“Bilim, insanlık için bir kurtuluş mu, yoksa yeni çağın kılıksız celladı mı?”
Son birkaç yılda dünya, eşi benzeri görülmemiş bir küresel deneyime şahitlik etti: COVID-19 pandemisi. Bu süreçte insanlar, bir virüsten korunmak için bilimsel otoritelerin, devletlerin ve uluslararası kuruluşların yönlendirmesiyle aşılara yönlendirildi. Ancak bugün geldiğimiz noktada, bazı çevrelerde oldukça sarsıcı ve tüyler ürpertici iddialar konuşuluyor: “Aşıyı bulan bilim insanları, aşı olanların 5 yıl içinde öleceğini itiraf etti!”
Peki bu gerçekten bir itiraf mı, yoksa toplumun korkuları üzerinden kurulan bir psikolojik operasyon mu? Eğer iddia doğruysa, bizleri bu aşıya zorlayan yöneticiler, sağlık kurumları ve bilim kurulları bu süreçte bilmeden bir cinayet zincirine mi alet oldu, yoksa bilinçli bir itlafın aracı mıydı? İşte bu yazı, bu karanlık labirente bir ışık tutmak, bilgiyle, vicdanla ve sorumlulukla bir yüzleşme başlatmak için kaleme alındı.
1. Aşı Süreci-Bilimin Altın Çağı mı, Gücün Propagandası mı?
Pandemi ilan edildikten sonra dünyanın dört bir yanında panik yayıldı. İnsanlar ölüm korkusuyla evlerine kapandı, medya neredeyse 7/24 “ölüm, bulaşma, vaka sayısı, hastanelerin doluluğu” gibi başlıklarla korkuyu besledi. İşte bu korku iklimi içinde bir şey ortaya çıktı: “Aşılar.”
Aşılar, bilim dünyasının bir başarısı olarak sunuldu. Özellikle mRNA teknolojisini kullanan aşılar, daha önce insanlık tarafından yaygın kullanılmamış yeni bir yöntemdi. BioNTech kurucuları Uğur Şahin ve Özlem Türeci’nin ismi bu süreçte parlatıldı, adeta kahramanlaştırıldılar. Ancak, şu soruyu kimse sormadı:
“Bu kadar kısa sürede geliştirilen, uzun dönem etkileri bilinmeyen, deney aşamasında olan bir teknolojik ürün neden bu kadar yaygın, hızlı ve zorlayıcı şekilde insanlara enjekte edildi?”
Bilimsel süreçler; sorgulama, denetim, zaman ve tekrar üzerine kurulur. Oysa pandemide yaşananlar, daha çok propagandanın ve korku ikliminin bilim üzerindeki tahakkümünü gözler önüne serdi.
2.Zorunluluklar,Baskılar ve Toplumsal Mühendislik
Bir birey, sağlığıyla ilgili kararları özgürce almalıdır. Ancak pandemi döneminde bu özgürlük ortadan kaldırıldı. Aşı yaptırmayanlar dışlandı, seyahat özgürlükleri kısıtlandı, bazı meslek grupları işlerinden oldu, çocuklar okula alınmadı. Hatta kimi ülkelerde kolluk kuvvetleriyle baskı yapıldı, zorunlu aşı uygulamaları devreye sokuldu.
Sadece halk değil, devletlerin sağlık bakanları, bilim kurulu üyeleri, akademisyenler de sistematik bir propaganda sürecine dahil edildi. Her gün televizyonlara çıkan bilim insanları, topluma sürekli olarak “aşı olun, aksi halde ölebilirsiniz” mesajını verdi.
Bu süreçte medya; alternatif görüşleri, aşı karşıtı ya da eleştirel bakışları sansürledi. YouTube, Facebook, Twitter gibi platformlarda binlerce hesap kapatıldı. Bilimsel bir görüş dahi olsa, “resmî görüşe” aykırıysa susturuldu. Bilim, sorgulamanın değil, itaate zorlamanın aracına dönüştü.
3. İtiraflar ve Sessiz Çığlıklar- Gerçekler Yavaş Yavaş mı Ortaya Çıkıyor?
Sosyal medyada, forumlarda ve bazı bağımsız gazetecilik mecralarında BioNTech kurucularının “aşı olanların 5 yıl içinde öleceği” yönünde açıklamalarda bulunduğuna dair iddialar dolaşıyor. Bu iddiaların somut bir video kaydı, doğrudan alıntı veya bilimsel makale formunda sunulmamış olması dikkat çekici. Ancak bu iddianın geniş kitlelerde yankı bulması bile bize önemli bir durumu gösteriyor:
İnsanlar, bu sürecin başından beri bir şeylerin doğru gitmediğini hissetti.
Aşı sonrası ani ölümler, kalp rahatsızlıkları, genç yaşta sporcuların sahada düşmesi, adet düzensizlikleri, bağışıklık problemleri, yoğun halsizlikler... Bunların hepsi tek başına bir delil sayılmasa da toplumsal hafızada “şüphe” olarak yer etmeye başladı.
Eğer bu “itiraf” gerçekten yapılmışsa, bu, sadece bilimsel bir uyarı değil, aynı zamanda insanlığa karşı işlenmiş büyük bir suçun itirafı olacaktır. Eğer yapılmamışsa, bu kez neden insanlar böyle bir şeyin yapılabileceğine inanacak kadar güvensiz hale geldi?
4.Bilim Kimin Elinde? Sermaye mi, Vicdan mı?
Bugün artık bilim; bağımsız araştırmalardan çok ilaç firmalarının, biyoteknoloji devlerinin, küresel sermaye bloklarının yönlendirmesiyle hareket ediyor. Pfizer, Moderna, AstraZeneca gibi şirketler milyarlarca dolar kar etti. O dönemde, aşıların patentini paylaşmayı reddettiler. Bu bile bize şunu gösteriyor:
“Bilim, insanlık için değil, sistemin kârı için çalışıyorsa, o artık bilim değil, tehlikeli bir silahtır.”
Düşünsenize, hastalığı üreten sistem, ilacını da kendisi satıyor, çözümü de dayatıyor. Ve buna “bilim” adını veriyoruz. Bu durumda bilim, tarafsız bir hakikat aracı değil, meşruiyet üretim fabrikası haline geliyor.
5.Sorgulayanlar Susturuldu, Uyananlar Cezalandırıldı
Tarih boyunca her karanlık süreçte olduğu gibi, pandemi döneminde de farklı düşünenler hedef gösterildi. Aşıya karşı çıkmak “cahil olmak”la, “toplum düşmanlığı”yla, hatta “terörizm”le eş tutuldu. Hâlbuki bu insanlar sadece şunu söylüyordu:
“Ben bedenime ne enjekte edileceğine kendim karar veririm.”
Ne yazık ki bu bile bir “suç” sayıldı. İşten çıkarılanlar oldu, sosyal hakları kısıtlananlar oldu, toplumdan dışlananlar oldu. Bu bir salgın süreci miydi, yoksa yeni nesil bir dijital faşizm mi?
6. Türkiye Örneği-Bilim Kurulu ve Bakanlık Açıklamaları
Ülkemizde Sağlık Bakanlığı’nın günlük basın toplantılarıyla korku pompalanması, bilim kurulunun her gün değişen açıklamaları, toplumu ikna etmek için kullanılan popüler isimler, kampanyalar, ceza tehditleriyle örülü bir süreç yaşandı.
O dönem şu sorulara yeterince yer verilmedi:
Neden alternatif tedavi yöntemleri dikkate alınmadı?
Neden farklı görüşteki bilim insanları susturuldu?
Neden aşıların uzun vadeli yan etkilerine dair veriler paylaşılmadı?
Neden aşı yaptırmayanlar potansiyel suçlu gibi gösterildi?
Bugün o sürecin yükünü, sadece bedenimiz değil, vicdanımız da taşıyor.
7. Sessiz Bir Ötenazi mi, Korkuyla Yönetilen Bir Toplum mu?
Eğer gerçekten aşılarla ilgili böyle bir “itiraf” varsa, bu durum; küresel ölçekte yapılmış kitlesel bir ötenaziyi, yani zamana yayılarak yapılan planlı bir nüfus azaltma operasyonunu düşündürür. Eğer yoksa, insanlığın artık bilimsel kurumlara bu denli güvenmemesinin sebebi, bilimin siyaset ve sermaye ile olan kirli ilişkileridir.
Ve her iki durumda da, insanlık kaybetmiştir. Ya bile bile ölüme gönderildi, ya da korku ve manipülasyonla iradesi çalındı.
8. Ne Yapmalı?
Tüm bilimsel süreçler şeffaf ve denetlenebilir olmalıdır.
Aşı sürecine dair bağımsız soruşturma komisyonları kurulmalıdır.
Devletlerin değil, halkın çıkarını koruyacak etik kurullar oluşturulmalıdır.
Bilim sadece bilime değil, vicdana da dayanmalıdır.
En önemlisi, insanlar sorgulamaya cesaret etmeli, her bilgiye körü körüne inanmak yerine akıl süzgecinden geçirmelidir.
Son Sözüm şudur,
“Bazen bir iğne, bir savaş kadar insan öldürmez. Ama bir savaş kadar insanı susturabilir.”
İşte bu yüzden bugün konuşmak, yazmak, sorgulamak ve geçmişle yüzleşmek en büyük insanlık vazifesidir. Aşı olanların değil, sessiz kalanların vicdanı yaralıdır.
Erol Kekeç/11.05.2025/Sancaktepe/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder