Bu Blogda Ara

23 Haziran 2023 Cuma

KENDİ SİSTEMİNİ BOZAN İNSAN FESADIN KAYNAĞIDIR

“Allah’ın sana verdiği serveti O’nun yolunda harcamak suretiyle ahiretini kazanmaya çalış. Dünyadan da nasibini unutma. Allah sana nasıl ihsanda bulunduysa, sen de başkalarına öylece ihsanda bulun. Ülkede bozgunculuk çıkarmaya kalkışma. Çünkü Allah bozguncuları sevmez!” Kasas:77

İnsan muktedir olduğuna inandığı zaman, kazanımlarının asla elinden çıkmayacağını düşünür ve o şekilde yaşamaya başlar. İnsanın böyle bir ruh haline bürünmesi onu gerçeklerle yüzleşmekten uzaklaştırır, daima kafasında kurduğu hayatın devam edeceğini hesaplar. Bu hesaplar, insanı kendi oluşturduğu zindanına taşır ve o zindanın dışındaki yaşamların hep olumsuzluğunu düşünür. İnsan için bu başlangıç onu var olma hedefinden uzaklaştırır. Ontolojik olarak varlık gerekçesinin dışında yaşamaya başlar. İnsanın ontolojik olarak varlık gerekçesinden uzaklaşması, epistemolojik olarak doğruya ulaşma imkanını da kaybetmesine neden olur. Kendi varlık yasasını anlamamış ve onun dışına çıkmış bir varlığın, bu yaratılış kodlarının, elde etmesi gereken bilgi belge ve becerilere ulaşmasını beklemek ve öyle bir çaba içinde olmak sonuçsuz kalır.

Mutlak yaratan öyle bir sistem kurmuş ki, bu sistemin işleyişinde ön aşamadaki kodlar çalıştırılmadığı ya da atlandığı zaman sonradan gelenlerin çalışması da mümkün olmuyor. Mesela bir yazılım programında bile bunları görmek mümkündür. O sistematik sürecin takip edilmesi gerekir. Adınızı soy adınızı girmeden nereli olduğunuzu ne iş yaptığınızı, yazamıyorsunuz ve o ekran size açılmıyor. İnsanın yaptığı basit bir yazılımda bu sistematiği görüyoruz da Allah’ın mükemmel yarattığı bu sisteminde öyle bir kodlama yazılımının olmadığını mı düşünüyoruz. Öyle ise bu çok büyük bir yanılgı olur. Ondan dolayıdır ki, ontolojik olarak varlık gayesini anlamamış olan bir varlığın, nasıl sorularıyla muhatap olacağı epistemolojik sürece başlaması da mümkün olamamaktadır. Neden ve niçin var oldum sorusu içindeki bilgisel süreç kavrandığı zaman, sonrasında bu varlığın bu gayeye ulaşabilmek için vereceği çaba, bilginin geniş boyutta önüne açılmasına ve o işin hikmetine vakıf olmasına onu götürecektir. Ondan dolayıdır ki, Yaratıcı, yukarıdaki ayette diyor ki, Allah’ın sana verdiği serveti, onun yolunda harcamak suretiyle ahiretini kazan…Servetin ontolojik gerekçesinden habersiz olan bir varlığın, onun hedefinin gerçekleşmesi için nerede harcanacağı bilgisine ulaşması da mümkün değildir. Dolayısıyla ahiret diye bir yaşamı kazanmak ve oraya ulaşmak için de elindekileri, kendisine ahirette büyük pay verecek olanın isteği doğrultusunda harcamasını da düşünemezsiniz. Çünkü önceki aşama kavranmadan anlaşılmadan onunla ilgili gerekli işlemler yapılmadan sonraki ekran açılmayacaktır. Daha sonra gelecek olan açılımlar da açılmadan kapanacağından, insan zamanını sermayesini, işlemeyen ve bir yere kendisini götürmeyen bu yolda tüketerek bir şey yaptığını sanacaktır…İnsanların çoğu zanna göre yaşar zaten. Zanlara göre hayat kurmak, insanın için ön kötü bir yoldur. İnsan bu mağara ortamından çıkarak kendisiyle tanışması için, öncelikle ontolojik gayesini anlamalı ondan sonra bu gayeye ulaşabilecek süreçleri takip etmelidir. Ancak o zaman insan olarak var olmanın gereğini yerine getirmiş olacaktır.

İnsanın, bu ayetteki süreci doğru yaşaması için, öncelikle kendisiyle olan sorunlarını doğru analiz edip ilk yaratılma gayesiyle hayata başlangıç yapması gerekir. Kendisiyle ilgili doğru saptamalara girişmeyen ve sadece rüzgârın estiği taraftan bana ne gelir diye beklenti içinde olan bir varlık zaten insan olamaz. Çünkü insan dinamik değişken üretken yenilenen, aklı ile ayrım yapabilen aynı zamanda vicdanen bir terazi olan varlıktır. Bu varlığın bu donanımları hiç kabul edilerek bir nesne gibi doldur boşalt anlayışıyla hareket etmesini istemek ve öyle yaşayacağını iddia etmek ona yapılacak en büyük zulüm ve hakarettir. Bilimin ürettiği ve teknolojinin bize sunduğu ürünlerden cep telefonumuzu bir çiviyi çakmak için kullanmak ne kadar mantıksız ve onun donanımlarını ve fiziki yapısını imha etmek ise, insanı amacı dışında bir alanda görmek istemekte aynı durumdur. Onun için insan öncelikle insan olduğunu anlamalı ve o uğurda ayağa kalkmalı ki, ulaşması gereken bilgilere doğru kanaldan varsın. Yoksa kendisi için tuzaklar kurmaya devam edecektir.

Allah, tüm uyarılarında insanı varlık gayesi ile yüzleştirmek ve onu kavrayarak yaşamaya çağırmaktadır. Çünkü o gayenin dışında olup, yaratılma gayesinin hedeflediği bir yaşamın içinde olmak mümkün değildir. Bunu özetleyecek çok açık örneklere rastlayabiliyoruz. Mesela bir okulda öğretmen olarak görev yapan biri, kafasında okula müdür olarak atanmak varsa ve onun için çalışmalar yapıyor o uğurda kitaplar okuyup mevzuatı kavramaya çalışıyor, hatta ders dışında sürekli müdür gibi davranarak o moda girmişse, bu şahsın okulda çok başarılı bir öğretmen olmasını ve öğretmenlik mesleki bilgilerini geliştirerek insanlara faydalı çalışmalar yapmasını bekleyemezsiniz. Belki beklersiniz, ancak sadece beklemekle kalırsınız, çünkü onun kafası hedefi başka yerde ama fiili olarak öğretmenlik yapıyor. Bu şahıs hem başarısız olacak hem de inanmadığı ve benimsemediği bir işi yapacağından, kısa sürede itibarını kaybederek sıradan ve kimsenin dikkate almadığı bir kişiliğe dönüşebilir. Yani ne için var iseniz o olmak zorundasınız, öyle değil de siz kendinize bir plan yaparak o planı uygulamaya kalkarsanız, ontolojik gerekçenizden uzak olacağınız için anlamsızlıklarla dolu bir uğraş alanı yaratmış olacaksınız. Hayat böyle bir düzeneğe bağlıdır. Bunlar yaşadığımız evrenimizde bizlerin hayatına damga vurması zorunludur. Bu zorunluluğu sıradanlık olarak değerlendirip öyle hareket ettiğimizde hayatlarımız sıradanlaşacaktır.

Yukarıdaki açıklamalardan sonra Rabbimizin bu buyruğundan anladığımı sizlerle paylaşmak isterim. Allah’ın ihsanda bulunduğu nimetleri harcamadan, ahireti kazanmak mümkün değildir. Allah’ın verdiği nimetleri onun belirlediği yolda harcayarak ancak ahirete bilet kesebiliriz. Ancak sadece bu yeterli mi değil, âmâ ahireti kazanmanın en önemli yolu olduğunu düşünüyorum. Allah’ın verdiği nimetleri onun yolunda harcamaktan kaçınanın, Allah’a gidecek diğer eylemlerde de gerekli itinayı göstermesi kolay değildir. Ahireti kazanma mücadelesi verirken de dünyadan nasibini unutma, ancak bu nasip senin kullanıp tüketebildiğin ve bedensel yaşamının canlılığını koruyup rabbin için yapacağın çalışmaları aksatmayacak olandır. İsrafta bulunman ve istediğin gibi har vurup harman savurman, nimetin sahibini hesaba katmamaktır. Bunu gözetebilmek için, nimetin mutlak sahibini bilmek ve o nimetlerin varlık ve verilme gerekçelerini doğru anlamak gerekir. Nimetin sahibini dikkate almamak ve istediğimiz gibi istediğimiz koşullarda onu harcamak ve biriktirerek sonrakilere daha rahat dünya yaşamı geçirmeleri için bırakıp onunla övünmek yaratanın, rızkı verenin dikkate alınmamasıdır. Rızkın sahibini dikkate almayanlar, elindeki imkanların kendi çabası olduğuna inandığı anda, dünyada bir fitne kaynağı olmuş demektir. Kendisine bir ihsan olduğunu bilerek bu ihsanı, Allah’ın kullarına ihsanda bulunarak dünyadaki nasibini de unutmamak, yaratılış gayesine ve rızkın verilme hedefine uygun yaşamak olur. Allah böyle bir hedefle yaşayanların ancak ahireti kazanacak davranışlarda bulunduğunu anlatıyor.

Eğer bir toplumda insanlar, keşke filancanın sahip olduklarına bizde sahip olsaydık, görecektiniz ben nasıl lüks hayat oluştururdum diye düşünmelerine ve onların kendinden tarafa meyil etmesine sebep oluyorsa, bu fesadın kendisidir. Onun içindir ki, mal mülk dünyada fitnenin kaynağı olmayacak şekilde, onu verenin istediği gibi onun istediği yerde harcanmalıdır. Ancak o zaman Allah için harcanmış olur. Ancak insanlar çoğu zaman kazandıklarını kaybettiklerinde bu kaybetme ahmaklığını Allah verdi Allah aldı diyerek kendisinin de çok iyi biri olduğunu vurgulamaya çalışır. İnsanın çok iyi bir kul olması, onun elindeki imkanların yok olmasıyla açıklanamayacağını anlaması gerekir. Kişinin yönelimleri  onun hayatında çok önemli köklü değişimlerin olmasına neden olabilir. Şayet, Kul Allah’a yakın olacak fıtratta ise, ona verilen mal mülk, onu Allah’tan uzaklaştıracak ve kendi hevasının peşinde koşacak nitelikte ise, Allah bu kula acıdığından ve günaha batmaması için elindeki imkanları onun elinden alır. Bu ona rahmettir gazap değildir. Ancak kullar çoğu zaman bunu Allah’ın bir gazabı olarak görüp, çok iyi biri olsaydım ya da sen o kadar değerli biri olsaydın Allah senin elindekileri alır mıydı diye kendi akılsızlığıyla açıklamaya çalışır. Bunların hepsi bir zandan ibarettir. Allah zandan kaçınmamızı, verdiğine de vermediğine hamd etmemizi istiyor. Çünkü her ikisinde de bir hayır vardır.

Allah’ın kendi hazinesinden bol bol verdikleri nasıl ki iyi ve kötü olmanın bir nedeni olamazsa, vermedikleri için de aynı durum geçerlidir. Kişinin iyi ve kötü olmasının nedeni onun yönelim ve varlık gayesine ne kadar uygun yaşayıp yaşamadığıyla anlaşılır. Allah’ın gönderdiği elçilerden Süleyman (as)’a her türlü imkanları sunmuşken, Muhammed (as)’ı ise arkadaşları ile birlikte hicret ederek başkalarının yardımına ihtiyaç duyacak duruma getirmiştir. Dolayısıyla mal ve mülkün olup olmaması üstünlük ve üstün olmama işareti olamaz.

İnsanların üstün olup olmaması, onların yönelim ve ihmallerinden doğmaktadır. Dünya ve içindekiler çok sevimli geliyor yığdıkça yığıyor ve senin dışındakilerinde Allah’ın bir ayeti o ayetlerin tepelenmemesi, dimdik ve dosdoğru yaşamalarının gereğine inanırsan, imkânlarını Allah için harcar ahireti tercih edersin, yok böyle bir gaye yoksa o zaman yeryüzünde fitne kaynağı olur bozgunculuğun çıban başı olur, insanların yaratıcıdan uzaklaşmasına bir etken olursun…Karun’un sapmasındaki en önemli gerekçe de zaten bu olduğu bilinmelidir. O mütekebbirleşti ve bunların hepsini ben kendi bilgi ve becerilerimle elde ettim ben bu insanlardan farklı olmam gerekir dedi, elindekilerin onu koruyacağını ve kurtaracağını düşündü. Toplumun içine çıktığı zaman herkes ona verilenlerin kendilerine de verilmesini arzuluyorlar ve başka bir şey düşünmez olmuşlardı. Bu bir fesat unsuru olduğundan Allah rızkın mutlak sahibinin kim olduğunu insanlara göstermek ve onların ibret alıp yaşarken hakikati kavramaları için o bozguncuyu yerin dibine geçirdi. Karun ne kendini ne malını ne köşkünü koruyabildi ne de kendisinin yardımına kimse gelebildi. İşte Allah her ne olursa olsun varlık gayesinin dışında kullanılan yaratılmışların heba olmasını istemiyor ve onları aslına döndürüyor.

Karun’un yerinde olmayı isteyen ama imkânı olmayanlar bu gerçekliği gözleri ile görünce vay demek ki, rızık Allah’ın elindeymiş onu dilediğine verip dilediğinden alırmış biz kendimize zulmettik diyerek yakınmaya başladılar. Bazen imkanlar bir fitne kaynağı olduğu gibi, imkansızlıklarda bu fitnenin yaygınlaşmasına aracılık edip kökleşmesine katkı sunabiliyor. Ondan dolayıdır ki, hiçbir insan içinde bulunduğu yaşamın kendisine verilen bir nimet ya da gazap olduğunu düşünerek yaşamamalıdır. Her iki durumda bir rahmettir, insan ontolojik gayesine uygun yaşarsa, ancak ondan uzaklaşırsa her iki durum da bir gazap sebebi olur.

Rabbim, bizleri verdiklerinde cimrilik etmeyen zenginlerden, fesatçıların elindekine göz dikerek ona ulaşmak için gece gündüz plan kurarak onları ele geçireceği günü hayal edip varlık gayesini unutan imkânsız fakirlerden eylemesin. Her durumda da sadece Rablerini hatırlayarak ondan başkasının önünde eğilmeyen onurlu vakarlı, istikamet üzere dosdoğru olan kullarından eylesin…Dünya yaşamımızın huzur bulması için, kâinatın tevhidi gibi hayatımıza tevhit egemen olmasına çabalayan gönül eri kullar arasına girerek ahireti kazanan kullar arasına bizleri de kat Allah’ım…Bizim dünyamız darmadağınık ahiretimizin ne olacağını bilmiyoruz, senin rahmetin inayetin olmasa bizler senin karşına gelmekte mahcup oluruz. Allah’ım bizleri mahcup eyleme, gönülden seni arzulayan ancak yaşadığı dünyanın çarpıklıkları hayatlarını tarumar eden tüm kullarının dünyasını düzenle ahiretini hayır eyle içine bizleri de kat, sen her şeye gücü yetensin Allah’ım…

Rabbim bizleri hayırda yarışan, ihsan ettiğin ve bu ihsanı senin kulların ile paylaşan, Salih ameller hayatlarının vazgeçilmezi olan kullar eyle; bizler nefsimize zulmettik dünya ve içindekiler bizi kuşattı kalbimiz karardı, ancak senin aydınlığın bizi sana getirir…Rabbim biz senden gelecek her türlü hayra ihsana muhtacız bizleri nurunla aydınlat vicdanlarımızı adaletinle kuşat, merhametinle bizleri hesaba çek tüm ümidimiz ancak sensin Allah’ım….

 Bu içtenliklerimi sizlerle paylaşma güç ve kuvvetini veren rabbime hamdederek makalemi sonlandırıyorum…Selam saygı muhabbet ve iyilik temennilerimle kalın sağlıcakla…

“Allah’ın sana verdiği serveti O’nun yolunda harcamak suretiyle ahiretini kazanmaya çalış. Dünyadan da nasibini unutma. Allah sana nasıl ihsanda bulunduysa, sen de başkalarına öylece ihsanda bulun. Ülkede bozgunculuk çıkarmaya kalkışma. Çünkü Allah bozguncuları sevmez!” Kasas:77

Erol KEKEÇ/22.06.2023/15.04/Namazgah /İST



22 Haziran 2023 Perşembe

DEVLET HER ŞEYE ULAŞMALI ULAŞAMIYORSA SORGULANMALI

Bir toplumda güç ve imkanların belli ellere verilmesinin amacı, onların kendi yaşam düzeylerini erişilmez kılmak için değil, aksine toplumsal yaşamda oluşacak karakaşa kaos ve aşırılıkları kontrol altına alarak toplumsal kardeşlik, birlik ve beraberlik duygularının devamına ve gelişmesine katkı sunarak yaşamın huzurlu olmasını sağlamaktır.

İlkçağ site(şehir) devletlerinin ortaya çıkmasından bir nebze haberi olanlar, devletin varlık sebebini ve gücün neden belli ellerde olmasının önemini ve gereğini anlar. İnsanlar ilkel toplayıcılık ve avcılık yaşamından yerleşik yaşama geçişleriyle birlikte, elde ettikleri ürün fazlalıklarını başkalarıyla paylaşmak istedi ve bunların karşılığı olarak da farklı ihtiyaçlarını giderme ihtiyacı doğdu. Dolayısıyla bu istek ve çabalar beraberinde ekonomik piyasayı ve toplumsal etkileşimi ortaya çıkardı. Bu ortamlarda zaman zaman insanlar arası haksızlıklar ve aşırı rekabetler yaşamı zorlaştırmaya başladı. Bu durumdan rahatsız olan piyasadaki insanlar, bu olumsuzlukların önüne geçmek için ferdi olarak altından kalkamayacakları sorunların üstesinden gelmek için, organizeli bir yapı oluşturarak insanlar üzerinde yaptırım yapacak tek güç olarak bu yapıyı güçlendirmek istediler. Bu yapının varlığı o beldenin tüm insanlarının kendi yapmak istediklerini bu güç aracılığıyla yaparak, adil ve paylaşımcı bir yaşamın oluşmasını sağlamaktı. Yani devlet birilerinin menfaatinin koruyanı değil, toplumsal yaşamın kargaşaya neden olmadan düzenli bir şekilde sürekliliğini sağlamak için oluşmuştur. Bu durum daha sonralarda daha aktif ve güç kullanabilecek tek kurum haline gelmiş hatta belli dönemlerden sonra kutsallaştırılarak dokunulmazlık zırhına bürünmüştür. Devletin dokunulmazlığı adalet hakkaniyet koruyuculuk, merhamet ve yönetiminde olan insanların her an sorunlarını çözmesinden doğmuştur. Durup dururken oraya görev için gelenlerin, toplumdan topladıkları vergileri kendi aralarında paylaşarak hesapsızca istedikleri yere harcamasından doğan bir kutsallık değildir. Devlet görevlilerinin aşırı zenginleşmesine göz yuman bir devlet anlayışı zaten toplumsal kaotik ortamların doğmasının yegâne sebebidir. Devleti yönetenler, toplumda ayrıcalıklı bir sınıf haline geliyor ve otoriteyi ele geçirdikten sonra, istediklerini zenginleştiriyor, istediklerinin mal varlıklarına çökerek onların sahibi oluyor ve istediği yere aktarıyorsa, devlet doğuştaki fonksiyonelliğine bağlı olarak kendisine atfedilen kutsallığını kaybeder, insanlara zulmeden despotik bir araca dönüşür. Ne yazık ki, günümüzdeki çağdaş devlet tanımlamaların neredeyse istisnasız büyük çoğunluğu böylesi bir despotlukta level atlamış görünmekteler. Bazı anarşist kuramcıların devlet hakkında söyledikleri, devlet soğuk kanlı canavarların en soğuk kanlısıdır derken bir tecrübeye göre böyle açıklamalar yaptıklarını da anlamış oluyoruz.

Devlet, belli bir zümrenin çıkarlarının korunmasını öncelikli ilke olarak göremez. Çünkü devlet, yönetimi altında bulunan tüm insanlar adına o görevi üstlenmiştir ve toplum onu organizasyonun tek sorumlusu olarak görürken, kendisinin uğraşamayacağı alanların da devlet tarafından yerine getirildiği güvencesiyle yaşamına devam eder. Ancak devlet tarafından korunduğu ve güvence altına alındığına inandığı noktalarda çürümüşlükleri ve kontrolsüzlükleri gördüğü zaman devlete ve devletin gücüne olan inancını kaybeder. Dolayısıyla insanların devlete olan güvenlerini kaybetmesinin temel nedeni yönetici olarak getirdiği insanların devleti işlevsiz ve denetim yapamayan hantal bir yapıya taşımalarıdır. Devlet denetim yapamıyor demek bu çürümüşlüğün en açık örneğidir. Devlet, tebaasından gözünü kırpmadan tüm vergileri alıyor, yetmiyor bir daha alıyor hatta tükettiği oksijene kadar vergi alacak duruma gelmesine rağmen, vatandaşın normal bir yaşam sürmesini sağlayamıyor ve toplumdaki kaotik çıbanları bulup tedavi edemiyorsa, devlet nerede ya da devlet yok mu gibi haykırışları duymak devletin en tabi hakkı olur. Devlet, kendisinin oluşturduğu ya da kendisi görevini yerine getirmediğinden dolayı denetimsizlikten kaynaklanan problemlerin verdiği acılardan rahatsız olan ve bu acıların altında inim inim inleyen insanların acısına çare olmak ve onları dindirmek yerine, onların devlete karşı potansiyel tehlike oluşturduğunu söyleyerek, toplumsal ayrışmaya ve toplumsal çatışmaya sebebiyet vermekle, meşruiyetini kaybettiğini görmesi gerekir. Bir devletin temel meşruiyet gerekçesi kanunlar değil, toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından kabul görmek ve benimsenmektir. Kanunlarla kendisini meşru kılmaya çalışan ve bu kanunlar yaşama aykırı olduğundan dolayı benimsemeyenleri de bastırmaya çalışırsa, devlet tam bir deve dönüşür. O zaman da varlık gerekçesini kendisi tehlikeye sokar.

Ne yazık ki, bizim toplumda devlet bu saydığımız olumsuzlukların neredeyse tamamını iliklerine kadar yaşamasına rağmen, hala en güçlü devlet bizim devlet gibi kıytırıktan sloganlar atarak geçmişteki savaşları diziler haline getirip onlarla övünerek bir çıkar yol bulmaya çalışmak, yolların sonuna gelindiğinin kanıtı olur. Hangi devletler geçmişteki tarihi başarıları destanlaştırarak ayakta kalmıştır. Yaptıklarınız çok güzel ise tarihinizdeki güzelliklerin bu başarılarınıza ışık tuttuğunu anlatmanız sizin geçmişe saygınızdan ve kökünüze sahip çıktığınızdandır. Ancak toplumsal yaşam olarak çamura saplanıp kaldığınız bir dönemde onlara sığınıp onlardan medet umanların hiçbirisi aydınlık yarınlara çıkamamıştır ve de çıkamayacaktır.

Ülkemiz gerçeğini dikkate alırsak, corona salgını döneminde herkesi evlere tıkayan devlet istediğini yapıyor, istediği malın fiyatını belirliyordu ancak geldiğimiz noktada piyasaya gücü yetmiyor demek devlete en büyük hakarettir. Piyasa aldı başını gitti, kimin eli kimin cebinde belli değil, insanlar sinir katsayıları yükselmiş yüksek gerilim hattında bulunduğundan her an patlamaya hazır bir bomba gibi, bir etki beklerken siz bunları hiç görmeyeceksiniz ama devlet güçlü dünyanın her tarafına uzanıyoruz diyerek masallar anlatacaksınız. Kendi içindeki sorunları çözememiş devletler hiçbir zaman güçlü olamazlar. Güçlülüğün en açık göstergesi kendi sorunlarını en aza indirgemektir. Kendi sorunları olan bir insanın nasıl ki başkalarına yardım etme ve onların sorunlarını çözüme kavuşturması mümkün değilse, devletler için de böyledir.

Devlet yetkilileri, halkın devlete neden bu yetkileri verdiğini ve nasıl bir yaşamı devletten bekledikleri için bu kadar vergiyi karşılıksız gözlerini kırpmadan hibe ettiklerini anlamadıkları müddetçe, toplumsal sorunların üstesinden gelinemeyecektir. Bugün ülkenin her tarafındaki açık alanlar sıfır araç ahırlarına dönmüş, evler kiralık verilmeyerek bekletiliyor, sebzeler meyveler çöpe atılıyor, esnaflar kafalarına göre istediği gibi fiyat arttırıyor, bir ayakkabı alacak gücünüz kalmamışsa, devlet ben güçlüyüm diyorsa yalan söyler. Çünkü devlet hiyerarşisi içinde görev yapanlar geçimlerini sağlasınlar diye onlara özel bir yaşam alanı tahsis edilmedi, insanların huzur ve mutluluğu için devletin tüm birimlerinde bir aksama olmadan devlet en uç noktalara kadar yetersiz kalmasın, öyle insanlar çalıştırsın ki, halk içinde karmaşa kaos oluşturup haksız kazanım sağlayacak olanlara fırsat vermesin diye bunları orada görmek istiyor. Bundan dolayı da bir beklenti içinde, halkın devletten beklentisi gayet doğal ve devletin bu beklentileri yerine getirmesi de onun rollerini oynamasıdır. Ancak ne hikmetse devlet kendi görevlerini yerine getirmediği halde neden bunları yapmıyorsun diyenlere de sen devleti eleştiremezsin sen kimsin diyerek, yırtıcı dişlerini göstererek hemen canavar kesiliyor. Devletin Ali kıran baş kesen olarak görüldüğü bir yerde hiçbir zaman devlet sorunları çözmek ve insanları mutlu etmek gibi bir derdin içinde olmaz. Devlet, kurumları işgal eden kişilerin arzu istek ve gelecek kaygılarını korumak adına çırpınırsa, bu da halkın sömürülme süresinin henüz sona gelmediğini gösterir.

Şunu artık birileri anlamalı, devletin işleyişini en güzel şekilde devam ettirerek, insanların yaşamlarını kolaylaştırsınlar diye göreve getirdiklerimiz bizim kendilerini göreve getirme gerekçemize kulak versinler. Devlet vatandaşa verdiği imkanları babasının hayrına vermiyor, kendisi toplumdan ayrı bir kuruluş ve oluşum değildir. Devlet belli kişi grup ve kurumlara barajın kapılarını sonuna kadar açarken, belli kişi ve kuruluşlara da barajların kapaklarını kapadıktan sonra alttan sızanlara ağzınızı dayayın yoksa canınızı okurum diyerek başına güvenlik görevlisi koyan olamaz. Ama ne yazık ki bizim ülkemiz de bu acı trajik yaklaşım ve uygulamadan nasibini alıyor, hatta o kadar fazla alıyor ki baraj kapaklarından damlayan suların bile, yatak boyunca tüm arazileri sulayacak bir su taşıdığını iddia edenlerin yalakalıklarını koro halinde devlet orkestrası eşliğinde milli marş olarak söyleyecek duruma getiriyor. Şahsen kendi adıma ifade ediyorum, ben böylesi uygulamaların her geçen gün ruhuma ve vicdanıma dokunduğu bir çağda, bu uygulamaları yapanlar ve onlara alkış tutanlarla aynı havayı teneffüs etmekten utanmaya başladım. Ondan dolayı hala hatırlatma ve uyarılarımı yapmaya devam ediyorum…

Devleti, devlet olarak piyasada görmek istiyoruz, bunların hepsi devletin yapacağı bir şey değil deniyorsa, o zaman devlet bize yaşamı cehennem edenlerin cehennemine odun taşıyor ve bu odunların yanması için ateşi temin ediyor anlamına gelir. Biz, bizi yakanların cehenneminin ortağı devlet istemiyoruz, devleti, cehennemi söndüren ve cehennem oluşturanları kendi cehenneminde yakan güçlü kuvvetli, vatandaşını koruyan merhametli elleriyle her ocağa ulaşan bir devlet istiyoruz. Bunu yapamayacaksa bunu da açıkça deklare etsin ki başımızın çaresine biz bakalım, bu hayatın acısını kaldıramaz olduğumuzu beyan ediyorum…

Basınç çok yüksek bu basıncı bu bedenler kaldıramaz, üsten bu basınç artıkça alttan ne kadar tazyikli akacağını ve patlayacağını düşünmek bile istemiyorum. Bazı durumlar var ki bunlar zamana bırakılmadan ivedilikle çözülmesi ve zamanla da bağlayıcı boyuta getirilmesi gerekir. Benim, devletin yapmasını istediğim ve görüp üzerine yoğunlaşmasının şart olduğunu anlattığım mesele tam da budur. Fazla uzatmaya gerek yok uyanmak isteyene bir buse yeter uyanmak istemeyene de ne söylersen söyle hatta domuz çanına vur heba…Heba olmayacak hatırlatmalar olması dileğimle selam saygı muhabbet ve iyilik dileklerimle…

Kalın sağlıcakla…

Bahadır Hataylı/21.06.2023/ 13.56/Namazgah/ST



21 Haziran 2023 Çarşamba

HAKİKATİ YAŞAMAK MI KOLAY YAMULTARAK UYMAK MI ZOR?

“Peki, yüzüstü kapanarak yürüyen mi daha düzgün gider yoksa dosdoğru yol üzerinde dik ve düzgün yürüyen mi? “Mülk/22

Kitaba göre yaşamak mı yoksa kitabı ortama uygun hale getirerek yamultmak mı, daha doğru yoldur…İnsan, ancak kendisi için yaratılma genlerine yüklenmiş yazılıma göre hayata başlarsa insan olarak yaşar, onun dışındaki yaşamlarının tamamı insan müsveddesi olmanın ötesine geçmez…

İnsan, insan olarak yaratılma özelliğindeki yüceliği anlamadığı zaman, kendisine verilmiş olan o iradeyi kendi menfaatlerini okşayan tarzda kullanması kaçınılmaz olur. İnsan, yaratılış hamuruna mutlak ruhun kendinden üflemesi ile yüce bir özellik kazandığını unutacak kadar, karar verebilme becerisi olduğundan, çoğu zaman kendindeki o karar verme gücünü, kendi istediği gibi kullanarak kendisini erişilmez bir güç olarak görebiliyor. İnsanın bu mütekebbir çıkışı, onu öyle bir hale getiriyor ki, kendisi bile yaratılma amacına uygun bir gözle kendisine baktığında inanmakta zorlanabiliyor. Hakikaten insan bu mu diyebiliyor, ancak sonrasında gerekli tavrı koyarak yeniden rotaya girecek kararlılığı göstermediği için, bir sürüngen olarak yaşamaya mahkûm oluyor. Peki yüzü üstü kapanarak sürünerek yaşayan mı yoksa dosdoğru yol üzerinde düzgün ve dik yürüyen mi insan olmaya daha layıktır.

İnsan, yaratılış yüceliğinden aşağıya düştüğünde, yukarıya çıkma düşüncesi geliştireceğine daha çok bulunduğu ortama uygun yaşama isteği oluşturuyor. Hatta çoğu zaman yaşadığı ortama uymayan hakikatler olduğu zaman, ne yapıp edip onları da kendi ortamına uygun hale getiriyor yahut ta onları görmezlikten gelerek sürüngen hayatından taviz vermek istemiyor. İnsanın, insan olarak sürüngen bir hayatı kendisine layık görmesi aslında kendi hakikatinden uzaklaşmasıdır. Peki, böyle bir durumda dimdik düzgün ve dosdoğru yaşaması gereken bir varlık bu yaşamın dışına çıkmışsa, ona hala yaratılma yüceliğinde verilen isimle hitap ederek, onu olmadığı yerde görmek ne kadar hakikatle uyumlu olur. Demek ki, insan sürüngen bir varlığa dönmekle, insanlık kimliğini de kaybetmiş oluyor. İnsanın bu kimliği gönül rahatlığıyla atarak, sürüngen bir yaşamı hayat olarak seçmesi, onu yeni bir isimle adlandırmayı zorunlu kılmaktadır.

 

“Yoksa sen bunların çoğunun işittiklerini, aklettiklerini mi sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, hatta yolca, hayvanlardan da şaşkındırlar.” Fussilet/44

İşitmeyen anlamayan akıl etmeyenler, hayvanlar gibi hatta onlardan daha aşağıdadır diyen Rabbimiz, bu beyanı öylesine söylemediğine göre, bu beyanı doğrultusunda yeni bir isimle bu varlığın adlandırılması sanıyorum abartılmış olmayacaktır. Allah’ın kitabında insan için o kadar çok uyarı ifadeleri var ki, bunlardan bazılarını dikkate alırsak, sanıyorum hayvanlar düzeyine hatta daha aşağılara düşmemiş olacağız. Anlamıyor musunuz, yaratıldığınıza bakmıyor musunuz, sizi bir damla sudan yarattım, gezip dolaşmıyor musunuz, sizden önce yaşayanlardan yalanlayanların akıbeti ne oldu, onların kalıntıları üzerinden sabah akşam geçiyorsunuz, hala ders almayacak mısınız, insan yaratıldığına bakmadan kalkıp, kendisini yaratan rabbine karşı hasım kesildi… Ey insan kerim olan rabbine karşı seni aldatan nedir? Gibi ayetlerin dikkat çekmek istediği nokta, insan olarak kendimizi tanımamız ve o tanıma uygun yaşamamızdır. Bu tanıma uygun yaşamadığımız zaman en necis varlık olup çıkıyoruz, aklını kullanmayanlar necistir.

Bu kadar donanımlı bir varlık yaratan ve ona gerekli yazılımı yerleştiren yaratıcı, acaba neden bu kadar uyarılarda da bulunmuş olabilir. Yaşam içinden bir örnek verecek olursak, haşa benzetme değil sadece bir örnek olması için yazıyorum. Bir baba, çok zengin her türlü imkana sahip, mal varlığını kendisi hayatta iken, bir tek evladı var ona kullanım hakkı veriyor ve diyor ki, evladım bunları kazanmak için çok çalıştım, ancak hiç gözüm yok onlarda, bunu kullanma ve onu en güzel şekilde amacına uygun kullanırsan, Allah daha fazlasını verir. Ancak sen kendi isteklerini öne çıkarır, sadece onları doyurmak ve onun peşinde koşmak için harcarsan, bir gün sende yok olursun, o günlerle karşılaşmaman için sana bu uyarıları yapıyorum. Sanma ki ben bunları sana söylüyorum diye senin iradeni biçimlendiriyorum., sadece hatırlatıyorum kendi iraden var dilediğini yaparsın…Ancak kendi iradenle yaptığın işlerin sorumluluğunun sonucuna katlanırsın, hayırda kullanırsan, fazlasıyla karşılığını alırsın, şerde kullanırsan onun da karşılığını alırsın ve saygınlığın biter; bugün etrafında olanların hiçbirini bulamazsın…Öyle bir yaşamla karşılaşmadan bunları da bil istiyorum, yoksa bir baba olarak çok üzülürüm…

Bir babanın oğluna nasihatlerini, oğlunun iradesine baskı kurmak olarak görmediğimiz halde, insan öyle nankör ki, kendisini yaratan bunca rızıkları önüne seren, Allah’ın önüne koyduğu yollardan birini seçtiği zaman, sonucuna katlanacaksın sorumluluğunun getirisini, Allah’ın kaderle bizi kuşattığını, bizi bize bırakmadığını düşünürüz. Hayır yaptıklarımızın tümünün sorumluluğu bize aittir. Dolayısıyla hayvanlardan daha aşağı sürüngen bir hayatı isterken, Allah’ın bize böyle bir hayatı reva gördüğünü söyleyerek yalanlarımıza daha büyük yalanlar katmaktan uzaklaşıp insan olma kimliğimize sahip çıkalım ki, kaybedenlerden olmayalım.

Yukarıdaki örneklere baktığımızda, insanın yaratılış gayesine uygun eksende yol almadığı zaman, içine girdiği karanlıkların verdiği acıları hafifletmek için, Kitabın emirlerini karanlık yaşamını destekleyecek hale getirmeyi kendince bir kurtuluş sanır, oysa bu, Allah’ın verdiği aklı yaratılış yüceliğine uygun kullanmamaktır. Yaratılış ekseninin dışında bir yaşama insanın kendisini mahkûm ederek, sonrasında bu mahkumiyetin devamı için, kitabın dışından kurallar oluşturup, o kuralların kitapta olup olmadığını araştırmaya başlaması, insanın çıldırmışlıkta level atlamasıdır. Yani aşağıların en aşağısına düşmesidir. İnsan, böyle olur mu diyeceğimizi biliyorum, ben de diyorum insan böyle olmamalı ve olamaz, ancak yaşadığı hayat insanı bir sürüngen haline getirdi. Dünya ve içindekilerin sahibi olabilmek için hangi deliği açık buluyorsa oradan girip dünyalık hedefine varmak istiyor. Bu durum hiçbir zaman dosdoğru düzgün yolda yürümek gibi olur mu?

İslam alemi diye ifade edilen ancak böyle bir alemin varlığına şahsen ben inanmıyorum, ancak Müslüman olduğunu söyleyen insanların çoğunlukta olduğu yerler var; buralar sadece öyle bir özelliği taşıyor. Oradakilerin bugün yerlerde sürünmesinin tek sebebi dosdoğru yolda düzgün bir yaşama sahip olmamalarıdır. Şunu iddia edebiliriz, bizim dışımızdaki ecnebiler bizim topraklarımızı elimizden aldılar, imkanlarımızı yok ettiler, bizi sömürdüler, kültürümüzü tarumar ettiler, insanlığımızı elimizden aldılar; biz ne yapalım böyle bir sonla karşılaştık…İşimiz Allah’a kaldı, Allah’ım bize yardım et diye gece gündüz hep dua ediyoruz diyerek sorumluluktan kurtulamayacağımızı anladığımız gün; onlar bizi sömüremeyecektir. Melekler, bu bahaneye sarılarak yaşayanların canlarını almak için geldiğinde, siz neler yapıyordunuz dediklerinde, biz mazlumduk, imkânlarımız yoktu, onun için Rabbimize kul olamadık diyecekler. Melekler Allah’ın arzı geniş değil miydi, hicret etseydiniz diyecekler ve onlar yüzü koyun cehenneme girecekler…Bu açıklamalar sanıyorum bizleri de kapsıyor. Yoksa bu ayetler sadece öncekiler için mi indi diyeceğiz…(!)Bunu söylememdeki maksat, yaşadığımız olumsuzlukların faturasını ya olaylara ya zamana ya başkalarına ya da imkansızlıklara bağlayarak kendimizi avutmamızdan kaynaklanıyor. Her ne kadar avunmak için gerekçelerimizi çoğaltsakta, ayağa kalmak için haklı bir nedenle ya Allah diyerek adam gibi dosdoğru düz bir yolda hakka gitmezsek kurtulamayacağız…

