Layık olmayanları cömertce ödüllendiriyor ve cezalandırılmaya layık olmayanları da şiddetle cezalandırıyorsan, o zaman başka insanlara git gide kendini beğenme ve gücenme fırsatı verirsin.
İnsanın doğasında yanlış yapma özelliği vardır, bu da insanın eksik bir varlık olduğunu gösterir. Ancak insan eksik olsa dahi attığı her adımı iyi bir değerlendirmeden sonra uygulamaya koymalıdır. Uygulamalar eksik ya da yanlış anlayışlara göre biçimlenirse, orada yanlışın arkası kesilmeyecektir. Bu yanlışlar grafiğinin hergün daha fazla yaygınlaşmasını ve kökleşmesini önlemek için, teorik düzeydeyken bunların önüne geçmek gerekir.
İnsan, doğasında bulunan bu eksikliklerini tamamlayamazsa, yanlış uygulamalarıyla, ayağı altında dolaşan herşeyi tozpembe gösteren dalkavukların ve içten içe yıkıldığı için sürekli içini kinle dolduran insanların sayısını arttıracaktır. Dalkavuklar her ortamda layık olmadıkları imkânlarla ödüllendirilmektedir, dalkavukların layık olmadıkları bu ödüller, ödüllendireni zamanla yiyip bitirecek, dalkavuklarıda bulunmaları gerekmeyen yerlere taşıyacaktır. Bu süreç böyle devam ederse, kesin çizgilerle bibirinden ayrılmış düşman topluluklar ve bireyler türeyecektir. Bu yanlış uygulamaların doğurduğu hastalıklar, toplumsal birlik, beraberlik, saygı, sevgi ve hoşgörü gibi, toplumsal harcı oluşturan değerlerin temelini dinamitleyecektir. Görüyormuyuz yanlış bir eylemin doğuracağı olumsuz sonuçları…
İnsan haklarına ve hukuka saygılı, son derece hoşgörülü yürekleri mangal gibi geniş olan insanlar bu tarz tuzaklara asla düşmezler. Şayet yanlışlıkla böyle bir cereyana kapılmışlarsa, onu hemen telafi ederler ve yanlış anlaşıldıkları insanlara özrü bir borç bilirler. Çünkü onların özür dilemesi onları alçaltmaz özür dilemek onların büyüklüklerini ve yüceliklerini daha bir pekiştirir. İnsanların yeteneklerine ve başarılarına bağlı, onları ödüllendirmeyi hayat felsefesi edinmiş her bir şahıs, kurum ve kuruluşlar gelecekteki yerlerini fazlasıyla doldururlar. Ancak ispiyoncu, dalkavuk biçok kimlik ve kişilikleri bünyesine rahatlıkla sindirmiş olanlara özel bir ayrıcalık tanıyıp, onlara bol kesesinden cömertce aktaran kişi, kurum ve kuruluşlar, kendi elleriyle yavaş yavaş kendilerini ölüme mahkûm ederler.
İnsan olmak algılama bozukluklarından kurtulmayı gerektirir. Ancak insani değerlerin erazyona uğradığı kafalar bir türlü sağlam bir algılama düzeyine erişemezler. Çünkü onların yaşamı hep bir karışıklık içinde geçtiğinden, karmaşık ve ne olduğu belli olmayan kişilerden hoşlanırlar. Algılama düzeyi düşük olanlar görev aldıkları kişi ve kurumlara karşı daima alçalmanın zirvesinde bulunduklarından, sorumluluk yükledikleri kişileri de kendi kişilikleri, içinde görmek isterler. Yani onlar bir olayı kişiyi ve nesneyi algılarken, onları oldukları gibi değil, kendi bulundukları konuma göre algılarlar. Durum böyle olunca, evrensel ve nesnel değerlere kavuşamayacaklarından birgün mutlaka yok olacaklardır. Bizim bu karaktere sahip kişi ve kurumlara âcizane tavsiyemiz, ne olursanız olunuz, gelin insan olmanın gerekleri ne ise onları çekinmeden uygulayalım…
İnsan olmak deyince biyolojik açıdan insana benzeme anlaşılmamalıdır. İnsanlık, biyolojik insana anlam kazandırma ve onu yönlendirmeden uzak, nesnel iradenin kontrolüne teslim etmektir. Nesnel bakıştan yoksun, kendisi için oluşturulan dar çerçeveden olaylara bakan kişiler, İnsanlık ekranında yaşamlarını görüntülemekten mahrum kalacaklardır. Zamanla bu mahrumiyet onları, insanlık açısından daha da fakirleştirecek, fakirleştikçe uygulamalardaki yanlışların ve kötülüklerin artmasını da beraberinde getirecektir. Böylesi ortamlarda, hergün inim inim inleyen insanlar ve bu insanlara yapılan muameleyi gönülden kutlayan dalkavuklar olmak üzere iki farklı grup oluşacaktır. Bu iki farklı fraksiyonun oluşmasındaki temel neden, algılama ile uygulamalardaki bayağı ve sıradanlıktır. Bayağılık çok kötü bir hastalıktır. Bu hastalık, psikolojik ve toplumsal uzantıları olan mikroplardan oluşmaktadır. Bu mikroplardan insan hayatı arındırılmadığı sürece, toplumsal dokunun temelini oluşturan güven unsuru zamanla bunlar tarafından kemirilerek tüketilecektir. Güven probleminin oluştuğu dönemlerde de her türlü hastalığa rastlamak mümkündür. Bibirine güvenmeyen daima gizli kapaklı imaların yapıldığı ortamlar, kuşku, tedirginlik sadizim çok kişiliklilik, ihanet ve dalkavukluk gibi birçok virüsün kökleşmesine ve büyümesine katkıda bulunur.
İşte insan olmak, tüm bu saydığımız olumsuz oluşumlara herhangi bir kapı aralamadan, herzaman ve her ortamda pozitif enerji yayarak yaşamaktır. Gerçi tüm yaşamları negatif ortamlarda aşağılanarak geçmiş olanlar, bu pozitif değerleri anlamakta ve algılamakta güçlük çeker. Eski beyni sıfırlayıp yerine yeni değerleri koyabilecekler, kaybedecek hiçbirşeyi olmadığına inanan yiğit erlerdir. Yiğitlerin postuna, her an postu kaptırabilirim korkularıyla yaşayan, basit bayağı kişilerin oturduğu bir dönemde, tabiki pozitif enerjiyle beyinleri kuşatmak kolay olmayacaktır.
Evet, konumuzun başına döndüğümüzde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Basit sıradan algılama bozukluğu olan, bildiği ve uyguladığı önceki yaşadıklarından başkası olmayan, sıradan hayatları çok seven, etrafı çakallarca sarılan ve çakalların nağmeli ulumalarından zevk alanların dışında, hiçbir aklıbaşında, erdemli kişilerin, bu tarz uygulamalarla tarihe kötü örnek olduklarını ve olacaklarını söylemek mümkün değildir.
İyi yürekli algılamaları sade, nesnellik hayatlarının en önemli ilkesi, insanları mutlu görmek zevkleri olan kişiler, her zaman adil davranmakarı geretiğini bilirler. Onlar için adil olmayan davranışlar ile adil olanlar; layık olmadıkları halde bazı yerleri işgal eden basit varlıklarla, hak ettikleri halde hak ettikleri yerde olmayan insanlar, kesinlikle bibirinden ayıklanmalıdır. Onlar, taşlar içinde elmasın çok farklı olduğunu bilirler. Bu insanlar layık olmayanları cömertce ödüllendirerek kötü olan eylemlerin bir gelenek olarak kökleşmesine asla fırsat vermezler. Çünkü onlar bilirki, kötü bir geleneğe öncülük etmek kadar berbat bir şey olamaz. Cezalandırılmaması gerekeni de şidetle cezalandırmez, aksine onları ödüllendirirler. Çünkü iyi bir eylem ödüllendirildiği zaman pekişir ve kök salar. O halde kökleşmesi istenilen bir eylemi ödüllendirmek onlar için hayatın en zevkli yanıdır.
Şunu hiç unutmamak gerekirki, kişi yaşadığını öğrenir. Yanlış yaşayanlar yanlış uygulama yapar. Doğru yaşayanlar doğru uygulama yapar. Yanlışların doğruları gölgelediği bir dönemde, doğruların kurumaması dileğiyle, herkesi layık olduğu yerde görmek umuduyla; gelecek günlere merhaba diyorum…
Yıl:20.05.2004
Saat:17.30—18.10
Kadıköy(F.B.Merkezi)İst.
(E.KEKEÇ)
Bu Blogda Ara
10 Haziran 2008 Salı
8 Haziran 2008 Pazar
ADALETİN ÇİÇEĞİ HALKIN İÇİNDE AÇAR
İnsan bir kayık, yüreklerde su gibidir. Su kayığı taşıyabilir ve aynı zamanda alabora edebilir. Sular kayığa uygun davranırsa kayık yüzer, sular kayığa aykırı davranırsa kayık batar. Bu yüzden bir lider insanların yüreğini kazandığı zaman, varlığını sürdürür ve toplum gelişir. İnsanların yüreklerini kaybeden bir lider de terk edilir.
Milyonlarca insana hükmeden yöneticiler, devletin zirvesinde bulunsalar da, yürek devletini kuramamışlarsa, mutlaka bir gün gideceklerdir. Yürek devleti deyip geçmemek gerekir. İnsanı tanımayan dertlerine ortak olmayan, halkı uyanıkken kendisi uyuyan, halkın karnı açlıktan ağrırken, onların ağrısını kendisi gibi çok yemekten kaynaklandığını zannedenler yürek devletini kuramazlar. Yüreklerde kurulmayan devletin harcına çimento katılmamıştır, yıkılması çok kolaydır. Yıkıldığında etrafı toz duman sarar, yıkılan enkazın altında da yöneticiler kalır. O enkazdan kurtulup doğrulmak kolay olmadığı için yöneticilere yürek devletini kurmalarını öneririz.
Yürekleri fetih edilmemiş bir halk, haşin dalgalar gibidir. Haşin dalgalar arasında denizde yüzeceğini zannedenler sadece aldanmaktadır. Bu dalgalar bir anda üzerindeki cismi tersine çevirebilir, halkta böyledir. Bir anda vezir olanı rezil, rezil olanı vezir eder. Tüm yolların kavşak noktası yürektir. Yüreklerde inkılâp yapamayanlar gayrimeşru çocuklar gibi meşruluklarına bir türlü kavuşamazlar. Halkın desteğinden yoksun kurallarla halkı emrine alanlar sanmasınlar ki, halk onları severek isteklerine uyuyor. O eylemler uyuyor görünmek içindir. Bu durum bazı akarsuların göletlerinde oluşan girdaplar gibidir. İnsan o gölleri durgun sanıp yüzmek için bir atladığında, girdaplar arasında döne döne can verir. Halkların girdabı, akarsuların girdabından daha çetindir. Orada boğulanlar belki kurtulabilir, ama halkın girdabına yakalananlar, kendileriyle birlikte birçoklarını da götürürler. O halde yürek devletinden başka çare var mıdır?
Kaybedecek bir şeyi kalmamış insanlardan korkmak gerekir, çünkü onlar korkunun tüm çemberlerini atlamışlardır. Bu çemberleri tek tek geçmiş bir halk buldozer gibi önüne geçen her şeyi ezer ve geçer. Zaten devrimler, halkların korkuyu yendiği yerde başlar. Hayatlarını ve makamlarını halklara borçlu olanlar gözlerini ve kulaklarını dört açmaları gerekir. Gerçeklere gözlerini kapayan, Doğrulara kulaklarını tıkayanlar, buldozerlerin altında ezildiklerinde birçok şeyi anlarlar, ancak çok geç olur. Biz zamanı durdurarak haykırıyoruz! Yürek devletinin temelini atalım diye sizleri çağırıyoruz; enkazın altında kalırsanız Vallah’i dönüp sizlere bakmayız…
Korkuyla yaşamak kadar kötü bir şey var mıdır? Yürek devletini kuramayanlar hep korkuyla yaşamaya mahkûmdur. Korkunun var mı ecele faydası o halde kendinizi kandırmanın anlamı nedir?
Halkla birlikte yaşamayıp halk gibi görünenler kendilerini aldatmaktadır. Halk kimin kendinden bir parça olduğunu çok iyi bilir, bunu bilmeyenler sadece korkunun esiri olmuş yöneticilerdir. Yöneticilik makamının rehavetine dalmış olanlar, tedirgin yaşamaya mahkûmdur. Her an nereden bir tehlike geleceğini düşünerek, her tehlike noktasına bir koruma koyarak, korumalarla örülü bir alanda halktan uzakta halkla olduğuna inanır. Ne kadar da(!) halkın içinde buna sadece kendisi inanır. Böyle bir makam, halkın yüreğine nasıl hükmedebilir. Bilmezki hiç, ormanda bir ağaç devrileceği zaman çakallar etrafına toplanır. Çakalların koro tutarak ulumaları, ağacın devrilmesine engel değildir. Şunu unutmamak gerekir ki, çakalların her dönemdeki uluması bitmeyecektir. Çakallar ancak çakallıklarını yapar çünkü onlar korkunun hayvanlarıdır.
Kökü ve yaşaması toprağa bağlı bir ağacın, topraktan kopuk yaşaması nasıl ki mümkün değilse, hayatı halka bağlı olanlarda halktan kopuk yaşayamazlar. Halktan kopuk yaşayan yöneticilerin etrafını bir grup mutlu azınlık kuşatır, yöneticilerde zanneder ki halk budur; oysa onlar halkın dışında kalanlardır. Nutuklar halka atılırken dayanacak yer halkın dışındakiler olursa, orada mutlak uluyan çakallar mevcuttur. Hangi coğrafyada olursa olsun, bu tarz uygulamalar karanlık geleceklere gebedir. Karanlık ortamlarda kimin eli kimin cebinde belli olmadığından ilk gidecekler başta olanlardır. Başta olanların gerçekten baş olması gerekir. Çünkü baş tüm sorumlulukları sırtında taşır, rahatsızlık durumlarında ilk düşünmeye başlayan nasıl ki baş ise, toplumun başında bulunanlarda gerçekten baş olmak zorundadır. Baş olan yöneticilerin egemenliği altındaki halk mutlu, çalışkan, yeniliklere açık; yöneticilerde bilge ve adildir. Adaletin güneşiyle tüm yürekler erir, eriyen yüreklerde bir sevgi çiçeği filizlenir, o çiçek büyüdükçe, adil yöneticinin sevgisi tüm gönüllerde tomurcuklanır. Sevginin tomurcuklandığı bir dünyada yaşamak umuduyla, çıkıyoruz taa bulutlara… Halkın gönlünde taht kurmuş yöneticilerin tahtında bir çay yudumlamaya…
Yıl:27.3.2004
Saat:17.40—18.50
Kadıköy(F.B.Merkezi)İst.
(E.KEKEÇ)
Milyonlarca insana hükmeden yöneticiler, devletin zirvesinde bulunsalar da, yürek devletini kuramamışlarsa, mutlaka bir gün gideceklerdir. Yürek devleti deyip geçmemek gerekir. İnsanı tanımayan dertlerine ortak olmayan, halkı uyanıkken kendisi uyuyan, halkın karnı açlıktan ağrırken, onların ağrısını kendisi gibi çok yemekten kaynaklandığını zannedenler yürek devletini kuramazlar. Yüreklerde kurulmayan devletin harcına çimento katılmamıştır, yıkılması çok kolaydır. Yıkıldığında etrafı toz duman sarar, yıkılan enkazın altında da yöneticiler kalır. O enkazdan kurtulup doğrulmak kolay olmadığı için yöneticilere yürek devletini kurmalarını öneririz.
Yürekleri fetih edilmemiş bir halk, haşin dalgalar gibidir. Haşin dalgalar arasında denizde yüzeceğini zannedenler sadece aldanmaktadır. Bu dalgalar bir anda üzerindeki cismi tersine çevirebilir, halkta böyledir. Bir anda vezir olanı rezil, rezil olanı vezir eder. Tüm yolların kavşak noktası yürektir. Yüreklerde inkılâp yapamayanlar gayrimeşru çocuklar gibi meşruluklarına bir türlü kavuşamazlar. Halkın desteğinden yoksun kurallarla halkı emrine alanlar sanmasınlar ki, halk onları severek isteklerine uyuyor. O eylemler uyuyor görünmek içindir. Bu durum bazı akarsuların göletlerinde oluşan girdaplar gibidir. İnsan o gölleri durgun sanıp yüzmek için bir atladığında, girdaplar arasında döne döne can verir. Halkların girdabı, akarsuların girdabından daha çetindir. Orada boğulanlar belki kurtulabilir, ama halkın girdabına yakalananlar, kendileriyle birlikte birçoklarını da götürürler. O halde yürek devletinden başka çare var mıdır?
Kaybedecek bir şeyi kalmamış insanlardan korkmak gerekir, çünkü onlar korkunun tüm çemberlerini atlamışlardır. Bu çemberleri tek tek geçmiş bir halk buldozer gibi önüne geçen her şeyi ezer ve geçer. Zaten devrimler, halkların korkuyu yendiği yerde başlar. Hayatlarını ve makamlarını halklara borçlu olanlar gözlerini ve kulaklarını dört açmaları gerekir. Gerçeklere gözlerini kapayan, Doğrulara kulaklarını tıkayanlar, buldozerlerin altında ezildiklerinde birçok şeyi anlarlar, ancak çok geç olur. Biz zamanı durdurarak haykırıyoruz! Yürek devletinin temelini atalım diye sizleri çağırıyoruz; enkazın altında kalırsanız Vallah’i dönüp sizlere bakmayız…
Korkuyla yaşamak kadar kötü bir şey var mıdır? Yürek devletini kuramayanlar hep korkuyla yaşamaya mahkûmdur. Korkunun var mı ecele faydası o halde kendinizi kandırmanın anlamı nedir?
Halkla birlikte yaşamayıp halk gibi görünenler kendilerini aldatmaktadır. Halk kimin kendinden bir parça olduğunu çok iyi bilir, bunu bilmeyenler sadece korkunun esiri olmuş yöneticilerdir. Yöneticilik makamının rehavetine dalmış olanlar, tedirgin yaşamaya mahkûmdur. Her an nereden bir tehlike geleceğini düşünerek, her tehlike noktasına bir koruma koyarak, korumalarla örülü bir alanda halktan uzakta halkla olduğuna inanır. Ne kadar da(!) halkın içinde buna sadece kendisi inanır. Böyle bir makam, halkın yüreğine nasıl hükmedebilir. Bilmezki hiç, ormanda bir ağaç devrileceği zaman çakallar etrafına toplanır. Çakalların koro tutarak ulumaları, ağacın devrilmesine engel değildir. Şunu unutmamak gerekir ki, çakalların her dönemdeki uluması bitmeyecektir. Çakallar ancak çakallıklarını yapar çünkü onlar korkunun hayvanlarıdır.
Kökü ve yaşaması toprağa bağlı bir ağacın, topraktan kopuk yaşaması nasıl ki mümkün değilse, hayatı halka bağlı olanlarda halktan kopuk yaşayamazlar. Halktan kopuk yaşayan yöneticilerin etrafını bir grup mutlu azınlık kuşatır, yöneticilerde zanneder ki halk budur; oysa onlar halkın dışında kalanlardır. Nutuklar halka atılırken dayanacak yer halkın dışındakiler olursa, orada mutlak uluyan çakallar mevcuttur. Hangi coğrafyada olursa olsun, bu tarz uygulamalar karanlık geleceklere gebedir. Karanlık ortamlarda kimin eli kimin cebinde belli olmadığından ilk gidecekler başta olanlardır. Başta olanların gerçekten baş olması gerekir. Çünkü baş tüm sorumlulukları sırtında taşır, rahatsızlık durumlarında ilk düşünmeye başlayan nasıl ki baş ise, toplumun başında bulunanlarda gerçekten baş olmak zorundadır. Baş olan yöneticilerin egemenliği altındaki halk mutlu, çalışkan, yeniliklere açık; yöneticilerde bilge ve adildir. Adaletin güneşiyle tüm yürekler erir, eriyen yüreklerde bir sevgi çiçeği filizlenir, o çiçek büyüdükçe, adil yöneticinin sevgisi tüm gönüllerde tomurcuklanır. Sevginin tomurcuklandığı bir dünyada yaşamak umuduyla, çıkıyoruz taa bulutlara… Halkın gönlünde taht kurmuş yöneticilerin tahtında bir çay yudumlamaya…
Yıl:27.3.2004
Saat:17.40—18.50
Kadıköy(F.B.Merkezi)İst.
(E.KEKEÇ)
3 Haziran 2008 Salı
KENDİNE GÜVENLE BAŞLAR HER ŞEY
Savunma yenilginin başlangıcıdır, daima taarruzda olmak gerekir. Güven ortamında taarruz başlar. O halde her insanın kendine güvenmesi şarttır. Güvensiz bir insanın yaşadığı ortamda tüm ampuller patlamıştır. Kendine güven ise olunmazlıkları başarır ve yeni aydınlatma araçlarıyla kendine bir aydınlık yaratır. Her iş bir güvenle başlar, güvenini yitirmiş insan, üzerine yıkılmış bir enkazın ağırlığından bir türlü ayağa kalkamaz. Ayaklarının bağı çözülmüş, üzerindeki ağırlıkları atmak için ellerinde dermen kalmamış bir insandan ne beklenebilir. Bu insana bir yardım eli uzansa da, ayağa kalkacak enerjisi kalmadığı için, gelen yardımları da boşa tüketir. Ama güveni tam, cesaretinden bir şey eksiltmemiş insan, tüm karanlıkları aydınlatacak ışığın kendisinde olduğuna inanır. Bu inançla sarıldığı her işten başarıyla çıkar. Çünkü güveninden bir şey kaybetmeyen bu insan liderlik enerjisinden beslenir. Liderlik enerjisi her şartta ve ortamda kolay bulunmayan bir enerjidir. Liderler, her olayın detaylı bir analizini yaptıktan sonra, ilerisi için güvenli projeler yaparlar. Bu projeyi uygulamak için, diğer insanların da yeteneklerini kullanırlar. Ancak her işin mutlaka kendi tekellerinde olmasını istemezler. Liderlerin kendilerine güveni tamdır, onlar yolda tek kalsalar da mutlaka yürümeyi becerirler. Onlar önceliklerinden asla taviz vermezler.
Evet, lider olmak için güven şarttır, kendine güvenen insan sonuçlara göre bir öncelik belirlemez. Onun öncelikleri bellidir, onlardan asla taviz vermez. Önceliklerini besleyici unsurlarla destekler bu takviye güçlerin zamanla nitelik ve nicelik yönünden geliştirilmesi, insanın önceliklerinden uzaklaşması anlamına gelmez. Belirlenen bu önceliklerin önüne hiçbir değer geçemez ve de daha önemli olmaz. Liderler, hedef olarak belirledikleri önceliklerinin yerine, yeni değişen duruma göre sürekli başkalarını koyuyorlarsa orada hiçbir zaman devamlı olan bir öncelik olmayacaktır. Liderlerin lider olmasının koşullarından biri de eylemlerinin disiplinli ve sürekli olmasıdır. Önceliklerin sürekliliği yok olduğunda, sıradan bayağı insanlardan oluşmuş lider kostümündeki insanlar ortalığı doldurur.
Güvenini tamamlamış, toplumsal seviyenin üzerinde yürüyen insan kendisi için sorumluluk alır ve kendi geleceğini yaratır. Sorumluluktan kaçan hiçbir sorunun çözümünde bulunmayı istemeyen, daima problemin bir parçası olarak kalacaktır. Oysa güvenin zirvesinde yürüyen, sokakta yola bir taş düşmüş olsa bile onun mutlaka kaldırılması gerektiğine inanır. Bir evden çığlık yükseldiğinde, o çığlığın sebeplerinde kendisinin bir payı olacağını düşünür. Her işin altında bir olumsuzluk bulunuyorsa o sorumsuzluğun sebeplerinde, kendi rollerini oynamamış olmasının büyük bir payı olacağını bilerek hareket eder. Kişisel güven geleceği yaratacak enerjiyi de barındırır. Gelecek düşlemesinde kendi dışındaki insanların rollerinin önceliğini düşünmez. Önceliği kendi rollerini oynamaya bağlar. Kendine biçtiği sorumluluğun belirlediği rolleri, herkesten daha iyi oynamasını bilir. Endişe ve kaygılardan uzaktır; çünkü güvenle her adımını atmaktadır. Ne istediğini çok iyi bilir. Ne istediğini, ne yapacağını bilen insandan başka, kendine güveni sınırsız bir başka varlık var mıdır? Ancak beklentilerini ne yapması gerektiğini bilmeyen, sorumluluktan kaçan, seyirci olmayı marifet bilen kişilerin lakırdıdan başka yapacakları bir şey yoktur.
Oysa güveni tam olan insan, ne istediğini çok iyi bildiğinden, hedeflerinin sonuçlarını da daima kafasında canlı tutarak değerlendirir. O,sonuçların götürecekleri ile getirecekleri arasındaki denklemi kurarken, hangi tarafın daha baskın olduğunu bilerek yeni formülerle besleyicileri arttırmayı dener. Bu kişiler eylemlerindeki ve düşüncelerindeki eksik kalan boşlukları başkalarının doldurmasına ve denetlemesine fırsat vermezler. Çünkü onlar bir başkasının kendisine yapması gerekenleri hatırlatmasını ve eylemlerini denetlemesini zilletten sayarlar. Dış kaynaklı mekanizmanın insan üzerindeki dejenerasyonunu yakından tanıdıkları için, kaderlerini bir başkasının egemenliğine bırakmazlar. Onlar hep yaratıcılıktan yanadırlar. Kişisel becerilerine ve beynin üretici faaliyetlerine öncelik verirler. Büyük düşünürler, fikirlerin kritiğini yapmak en büyük hobileridir. Kişileri ve olayları ısıtıp yeniden konuşmak onları alçaltır. Çünkü onlar büyük kafalardır. Etrafa negatif enerji ve ışın göndermezler. İkna kabiliyetleri çok yüksektir. Olayları, kişileri ve nesneleri olduğu gibi algılar ve onların durumuna göre davranırlar. Ondan dolayı fazla stres ve endişeleri barındırmazlar…
Güvenin doruğunda yürümeyi ve kalmayı becermek kolay değil, ancak yapılan işlerle desteklenirse bu güven her gün çoğalacak, çoğalan güven enerjiye dönüşüp etrafa yayılacaktır. Bu enerji pozitif enerjidir, ancak pozitif enerji yayanlar her şeyin olumsuz yanlarından çok olumlu yanlarını görürler.Kendileri olumlu ve güven dolu olduklarından,etrafdan hep bu yönde elektrik alırlar,insanlarla kolay elektriklenme yaşarlar.Bu elektriklenme ,etkileşim,duygusal birlik ve hayatı daha renkli kılma gibi sonuçlara götürür.Böylece insan hem kendisini hem de dışındakileri severek yaratıcı ve üretici enerjisini daha iyi kullanmaya başlar.Oysa güvenden yoksun kişiler,olayları ve kişileri olduğu gibi değil bulunduğu gibi algılar, çünkü her şeye negatif bakar.Etrafına hep negatif enerji ve ışın gönderir.İletişim kurmakta zorlanır,kolay kolay kimse bunlardan elektrik almaz; birleştirmekten çok parçalamaya yatkınlar.Herkesi kendisi gibi görür çünkü içi kuşku ve güvensiz olduğu için,herkesi böyle görmeye mahkum olur.
İşte güvensiz insanların çoğaldığı bir çağda, kendine güvenen, karanlıkları bir ışık gibi delecek, herkesle barışık, içi tertemiz sorumluluk isteyen, üretimi hedefleyen ve geleceğini kimsenin denetimine bırakmayacak lider insanları çoğaltmak gerek. Çünkü bu insanların çoğalması insanlığı ve üretimi geliştirecek, öyleyse bu günün karanlıklarını yarına aktarmamak için, aydınlık ve güvenilir bir yaşamı oluşturmak zorundayız…
Yıl:01.04.2004
Saat:09.10–10.00
Kadıköy(F.B.Merkezi)İst
(E.KEKEÇ)
Evet, lider olmak için güven şarttır, kendine güvenen insan sonuçlara göre bir öncelik belirlemez. Onun öncelikleri bellidir, onlardan asla taviz vermez. Önceliklerini besleyici unsurlarla destekler bu takviye güçlerin zamanla nitelik ve nicelik yönünden geliştirilmesi, insanın önceliklerinden uzaklaşması anlamına gelmez. Belirlenen bu önceliklerin önüne hiçbir değer geçemez ve de daha önemli olmaz. Liderler, hedef olarak belirledikleri önceliklerinin yerine, yeni değişen duruma göre sürekli başkalarını koyuyorlarsa orada hiçbir zaman devamlı olan bir öncelik olmayacaktır. Liderlerin lider olmasının koşullarından biri de eylemlerinin disiplinli ve sürekli olmasıdır. Önceliklerin sürekliliği yok olduğunda, sıradan bayağı insanlardan oluşmuş lider kostümündeki insanlar ortalığı doldurur.
Güvenini tamamlamış, toplumsal seviyenin üzerinde yürüyen insan kendisi için sorumluluk alır ve kendi geleceğini yaratır. Sorumluluktan kaçan hiçbir sorunun çözümünde bulunmayı istemeyen, daima problemin bir parçası olarak kalacaktır. Oysa güvenin zirvesinde yürüyen, sokakta yola bir taş düşmüş olsa bile onun mutlaka kaldırılması gerektiğine inanır. Bir evden çığlık yükseldiğinde, o çığlığın sebeplerinde kendisinin bir payı olacağını düşünür. Her işin altında bir olumsuzluk bulunuyorsa o sorumsuzluğun sebeplerinde, kendi rollerini oynamamış olmasının büyük bir payı olacağını bilerek hareket eder. Kişisel güven geleceği yaratacak enerjiyi de barındırır. Gelecek düşlemesinde kendi dışındaki insanların rollerinin önceliğini düşünmez. Önceliği kendi rollerini oynamaya bağlar. Kendine biçtiği sorumluluğun belirlediği rolleri, herkesten daha iyi oynamasını bilir. Endişe ve kaygılardan uzaktır; çünkü güvenle her adımını atmaktadır. Ne istediğini çok iyi bilir. Ne istediğini, ne yapacağını bilen insandan başka, kendine güveni sınırsız bir başka varlık var mıdır? Ancak beklentilerini ne yapması gerektiğini bilmeyen, sorumluluktan kaçan, seyirci olmayı marifet bilen kişilerin lakırdıdan başka yapacakları bir şey yoktur.
Oysa güveni tam olan insan, ne istediğini çok iyi bildiğinden, hedeflerinin sonuçlarını da daima kafasında canlı tutarak değerlendirir. O,sonuçların götürecekleri ile getirecekleri arasındaki denklemi kurarken, hangi tarafın daha baskın olduğunu bilerek yeni formülerle besleyicileri arttırmayı dener. Bu kişiler eylemlerindeki ve düşüncelerindeki eksik kalan boşlukları başkalarının doldurmasına ve denetlemesine fırsat vermezler. Çünkü onlar bir başkasının kendisine yapması gerekenleri hatırlatmasını ve eylemlerini denetlemesini zilletten sayarlar. Dış kaynaklı mekanizmanın insan üzerindeki dejenerasyonunu yakından tanıdıkları için, kaderlerini bir başkasının egemenliğine bırakmazlar. Onlar hep yaratıcılıktan yanadırlar. Kişisel becerilerine ve beynin üretici faaliyetlerine öncelik verirler. Büyük düşünürler, fikirlerin kritiğini yapmak en büyük hobileridir. Kişileri ve olayları ısıtıp yeniden konuşmak onları alçaltır. Çünkü onlar büyük kafalardır. Etrafa negatif enerji ve ışın göndermezler. İkna kabiliyetleri çok yüksektir. Olayları, kişileri ve nesneleri olduğu gibi algılar ve onların durumuna göre davranırlar. Ondan dolayı fazla stres ve endişeleri barındırmazlar…
Güvenin doruğunda yürümeyi ve kalmayı becermek kolay değil, ancak yapılan işlerle desteklenirse bu güven her gün çoğalacak, çoğalan güven enerjiye dönüşüp etrafa yayılacaktır. Bu enerji pozitif enerjidir, ancak pozitif enerji yayanlar her şeyin olumsuz yanlarından çok olumlu yanlarını görürler.Kendileri olumlu ve güven dolu olduklarından,etrafdan hep bu yönde elektrik alırlar,insanlarla kolay elektriklenme yaşarlar.Bu elektriklenme ,etkileşim,duygusal birlik ve hayatı daha renkli kılma gibi sonuçlara götürür.Böylece insan hem kendisini hem de dışındakileri severek yaratıcı ve üretici enerjisini daha iyi kullanmaya başlar.Oysa güvenden yoksun kişiler,olayları ve kişileri olduğu gibi değil bulunduğu gibi algılar, çünkü her şeye negatif bakar.Etrafına hep negatif enerji ve ışın gönderir.İletişim kurmakta zorlanır,kolay kolay kimse bunlardan elektrik almaz; birleştirmekten çok parçalamaya yatkınlar.Herkesi kendisi gibi görür çünkü içi kuşku ve güvensiz olduğu için,herkesi böyle görmeye mahkum olur.
İşte güvensiz insanların çoğaldığı bir çağda, kendine güvenen, karanlıkları bir ışık gibi delecek, herkesle barışık, içi tertemiz sorumluluk isteyen, üretimi hedefleyen ve geleceğini kimsenin denetimine bırakmayacak lider insanları çoğaltmak gerek. Çünkü bu insanların çoğalması insanlığı ve üretimi geliştirecek, öyleyse bu günün karanlıklarını yarına aktarmamak için, aydınlık ve güvenilir bir yaşamı oluşturmak zorundayız…
Yıl:01.04.2004
Saat:09.10–10.00
Kadıköy(F.B.Merkezi)İst
(E.KEKEÇ)
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.
Popüler Yayınlar
-
“İnsanların ruhunu öldürüyorlar anne… İşte asıl cinayet bu.” — Maksim Gorki, Ana (1906) Ruhun ölümü, bir toplumun çöküşünün sessiz hab...
-
Yaldızlı Sözlerin Arkasındaki Çürüme Tarihin en trajik ironilerinden biri, çöküşe en yakın toplumların en çok “yücelik ”ten bahsetmesidir....
-
Platon, asırlar öncesinden bir uyarı bırakmıştı insanlığa: “Demokrasi, ancak erdemli ve eğitimli bir halkın omuzlarında yükselebilir; aksi t...
-
İçinde bulunduğumuz çağ, pek çok unvanla anıldı: teknoloji çağı, bilgi çağı, hız çağı… Ama eğer hakikatin kalemiyle yazılacak olursa, bu ça...
-
EK-5 Kararı: Hukuk ile Diplomasi Arasında EK-5 Listesi: Resmî Karar, Diplomatik Zamanlama ve Türkiye’nin Stratejik İkilemi ABD'den çok ...
-
İnsanlığın Sessiz Dengesine Dair İnsan… Kâinatın en gizemli aynası. Görünürde bir bedenden ibaret gibi dursa da derinlerde bir deniz taşır...
-
Bir İnsanlık EMAR’ı Üzerine Derin Bir Okuma İnsan, anlamın kıyısında doğar ama çoğu kez anlamın merkezine hiç ulaşamaz. Çünkü doğmakla yaş...
-
Bir çağ düşün; her şeyin sesi var ama hiçbir şeyin yankısı yok. İnsan konuşuyor, tartışıyor, gösteriyor ama duymuyor. Gürültü her yeri kapla...
-
Bir zamanlar bir ülke vardı. İnsanlar sabahları “vatan sağ olsun” diye uyanır, akşamları “Allah büyük” diyerek uyurdu. Ama günün ortasın...
-
Merhum Ahmet Kaya, bir şarkısında “ Ne kadar kötü kokarsa o kadar iyi ” diyordu. Ne kadar manidar bir cümle… Bugün ülke olarak geldiğimiz ...
Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK
Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.
Senin rabbin sana senden yakın.....
omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.
Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."
kelebek gibi hafif olun dünyada
Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla
çöllerden geçerek varılır havuzun başına!