliyor.
Bu trajediye karşı bir soru sormak elzemdir: Madem iklim krizi bu kadar yakın, madem doğa tahrip ediliyor, o zaman bu kadar betona yerleştirerek mi, insanlara çözüm sunacaksınız? Beton mu yiyecekler? Betondan mı nefes alacaklar? Beton mu yağış sağlayacak, toprak yetişip üzerinden bereket fışkıracak?
Küresel Planların Gerçek Yüzü: Şerbetlendirilen Çöküş Bugün dünyada "iklim değişikliği" söylemi, çevreyi korumaktan çok, yeni bir ekonomik ve toplumsal dizaynın zeminini hazırlamak için kullanılıyor. Küresel güçler, belirledikleri bölgelerde "sözde kriz" alarmı vererek halkın tarım, hayvancılık, doğal yaşam haklarını törpülemek; insanları toprağa bağlı bağımsız bireyler olmaktan çıkarıp, endüstriyel üretime, yapay gıdalara ve kentsel hapsoluşa mahkûm etmek istiyorlar.
Bunun ilk aşaması: Toprağın değerinin düşürülmesi.
İkinci aşaması: "Kriz var" bahanesiyle tarımsal üretim yasakları getirip toprağın işlevsiz hale getirilmesi.
Üçüncü aşaması: Tüm bu boşluğu "akıllı şehir", "yeşil bina" maskesiyle devasa beton projelerle doldurmak.
Böylece insanlık, toprağından koptuğu, özgürlüğünden mahrum bırakıldığı bir düzenin kölesi haline getiriliyor.
Narenciye ve Zeytin Katliamı: Sessiz Bir Soykırım Narenciye ve zeytin, sadece ekonomik birer ürün değildir. Bu bitkiler Akdeniz havzasının kültürü, kimliği, insanla toprak arasındaki kadim bağın sembolleridir.
Zeytin ağacını sökmek, binlerce yıllık yaşam kültürünü koparmak; narenciye bahçelerini yok etmek, halkın kendi kendine yetme kabiliyetini ortadan kaldırmak demektir.
Bugün çözüm diye sunulan şehir projeleri, eskiden bereket saçan tarlaların üzerinde yükseldi. Halkın ihtiyacı olan doğal beslenme kaynakları, betona kurban edildi.
Soruyorum: 50 katlı plazalar, 10 şeritlik otoyollar size portakal, zeytin, buğday verecek mi?
Hayvancılığın Bitirilmesi: Protein Kıtlığına Doğru Büyükbaş hayvancılığın "iklimi kirlettiği" gerekçesiyle yasaklanması, modern toplum için protein kaynağının baltalanması anlamına geliyor.
Hayvancılık, Anadolu'nun binlerce yıllık geçim kaynağıdır. Köylü özgürdü; çünkü ineği vardı, koyunu vardı, çiftliği vardı.
Şimdi ise "iklim" bahanesiyle hayvan yetiştirilmesi azaltılıyor, yapay et, laboratuvar etleri pazarlanmaya hazırlanıyor. Sonra halk, tekellere muhtaç edilmek isteniyor.
Rant Baronu: Betonun Efendileri Zeytinlikleri yok eden, narenciye bahçelerini talan edenlerin gerçek hedefi, "iklimi korumak" değil; rantsal gelirler elde etmek, yeni şehir planlarıyla üst gelir grupları için alan yaratmaktır.
Bugün çiftçinin tarlası, hayvancının arazisi "imar planlarıyla" değiştirilip, lükse, betona satılıyor. Büyük reklamlarla "sıfır karbon şehri" diye pazarlanan alanlar, aslında doğanın en vahşi talan sahaları haline geliyor.
Halkın Bilgiyle Esir Alınması Yönetim, "bilimsel raporlar", "uzman görüşleri" gibi maskelerle halkın önünü kesiyor. Alternatif sesi olan, itiraz eden, "geri kafalı", "bilim düşmanı" ilan ediliyor. Hâlbuki bilim, tartışılmadan ilerleyemez.
Tarih bize öğretti ki, yönetimler bilimi kendi çıkarları için kullandığında halklar felakete sürüklendi.
Çöküş Senaryosu: Karanlığa Doğru Bugün öngörülen şey şudur:
Tarım bitecek.
Hayvancılık bitecek.
Yerel yaşamlar sona erecek.
Halk, kentlere doluşacak.
Beton ve yapay sistemlere bağımlı köleler ordusu oluşacak.
Ve bütün bunlar "sizi kurtarıyoruz" yalanıyla yapılacak.
Çözüm Ne Olmalı?
İşlenmeyen topraklar yeniden üretim alanları haline getirilmeli.
Yerel tarım ve hayvancılık teşvik edilmelidir.
Beton yerine toprak ve su dostu şehircilik planları uygulanmalı.
Çiftçi, hayvancı, doğal yaşam savunucuları desteklenmeli.
Bilim, çıkar odaklı değil, gerçekler üzerinden tartışılmalı.
Küresel planların kuklası haline gelmiş bir yönetimin vadettiği cennet, gözümüzün önünde adım adım inşa edilen bir cehennemdir.
Halk olarak ya doğaya, üretime, özgür yaşama sahip çıkacağız ya da beton yığınlarının altında tutsak olacağız.
Seçim bizimdir.
Erol Kekeç / 27.04.2025 / Sancaktepe / İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder