Bu Blogda Ara

5 Temmuz 2025 Cumartesi

Sahne Işıkları Altında Egemenliğin Cenazesi


Bir yasa düşünün ki halkı korumak için değil, halkın gözünü boyamak için çıkarılsın. Bir meclis düşünün ki halkın iradesini yansıtmak yerine, önceden yazılmış bir senaryoyu oynasın. Bir çağ düşünün ki gerçek suçlular gizlenirken, masumlar günah keçisi yapılsın. İşte bu yazı bu çürümüşlük üzerine yazıldı: İklim Yasası mı dediniz? Hayır, bu sadece küresel bir onay törenidir.

Yasama mı? Hayır- Bu bir uygulama talimatıdır.

Türkiye’de geçtiğimiz günlerde “İklim Yasası” adı altında bir metin TBMM’den geçti. Mecliste oylama yapıldı, bazı vekiller söz aldı, hatta birkaç milletvekili “önemli bir adım” olduğuna dair konuşmalar yaptı.

Ama bu sahne daha önce başka ülkelerde de oynanmıştı. İsmini değiştirin, dili değiştirin, vekilleri değiştirin… Senaryo aynı:

  • Önce anlaşma Paris’te imzalanır.

  • Ardından ülkeye getirilir.

  • Sonra mecliste “müzakere” görünümü altında onaylanır.

  • Ve halk o sırada başka şeylerle meşgul edilir.

Bu yasama değildir. Bu, önceden yazılmış bir talimatın iç hukuka uyarlanmasıdır. Meclisin hükmü yoktur. O sadece bir “formalite imza dairesidir.”

Halk Egemenliğini Yutan Küresel Labirentler

Yasalar artık milletin değerlerinden değil, küresel masalardan çıkıyor. Sözde demokrasilerde, “uluslararası anlaşmalar” öyle kutsal bir zırha bürünüyor ki, bırak halkı, anayasanın kendisi bile onlara karşı çıkamıyor.

“Anayasaya aykırı olsa bile, uluslararası anlaşmalar geçerlidir” maddesiyle milletin hükümranlığı rafa kaldırılmıştır.

Bu, açıkça şunu ilan etmektir:

“Ey millet! Sen sadece seçim yap, gerisine karışma.”

 İklim Kılıfı-Suçlu Sadece Senin İneğin mi?

485 milyon yıllık sıcaklık verisi elimizde. Bilim diyor ki: Dünya çok daha sıcak zamanlar yaşadı, çok daha soğuk devirlerden geçti. Ve insan bu tabloda daha birkaç saniyelik bir nokta.

Ama senin ineğin, tarlan, traktörün, soban suçlu ilan ediliyor. Sana düşen görev belli:

  • Et yeme, laboratuvar etine razı ol.

  • Tarla sürme, karbon kodlu ürünleri ye.

  • Isınma, QR kodlu “sürdürülebilirlik kredisi” topla.

Tüm bunlar yapılırken dünyayı en çok kirleten ABD ve Çin bu anlaşmaları ya imzalamıyor ya da iç hukuklarına sokmuyor. Ama Türkiye bir yarışa girmiş gibi ilk sıralarda “uyum sağlıyor.”

Bu neyin telaşıdır?

Türkiye Gerçekten Ne Yapıyor?

Köyler boş. Tarım can çekişiyor. Zaten %50 faizin, borç batağının, mazotun, gübrenin altında ezilmiş köylü ineğini satmış. Kalanlar da kente göçmüş. Ama hâlâ “çiftçi karbon salıyor” diyen bir yasa geçiyor.

Bu yasa kimin için? Kim koruyor doğayı gerçekten? İstanbul’da 7 gökdelen diken mi? Ormanı kesip villa yapan mı? Altın madeni için dağı delen mi?

Hayır, bu yasa ne doğayı korur, ne çevreyi. Bu yasa, bir sınıfın diğer sınıfa diz çöktürme yasasıdır.

Meclis-Halkı Avutma Tiyatrosu

Meclis artık bir karar organı değil, bir onay kurumu. Halkı temsil etmiyor, sadece gündem dağıtıyor.

Bir şey mi yasalaşacak? Önce Paris’te çalınır minare, sonra Ankara’da kılıfı hazırlanır. Ve halk ne zaman itiraz edecek olsa, tam o gün:

  • Televizyonda büyük bir kavga,

  • Gazetede sürmanşet bir skandal,

  • Sosyal medyada manipülasyon başlar.

Oysa gerçek kanunlar artık ekranın dışında yapılır. Sen o sırada birbirine düşman edilirken, yasalar çoktan yazılmış olur.

Ne Yapmalı?

  • Öncelikle anlamalıyız ki millet egemenliği artık bir vitrin öğesidir.

  • Parlamento, egemenliğin kaynağı değil, halkı teskin etme aracıdır.

  • Yasalar; milli ihtiyaçlardan değil, küresel uyum politikalarından doğar.

  • İklim Yasası da bunun sadece bir örneğidir.

Gerçek çevreciliği kirleten köylüde değil, çevreyi şirketleştiren sistemde aramalıyız.

Bu Bir Yasama Değil, Teslimiyettir

Bizlere “iklim için fedakârlık” yapmamız gerektiği söyleniyor. Ama bu fedakârlık tek yönlü. Karbon emisyonu yüksek ülkeler aynen devam ederken, bizim sırtımıza “sürdürülebilirlik prangası” vuruluyor.

Ve halk mecliste yasa geçiyor sanıyor. Oysa o yasa, çoktan başka yerde hazırlanmıştı. Meclis sadece perdeyi açtı.

Bu bir yasa değil. Bu bir işaret fişeği. Bu bir milletin kendi topraklarına, suyuna, tarlasına, hayvanına, üretimine veda törenidir.

Kısacası: Bu bir son perde.

Perde kapanmadan önce gözünü aç. Çünkü bu oyun senin üzerine yazıldı. Ve sen seyirci değil, artık oyuncusun.

“Meclis artık halkın değil, küresel metinlerin sesidir.
Hükümetler temsilci değil, uygulayıcıdır.
Ve yasalar artık halkın değil, küresel masa sahiplerinin kaleminden çıkar.”

Bahadır Hataylı/03.07.2025/Sancaktepe/İST

4 Temmuz 2025 Cuma

Sustuğunuz Yerde Yanlış Konuşur (Hakkı Tut, Haksızlığa Susma)

 Sessizliğin Yükü

Bugün bir millet susturulmuşsa, bu sessizlikten en çok nasiplenenler yanlışları doğru gibi gösterenlerdir. İhanet, doğrudan gelirse tanınır; ama ihanet, sadakat maskesiyle gelirse, milletin yüreğini parçalar. Hakikatin yanında gibi görünenlerin, aslında onun en büyük düşmanı olduğu zamanlardayız. Bu zamanlarda susmak, zulmün ortağı olmaktır.

İşte böyle bir ortamda, Necmettin Erbakan Hoca’nın şu sözü, karanlıkta çakan bir şimşek gibi zihinleri aydınlatıyor:

"Yanlışın en tehlikelisi, doğruya en yakın olan yanlıştır. Çünkü, doğruyla karıştırılması ve insanların daha kolay aldatılması ihtimali taşımaktadır."

Bu söz, bugün toplum mühendisliğinin, medya manipülasyonlarının, sahte dindarlıkların, çakma milliyetçiliklerin ve uydurma vatanperverliklerin tam merkezine bir kurşun gibi saplanıyor.

Gerçek Vatanseverlik-Bayrağı Sevmek Değil, Onu Kirletmemektir

Vatanı sevmek; sadece bayrak sallamak, nutuk atmak, miting meydanlarında “şehitler ölmez” diye bağırmakla olmaz. Vatanı sevmek; halkı yoksulluğa mahkûm etmemekle olur. Vatanı sevmek; torpili, yolsuzluğu, adaletsizliği önlemekle olur. Vatanı sevmek; bir grup zengini koruyup, milyonları süründürmemekle olur.

Bugün vatan sevgisi adı altında, halkın gözlerinin içine baka baka yanlışlar işleniyor. Kamuda liyakat ayaklar altına alınıyor. Din, ahlâk ve değerler; iktidarların siyasi aparatı haline getiriliyor. Yalanlar, doğruymuş gibi anlatılıyor. Hırsızlık, hizmet; adam kayırma, vizyon; rant, yatırım gibi gösteriliyor.

İşte Erbakan Hoca’nın sözü burada devreye giriyor. Çünkü yanlış olan ama doğruya çok benzeyen bu sahte anlatı, halkı kandırıyor. İnsanlar da "madem din elden gidiyor diyorlar, madem bayrak diyorlar, demek ki doğrudurlar" zannıyla asıl ihaneti alkışlıyor.

Dinle Aldatmanın Bedeli: Sahte Dindarlık ve Gerçek Ahlaksızlık

“Allah’tan korkan bir yönetime ihtiyacımız var” diyenlerin, Allah’tan korkmadığını ne zaman anlayacağız?

Dindarlık, yolsuzlukla beraber yürür mü? Müslüman, fakirin hakkını gasp eden sisteme “helal” der mi? Din, haksız kazancı örtmek için bir perde olarak kullanılır mı?

Bugün en büyük tehlike, dinî kavramların içinin boşaltılarak, siyasi manipülasyon aracı haline getirilmesidir. Cami kürsüleri, partizanlıkla kirletilmiş; iman, sandığa mahkûm edilmiştir.

Her gün “İslam elden gidiyor” diyerek koltukları sağlamlaştıranlar, o İslam’ı en çok ayaklar altına alanlardır. Namaz kılan ama adaletle yönetmeyen; oruç tutan ama fakirin lokmasını çalan; hacca giden ama torpilci olan, bu dini temsil edemez!

Doğru gibi gözüken bu din anlatısı, aslında Hakk’a değil, makama hizmet etmektedir.

Milli Görüş’ün Asıl Ruhu-Ahlak, Adalet, Üretim ve Hakkaniyet

Erbakan Hoca’nın davası neydi? Sadece iktidar olmak mıydı? Hayır!

Milli Görüş, ahlak demekti. Adalet demekti. İsrafla mücadele demekti. Üreten ekonomi, sanayileşme, dışa bağımlılığa son verme demekti. Faize savaş açmak demekti. Fakir fukaranın başını okşamak demekti.

Ama bugün bu adla hareket edenlerin çoğu, bu ruhu sadece logolarda bırakmış, özünü unutmuş, şekli muhafaza ederek içeriği öldürmüştür.

Erbakan Hoca’nın “doğruya en yakın yanlış” sözü tam da bunu anlatır:

Bugün doğruya en yakın yanlış, Milli Görüş’ü temsil ediyoruz diyen ama aslında onun ruhunu çiğneyenlerdir.

Onlar, vitrininde Kur'an, kasasında faiz olan; kürsüsünde İslam, icraatında yolsuzluk olanlardır.

Toplumu Uyuşturan 5 Zehirli Doğruya-Benzeyen Yanlış

  1. “Dış güçler bizi kıskanıyor” yalanı: Her başarısızlığın bahanesi dış güçlerse, siz neden varsınız? 22 yıldır iktidardasınız, hâlâ dış mihrak mı? Bu, suçu başkasına atarak halkı uyutmanın klasik yöntemidir.

  2. “Din elden gidiyor” korkusu: Dini korumak Allah’ın vaadidir; sizin değil. Asıl din, adaleti ve kul hakkını korumaktır. Dini, iktidar için bir kalkan olarak kullanamazsınız.

  3. “Vatan millet Sakarya” nutukları: Eğer vatan buysa, neden milyonlarca genç yurt dışına kaçmak istiyor? Vatanın sahibi olmak, halkı mutlu etmekle mümkündür; sloganla değil.

  4. “Ekonomik kriz küresel” yalanı: Evet dünya zor günler yaşıyor ama biz neden en kötüler arasındayız? Faiz, enflasyon, işsizlik neden en yüksek bizde? Bunun adı beceriksizliktir, ihanetse o ayrı bir meseledir.

  5. “Yerli ve milli olmak” kandırmacası: Gerçek millilik, yerli malı kullanmak değil; ithalatı azaltmak, üretimi artırmak, dışa bağımlılığı bitirmektir. Sizin millilik anlayışınız sadece pankartlarda.

Gerçek Liderlik-Doğruya Sadakat, Yanlışa Tavırdır

Bugün halk, yöneticilerden gerçek liderlik bekliyor. Gerçek liderlik, “ben yaptım oldu” değil, “halkın hakkını gözetmektir.

Bir toplumda bir grup lüks içinde yaşarken diğerleri kuru ekmeğe muhtaçsa; orada sistem iflas etmiştir.

Ve en kötüsü: Bu bozuk sistem, doğru gibi pazarlanıyorsa, o toplumda hakikatle yalan yer değiştirmiştir.

“Doğruya en yakın yanlış” sizi daha çok kandırır. Çünkü onu sorgulamazsınız. Ona güvenirsiniz. O yüzden en çok oradan vurulursunuz.

Halkın Görevi-Sorgulamak, Susmamak, Sahip Çıkmak

Ey halkım!

Artık gözlerinizi açınız. Artık size “din” diye, “vatan” diye, “milli değer” diye satılan yalanlara kanmayınız. Sahte dindarlıklara, gösterişli camilere, lüks araçlı imamlık sistemlerine, dört maaşlı danışmanlara, saltanatla süslenmiş yönetimlere susmayınız!

Gerçek mümin, zalime karşı sesini yükseltendir. Gerçek vatansever, halkın yanında durandır.

  • Sorgulayınız!

  • Savunmayınız, anlamaya çalışınız!

  • Sadakat değil, adalet arayınız!

  • Hakk’ı tutunuz, haksıza destek olmayınız!

 Yeni Bir Başlangıcın Eşiğindeyiz

Bu söz, bir çağrıdır, susturulmuş vicdanlara bir fısıltıdır:

Artık uyanın! Gerçek doğruyla, doğruya benzeyen yanlış arasındaki farkı görün. Doğru; halkı yaşatır. Yanlış; halkı kandırır.

Bugün Türkiye’de olan budur:

  • Yanlışlar doğru gibi gösteriliyor.

  • Yanlış yapanlar, dini söylemlerle meşrulaştırılıyor.

  • Yanlış sistem, “yerli ve milli” adı altında kutsanıyor.

Ama unutmayınız:

Hakikat, gecikir ama asla yenilmez. Ve halk bir kez uyanırsa, artık hiçbir doğruya benzeyen yanlış onu kandıramaz.

Çağrımız Şudur:

  1. Herkes vicdanına dönsün.

  2. Herkes bir gün hesap vereceğini unutmasın.

  3. Herkes, Hakk’ın yanında durmayı şeref bilsin.

Ey halkım!

Bir sözle başlar uyanış:
Ve o söz söylenmiştir:
“Yanlışın en tehlikelisi, doğruya en yakın olan yanlıştır.”

Bugün bu sözü anlayanlar, yarının adil yöneticileri, temiz toplumunun kurucuları olacaktır.

Erol Kekeç/04.07.2025/Sancaktepe/İST

3 Temmuz 2025 Perşembe

Kur'an'ın unutulduğu yerde Müslümanlık mı olur?

“O hâlde sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Gerçekten sen dosdoğru bir yol üzerindesin. Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için bir şereftir. Ama ondan sorumlu tutulacaksınız.”

(Zuhruf/43-44)

1. Hakikatin Terk Edildiği Bir Çağda Yaşıyoruz

Kur'an, müminler için yalnızca bir kitap değil; aynı zamanda bir hayat kılavuzu, bir şahsiyet inşa edicidir. Ancak bugün "Müslümanım" diyen milyonlarca insanın yaşamında Kur'an'ın yalnızca kitaplıkların en üst rafında bir süs, cenazelerin olmazsa olmaz tören nesnesi, Ramazan ayında ölüler için hatim vesilesi ya da Arapça okunduğunda sevap kazanılan "okunur ama anlaşılmaz" bir metin haline gelmesi, bu ayetlerin ihtarına ne kadar muhtaç olduğumuzu göstermektedir.

Ayette Allah Resulüne “sana vahyedilene sımsıkı sarıl” buyruğu gelirken, bu hitabın sadece O’na değil, O’na tabi olduğunu söyleyen bütün ümmete yönelik olduğu çok açıktır. Sarılmak bir sevgi değil, bir bağlılık, bir öncelik, bir ölçü ilanıdır.

Peki bugün kaç kişi hayatında Kur'an'a gerçekten sarılıyor?

2. Kuran’ı Rehber Edinmemiş Bir Dindarlık Sahici Olabilir mi?

Bugün toplumda İslam adına şekilsel ritüeller çokça görünür hâlde. Camiye giden, başörtü takan, oruç tutan, hac ziyaretinde bulunan insan sayısı az değil. Ama sormak gerek:

Peki ya ticaretinde Kur'an var mı?

Evinde adalet, merhamet ve hakkaniyet Kur'an'dan mı öğrenilmiş?

Çocuklarını yetiştirirken öncelik Kur'an'ın ahlakı mı, yoksa dünyevî kariyer mi?

Bir toplumda Kur'an varken neden hâlâ rüşvet, faiz, adam kayırma, zulüm, ahlaksızlık bu kadar yaygın?

Çünkü Kur'an sadece sesli okunan, gözle izlenen, ama kalple taşınmayan bir kitap hâline getirildi. Ve işte tam da bu yüzden bu ümmet; Kitabı'n gölgesinden bile uzaklaştı.

3. Kur'an ile Kurulan Suni Mesafe Duvarlar

Kur'an ile Müslümanlar arasında duvarlar örüldü. Bu duvarlar maddî değil, manevî duvarlardır. Gelin, birlikte bu duvarlara bakalım:

a. Dil Duvarı

Bugün milyonlarca Müslüman, Kur'an'ın ne dediğini bilmiyor. Arapça bilmediği gibi, kendi dilinde mealleri de okumuyor. Oysa Kur'an'ın ilk emri “Oku!” idi. Ama şimdi insanlar süs için okuyor, sevap için okuyor, ama anlamak için okumuyor.

Kur'an'ı anlamadan okumak, onun gölgesine bile ulaşamamak demektir.

b. Mezhepçilik Duvarı

Kur'an'ın önüne “bizim mezhep ne diyor” sorusu kondu. Oysa Allah şöyle buyurur:

“Onlar dinlerini parça parça ettiler, fırkalara ayrıldılar; her fırka kendi yanında olanla sevinmektedir.” (Rum /32)

Bugün Kur’ân’ı doğrudan rehber edinmek yerine, herkes kendi cemaatinin, şeyhinin, mezhebinin açıklamasına daha çok sarılıyor.

c. Gelenek Duvarı

Kur'an bir şey söyler ama insanlar “atalarımızdan böyle gördük” diyerek onu ikinci plana atarlar.

“Biz atalarımızı bir din üzere bulduk, biz de onların izinden gidiyoruz.” (Zuhruf/ 22)

d. Laikleşme Duvarı

Bazı Müslümanlar Kur'an'ı sadece bireysel hayata indirger: “Kalbim temiz olsun yeter!” der. Kur'an'ın ekonomik, sosyal, siyasal rehberliğini dışlar.

Oysa Kur'an, hem bireyi hem toplumu inşa etmeye gelir.

4. Kur'an'ı Bırakmanın Sonucu: Şerefin Kaybı

Zuhruf 44. ayet çok net bir ifade kullanır:

“Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için bir şereftir.”

Kur'an'dan uzaklaştığımız gün, işte o gün izzeti, onuru, saygınlığı kaybettik. Bugün İslam coğrafyası neden bu kadar parçalanmış, hor görülmüş, zulüm altında? Çünkü Kur'an artık bizim hayata yön veren kitabımız değil. Sadece cenazelerde hatırlanan, camilerde yankılanan, ama toplumda yaşanmayan bir metin hâlinde kaldı.

Kur'an bizim elimizde olmasına rağmen, adeta yokmuş gibi davranılıyor. Bu, bir hakikatten değil, bir gafletten kaynaklanıyor.

5. Kur'an'dan Kopuşun Dramatik Örnekleri

a. Adalet Yerine Adamcılık

Kur'an “adaleti gözetin” der, ama toplumda torpil, rüşvet, kayırma kol gezer.

“Bir topluluğa olan kininiz bile sizi adaletsizliğe itmesin.” (Maide/ 8)

Bugün bu ayet yerine, “bizden olan kazansın” mantığı egemen.

b. Faiz ile Savaşan Toplumlar

Kur'an faizi Allah ve Resulüne savaş açmak olarak niteler. (Bakara/ 279)

Ama İslam ülkelerinde ekonomiler faiz düzeniyle döner. Hem de bunu yönetenler "biz Müslümanız" der.

c. Kadın Hakkı Diyenler Ama Evde Zulmedenler

Kur'an kadınları birer rahmet ve sükûnet sebebi olarak tanımlar. Ama kadına şiddetin en çok görüldüğü yerler yine “İslam” adıyla anılan yerlerdir. Çünkü Kur'an sadece sesle okunur ama hayata geçirilmez.

6. Kur'an Gölgesine Giremeyen Müslümanlık Bir Aldanış

Bugün birileri kendini şöyle tanımlar:

“Ben beş vakit namazımı kılarım ama Kur'an okumam.”

“Ben orucumu tutarım ama sosyal adalet konularını Kur'an'a bırakmam.”

“Ben hacdan geldim, ama hâlâ kibirli, hâlâ cimri, hâlâ yalan dolan içindeyim.”

Bütün bunlar bize gösteriyor ki, Kur'an hayatın merkezine alınmadıkça yapılan ibadetler sadece ritüel olur; ruhsuz, niyetsiz ve etkisiz hâle gelir. Kur'an'ın gölgesine giremeyen dindarlık, şekilsel bir maskedir.

7. Oysa Kur'an Hayattır, Hayatın Ta Kendisi

Kur'an şöyle der:

“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah’a ve Resulüne icabet edin.” (Enfal/ 24)

Kur'an hayat verir, diriltir, şekil değil ruh kazandırır.

8. Ümmete Son Çağrı: Kur'an'a Geri Dön!

Ey kendini Müslüman sayanlar!

Kur’ân elinizde ama gönlünüzde değil.

Evlerinizde ama hükümlerinizde değil.

Mevlitlerde var ama mahkemelerde yok.

Cami duvarında var ama kalbin duvarını aşamıyor.

Allah bu Kitap için hesap soracağını söylüyor:

“...O (Kur’ân), senden ve kavminden sorulacaktır.” (Zuhruf/ 44)

Bu, bir uyarıdır!

Bu, bir çağrıdır!

Bu, bir hesap gününün ilanıdır!

9. Çözüm: Kur'an'a Dayalı Bir Diriliş

Ne yapmalıyız?

Kur'an'ı anlamak için okumalıyız. Her Müslüman, meal okumayı, tefekkür etmeyi ibadet bilmeli.

Hayatın her alanında Kur'an'ı ölçü edinmeliyiz. Ticarette, evlilikte, siyasette, eğitimde...

Kur'an'ı merkeze alan bir eğitim sistemi kurmalıyız.

Kur'an'la hükmetmeyi bir hedef olarak görmeliyiz. Şekilci değil, ahlaklı bir toplum inşa etmeliyiz.

Kur'an'ı içselleştirmeyen hiçbir ibadetin ruhu olmayacağını bilmeli, dindarlığı sadece dış görünüşe indirgememeliyiz.

10. Kur'an'ı Terk Eden Peygamber’in Şikayeti

Resulullah (s.a.v.) şöyle diyecek:

“Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı terk etti.” (Furkan/ 30)

O gün bu şikayet bize yönelirse ne cevap vereceğiz?

“Ben mevlitte okudum ya Rabbi”?

“Ramazan'da hatim indirdim ya Rabbi”?

“Açılışta Kur'an dinledim ya Rabbi”?

Ama hayatımda senin kitabının hükmü yoktu ya Rabbi…

İşte o gün Kur'an'ın gölgesine giremeyen herkes, Allah’ın azabının gölgesinde kalacaktır.

 Unutma Ey İnsan!

KUR’ÂN’DAN UZAKLAŞMAK, ALLAH’TAN UZAKLAŞMAKTIR.

KUR’ÂN’A SARILMAK, HAYATI KUCAKLAMAKTIR.

KUR’ÂN’I ANLAMAK, KENDİNİ BULMAKTIR.

KUR’ÂN’I YAŞAMAK, ŞEREF SAHİBİ OLMANIN TEK YOLUDUR.

İşte bu, bir ültimatomdur.

Bir çağrı değil, bir zorunluluktur.

Bir tercih değil, bir sorumluluktur.

Ya Kur'an ile dirileceğiz…

Ya da Kur'an'ın terk edilenleri olarak mahşerde yıkılacağız.

11. Vahyin Yerine Hezeyanlar-Kur’ân’dan Kopuşun En Tehlikeli Biçimi

Zuhruf Suresi 43. ayette açıkça şöyle buyrulur:

“O hâlde sana vahyedilene sımsıkı sarıl.”

Bu ayet yalnızca Resûlullah’a değil, Resul'e tabi olduğunu iddia eden her Müslümana bir emirdir, bir yol haritasıdır, bir iltizamdır.

Ancak ne acıdır ki bugün Kur’ân’a sarılmak yerine Resûl'ün ağzından uydurulan sözlere sarılmak, Kur’ân'ı gölgeye atarak onu hadis diye rivayet edilenlerin ardına gizlemek, dinin en büyük sapmalarından biri olmuştur. Bu, sadece Kur'an'a ihanet değil, aynı zamanda Resûlullah’a da açık bir iftiradır.

12. Resul Hiçbir Zaman Vahiy Dışında Din Koymadı

Resûlullah bir vahiy taşıyıcısıydı. Görevi Allah’tan aldığı vahyi, eksiksiz, olduğu gibi insanlara tebliğ etmekti.

“O, kendi hevasından konuşmaz. O (söyledikleri), yalnızca kendisine vahyedilen bir vahiydir.” (Necm/ 3-4)

Resul'ün dilinden çıkanın vahiy olduğunu söyleyen Kur'an, yine başka bir yerde şöyle buyurur:

“Eğer (Muhammed) bize karşı bazı sözleri uydurmuş olsaydı, biz onu kudretle yakalardık.” (Hâkka/44-46)

Peki, Kur'an bu kadar açıkken, bugün “Resul böyle dedi”, “şöyle buyurdu” denilerek din adına ortaya atılan ve Kur'an'la çelişen binlerce sözün kaynağı ne?

Bu Resul'e atılmış iftiralardır. Eğer Resul gerçekten din adına vahiy dışında bir şey söylediyse –ki Kur'an bunun asla olmadığını bildiriyor– bu vahim bir durumdur. Ama asıl vahim olan, Resul'e bu iftiraların atılması ve bu uydurma sözlerin Allah’ın kelamıyla eşdeğer, hatta kimi zaman ondan üstün görülmesidir.

13. Kur'an'a Paralel Din Üretmek Şirkin En Sinsi Hâli

Bugün birçok çevre, dini sadece Kur'an'dan öğrenmek isteyen insanlara "mealci", "fitneci", "reformist", "sapık" diyerek saldırıyor. Oysa Kur'an'ı merkeze almayan hiçbir din, İslam olamaz.

Çünkü Allah, dinini sadece Kur'an ile açıklamıştır.

“Bu (Kur'an), insanlara bir beyan, muttakilere bir hidayet, rahmet ve öğüttür.” (Al-i İmrân/138)

Ancak bu açıklığın karşısında  paralel bir din üretildi:

Uydurma hadislerle Allah adına hüküm verildi.

Alimlerin içtihatları dinleşti.

Tarikat şeyhleri dinin kaynağıymış gibi konuştu.

Bazılarına Allah’tan torpilli oldukları, şefaat yetkisi verildiği sanıldı.

Kur'an'da yeri olmayan ibadetler, dualar, ritüeller meşrulaştırıldı.

Kur'an'ın ölçüsüyle çelişen sözler dinin temeli hâline getirildi.

Böyle bir yapı Allah’a şirk koşmaktan başka nedir?

Kur'an'a eş bir kaynak üretmek, Allah’ın indirdiği dine başka bir din eklemektir. Bu ise hakikatin üzerini örtmek, batıla zemin hazırlamak, insanları haktan uzaklaştırmak demektir.

14. Dini Güçle Yönetenler ve Güce Tapınan Dindarlık

Kur'an merkezli bir din, her dönemde iktidarı rahatsız eder. Çünkü Kur'an adalet ister, şeffaflık ister, hesap verirlik ister. Ama güç sahipleri, kendi kurdukları baskı rejimini “din” kılıfıyla meşrulaştırmak için Kur'an'ı değil, güdümledikleri sözde alimleri, şeyhleri, kadroları kullanır.

Bugün Müslümanlar, bazı şeyhlerin sözüne Allah’tan gelen ayetten daha çok inandılar. Hatta bir kısmı şeyhlerini “Allah’ın has kulu”, “kurtarıcı”, “aracı” gibi sıfatlarla öne çıkardı. Bu ise apaçık şirktir:

“Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler.” (Tevbe/ 31)

Bilginlerini, şeyhlerini, mollalarını Allah gibi dinin kaynağı gören her anlayış, Kur'an'a sırtını dönmüştür. Bunlar, Allah’ın dinini değil, kendi hezeyanlarını din yapmıştır.

15. “İtiraz Edene Fitneci” Demek, Hakkı Öldürmenin Yeni Yolu

İslam tarihinde hak sözü savunan her kişi, “fitne çıkarıyor” denilerek susturulmaya çalışılmıştır. Bugün de Kur'an'a dönelim diyen, Allah’tan başkasının hükmüne razı olmayan, Resul'e atılan uydurma hadisleri sorgulayan her Müslüman, “fitneci, sapık, ajan, hain” ilan edilmekte.

Bu durum tam da Firavun ’un taktiğidir:

“Musa sizi yerinizden çıkarmak isteyen bir fitneci!” (Şuara/35)

Kur'an'a çağıranlar fitneci, saltanata ve şirke tapanlar ise “ehli sünnet” oldu!

Bu, Kur'an'ın değil, çıkarın dini haline gelmiştir. Ve Allah’ın dini böyle bir sistem olamaz.

16. Gerçek Dine Dönüş Kur'an'ın Tek Kaynak Olduğu Bir İslam

Bu din, ne şeyhlerin, ne mezheplerin, ne uydurulmuş hadislerin dinidir.

Bu din, Allah’ın dinidir.

Ve Allah’ın dini sadece Kur'an'a dayanır.

Din adına söylenen her şey Kur'an'a arz edilmelidir.

Kur'an'a aykırı olan her söz, isterse peygamber adına söylensin, reddedilmelidir.

Resûlullah’ın sünneti, Kur'an'ın yaşanmış hâlidir, ama asla Kur'an'ın yerine geçmez.

Şeyh, hoca, alim, veli… Hepsi Allah’ın kuludur. Dinin kaynağı değil, en fazla yol göstericidir. Ama onlar da vahye tabidir.

17.  Ya Kur'an, Ya Batıl

Ey Müslüman!

Artık karar verme vaktidir:

Ya Kur'an'a sımsıkı sarılacaksın…

Ya da uydurulmuş bir dinin hezeyanlarında boğulacaksın.

Ya Allah’ın dinini hak ettiği gibi anlayıp yaşayacaksın…

Ya da Allah’ın dinini şeyhlerin, hocaların, siyasi liderlerin kurgusuyla tanıyacaksın.

Ya hesap günü Resul'ün yanında olacaksın…

Ya da onun “kavmim bu Kur'an'ı terk etti” şikayetinin konusu olacaksın.

18. Dua Yerine Bir Feryat

Allah’ım,

Bizi Kur'an'ı terk edenlerden eyleme.

Bizi Resul'e iftira atanlardan eyleme.

Bizi Kur'an'ı hayatına indirmeyen gafillerden eyleme.

Bize doğruyu doğru olarak göster, eğriye asla meyletme.

Ve bizi, Kur'an'a sımsıkı sarılmışlardan eyle....Amin

Erol Kekeç/24.07.2024/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!