Bu Blogda Ara

15 Temmuz 2025 Salı

Yüksek Teknoloji Alçak Vicdan

 


Bir ülkenin nükleer silah üretmesi, gökyüzünü delip geçen füzeleri, radar ağlarıyla örülmüş hava savunma sistemlerine sahip olması, o ülkenin gelişmişliğinin bir göstergesi değildir. Hiçbir zaman da olmamıştır. Bunlar, sadece teknolojik kabiliyetin ve maddi yatırımların sonucudur. Ancak insanlığın gelişmişliği ne kadar füze attığıyla değil, ne kadar yetim doyurduğuyla, ne kadar adil davrandığıyla, ne kadar merhamet taşıdığıyla ölçülür.

Bakın Kuzey Kore’ye... Hindistan’a... Pakistan’a... Hepsinde nükleer başlık var. Ama sokakta insanlar açlıktan ölüyor. Çocuklar yalınayak dolaşıyor. Eğitim bir lüks, sağlık bir mucize gibi görünüyor. Nükleer silaha sahip olmak, gökyüzünü delmek için değil, önce yeryüzünü adam etmek içindir. Eğer insan açsa, hukuksuzsa, geleceksizse, füzelerin gölgesinde büyüyen bir toplumda ne huzur olur ne de medeniyet.

Seçim öncesi dönemlerde yaşadığımız tiyatrolar artık kabak tadı vermeye başladı. Aynı maskeler, aynı senaryolar, aynı vaatler... Fakirlik zirvede. Yaşam koşulları her geçen gün daha da kötüleşiyor. İnsanlar artık sabah değil, karanlıkla uyanıyor; akşam değil, çaresizlikle uyuyor. Mutsuzluk artıyor, toplumsal çözülme derinleşiyor. Yeni nesil, pusulasız bir yolculuğa çıkmış. Rotası yok, hedefi yok, istikameti yok. Bir elinde telefon, diğer elinde boşluk... Eğitim sistemimiz? Tabiri caizse, tabanı deldi. Yani düştü. Hatta çökmedi, göçtü. Artık öğretmenler öğretmiyor, öğrenciler öğrenmiyor. Herkes ezberin kurbanı, herkes sınavın esiri...

Hukuk? Ah adalet... Kendi adaletinden utanır hale geldi. Mahkemeler adil değil, adaletsizlikten ağlıyor. Hâkimler karar değil, talimat yazıyor. Rüşvet bir kültür, adam kayırma bir liyakat sistemi haline gelmiş. Layık olmayan insanlar, lâyık olmadıkları makamlara tırmandırılıyor. Merhametin değil, bağlantının, torpilin, parti üyeliğinin ve “bizden misin” sorusunun belirlediği bir kariyer düzeni kurulmuş durumda. Bu bir sistem değil, bir çürümedir. Ve çürüme tepeden başlar, köke kadar iner.

"Mümin olmak, insan olmak bizi bu hale getirmez," dediğimizde, her zaman karşımıza çıkarılan klasik söylemlerle karşılaşıyoruz:
“Eskiler camileri kapattı.”
“Tüp kuyruğunda bekledik.”
“Yağ yoktu, un yoktu.”
“Hatta hiçbir şey yoktu.”
“Bizim dönemimizde iHA yaptık, SİHA yaptık, uzaya roket yolladık.”

Bunlar bahane değil, bahaneye sığınmadır. Sizi eleştirenin dedesi camiyi kapatmadı. Tüp kuyruğunda bekleyen sizin dedenizdi, benim dedemdi. Ve onların sabrı, bugünün sorumlularına bahane olamaz. Hadi tüm geçmişin yükünü bir kenara bırakalım: Şimdi ne var? Adalet mi var? Refah mı var? Eğitimde başarı mı var? Güven duygusu mu var? Yok... Olmadığı gibi, her şey biraz daha geri gidiyor. Üretim yok, paylaşım yok, ama propaganda çok.

“İlla saman mı lazım?” diyenlerin boşboğazlıklarını işittiğimde, içimde tarif edemediğim bir rahatsızlık doğuyor. Çünkü mesele saman değil; mesele halkın karnı, çocuğun eğitimi, gencin umudu, yaşlının güvenliği... Mesele sadece füze değil, füzeyle beraber düşen insanlık…

Ama zamanla anladım. İnsan hak ederse, Allah ona verir. Hak etmeyen toplumlara verilmiş görünen her nimet, aslında bir imtihandır, bir istidracdır. Dışı altın, içi çürümüş bir paket... Parlayan teknolojiye bakarken içeride çürüyen vicdanları görmeyenler için göz değil, basiret gerek. Çünkü...

Mutsuzluğun arttığı, insanlığın öldüğü, ahlakın yerlerde süründüğü, adaletin ateşe atıldığı, merhametin kurşunlandığı bir toplumda…
Her gün uzaya yüz füze yollasanız da, gelişmiş olmazsınız. Aksine, korku paranoyasına tutulmuş, biyolojik canlı kalmanın ötesine geçememiş zavallı bir varlık haline gelirsiniz. Bir robot gibi yaşarsınız, bir makine gibi düşünürsünüz. Duygular körelir, ahlak donar, vicdan devre dışı kalır.

Tıpkı bizim gibi...

Köprü yapmak bir medeniyet göstergesidir, doğru. Ama o köprü insanların gönlünü birbirine yaklaştırıyorsa… Eğer o köprü geçildikten sonra insan stres oluyorsa, o köprü lanetle anılıyorsa, bu bir medeniyet değil, bir felaket inşasıdır. Medeniyet, sadece taşla değil; gönülle, merhametle, adaletle kurulur.

Bakın Edirne Uzunköprü’ye…
Bakın Urfa Birecik Köprüsü’ne…
Bu köprüler sadece iki yaka arasında yol yapmadı; kültür inşa etti, medeniyet taşıdı. Üzerinden geçen sadece insanlar değil, dostluktu, güven duygusuydu, komşuluktu. Ama bugün geçilen köprüler sinirle, lanetle, küfürle geçiliyor. Sadece yollar değil, insanlık da kopuyor. Köprüler medeniyet değil, gidişatın sembolü oluyor: Gidişin, göçün, çöküşün...

Bu satırları yazarken karanlık bir odadayım. Gece sessiz ama içim gürültülü. Bu yazıyı yazmak “iş olsun” diye değil. Kimse beni bir şey sansın diye değil. Bilinsin ki, ben bu satırları idrak, basiret ve izan adına yazıyorum. Çünkü kelimeler yetmiyor artık içimi anlatmaya. Çünkü bir yerden sonra susmak da yetmiyor.

Toplum olarak öyle bir hale geldik ki; duygusuzlaştık, duyarsızlaştık. Mutluluk içimizde değil, ekranlarda. Değerler evin içinden değil, sosyal medya beğenilerinden belirleniyor. İnsan artık insanla değil, algoritmalarla konuşuyor. Çocuklar sevinmeyi öğrenemeden büyüyor. Gençler hayal kurmadan yaşlanıyor. Aileler birlikte ama birbirine yabancı. Komşular bir duvar kadar uzak, bir zil kadar sessiz.

Neyi kaybettik biz? Ne oldu bize?
Dert anlatılamaz hale gelmiş, çözüm önerene düşman gözüyle bakılır olmuş. Vicdanla konuşana “hain”, haksızlığa isyan edene “terörist” deniyor. Her şey tersine dönmüş. İyilik eziliyor, kötülük ödüllendiriliyor.

Diyoruz ki; insan olmak, mümin olmak bizi bu noktaya getirmemeliydi. Ama nefsimiz bize başka şeyler fısıldıyor. Kibir, hırs, gösteriş... İçimizdeki Firavun büyüyor ama biz hâlâ “ben Musa’yım” demeye utanmıyoruz. Toplum her geçen gün yalnızlaşıyor, birey her geçen gün kendine yabancılaşıyor.

Bugün gökyüzüne füzeler fırlatan bir ülke olabiliriz. Ama adalet yere düşmüşse, bu başarı değil bir trajedidir. Çünkü gökyüzünü fethetsen ne yazar, yüreğini kaybetmişsen? Çünkü ne kadar uzaya çıkarsan çık, içinde insanlık yoksa, gideceğin yer karanlıktır.

İşte tam da bu nedenle;
Bir ülkenin gelişmişliği, yaptığı füzelerle, ürettiği köprülerle, binaların yüksekliğiyle ölçülmez. O ülkenin çocuklarının kahkahası varsa, adaleti hakikaten işletiliyorsa, gençleri hayal kurabiliyorsa, yaşlısı güven içindeyse, işte o ülke gelişmiştir.
Yoksa sadece füze fırlatan bir organizmaya, modern görünümlü bir zavallılığa dönüşürüz.

Ve ne acıdır ki, biz zaten dönüşüyoruz.

Bahadır Hataylı/20.06.2025/Sancaktepe/İST

Hiç yorum yok:

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!