Bu Blogda Ara

16 Temmuz 2025 Çarşamba

Batı’nın İslam’a Yönelik Savaşı

Terörle Mücadele Maskesi Altında Küresel Dizayn Girişimi

Bugün “İslam’a karşı açılan savaş” başlığı altında yürütülen çok katmanlı saldırılar, yüzeyde terörle mücadele görüntüsü verse de, aslında çok daha derin ve sistemli bir dönüşüm hedefini içinde barındırmaktadır. Bu savaş, doğrudan İslam’ın özüne, direniş ruhuna, adalet ve ahlak merkezli yaşam anlayışına yönelmiştir. Çünkü İslam, yozlaşmaya karşı köklü bir itirazdır; çünkü İslam, para ile satın alınamayan, sisteme entegre edilemeyen bir hakikat iddiasıdır.

Bu yazı, Batı imparatorluk aklının İslam’a yönelik stratejik savaşını, bu savaşın tarihsel arka planını, bugünkü taktiklerini ve ulaşmak istediği sonuçları somut örnekler, tarihsel veriler ve güncel gelişmeler ışığında açıklamayı amaçlamaktadır.

1. İslam Neden Hedefte?

a) Satın Alınamayan Ahlaki Duruş

İslam, ekonomik sistemlerin, ideolojilerin ve çıkar odaklarının üzerine bina edildiği pragmatist anlayışa itiraz eden bir duruşu temsil eder. İslam’ın temelinde "kul olma" bilinci vardır; bireyin hayatını Allah’a adaması, ilahi emirlere bağlı bir şekilde yaşaması esastır. Bu anlayış, bireyin ekonomik, sosyal ya da siyasi baskılara boyun eğmesini engeller. Çünkü İslam, kula kulluğu reddeder. Bu özgürleştirici ruh, Batı’nın ekonomik ve kültürel hegemonya projeleri için en büyük engellerden biridir.

b) Yozlaşmaya Karşı Direniş

Kapitalist sistemin temel dinamikleri, sürekli tüketim, bireysel haz, çıkarcılık, sınıfsal ayrışma ve değer aşınmasıdır. İslam ise bu süreci doğrudan hedef alır. Faize karşıdır, israfa karşıdır, tefekküre ve kanaatkârlığa çağırır. Sadaka, zekât ve infak gibi sosyal adalet temelli ekonomik ilkelerle sınıfsal uçurumu kapatmayı amaçlar. Bu nedenle İslam, sadece Batı’nın değil, onun işbirlikçisi olan yerel sermaye sınıflarının ve yönetici elitlerin de düşmanıdır.

2. Batı’nın İslam’a Yönelik Stratejik Dönüşüm Politikası

a) Düşman İnşası "İslami Terör" Algısı

Batı, İslam’ı doğrudan hedef alamayacağını bildiği için, 11 Eylül sonrasında İslam ile terörü eşitleyen bir küresel algı operasyonu başlatmıştır. ABD öncülüğünde yapılan bu hamle, medya, akademi, sinema, edebiyat ve politik söylem üzerinden yürütülmüştür. Bugün “İslami terör” ifadesi, birçok Batılı ülkede zihinlere kazınmış bir sabit fikir haline getirilmiştir.

Oysa terör, bir dinin değil, bir stratejinin ürünüdür. Terör örgütleri, çoğu zaman küresel istihbarat oyunlarının taşeronları olarak sahneye çıkar. El-Kaide, DEAŞ ve benzeri örgütlerin ortaya çıkış süreçleri, finans kaynakları ve kullanılan silahlar incelendiğinde, arka planda kimin bu oyunu kurduğu açıkça görülür.

b) İslam’ı Ehlileştirme Projesi Ilımlı İslam

Batı’nın bir diğer stratejisi ise “ılımlı İslam” projesidir. Bu proje ile İslam, sistem içine entegre edilmeye çalışılmıştır. Namaz, oruç, hac gibi ritüellere indirgenmiş, sosyal ve siyasal yönleri tırpanlanmış bir İslam anlayışı pompalanmaktadır. İslami duruşun ahlaki ve politik yönleri törpülenerek, İslam bireysel bir ibadet alanına hapsedilmek istenmiştir.

Bu doğrultuda, bazı ülkelerde “hükümet destekli din adamları”, rejimle uyumlu hutbeler vermekte, ayetler ve hadisler sistemin meşruiyeti için yeniden yorumlanmaktadır. Oysa İslam, adaletsizliğe karşı kıyam etmeyi emreder; zalime karşı susmamayı, mazlumu savunmayı esas alır.

c) İslam Coğrafyasının Bölünmesi ve Etkisizleştirilmesi

Batı, İslam dünyasını sürekli olarak parçalayarak, mezhebi ve etnik çatışmalarla içe kapanık hale getirerek etkisizleştirme stratejisi uygulamaktadır. Arap Baharı gibi süreçlerin nasıl iç savaşlara dönüştüğü, Suriye, Irak, Libya ve Yemen örneklerinde açıkça görülebilir. Türkiye dâhil birçok İslam ülkesi, “iç tehdit” algısıyla baskıcı yönetimlere mahkûm edilmekte, özgürlük ve adalet arayışı kriminalize edilmektedir.

3. Örneklerle Batı’nın İslam’a Savaş Açma Yöntemleri

a) Askerî Müdahaleler

  • Irak (2003): ABD’nin “kitle imha silahları” yalanı ile başlattığı işgal, yüz binlerce sivilin ölümüyle sonuçlandı. İşgalin ardından mezhebi çatışmalar kışkırtıldı ve DEAŞ gibi örgütlerin sahneye çıkmasına zemin hazırlandı.

  • Afganistan (2001-2021): Taliban bahanesiyle girilen ülkede 20 yıl boyunca sürdürülen işgal, ülkeyi enkaz haline getirdi. Eğitim, sağlık ve altyapı çökerken, Batı’nın “özgürleştirme” vaadi koca bir yıkımdan ibaret kaldı.

b) Kültürel Savaş ve Islamofobi

  • Avrupa’da camilere yönelik saldırılar artarken, Müslüman kadınların başörtüsü, kıyafetleri ve inançları hedef alınmakta.

  • Fransa gibi ülkelerde Kur’an’ın bazı ayetlerinin “aşırı” bulunduğu açıklamalar yapılmakta.

  • Medyada Müslüman karakterler sürekli olarak terörist, yobaz ya da aşırı gelenekçi tiplemelerle temsil edilmekte.

c) Ekonomik Müdahale ve Finansal Bağımlılık

İslam ülkeleri Batı merkezli finans sistemine mahkûm hale getirilmiştir. Borçla yönetilen ekonomiler, faiz lobilerine bağımlı hale gelmiş, kendi kaynaklarını işletemeyen yönetimlerle Batı'nın kontrolüne girmiştir. Bu durum, İslam ülkelerinin bağımsız kararlar almasını imkânsız hale getirmiştir.

4. İslam’a Yönelik Bu Savaşın Nihai Hedefi Nedir?

a) Küresel Sermayeye Direnç Gösteren Son Kale Olarak İslam’ın Tasfiyesi

Kapitalist sistem, her şeyi metalaştırmak ister. Din de dâhil. Ancak İslam, hâlâ içinde metalaştırılamayan, şirketleştirilemeyen, özelleştirilemeyen bir “ahlaki direniş” barındırmaktadır. Zekât sistemiyle servet birikimini denetler, faiz yasağı ile tefeciliği yasaklar, ahiret inancı ile hesap verme duygusunu canlı tutar. Bu nedenle Batı için en büyük tehlikedir.

b) Yeni Dünya Düzeninde "Homojen Din" Modeli

Yeni dünya düzeni, farklılıkları değil, tek tip insanı hedefler. Tüm dünyada bireyciliğin, çıkarcılığın, sekülerleşmenin yaygınlaştırılması, dinin ise bireyin iç dünyasında kalacak kadar küçültülmesi planlanmaktadır. Bu bağlamda, İslam’ın siyasal, toplumsal ve ahlaki etkilerinin ortadan kaldırılması elzem görülmektedir.

5. Ne Yapmalı?

a) İslam’ın Hakikat Yüzüyle Yeniden Tanıtılması

Bugün Müslüman toplumlar, önce kendi özlerine dönmek zorundadır. İslam, sadece bireysel bir ibadet değil, aynı zamanda adalet, dayanışma, şeffaflık, özgürlük ve sorumluluk ekseninde yaşanan bir hayat modelidir. Bu bilinç, yeniden inşa edilmelidir.

b) Müslümanların Birbirine Sırt Çevirmemesi

Mezhepçilik, etnisite, sınıfsal ayrım gibi yapay fay hatları üzerinden parçalanan İslam dünyası, yeniden ümmet bilinci etrafında bir araya gelmek zorundadır. Ortak düşmana karşı ortak bir duruş gereklidir. Bu sadece siyaseten değil, ahlaken de zaruridir.

c) Yerel İktidarların İslam’ı Araçsallaştırmasına Karşı Durmak

İslam’ı kendi iktidarını tahkim etmek için kullanan yerel yönetimlere karşı da uyanık olunmalıdır. Din, hükümetlerin değil, hakikatin tarafıdır. Hakkı söylemekten çekinen bir din adamı, zalime methiye düzen bir kanaat önderi, İslam’a değil, iktidara hizmet eder.

İslam’a karşı açılan savaş, bir güvenlik ya da terör sorunu değil, küresel bir tahakküm projesidir. Bu savaşta hedef alınan, İslam’ın yozlaşmaya, adaletsizliğe, ahlaksızlığa ve sömürüye karşı verdiği direniştir. Batı, bu direnişi ya dönüştürmek ya da tasfiye etmek istemektedir.

Ancak bilinmelidir ki, İslam parayla satın alınamaz. İslam hükümetlerin değil, halkların sesidir. İslam, tüm baskı ve operasyonlara rağmen, tarihin en güçlü direnişidir. Çünkü İslam, adalettir. Çünkü İslam, zulme başkaldırıdır. Ve çünkü İslam, hakikat uğruna canını verenlerin yoludur.

Bahadır Hataylı/15.07.2025/Sancaktepe/İST

15 Temmuz 2025 Salı

Yüksek Teknoloji Alçak Vicdan

 


Bir ülkenin nükleer silah üretmesi, gökyüzünü delip geçen füzeleri, radar ağlarıyla örülmüş hava savunma sistemlerine sahip olması, o ülkenin gelişmişliğinin bir göstergesi değildir. Hiçbir zaman da olmamıştır. Bunlar, sadece teknolojik kabiliyetin ve maddi yatırımların sonucudur. Ancak insanlığın gelişmişliği ne kadar füze attığıyla değil, ne kadar yetim doyurduğuyla, ne kadar adil davrandığıyla, ne kadar merhamet taşıdığıyla ölçülür.

Bakın Kuzey Kore’ye... Hindistan’a... Pakistan’a... Hepsinde nükleer başlık var. Ama sokakta insanlar açlıktan ölüyor. Çocuklar yalınayak dolaşıyor. Eğitim bir lüks, sağlık bir mucize gibi görünüyor. Nükleer silaha sahip olmak, gökyüzünü delmek için değil, önce yeryüzünü adam etmek içindir. Eğer insan açsa, hukuksuzsa, geleceksizse, füzelerin gölgesinde büyüyen bir toplumda ne huzur olur ne de medeniyet.

Seçim öncesi dönemlerde yaşadığımız tiyatrolar artık kabak tadı vermeye başladı. Aynı maskeler, aynı senaryolar, aynı vaatler... Fakirlik zirvede. Yaşam koşulları her geçen gün daha da kötüleşiyor. İnsanlar artık sabah değil, karanlıkla uyanıyor; akşam değil, çaresizlikle uyuyor. Mutsuzluk artıyor, toplumsal çözülme derinleşiyor. Yeni nesil, pusulasız bir yolculuğa çıkmış. Rotası yok, hedefi yok, istikameti yok. Bir elinde telefon, diğer elinde boşluk... Eğitim sistemimiz? Tabiri caizse, tabanı deldi. Yani düştü. Hatta çökmedi, göçtü. Artık öğretmenler öğretmiyor, öğrenciler öğrenmiyor. Herkes ezberin kurbanı, herkes sınavın esiri...

Hukuk? Ah adalet... Kendi adaletinden utanır hale geldi. Mahkemeler adil değil, adaletsizlikten ağlıyor. Hâkimler karar değil, talimat yazıyor. Rüşvet bir kültür, adam kayırma bir liyakat sistemi haline gelmiş. Layık olmayan insanlar, lâyık olmadıkları makamlara tırmandırılıyor. Merhametin değil, bağlantının, torpilin, parti üyeliğinin ve “bizden misin” sorusunun belirlediği bir kariyer düzeni kurulmuş durumda. Bu bir sistem değil, bir çürümedir. Ve çürüme tepeden başlar, köke kadar iner.

"Mümin olmak, insan olmak bizi bu hale getirmez," dediğimizde, her zaman karşımıza çıkarılan klasik söylemlerle karşılaşıyoruz:
“Eskiler camileri kapattı.”
“Tüp kuyruğunda bekledik.”
“Yağ yoktu, un yoktu.”
“Hatta hiçbir şey yoktu.”
“Bizim dönemimizde iHA yaptık, SİHA yaptık, uzaya roket yolladık.”

Bunlar bahane değil, bahaneye sığınmadır. Sizi eleştirenin dedesi camiyi kapatmadı. Tüp kuyruğunda bekleyen sizin dedenizdi, benim dedemdi. Ve onların sabrı, bugünün sorumlularına bahane olamaz. Hadi tüm geçmişin yükünü bir kenara bırakalım: Şimdi ne var? Adalet mi var? Refah mı var? Eğitimde başarı mı var? Güven duygusu mu var? Yok... Olmadığı gibi, her şey biraz daha geri gidiyor. Üretim yok, paylaşım yok, ama propaganda çok.

“İlla saman mı lazım?” diyenlerin boşboğazlıklarını işittiğimde, içimde tarif edemediğim bir rahatsızlık doğuyor. Çünkü mesele saman değil; mesele halkın karnı, çocuğun eğitimi, gencin umudu, yaşlının güvenliği... Mesele sadece füze değil, füzeyle beraber düşen insanlık…

Ama zamanla anladım. İnsan hak ederse, Allah ona verir. Hak etmeyen toplumlara verilmiş görünen her nimet, aslında bir imtihandır, bir istidracdır. Dışı altın, içi çürümüş bir paket... Parlayan teknolojiye bakarken içeride çürüyen vicdanları görmeyenler için göz değil, basiret gerek. Çünkü...

Mutsuzluğun arttığı, insanlığın öldüğü, ahlakın yerlerde süründüğü, adaletin ateşe atıldığı, merhametin kurşunlandığı bir toplumda…
Her gün uzaya yüz füze yollasanız da, gelişmiş olmazsınız. Aksine, korku paranoyasına tutulmuş, biyolojik canlı kalmanın ötesine geçememiş zavallı bir varlık haline gelirsiniz. Bir robot gibi yaşarsınız, bir makine gibi düşünürsünüz. Duygular körelir, ahlak donar, vicdan devre dışı kalır.

Tıpkı bizim gibi...

Köprü yapmak bir medeniyet göstergesidir, doğru. Ama o köprü insanların gönlünü birbirine yaklaştırıyorsa… Eğer o köprü geçildikten sonra insan stres oluyorsa, o köprü lanetle anılıyorsa, bu bir medeniyet değil, bir felaket inşasıdır. Medeniyet, sadece taşla değil; gönülle, merhametle, adaletle kurulur.

Bakın Edirne Uzunköprü’ye…
Bakın Urfa Birecik Köprüsü’ne…
Bu köprüler sadece iki yaka arasında yol yapmadı; kültür inşa etti, medeniyet taşıdı. Üzerinden geçen sadece insanlar değil, dostluktu, güven duygusuydu, komşuluktu. Ama bugün geçilen köprüler sinirle, lanetle, küfürle geçiliyor. Sadece yollar değil, insanlık da kopuyor. Köprüler medeniyet değil, gidişatın sembolü oluyor: Gidişin, göçün, çöküşün...

Bu satırları yazarken karanlık bir odadayım. Gece sessiz ama içim gürültülü. Bu yazıyı yazmak “iş olsun” diye değil. Kimse beni bir şey sansın diye değil. Bilinsin ki, ben bu satırları idrak, basiret ve izan adına yazıyorum. Çünkü kelimeler yetmiyor artık içimi anlatmaya. Çünkü bir yerden sonra susmak da yetmiyor.

Toplum olarak öyle bir hale geldik ki; duygusuzlaştık, duyarsızlaştık. Mutluluk içimizde değil, ekranlarda. Değerler evin içinden değil, sosyal medya beğenilerinden belirleniyor. İnsan artık insanla değil, algoritmalarla konuşuyor. Çocuklar sevinmeyi öğrenemeden büyüyor. Gençler hayal kurmadan yaşlanıyor. Aileler birlikte ama birbirine yabancı. Komşular bir duvar kadar uzak, bir zil kadar sessiz.

Neyi kaybettik biz? Ne oldu bize?
Dert anlatılamaz hale gelmiş, çözüm önerene düşman gözüyle bakılır olmuş. Vicdanla konuşana “hain”, haksızlığa isyan edene “terörist” deniyor. Her şey tersine dönmüş. İyilik eziliyor, kötülük ödüllendiriliyor.

Diyoruz ki; insan olmak, mümin olmak bizi bu noktaya getirmemeliydi. Ama nefsimiz bize başka şeyler fısıldıyor. Kibir, hırs, gösteriş... İçimizdeki Firavun büyüyor ama biz hâlâ “ben Musa’yım” demeye utanmıyoruz. Toplum her geçen gün yalnızlaşıyor, birey her geçen gün kendine yabancılaşıyor.

Bugün gökyüzüne füzeler fırlatan bir ülke olabiliriz. Ama adalet yere düşmüşse, bu başarı değil bir trajedidir. Çünkü gökyüzünü fethetsen ne yazar, yüreğini kaybetmişsen? Çünkü ne kadar uzaya çıkarsan çık, içinde insanlık yoksa, gideceğin yer karanlıktır.

İşte tam da bu nedenle;
Bir ülkenin gelişmişliği, yaptığı füzelerle, ürettiği köprülerle, binaların yüksekliğiyle ölçülmez. O ülkenin çocuklarının kahkahası varsa, adaleti hakikaten işletiliyorsa, gençleri hayal kurabiliyorsa, yaşlısı güven içindeyse, işte o ülke gelişmiştir.
Yoksa sadece füze fırlatan bir organizmaya, modern görünümlü bir zavallılığa dönüşürüz.

Ve ne acıdır ki, biz zaten dönüşüyoruz.

Bahadır Hataylı/20.06.2025/Sancaktepe/İST

13 Temmuz 2025 Pazar

Altın Kalplerin Çamur Evleri-Bir Değişimin Sessiz Feryadı

 


Bir zamanlar...

Çamurdan yapılmış evler vardı. Toprak sıvaları her yağmurda kabarır, güneşte çatlar ama içinde yaşayanların yüreği hiç kabarmazdı. Dışı sade, içi sıcak o evlerde soba başında toplanan kalabalık aileler olurdu. Bir lokma ekmek, bir tas çorba, bir kucak sevgi… Her şey paylaşılırdı. Kimsenin ne yoksulluğu utanılacak bir şeydi ne de zenginliği övünülecek bir neden. İnsanlar birbirine bakarken para değil, yürek görürlerdi.

Bugün ise...

Altın kaplamalı evlerde yaşıyor insanlar. Yüksek duvarların ardında, elektrikli çitlerle çevrili villalarda. Yerler mermer, tavanlar avizelerle süslü, ama o evlerin içinden bir huzur, bir sıcaklık yükselmiyor. Her odada ayrı bir yalnızlık var. Kalpler taş, sözler sahte, gülüşler plastik...

Ne oldu da bu hale geldik?

Evin Ruhu ve İnsan Yüzü

Eskinin evleri sıvalı değildi belki ama içlerinde “ruh” vardı. Kapıdan girince sizi sarıveren bir “hoş geldin” hissi olurdu. Her odanın kokusu, dokusu başkaydı. Mutfakta annemin ekmek pişirdiği tandır taşının sıcaklığı vardı. Ocağın başında ısınan kediler, sabah namazına kalkan dedemin dua sesleri, kışın camdaki buğuda çizilmiş çocuk resimleri… Hepsi bir evin ruhunu oluştururdu.

Şimdi evler ruhsuz. Her biri katalogdan çıkma gibi. Mobilyalar aynı, perdeler aynı, mutfakta sanki yemek pişmemiş gibi. Çünkü artık evler yaşanmak için değil, “gösterilmek” için yapılıyor. Instagram’da beğeni almak için. Misafir ağırlamak için değil, “misafir gelmesin” diye dizayn edilmiş salonlar var artık. İnsanlar evlerinde yabancı, odalarında yalnız.

Kalbin Altınla İmtihanı

Eskiden altın kalpli insanlara rastlamak zordu ama imkânsız değildi. Çünkü altın kalplilik, çok para kazanmakla değil, azla yetinip çokça paylaşmakla olurdu. Komşu komşunun tenceresinden haberdardı. Çocuğu hasta olan için köy bir araya gelir, tarlasını sel götürenin zararı birlikte omuzlanırdı. Cenazede herkesin eli toprağa girer, düğünde herkesin avucu duaya açılırdı.

Bugün insanlar birbirini sadece ekranlardan tanıyor. Komşu kapısı ya kilitli ya da kameralı. Bir çocuk aç mı, yaşlı yalnız mı, kimse bilmiyor. Kalpler altın gibi parlamıyor artık; paranın altın hali, kalbin altın halini öldürdü. Zenginlik arttı, ama yürek fakirleşti. Oysa insanın gerçek zenginliği, cebinde değil, kalbindeydi.

Çamurun Samimiyeti, Betonun Soğukluğu

Çamur ev demek samimiyet demekti. O evler kokardı. Toprak kokusu, tandır kokusu, ahırdan gelen saman kokusu… Hepsi insana “hayat buradadır” derdi. Kimi zaman duvarları dökülürdü ama o duvarların ardında hiç kimse yıkılmazdı.

Şimdi duvarlar yıkılmıyor ama insanlar paramparça. Beton evlerin içinde sevgisizlikten ölen ruhlar var. Artık çocuklar toprağa değil, ekrana dokunuyor. Bahçede koşturmak yerine tablet başında büyüyor. Ağaçtan elma koparmamış, soba üzerinde kestane pişirmemiş, annesinin gözünün içine bakarak doya doya gülmemiş çocuklar var artık.

Ve bu yeni nesil, samimiyetin kokusunu bile bilmiyor.

Gösterişin Çağı "Neye Sahipsen, O'sun"

Eskiden bir insanın itibarı, sadakatiyle, merhametiyle, çalışkanlığıyla ölçülürdü. Şimdi ise ne marka araba sürdüğüne, hangi semtte oturduğuna, tatilini nerede yaptığına bakılıyor. Altın kalplilik yerini altın saatlere bıraktı.

Oysa bir zamanlar en kıymetli “saat”, komşunun evinden gelen iftar ezanıydı. En değerli “tatil”, dedenin köyde anlattığı hikâyelerdi. Ve en şık “giysi” bir annenin el emeğiyle ördüğü hırkaydı.

Bugünse, insanlar markaların içinde kayboldu. Etiketler, kişiliklerin önüne geçti. “İnsan” olmadan “influencer” olunur hale gelindi.

Bir Zamanlar…

Bir zamanlar...

  • Sabah kahvaltısı sofrada yapılırdı, şimdi arabada.

  • Dertler omuz omuza paylaşılırdı, şimdi gizli gizli psikologlarda.

  • Evlere “misafir” gelirdi, şimdi “randevu alınarak görüşülen” insanlar var.

  • İnsanlar birbirine dua ederdi, şimdi dava açıyor.

Bir zamanlar...

Yaz akşamları serinliği birlikte teneffüs ederdi insanlar. Damda uyumak, ayı izlemek, yıldız saymak vardı. Şimdi herkes klimasında tek başına uyuyor; yıldızlar mı? Gökyüzüyle irtibat bile kalmadı.

 “Altın Kaplı Evlerde Çamurlaşmış İnsanlar”

Bugünün en büyük trajedisi işte burada saklı: dışı altın olanın içi çamurla dolu. Görkemli evlerin, süslü hayatların ardında derin bir ruhsuzluk, vicdansızlık, sevgisizlik var. İnsanlar birbirine değil, ekranlara bağlanıyor. Aileler yemek sofralarında bile birbirinin yüzüne bakmıyor.

Yüreği çamurlaşan insanlar, başkalarının acılarına duyarsız. Bir çocuk savaşta ölüyor, bir anne açlıktan intihar ediyor, bir baba çaresiz kalıyor… Ama bunlar sadece “haberde geçiyor” bizim için. Tıpkı bir dizi gibi izleyip, sonra akşam yemeğimize dönüyoruz. Kalpler artık titremiyor. Vicdanlar pas tuttu.

Altınla kapladık evlerimizi, arabalarımızı, gardıroplarımızı... Ama içimizde bir boşluk var. Bu boşluk, ne para ile doluyor ne de şöhretle. Çünkü o boşluk, ruhun, kalbin, insanlığın boşluğu…

Ne Yapmalı?

Yeniden çamur evlere dönmemize gerek yok. Ama yeniden çamur evlerin insanlarına benzemeliyiz.

  • Yüreğimizi sadeleştirmeliyiz.

  • Paylaşmayı unutmamalı, bir tas çorbayı bile bölüşmeliyiz.

  • Gülüşlerimizi çocukça yapmalı, dertleri dostça paylaşmalıyız.

  • Gösterişten sıyrılıp, gönülden konuşmalıyız.

  • Eşyaları değil, insanları sevmeyi öğrenmeliyiz.

Altın kalpli insanlar olmak için altın almaya değil, kalp temizlemeye ihtiyacımız var.

Bir Duvarın Çatlağında Gizliydi İnsanlık

O çamur evler yıkıldı belki ama biz onları sadece fiziksel değil, ruhsal olarak da terk ettik. Oysa gerçek ev, çatısı toprak değilse de kalbi toprak gibi olan bir insandır.

Dışarıdan ne kadar süslersek süsleyelim, içimiz çamurla dolduysa altın hiçbir işe yaramaz.

Gelin bu dünyayı bir çamur ev gibi görelim yeniden. Alçak gönüllü, sade ama sıcak… Gökyüzüne açık, yüreklere yakın.

Belki o zaman, altın kalpler yeniden doğar. Belki çocuklar yeniden yıldızları izler. Ve belki bir gün, birinin dilinden şu sözler dökülür:

“Bir zamanlar, altın kalpli insanlar yeniden var oldu. Ve dünya, sessizce gülümsedi…”

Erol Kekeç/13.06.2025/Sancaktepe/İST 

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!