Bu Blogda Ara

3 Haziran 2008 Salı

AYDINLANMIŞ DÜŞÜNÜRLER DİYARI

Gençlerin enerjileri iradelerinden daha fazlaysa, küçük insan olurlar. İradeleri enerjilerine egemense yüce dürüst insan olurlar. Enerjileri ile iradeleri eşitse, aydınlanmış düşünürler olurlar.
Enerji, insanı harekete geçiren potansiyel güçtür. Bu potansiyel güç, belirlenen bir hedefe yönlendirilmezse, her yönü bir hedef olarak seçer. Yöneldiği bu alanları aşındırarak gider. Aşındırdığı her nokta, insandan bir özellik götürür. İnsanı değerleri kaybolmaya başlayan birey, belli bir zaman sonra, yozlaşmış olmuş basit sıradan bir varlığa dönüşür. İnsanın bu basitlikten kurtulmasının yolu, sahip olduğu enerjisini iradeye tabi kılmasıdır. Enerjisini iradenin kontrolüne vermekle bireylerin işi bitmemektedir. Bu hiç olmaktan basit sıradan bir varlık olmaktan kurtulmanın ilk yoludur. Ancak ideal insan olmak için irade ile enerji arasındaki ilişkiyi dengelemek gerekir. Bu denge kurulduğu zaman, ne ıslah laboratuarlarına ihtiyaç duyulur, ne de dürüstlük abidesi kurmak isteyenlere fırsat tanınır.
Enerji fazlalığı insanda sorun olduğu gibi, birçok farklı alanda da problem yaratır. Örneğin fazla elektrik akımının yol açacağı zararları önlemek için nasıl ki topraklama hatları çekiliyorsa, insanın topraklama hatı da olmalıdır. Bu hat enerjiyi yok etme çabaları değildir. Bu hat olsa olsa, insandaki enerjiyi doğru yöntemlerle doğru bir alana kan alize etmedir. Baskı altına alma da dengeleme hatı olamaz. Bu durum, bireyin fazla enerjisini istem dışı bilinçaltına biriktirme operasyonudur. Bu operasyon başarıya götürecek bir çalışma değildir. Çünkü insan, zamanla bilinçaltına birikmiş olan fazla enerjinin kullanılan kobayları durumuna gelebilir. İnsanı bu düzeye alçaltmadan bilinçli eylem adamı haline getirmeliyiz. Evet, bilinçaltına atılmış olan her bastırılmış güdü bir tehlike oluşturur. Cezayir bağımsızlık savaşında Fransız askerlerince, anne ve babası gözlerinin önünde doğranarak öldürülen, yedi yaşındaki Cezayirli küçük çocuğun, klinikte psikiyatrisi Frantz Fanonun, oğlum büyüdüğüne ne olmak istiyorsun sorusuna, bir Fransız askerini kıtır kıtır doğrayarak yok etmek istiyorum cevabı var olan enerjinin bilinçaltında depolanmasın bir yansımasıdır. Bu örnekte olduğu gibi bilinçaltında birikmiş enerjiler, bastırılarak ıslah edilmiş olmaz. Bu enerjiler her zaman için patlamaya hazır bir volkan gibidir. Bizim amacımız insanlarda ne böyle volkanlar oluşturulmasına izin vermek ne de zamanı, patlayan volkanları söndürmeye harcamaktır. Bilinçaltını geçiştirmeyelim, bilinçaltının yönlendirmesiyle yaşayan insanlara nerdeyse dünya miras kalacak. Şayet böyle patolojik ıslah yöntemlerini tasvip etmiyorsak, problemleri iyi algılayıp, problemin çözümüne uygun denklemi uygulayalım, yoksa yanılgılarımız günbegün çoğalacak. Gençlik deyince enerji aklımıza gelmekte, ancak gençliği bir elektrik trafosu gibi algılamamak gerekir. Çünkü trafo sadece gelen enerjiyi dağıtır. Gençliğin enerjisi büyüklerin istediği gibi dağıtılır ya da bastırılırsa orada enerji kaybı ve kaçağı olur. Biz gençliğim doğru algılanmasını istiyoruz. Hedefsiz bir gemide yolcu olmasını ya da öylesine denize açılmış bir kayığın küreklerini çekmesini istemiyoruz. Biz gençleri seviyoruz, çünkü onlar bir ağacın dallarının ucunda açan çiçekler gibidir, meyveye dönüşüp olgunlaşmadan, kimsenin onları koparmasını ve yok etmesini istemiyoruz. Onlar geleceğin meyvelerinin oluşması için sağlıklı korunması gereken tohumlar gibidir. Tohumları tuzlayarak kavurup bir sonraki yıllar için sakladığını söyleyenler bizleri kandırmaya çalışmasın!
Evet, aydınlık gelecekler, gençliğin enerjisinin doğru bir alana aktarılmasıyla gelecektir. Yoksa aydınlık gelecek yerine, karanlık geçmiş gelecekte bizi kuşatır. Geçmişin vakti dolmuş yöntemlerini, hayatın dışına bırakmanın zamanı çoktan gelmiştir. Biz geçmişi karalama ve onların yaptıklarının tümünün yanlış olduğunu vurgulamıyoruz. Onların basit sıradan yöntemlerinin bir değişim geçirmesi gerektiğini söylüyoruz. Çünkü biz geçmişin tecrübelerine ve birikimlerine saygılıyız. Hatta onların bir kiremit parçasında gördüklerini, gençlerin aynada bile göremeyeceğini iddia edenlerdeniz; ancak yanlış uygulamalarla aktif enerjiyi pasifleştirdiklerini ya da yok ettiklerini söylüyoruz.
Evet, enerjiyi doğru kullanmanın tam zamanı, bu işi yapacaklar büyüklerdir. Gençliğin enerjisini, Güneş ışınlarıyla bağlantı kurarak açıklarsak; bir ortama Güneş ışınlarının girmesini engelleyen duvarlar ve engelleyiciler varsa o ortam ile güneş arasındaki engelleri kaldırmak bizim görevimizdir. Güneşe müdahale etmek ve onu yönlendirmek bizi aşar. Gençliğin enerjisi de böyledir, doğru hedef ile gençlik arasındaki engelleri kaldırıp gerisini onlara bırakmak gerekir. Bu durum bilinçli seçimleri ortaya çıkarır. Seçimlerini bilerek yapanlar, enerjilerini iradelerinin baskısı altına alıp pasifsize etmezler. Bu davranış dürüstlük olabilir, ancak dünyayı imar etmek için dürüstlük tek başına yeterli değildir. Bu dürüstlüğün anlam kazanabilmesi için, adını varlık sahnesine silinmez harflerle kaydettirmesi ve bir çekim merkezi haline gelmesi gerekir. Bunun yolu da irade ile enerjinin eşitlenip bir denge profilini andırmasıdır.
Enerji dengelendiği zaman anlam kazanır. Yani enerji ile irade eşitlenirse istenilen hedeflere çabuk varılır. Enerji ile iradeyi bir nehrin yatağı ile yatağın taşıdığı suya benzetirsek, suyun yatağı alabildiğine geniş ve çukurlarla dolu ise, yataktaki su kaybolur ve varacağı yere geç ulaşır. Böylece hızını da yitirir. Şayet yataktan daha çok su olursa, sel baskını şeklinde hem etrafını parçalar, hem de etrafına alabildiğine zarar verir. Ancak yatak ve yatağın suyu eşit olursa, birçok araziyi sular insanlar ve diğer canlılar ondan yararlanır. Enerji ve iradede böyledir. Enerji su gibidir irade yatağıyla eşitlenip dengelenmezse etrafa zarar verir yapıcı olmaktan çok yıkıcı olur. İrade çok baskı kurarsa, bu defa da bilinçaltı birikmesi ve patlaması yaşanabilir. O zaman yapılacak iş, eşitliği ve dengeyi yakalamaktır. Bu denge yakalandığında her şey daha bir güzelleşecektir.
Aydınlanmış düşünürler diyarına bizimle birlikte bir yolculuk yapmak istiyorsanız, fazla enerjiyi irade hatıyla azaltıp denge kuralım. Bu denge kurulduğunda kendimizi, Güneşin hiç batmadığı aydınlar diyarında buluruz…
Yıl:30.03.2004
Saat:18.10---19.15
Kadıköy(F:B:merkezi)/İst.
(E. KEKEÇ)

25 Mayıs 2008 Pazar

EMİN ELLERE KAPI EMANET

Allah'ım rahmetinin kuşatıcılığını hatırlatarak çıkıyorum buradan, devirmez bizleri sel suları aniden, önümüzde düşman arkaımızda deniz gemileri çoktan yaktık. Dönüşü yoktur bu yolun, ya oluruz ya ölürüz diye diye gözlerimizi diktik semanın sonsuz ufuklarına...
Bir akşamdı ay doğmadan vakit kış, ayazlı anlı bir kayanın başında yapayalnız kalan sadece ben, beklerdim oysa hiç aralıksız sevdaların saçacağı karanfil goncalarından bir günü!
Paylaşmak için hayatı attık adımlarımızı, çırpınmasın kimseler biz kararımızı verdikdönmeyiz geri, koşun canlar! Adımlamak başlamaktır, başlamak yürümektir. Yürümek koşmaktır, koşmak kavuşmaktır. Kavuşmak katmaktır, katmak katılmaktır. Katılmaka sarılmaktır. Sarılmak olmaktır. Olmak paylaşmaktır, paylaşmak açmaktır. Açmak anlamaktır, anlamak kavramaktır. Kavramak okumaktır, okumak varolmaktır. Varolmak donanmaktır, donanmak kuşanmaktır. Kuşanmak hazırlanmaktır, hazırlanmak umutlanmaktır. Umutlanmak beklemektir. Beklemek kalkışa hazırlanan aslan gibi diz çökerek uzanmaktır. Uzanmak ufku yakınlaştırmaktır. Ufku yakınlaştırmak, kadim olan bir geleneğin canlı tanıkları olunabileceğinin zamanının geldiğini haykıran adayların kalkışı demektir.
Katmayacaksanız, katılmayacaksanaız, sevmeyecekseniz, yüklenmeyecekseniz, statikleşecekseniz, yarınları arzulamayacaksanız, paylaşmayacaksanız, okumayacaksanız, anlamayacaksanız, kavramayacaksanız açmayacaksanız, açılmayacaksanız, katlanmayacaksanız kavuşmayacaksınız demektir...
Haydi, canlar tanış olalım!
Tanışmak, birlikte başlamak, birlikte duymak, birlikte hissetmek birlikte sevmek, birlikte gülmek, birlikte ağlamak, birlikte solumak, birlikte beklemek, birlikte katlanmak, acılara ızdıraplara, aç kalmalara, susuzluklara, yorulmuşlukara, fitnenin azgınlığına canavarların saldırılarına yardımın gecikmesine, isteklerin hızlılığına, zenginlik tutkusuve fakirlik korkusuna kınayanların çoğalmasına karamsarlıkların üstüne üstüne gitmeye, evet tüm bunlara birlikte dayanmak, yarınları birlikte özlemek, evrenle tabiatla iç içe olmak, şafağı akşamdan gözlemek, hayatın güzünde baharı düşlemek baharın tomurcuklarını yaza taşımak...
Katmıyor, katılmıyorsanız, özlemiyor özlenmiyorsanız, anlamıyor, anlaşılmıyorsanız, taşımıyor taşınmıyorsanız, güze direnerek, kışa savrulmayarak bahara taşımıyorsanız tomurcuklarınızı, tanışmıyorsanız tanışmıyorsunuz demektir.
Tanışmak başlamak demektir, başlamak için tanış olmak gerekir. Gülleri solmadan zemherinin soğuğuna katlananlar, tanışmayı başlatanlardır. Tanışanlar hayata hazırlananlardır. Hayata hazırlananlar donananlardır. Donananlar karşılıklı, hakların korunması için birbirlerini anlayanlardır. Birbirlerini anlayanları mesajlar yukardan aşağıya koşar adımlarla yakalar.
Kadim olan bir geleneğe tanık olmayı birbirinizden esirgemeden yakin(ölüm)size gelinceye kadar, kınayıcıların kınamasından korkmadan ve aldırmadan sürdürmeye kararlısınız değil mi? Böyle bir gerçeği anlayarak yola koyulan iki insanın hayat gerçeğinin dışa yansıyan kısmıdır evlilik. Evet, evlilik: İnsani değerlerin en güzel ortaya çıktığı, erdemli yaşamın filizlerinin tohumun saçıldığı, Güneş ışınlarının anlam kazandığı, yeryüzünün ifsat sellerinin önüne bentlerin kurulduğu, bir ekrandır. Yeryüzü ve gökyüzü terazisini dengelemek, insanları sükûnete erdirmek amacıyla atılanbir adımdır evlilik...
İstekelri islami değerlerle süslenmemiş insanların ortaya koyacakları anlaşılmaz geleceklerin adını bilemeyiz ne olur diye. Ama tek bildiğimiz bir gerçek var ki, o da yolllara mayınların döşenmiş olmasıdır. Mayınlı yollarda yürüyerek, atmosfer boşluğunda dağılıp yok olmak istemiyorsanız, donanımlara sahip bir yolda yürümek zorundasınız.
İnsanlık tarihini derecelendirme levhasına gönderdiğimizde, bu tarih birçok kozmopolit yaşamları sırtına sararak geldiğini bizlere anlatır. Toplumların bu mozaik hali, davranışların istekler doğrultusunda oluşmasıyla ilişkilidir. İslami bir yaşamı kuşanacak çiftler, Allah’ın istediği bir hayatı değilde, bu kozmopolit hayatları islami hayatmış gibi benimserlerse, şunu bilsinler ki yıkım üzerine bir hayat deruhte etmeye çalışıyorlar. Bu hayatların geleceğini varın siz düşünün.
İslam teslim olmaktır. Köleliğe hayır, anlamaya evet, özgürlüğe çağrı, felaha çığır, isteklere set çekmektir."Sizden herhengi biriniz isteklerini benim getirdiğime tabi kılmazsa müslüman olamaz."Hakikatıyla Allah Resulü, insanlğın hayat programını çizmektedir. Hayat, isteklerin iradenin kontrolüne verilmesiyle islam olur. İradenin atıl, kalbin hissetmediği, isteklerle iradenin aynı paralelde olması demek, kalbin kararmayla yüzyüze olduğu zamandır ki, burada insanın hayatı, Allah’ın değerlerinin ve hududunun dışındaki beşeri isteklerle iç içe olduğundan, insanın bir sömürü odağı olduğu anlaşılmış olur.
Sömürülenler ne zaman sömürüldüklerinianladılar ki,kanı emilenler uyanık olsalardı,vampirler yaşayabilirlermiydi.Smürgecilik sömürgecinin ip atlamasıyla başladı.Sömürgeci koloniyalizmi oluşturmadan önce,elinde inciliyle sömürgelerine girdi.İnsanların gözlerini bağladı,ellerine birer incil verdi.İnsanlar da gözleri kapalı kutsal kitap diyerek,incile sarıldılar.Gözlerini açtıklarında topraklarının sahibi artık sömürgecilerdi,ama onların da incilleri vardı ya(!)
İşte insanlığın sömürülmesi bu tür canbazlıklarla tarih sahnesine her zaman konulmakta. Sömürgeciler toprakları sömürerek böylece kendilerine direk düşmen edinme yönteminden vazgeçtiler. Neyi sömüreceklerini çok iyi biliyorlar. Çünkü o şeyi sömürdükleri zaman, topraklar zaten onların olcaktı. Bunu da başarmayı becerdiler. İnsanlığın zihninde değişim meydana getirdiler, mantıkları akılları, kalşpleri köleleştirdiler. Kalbleri sömürülen toplumların neleri kalır ki sömürülmeyen. Ne yazık ki, böyle bir sömürünün sağılan inekleri olarak yaşarken, hala özgürlükten dem vuruyoruz. Özgürlük, kalblerin iradenin kontrolüne verilmesinden başka bir şey midir ki?
Emperyalizmin hayat anlayışı, onun pratiğini oluştururken, zavallı insanlar sömürgecinin ortaya koyduğu hayat felsefesiyle 60–70 yıllık bir gerçeği düşlerken hala müslümanlıklarını da koruduklarını sanır dururlar. Nedense islam sihirli bir güç gibi insana bir duhul ederse bir daha hiç gitmez, nae yaparsan yap önemli değil(!)...
İslamın temel felsefesi, Kur’an’ı kerimin belirttiği şu ayette ifade edilmektedir."Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Emrolunduğun gibi olmak zorundasın, emrolunduğumuz hakikat:"Asra andolsun ki, insan hüsrandadır; ancak iman eden salih amel işleyen, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye eden bunun dışındadır."Ve yine başka bir ayette, Allah’u Azimüşşan şöyle buyurmaktadır:"İman eden salih amel işleyen ve ben müslümanlardanım dedikten sonra, Allah’a çağıran kimseden başka daha güzel sözlü kim vardır."Böyle bir hayatın sonunda varılacak hakikatleri allah'u teala çeşitli ayetlerde belirtiyor. Bu hakikatlerden de bahsettikten sonra, Kur’an’ı kerimin bizlere buyruğu şudur:"Çalışanlar bunun için çalişsın."
Bu ayetlerde insanlar bir gerçeğe çağrılmaktadır. Bu gerçek islami hayatın gayesi ve hedefidir. Ama insanlık öyle bir hale geldi k,bunları anlamaktan acizdir. Gaflet onları hep meşgul ediyor, hatta öyle bir uçurumun kenarına gelindi ki, hayatın temel gayesi kapitalizmin ve materyalizmin anlayışına büründü. İslami sınırların dışına taşıldı beşeri mantıklar ve anlayışlar üretildi.
Beşeri ideoljilerin hayat felsefesi ise şu anlayışı barındırır, yemek için yaşamak, ondan dolayı maksimim lezzete ve minimum eziyete değer veririler ve onun için çalışırlar. Çok çok üreteceksin çok çokm tüketeceksin, bu döngü hayat boyu devam edecek, iyi yaşamak için çok araç üretmek zorundasın, çok araçlar için mücadele edince, amaç diye bir şey olamayak ya da amaç kazanmaya ayarlanmış olacak. Yani allah'u tealanın çalışanlar bunu için çalışsın ayetine karşılık bu heriflerde diyorlarki, çalışanlar bunun için çalıssın, yani hayat budur, ölürüz ve yaşarız ancak bizi zaman yok eder, safsatalarıyla beyinleri kalbleri istila ettiler...
Günümüzde anlayışlar öyle yozlaştırıldı ve köleleştirildi ki,bunu anlamak basiret sahibi olmayı şart koşar.Basiret sahibi olmakta öyle kolay değil,maddenin görünen tarafından başka yanını göremeyen zavallılar basiretlilikten ne anlayacaklar.İnsana bakışın yeryüzü değerleriyle ölçüldüğü bir ortamda,anlayışların hala islami olduğunu savunmak,doğrusu böyle bir din herhalde yeni gelmiş(!)...Allah Resulü böyle bir din bizlere bırakmadı.Onun bizlere bıraktığı islamda Şöyle bir anlayış var:"Dünya evi olmayanın evidir."Başka bir hadiste:Dünyanın misali sizden herhangi birinin,denize parmağını daldırması ve parmağında çıkaracağı su kadar bir şeydir."Allah Resulü böyle buyururken,ruhbanımsı inzivai bir hayata insanları yönlendirmiyor.İslamın temelinde hareketlilik ilkesi vardır.Hareketlilik hareketsizliği yener.Hareketli olmayı islam şart kılar,hatta tarihi yazanlar hep savaşlarda galip gelenlerdir.Böyle bir anlayışa sahip olan islam,dünyanın Mü'minlerin gözlerindeki ve kalblerindeki yerini ortaya koyuyor.İslam dünyayı hedef olrak göstermez.İslamda dünya hayatı biz buna ekonomi diyelim,ekonomi bir hedef değil sadece yaşamın devamı için gerekli olan araçlardandır.Hedefi bir yana bırakıp araçlara sahip olma durumuna göre insanlığı değerlendirmeyi,islam kesinlikle öngörmez.Böyle bir ölçü insanların kuruntuları ve kurguları sonunda ancak oluşur.
İslamın hayat felsefesi, yaşamak için yemeyi ve kazanmayı öngörür. Ama bu gün bu mantıklar değiştirilmiş, onun yerine kazanmak için yaşamak kurallarıoyla hayatlar yönlendiriliyor. İşte böylesi bir dünyada çiftlerin(kadın ve erkek)ileri sürecekleri hayat ilkeleri bu şartlara bağlı kalarak oluşturuluyorsa, kurulacak kaleler içten kuşatılmış demektir. Şunu hiç akıldan çıkarmamak gerektiğine inanıyorum. Kaleler onu içten kuşatanlara aittir. İnsanlar, sömürgecilerin mantıkları ve anlayışlarıyla bir hayat biçimi ortaya koyup adına da islam diyorlarsa, bunun adı islam olmaz. Protestanlaştırılmış bir din olur ki, bunun adı yaşadığımız gibi inanmaktan başka bir şey değildir.
İslamın karargâhı olmaya aday bevlilikler, yukarda kısaca değindiğimiz, seküler anlayışın etkilerinden kurtularak varlıklarını ortaya koymak zoeundadırlar. Sekülarist bir anlayışın doğuracağı sonuçlarişin başında bellidir. Ama bunları görmeye çalışmayanlar, emperyalistlerin dilleri ile konuşmayı marifet, hayatlarına özentiyi de şeref olarak bilmeye mahkûm olacaklardır. Bu mahkûmiyet onları k.Kerimin şu gerçeğiyle yüzyüze getirir."De ki, Allah’ın lanetine uğrayanları size haber vereyim mi, onlar tüm amalleri boşa gittiği halde, hala kendilerini salih bir yolda sananlardır."Evet, emperyalistlerin ceplerine akıllarını ve kalplerini bırakan insanların hali değil mi, Allah’ın lanetine uğramak...
İslam, insanların ölçülmesi için tek kıstas koyuyor o da takvadır. Allah katında sizin en üstününüz, takva ile ona en yakın olanınızdır. Allah katında tek ölçü bu olduğu halde, kendilerini müslüman adlandıran bu insanların acaba ölçütü bu mudur?
İslami bir hayat kurmak isteyen insanlar, evlilik yaparken (eşeler karşılıklı) birbirlerinde nasıl özellikler aramaktadırlar. Hayatların Allah korkusu ve sevgisi üzerine oturması çok gerilerde kalıyor. Bireylerin statüleri, aileleri, malları ve güzellikleri öncülerdir. Kıyasın sonunda hayat islam olarak çıkarsa, piyangodan çıkmış gibi, bunu da artık ganimet bilmeli(!)Öyle olamasa da kendimizi zorladığımız zaman öyle bir şey çıkarabiliyoruz; çıkarabiliyorsak ne mutlu bizlere diyerek yaşayıp gitmiyormuz... İşte bu tür hayatların ne kadar islami olduğunu sorgulamaya gerek var mı?
Ey doslar fazla uzatmadan, apaydınlık bir yolda buluşmak ve sadece Allah’a kul olmak dileğiyle gelecek günlere merhaba diyorum…
Yıl:1992
(E.KEKEÇ)ELAZIĞ

21 Mayıs 2008 Çarşamba

MUSTAFA KEMAL VE BAŞÖRTÜSÜ

Ali BULAÇ
a.bulac{x}zaman.com.tr
Dikkat! E-mail için {x} yerine @ işaretini yazınız. Bu değişim spam maillerden korunmak için yapılmıştır.

Başörtüsüyle ilgili yapılan anayasal düzenlemenin "yok hükmünde sayılması" için CHP, Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. CHP'nin ülke ve toplum hayatıyla ilgili bilumum düzenlemelerde seçtiği tek ölçüt "laik(çi)lik"tir.
CHP'ye göre bu konu Anayasa'nın "değiştirilmesi teklif edilemez maddeleri"yle ilgilidir, bu maddelerin ruhunu Atatürk Devrimleri oluşturmaktadır. Kombinezon böyle olunca konu dönüp dolaşıp Mustafa Kemal'in konuyla ilgili görüş ve tutumlarına dayanıyor. Yargıtay Başsavcısı'nın AK Parti'yi kapatma istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurmasının da ana gerekçesi aynıdır. Madem iki davanın da merkezî teması "Mustafa Kemal ve başörtüsü"dür, bu durumda Mustafa Kemal'in başörtüsüyle ilgili görüş ve tutumlarına bakmakta yarar var.

Belirtmek gerekir ki, Mustafa Kemal, sahip olduğu dünya görüşü ve yöneldiği Türkiye tasavvuru açısından başaçıklığı, başörtüsüne tercih eden bir zattı. Bu onun görüşüdür. Ancak bu görüşünü devletin emredici politikalarıyla zorla kabul ettirme fikrine dayandırmadı, kadınlar için herhangi bir kıyafet devrimi öngörmedi; bunu doğru veya sonuç alıcı bir tutum olarak görmedi. Aşağıda vereceğimiz iki örnek bunun teyididir:

1) Mustafa Kemal, 21 Mart 1923 günü Konya Yeşilay Cemiyeti Kadınlar Şubesi'nde yaptığı konuşmada şunları söylemektedir: "Memleketinizin bazı yerlerinde, daha çok büyük şehirlerinde, giyim şeklimiz ve kıyafetimiz bizim olmaktan çıkmıştır. Şehirlerdeki kadınlarımızın giyim şekli ve örtünmesinde iki şekil kendisini gösteriyor: Ya çok açık ya çok kapalı görülüyor. Yani ya ne olduğu bilinemeyen, çok kapalı çok karanlık bir giyim tarzını gösteren kıyafet (peçe örneği) veyahut Avrupa'nın en serbest balolarında bile dış kıyafet olarak giyilmeyecek kadar açık bir giyim şekli. Bunun her ikisi de şeriatın tavsiyesi dinin emri haricindedir. Bizim dinimiz kadını o aşırı açılmaktan da, bu aşırı kapanmaktan da men eder... Dinimizin tavsiye ettiği tesettür (örtünme) hem hayata hem fazilete uygundur." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. II, Ankara, 1981, s. s. 149-150)

2) O günlerde yaşanan bir olayı Mustafa Kemal'in genel sekreterliğini yapan ve sonra Milli Eğitim Bakanı olan Hikmet Bayur şöyle anlatır: Trabzon Valisi Rıfat Bey'den bir mektup alınmıştır. Mektupta, derslere başörtüsü ile giren bir öğretmenin durumunun önlenmesi istenir. Bayur, "Ne yapalım?" diye mektubun muhtevasını Atatürk'e anlatınca ondan şu cevabı alır: "Bu işe karışma, zamanla kültür ilerledikçe bunlar hep olacaktır; bu sırada bize düşen başörtüsünü giymeye zorlayanlar varsa onlarla mücadeledir. Başörtüsü işi fes gibi kör bir taassubun sonucu değildir; insanlarda pek canlı olarak var olan ayrı bir duygunun, kıskançlık duygusunun da etkisi altındadır. Onunla mücadele apayrı bir konudur." (Hikmet Bayur, Atatürk'ten Hatıralar, Belleten Dergisi, sayı 148, s. 446)

Bunun dışında konuyla ilgili olarak Mustafa Kemal şöyle der: "Şunu ilave edeyim ki, kadınlık meselesinde şekil ve kıyafet görünüşte ikinci derecededir. Asıl mücadele sahası, kadınlarımız için şekilde ve kıyafette muvaffakiyetten ziyade, muzaffer olunması lazım gelen saha nur ile, irfan ile, faziletin hakikatleri ile süslenmiş duruma hazırlanmaktır. Ben sayın hanımlarımızın Avrupa kadınlarından aşağı kalmayacak, bilakis pek çok yönlerden onların üstüne çıkacak nur ve irfanla hazırlanacaklarına katiyen şüphe etmeyen ve buna kesin olarak emin olanlardanım." (Söylev ve Demeçler, II, 152-153)

Bu iki alıntının iki anlamı var: İlki, CHP ve Yargıtay Başsavcısı'nın itirazları eğer "laiklik, devrimler ve Mustafa Kemal" arasında doğrudan ve zorunlu bir ilişkiye dayandırılıyorsa, başörtüsünün bu üçüyle de uzaktan yakından ilgisi yoktur. İkincisi, her fikir ve dünya görüşü sahibi insanı bağlayan ve onu tutarlı, inandırıcı kılan bir referans çerçevesi vardır. Eğer Kemalist ideolojiye bağlı olanlar, Mustafa Kemal'i referans alıyorlarsa, başörtüsüyle ilgili davalarını Mustafa Kemal'e dayandıramazlar.

zaman


Bu yazı 17 kere okundu.


Yorumlarınız


Yorumlarınızı Yazınız Yorum Bulunmamaktadır



Yazarın Son 10 Yazısı Mustafa Kemal ve Başörtüsü
Mustafa Kemal ve Başörtüsü
İki merkez
Türkiye Muhafazakârlaşıyor mu?
Ulusalcılar mutabakatı bozar mı?
Tezkere'nin Faturası
Hata Nerde?
Üç model
Neler oluyor?
Altın sentez!

Yazarın Tüm Yazılar Listesi

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!