Şeytanın şeytan olmasının gerekçesini anlamadığımız müddetçe yerlerde sürüneceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın…Bizler Ademin neslindeniz, Onun için Rabbimiz diyor ki, “Ey Âdemoğlu, şeytan sizin atanız ademi saptırdığı gibi, sakın sizin de başınıza bir bela getirmesin, ancak bana kulluk edin dosdoğru yol işte budur.”

Şeytanın Ademi saptırdıktan sonraki gerekçesi, sapmasından dolayı ona sunulan imkanlar elinden alındığı zaman, Rabbim sen Ademi yaratmasaydın ben sapmayacaktım. Onu topraktan yarattın beni ateşten yarattın ateş toprağı yakmasına rağmen bana onu kabullenmemi ve onun için eğilmemi istedin ben de onun küçüklüğünü gördüğümden ona eğilmedim. Dolayısıyla benim şu an ki sapmamın nedeni Ademdir dedi. Peki, bu bahane ve kendince aklı kullanması, aslında aklı rotasından çıkararak kullandığının farkında değil, onu doğru yaptı mı kesinlikle…Âdem (as) ne dedi. Rabbim biz kendi nefsimize zulmettik, senin yasakladığın ve yaklaşmayın dediğin ağacın meyvesini yedik, eğer bize acımaz merhamet etmezsen ebediyen senin gazabına uğrayanlardan oluruz…” Görüyor muyuz, hakka gidecek olan ile, Haktan kopacak olanın gerekçesini…Peki, bugün Müslüman olduğunu söyleyen bizler neden hep şeytanın taktikleri ile kurtulacağımızı sanıyoruz. Oysa Rabbimiz diyor ki, sakın Şeytan, sizin başınıza bir bela getirmesin…

Evet dostlar ya hayatımızdaki olumsuzlukların tercümesini doğru okuyarak ayağa kalkarız, ya da şeytan gibi Hakikati kendimize uygun hale getirerek okuruz ki, ebediyen cehennemdeki yerimizi hazırlarız. Rabbimiz, o kadar merhametli ki, aklımıza gelmeyecek örneklerle bizi uyandırmaya çalışırken, bizler hala içine saplanıp kaldığımız bu bataklıkta battıkça batmayı tercih ediyoruz. Allah, nefsini temize çıkarmak için bahaneler üreterek gerekçeler oluşturanları değil, Nasuh bir tövbe ile kendisine yönelenlere hakkı gösterir. Onlara doğru ile yanlışı birbirinden ayıracak kabiliyeti verir. Kitabı ve hikmeti onlara bağışlar. Kitabın ortasından okuyacak olanlar, ancak kitabı yaşarlar. Allah onlara hikmeti bağışlamıştır. Siz bildiklerinizi yaşarsanız, Allah size bilmediklerinizi de öğretir. Matematikte iki bilinmeyenli çok bilinmeyenli denklemlerin çözüm yollarının ne olduğunu biliyorsunuz. İki bilinmeyenden birinin değerini bulduğunuzda diğerini de buluyorsunuz. İşte, Rabbimin ayetleri de aynen böyle açılıyor, içindeki hikmeti bizlere gösteriyor. Siz Hakka yakın olmak için Kitabı anlamak istiyorsanız, Allah diğer bilmediklerimizi ve anlamadıklarımızı da anlaşılır ve yaşanılır kılıyor. Yoksa Zihnimiz ve kalbimiz simsiyah bir ekrana dönüşüyor. Bu ekranda yeniden bir şeylerin ortaya çıkmasını istiyorsak, bunun formatlama yöntemi…” Ey iman edenler Allah’a ve Resulüne iman edin “dir. Kitabı, aranızda hakem olması için indirdik, yoksa hala başka kaynaklar mı arıyorsunuz, Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir, Siz Allah’ın söylediklerine kulaklarınızı tıkarsanız, dosdoğru ve düzgün olarak yürüme şansınızı kaybedersiniz…Rabbim, katında bize hiçbir itibar ve ayrıcalık katmayacak olan bu dünya ve içindekilerin arzu istek ve sevgisini yüreğimizden sök al ve bunları sadece sana daha yakın olmamız için bize bağışladığını anlayan ve ona göre yaşayan kitabın anasını ortaya koymaktan tereddüt etmeyen kullarından eyle…Rabbim bizler aciz ve zavallı kullarız bizlere merhamet et ve hakkın şahidi olarak şahitliklerini gereği gibi yaparak huzuruna kabul ettiğin, kendine dost bildiğin kulların arasına bizleri de kat…Rabbim bizleri istikamet üzere dosdoğru yaşayan mümin kullarından eyle, kitabı okuyarak akıllarını başlarına alan ve onunla hemhal olup yaşayan, adaletin şahidi kullardan kıl bizleri…Bizden sonra hayra çağıran ve hayırda yarışan nesiller eyle nesillerimizi; sen acıyansın bizleri bağışla Allah’ım…Aciz düştük Allah’ım senin indireceğin her hayra muhtacız biz…

Makalemi burada noktalarken her daim hakkın şahidi olmak dileğiyle selam muhabbet ve hayır dualarımla…

Kalın sağlıcakla…

Erol KEKEÇ/20.06.2023/13.22/Namazgah/İST



"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!