Aydınların İktidar Dansı
Sayın okur,
Müsaade ederseniz, biraz içimizi dökelim. Hani derler ya: “Bir suskunluk vardır, içinde bin kelime barındırır.” Bizimki öyle değil. Biz konuşuyoruz, hem de çok konuşuyoruz ama duyulmak istemeyen bir sesin yankısı gibi, duvarlara çarpıyor sözlerimiz.
Bugün sizlerle üzerine çokça konuşulmuş ama bir türlü konuşulduğu gibi yaşanmamış bir konuyu masaya yatıralım: Aydınlar ve iktidar. Daha doğrusu, aydın geçinenler ve onların iktidar karşısındaki o “eğik başlı”, “kalem sallarken diz çöken” duruşları...
İlk önce şu sorudan başlayalım:
Aydın kimdir, Aydın geçinen kimdir?
Aydın, halkının önünde yürüyen değil; halkının yanında yürüyendir. O karanlığa söven değil, eline fener alandır. Lakin bizde işler biraz farklıdır. Bizde aydınlar, feneri kendine tutar, halka arkasını döner. “Ben görüyorum” der, ama gördüğünü söylemez; çünkü gözü değil, gönlü iktidarın örtüsü altındadır.
Aydın geçinenler, bilgiye sahip olmakla, bilgiyi halk için kullanmak arasındaki o derin farkı hiç anlamazlar. Onlar için bilgi; halkı aydınlatmak için değil, halkı küçümsemek için vardır. Onlar için düşünmek; sorgulamak değil, uyarlamaktır. Mevcut yapıya, güce, efendiye göre şekil almaktır.
Ve ne hazindir ki bizdeki aydınların çoğu, fırtına çıkmadan önce puslu havayı koklayan; rüzgâr nereden eserse oraya dönen pervanelerdir.
Bakın dostlar,
Bir ülkede iktidar değişse bile, iktidara yakın aydın tipi değişmez. Çünkü o aydınlar, iktidarı değil, iktidar olgusunu severler. Gücü, övgüyü, ekranı, kürsüyü severler. Hakikati değil, alkışı önemserler.
İktidara ne zaman bir meşruiyet krizi yaklaşsa, ekranlarda boy gösteren “aydınlar” hemen sahneye çıkar. Ellerinde “analiz”, dillerinde “millî beka”, “istikrar”, “yerli ve milli çizgi” gibi iktidarca çokça tüketilmiş kavramlar... Halbuki ne millîliği umurlarında, ne de halkı.
Sadece şunu düşünürler: “Bir kriz çıktı mı? O hâlde bana bir yer açılır mı? Bir kurulda, bir vakıfta, bir danışmanlıkta...”
Hele bir akademik titri varsa, hele bir üniversitenin lojmanında oturuyorsa, hele bir iki makalesi uluslararası dergide yayınlanmışsa... Tam aranan adam odur! Çünkü iktidarın en çok ihtiyacı olan şey, “hakikati örtebilecek kadar cümle üretmektir...
Ve bu “aydın” kişi, bunu layıkıyla yapar.
Kendi aydınını oluşturmak iktidarın büyük projesi
İktidarların en büyük hayali, bir baraj yapmak değil; kendi aydınını yapmaktır. Beton dökülerek yükselen değil, iltifatla şişirilen bir aydın tipi...
Ne sorgular, ne taş koyar, ne de tereddüt eder. Çünkü o bilir: “Her sorgu, yerimi tehlikeye atar. Her itiraz, ekran süremi azaltır. Her gerçek, itibarıma gölge düşürür.”
O yüzden öyle güzel cümleler kurar ki, sanırsınız Aristoteles gelmiş de Taksim’de basın açıklaması yapıyor. Ama bir bakarsınız, cümlelerin tümü “iktidarın sözlüğünden” kopyalanmış.
Hani aydın dediğin halkı bilinçlendirecek ya, bizimkiler halkı hipnotize eder.
“Sorun yok,” der.
“Ekonomik sıkıntılar sadece algı,” der.
“Basın özgürlüğü gayet iyi,” der.
“Bize saldıran dış güçler var,” der.
“Kriz yok, manipülasyon var,” der.
Eline kağıdı verirler, o da robot gibi okur.
Ödüllü aydınlar süslü kitaplar boş cümleler
Bir de yazarlığı var bu işin. Aydın dedin mi kitap yazar değil mi? Bizdeki aydınlar da yazar. Ama öyle halkın derdine derman olacak, sistemi sorgulatacak kitaplar değil.
Adı "Türk Modernleşmesinde Post-Post Gerçeklik ve Geleneksel Algının Değişen Kodları" gibi olur, içi ise kahve muhabbeti kıvamındadır. Ama süslüdür, dipnotludur, özenlidir. Eleştirilemez. Neden mi? Çünkü yazarının adı bir danışma kurulundadır. Çünkü bu kitap, bir "ödül" kazanacaktır. Kime göre? Yine aynı aydınlar heyetine göre!
Yani aydın aydına ödül verir, ödül de aydına itibar kazandırır. Ve böylece bir zincir oluşur: “Birbirini parlatan ama toplumu karartan aydınlar zinciri.”
İktidar da bu zinciri kırmaz, tam tersine besler. Çünkü bilir: “Gerçek aydın baş ağrıtır, ama bu süslenmiş aydınlar bana siper olur.”
İktidarın kaldıraçlarıyla Yükselen aydın Tipi
Aydın dediğin, yokuş yukarı yürür. Bizimkiler asansöre binmiş. İktidarın inşa ettiği “fikrî asansörlerle” en tepeye çıkmış. Ve sonra bakmış aşağıya, halkı görmüş ama tanımamış. Çünkü artık yükseklerde gözler bulanır.
Birkaç örnekle anlatayım:
Bir televizyon programında, halk açlıktan bahsederken, aydın geçinen kişi "Dünya genelinde tüketim toplumunun obezleşmesi" üzerine bir sunum yapar. Çünkü halkın açlığı değil, kendi entelektüel şovu önemlidir.
Bir üniversite panelinde, iktidarın uyguladığı sansürü savunmak için "post-truth çağda bilgi kirliliğine karşı devletin hakikati koruma refleksi" gibi cümleler kurar. Sorduğunuzda, "sansür değil, denetim" der.
Bir yazısında, işsizlik oranlarını eleştirenleri “provokatör” ilan eder. Çünkü o, “veriyle değil, vizyonla” düşünür. Kimin vizyonuyla? Elbette bağlı olduğu merkezin...
Şimdi soralım dostlar:
Cumhuriyet tarihinde hangi aydın, iktidar karşısında gerçekten dimdik durabildi?
Bir elin parmakları kadar...
Yahya Kemal bile “Ben bir padişah şairiyim” derken, Ahmet Hamdi “Bize muhalefet değil, mahviyet yakışır” diyordu. Bugün ise “Ben iktidarın aklıyım” diyenler çoğaldı.
Ama akıl ne işe yarar, eğer vicdanı yoksa?
Bugün bu ülkede birçok sözde aydın, iktidarın yönünü göstermek için değil; arkasını temizlemek için kalem oynatıyor. Entelektüel deterjan gibi çalışıyorlar: Skandalları parlatıyor, yanlışları cilalıyorlar.
Bir sanatçı “halkın yanındayım” dediğinde, onu “düşman” ilan ediyorlar. Ama bir aydın “iktidarın stratejik vizyonunu destekliyorum” dediğinde, ona “bilge” diyorlar.
Oysa bilgelik, iktidarın çanağında değil; halkın sofrasında olur.
Bu ülkede aydınlar halktan koptuğu sürece, iktidarlar da sorumsuzlaşacaktır. Çünkü iktidarı denetleyecek olan, halkın vicdanı kadar aydınların cesaretidir.
Ama bizde aydınlar, artık halktan değil; “yayın kurullarından”, “fon kaynaklarından”, “resmî ilanlardan” yana saf tutuyor.
Ve işin trajik tarafı şu: Bunlar, hâlâ “bağımsız aydın” olduklarını iddia ediyorlar.
İşte tam burada sözü size bırakayım:
Eğer bir aydın, ne zaman konuşacağını değil; ne zaman susacağını öğrenmişse, o artık aydın değil, iktidarın gölgesidir.
Ve unutmayın: Aydın olmayanın gölgesi olmaz; ama iktidarın gölgesi olan aydın, insanın karanlığı olur.
Ey halkım...
Sana gerçeği söylemeyen, seni değil ekranı gözeten, iktidarın ipiyle yukarı tırmanan aydına güvenme.
Ona “aydın” deme. O, olsa olsa _ışıklı bir gölgedir.
Ve unutma, seni gerçek aydınlatır; ama seni oyalayan, senden önce kararını çoktan vermiş olan o süslü konuşanlar, seni karanlığa mahkûm eder.
Çünkü en büyük karanlık, çok ışığın olduğu yerdedir.
Bahadır Hatayı/26.06.2025/Sancaktepe/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder