Bölgesel kuklalardan küresel planlara, yer altındaki farelerden medya karnavallarına kadar hakikatin izini süren bir çözümleme.
1. Suriye Neden Bu Kadar Kritik?
Suriye, tarih boyunca yalnızca coğrafi olarak değil, dini, kültürel ve stratejik açıdan da Ortadoğu’nun kalbinde yer almıştır. Mezopotamya ile Akdeniz’i birbirine bağlayan kadim topraklar üzerinde kurulmuş bu ülke, yalnızca dört bir yanındaki ülkeler için değil, küresel aktörler için de eşsiz bir çıkar alanıdır. Arap Baharı süreciyle başlayan “halk ayaklanmalarının neredeyse tamamı kısa sürede bastırılırken, Suriye’deki yangının kontrol altına alınamaması aslında tesadüf değildir. Çünkü Suriye, planlı bir yıkımın kurbanıdır.
Suriye’de yaşananlar bir iç savaş değil, doğrudan küresel hesaplaşmaların Ortadoğu sahnesindeki yansımasıdır. ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), İsrail’in “güvenli sınırlar” doktrini, Türkiye’nin Osmanlı mirası üzerinden bölgeye yeniden nüfuz etme arayışı, İran’ın Şii hilalini tahkim etme çabası, Suudi Arabistan’ın Sünni liderliği ele alma arzusu gibi çok sayıda aktörün hedefi bu küçük ama stratejik ülkenin etrafında birleşti. Bu bile başlı başına Suriye’yi kritik hale getirmektedir.
2. “Yeni Yönetim ”in Gerçek Sahipleri-Kuklalar ve Kuklacılar
Suriye'deki yeni yönetim, kağıt üzerinde halkın iradesiyle şekillenmiş bir değişim gibi sunulsa da perde arkasında bambaşka bir oyun sahnelenmiştir. Özellikle Şara yönetiminin söylemleri ve pratikleri dikkatle incelendiğinde, bu yönetimin bağımsız olmadığı çok açık bir şekilde görülmektedir. İran’a, Hizbullah’a düşmanlık üzerinden kurulmuş bir retorik; İsrail ile sorun yaşamak istemeyen bir duruş; Suud rejimi ile sıcak ilişkiler ve Türkiye’nin gözetiminde yapılan açıklamalar... Bunlar bir halk devriminin değil, bir “yeniden kurgulama operasyonunun” çıktılarıdır.
Suriye halkı, yıllarca Esed rejiminin baskısı altında yaşadı. Ancak bu baskının alternatifi olarak getirilen yapının da bölgeye adalet, özgürlük, güvenlik getireceğine dair ciddi şüpheler bulunmaktadır. Çünkü bu yönetimin arkasındaki figürler; ABD, İsrail ve Suudi Arabistan gibi bölgede Müslüman halklar üzerinde hegemonya kurmak isteyen emperyal odaklardır.
3. Kurgulanmış Bir Zafer-Emevi Camii ve İslamcı Tiyatrolar
2011 sonrasında Türkiye medyasında bir “Suriye fethediliyor” havası pompalanıyordu. Erdoğan’ın “Emevi Camii’nde namaz kılacağız” sözü bu propagandanın merkezindeydi. Türkiye’den Suriye’ye giden bazı selefi gruplar, medya eşliğinde bu süreci “cihad” gibi göstermeye çalıştılar. Ancak gerçekte olan, sahada bir halkın değil, bir projenin yürürlüğe konmasıydı.
Emevi Camii kutsamalarının, gezilerin, gösterişli törenlerin, medyatik ziyaretlerin hepsi birer illüzyondu. Arka planda ise BOP’un Suriye ayağı, etnik ve mezhepsel ayrışmalarla parçalanmış bir ülke hedeflenmişti. Aynı süreçte Musul ve Kerkük gibi bölgelerde de benzer senaryoların devreye sokulması rastlantı değildi. İslamcı görünümlü bu karnavallar aslında emperyalizmin yerli aktörler eliyle sahaya sürdüğü tiyatrolardı.
4. İslam Dünyasının Emperyalist Rehineliği
İran’ın dini lideri Ayetullah Hamaney’in “Bu sorunu biz kendi aramızda çözebiliriz” yaklaşımı aslında bir fırsattı. Ancak Erdoğan’ın “Esed gitmeden asla çözüm olmaz” ısrarı, bölgesel iş birliği fikrini doğrudan sabote etti. Bu retorik birebir ABD’nin söylemleriyle örtüşüyordu. Oysa asıl mesele halkın güvenliğini sağlamak, seçim ortamı hazırlamak, sonra siyasi geçişi konuşmaktı. Ama bu yol değil, savaş yolu tercih edildi.
Bu tavır yalnızca Suriye’nin değil, tüm bölgenin cehenneme dönmesine neden oldu. Filistin meselesiyle kurulan benzerlik dikkat çekicidir. Abbas yönetimi, nasıl ki İsrail işgaline karşı sessizliğini koruyarak işlevsiz bir yönetim haline geldiyse, Şara yönetimi de aynı şekilde İsrail’e karşı hiçbir ciddi duruş sergilememiştir. Bu da halklara değil, efendilere hizmet eden bir anlayışın ürünüdür.
5. İsrail’in Suriye Planı-Sessiz İşgal ve Dini Mekanlar Üzerinden Mesajlar
İsrail’in Suriye ile ilgili hesapları da uzun vadeye yayılmıştır. Özellikle kutsal mekanlar üzerinden yürütülen sembolik işgaller dikkat çekicidir. Netenyahu’nun Emevi Camii’ni ziyaret etme planı, Kudüs sonrası ikinci bir psikolojik darbe anlamına gelecektir. Bu plan, yalnızca İsrail’in kibirli bir yürüyüşü değil, aynı zamanda Müslümanların başkentlerinin işgal edildiği yönünde güçlü bir mesajdır.
Buna karşın, Şara yönetiminin Hizbullah mensuplarını tutuklaması ve İran’a mesafe koyması, İsrail’le perde arkasında bir anlaşmanın işareti olarak yorumlanabilir. Suudi Arabistan’ın bu süreci finanse etmesi de yine bu denklemde bir başka bilineni açığa çıkarıyor. Paranın gücüyle halklar değil, hükümetler yönetiliyor artık.
6. Türkiye'nin “Operasyonel Sessizliği” ve Göç Gerçeği
Türkiye, baştan beri Suriye meselesinde hem görünen hem görünmeyen bir rol üstlenmiştir. Sınır kapılarını açmak, silahlı gruplara lojistik sağlamak, diplomatik açıklamalarla süreci meşrulaştırmak gibi doğrudan müdahaleleri oldu. Ancak son dönemde daha çok “operasyonel sessizlik” tercih ediliyor. Bu da halkın tepkisini azaltmak için uygulanan bir yöntemdir.
Suriyelilerin geri dönmemesi, aslında ülkelerindeki kaosun bitmediğini değil, Suriye’de yeni kurulan yapının onlar için güvenli olmadığını göstermektedir. Bazı gruplar geri dönse de, bunlar kalıcı ve kitlesel dönüşler olmamıştır. Çünkü Suriye artık halkın değil, projenin ülkesidir.
7. Helak Yasası-Allah’ın Tarih Boyunca Değişmeyen Hesabı
Kur’an’da birçok kavmin helakı anlatılırken, temel sebep olarak zalim yöneticiler değil, onları alkışlayan halklar gösterilir. Çünkü zulmün yayılmasına sessiz kalmak, o zulme ortak olmaktır. Bugün de bölgemizde benzer bir manzara vardır. Suriye’de, Gazze’de, Yemen’de yaşananlar yalnızca siyasi değil, aynı zamanda ilahi adaletin konusudur.
Allah’ın yasasında bir değişiklik yoktur. Zulme rıza gösteren toplumlar, er ya da geç onun bedelini öder. Bugün suya sabuna dokunmayan, rahatını bozmayan halklar, sessiz kalmanın getirdiği büyük bir helakin eşiğinde olabilir. Allah mazlumların yanındadır, ama bu zulme ortak olanlara karşı gazabı da keskindir.
8. Beklenen Hesap, Umulan Kurtuluş
Suriye meselesi, sadece bir ülkenin yıkımı değil, bir coğrafyanın yeniden dizaynıdır. Bu süreçte halklar kandırılmış, yöneticiler satın alınmış, dini ve milli kavramlar istismar edilmiştir. Ancak bütün bu oyunlara rağmen, bu coğrafyada hâlâ direnen, hâlâ izzetli duran insanlar vardır. Gazze’deki direniş, Yemen’deki sabır, Lübnan’daki bilinç, İran’daki kararlılık ve Türkiye’deki bazı uyanık zihinler bu direnişin umududur.
Kızıldeniz’in Fravunları yutması gibi, bu bölge de bir gün zalimlerini yutacaktır. O güne kadar sözümüzü saklamayacağız, yazmaya, anlatmaya ve uyandırmaya devam edeceğiz. Çünkü bu coğrafyanın kurtuluşu, Allah’ın vaadine sadık kalanlar sayesinde olacaktır. Mutlak galip Allah’tır. Bekleyip göreceğiz.
Bahadır Hataylı/03.02.2025/Sancaktepe/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder