Bu Blogda Ara

2 Temmuz 2025 Çarşamba

Ses Değil Mesaj-Kur’an’la Dirilişe Çağrı

 


"Kur'an'ı Okumak Değil, Anlamak yaşamak Kurtarır

"Kur’an’ın ne dediğini değil de Arapça harflerin nasıl okunduğunu öğretmeye devam ettiğimiz sürece kimse gelişmiş, erdemli, ahlaklı bir toplum beklemesin" bu sadece bir eleştiri değil; İslam dünyasının entelektüel, ahlaki ve toplumsal çöküşünün özlü bir özetidir. Bu söz, tarihin derinliklerinden bugünün cehalet sarmalına kadar uzanan bir çığlıktır. Çünkü bugün camiler dolu ama kalpler boş. Diller Kur’an okuyor ama zihinler hakikatten bihaber. Kalabalıklar secde ediyor ama secdelerle anlam arasında bir bağ kalmamış.

1. Zilletin Sebebi-Anlamdan Uzak Bir Din Algısı

Bugün İslam coğrafyasında milyarlarca insan Kur’an okuyor. Ama ne için? Düğünlerde, cenazelerde, kandil gecelerinde bir gelenek olarak, anlamı düşünülmeden okunan bir kutsal metin haline getirildi Kur’an. Oysa bu kitap, ölüler için değil; yaşayanlar için, dirilenler içindir.

Kur’an, “Onlar hâlâ Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitler mi var?” (Muhammed/24) diyerek açıkça uyarır. Ama bu uyarı bile duyulmaz. Çünkü Kur’an bir zikir (öğüt) değil; sadece bir ses, bir tılsım, bir fon müziği gibi algılanıyor artık. İslam dünyası Kur’an’ı okumayı öğreniyor, ama anlamayı öğrenmiyor. Ezber var, tecvit var, hat var; ama bilinç yok, direniş yok, dönüşüm yok.

2. Ahlaklı Toplum-Okunan Kur’an Değil, Yaşanan Kur’an İster

Bir toplumun ahlaklı olması için sadece dindar olması yetmez. Dindarlık, ahlaki bilinçle birleşmediğinde sahte bir maske olur. Bugün insanlar hacca gidiyor ama komşusunun hakkını yiyor. Camiden çıkıp yalan söylüyor, iftira atıyor, rüşvet veriyor, kul hakkını çiğniyor. Çünkü ibadetler anlamdan kopuk bir biçimcilik içinde yapılıyor.

Kur’an ahlakı inşa eder, çünkü onun özü adalettir, merhamettir, iffet ve dürüstlüktür. Ama biz o özü değil, sadece lafzı öğretiyoruz çocuklara. Yüzünden okuyanlar artıyor, yüzüyle yüzleşenler azalıyor.

Bir toplumda:

  • Kadınlar örtünüyor ama iffetsizlik artıyorsa,

  • Camiler artıyor ama ahlak düşüyorsa,

  • Hafızlar çoğalıyor ama vicdanlar susuyorsa,

orada Kur’an sadece sesli okunuyordur, hayata indirgenmemiştir. Şeriati tam da bunu söylüyor: Arap harflerini öğreterek değil, Kur’an’ın ruhunu yaşatarak kurtuluruz.

3. Kur’an’a Yabancılaşmanın Tarihsel Arka Planı

Kur’an, indirildiği dönemde bir devrimdi. Cahiliyenin zulmüne karşı, kölelere, yetimlere, kadınlara umuttu. Ama Emevilerle başlayan süreçte Kur’an sarayların duvarına asıldı, halktan uzaklaştırıldı. Abbasiler döneminde tefsir, kelam ve fıkıh ilimleri öyle katı kalıplara sokuldu ki; Kur’an artık sadece âlimlerin alanına ait bir metne dönüştü.

Bu zihinsel kopuş asırlar boyunca devam etti. Mezhepler, tarikatlar, kültürel gelenekler Kur’an’ın önüne geçti. Ve zamanla Kur’an, hayata yön veren bir kitap olmaktan çıkıp, sadece okunmasıyla sevap kazanılan bir nesne haline geldi.

4. Anlamdan Kopan Din, Zalimlere Hizmet Eder

Din, eğer halk tarafından anlamıyla kavranmazsa, zalimlerin elinde bir uyuşturucuya dönüşür. Ve bugün aynen böyle olmuştur. İslam coğrafyasının yöneticileri halkı susturmak için dini kullanıyor. Zulme karşı çıkmak isteyenler, “fitne çıkarma” suçlamasıyla susturuluyor. Çünkü halk, Kur’an’ın “zalimlere boyun eğmeyin” diyen ayetini anlamıyor; sadece “itaat edin” kısmını duyuyor.

Eğer Kur’an’ın adalet vurgusu anlaşılmış olsaydı, bugün yolsuzluklar karşısında bu kadar sessiz kalınmazdı. “Hiçbir nefis başka bir nefis adına yük yüklenmez” ayeti kavranmış olsaydı, bugün mezhep kavgaları bu kadar kanlı olmazdı. Ama Kur’an okunmuyor; sadece seslendiriliyor.

5. Çözüm-Tecvidi Değil, Tefekkürü Öğretmek

İslam dünyasının kurtuluşu, Arap harflerini doğru telaffuz etmekte değil; Kur’an’ın mesajını doğru anlamaktadır. Artık çocuklarımıza elif-be öğretirken aynı zamanda adalet, emek, merhamet, hakikat kavramlarını öğretmeliyiz.

Kur’an tefsiri, hayat tefsiri haline gelmedikçe toplumlar düzelmeyecek. Cami kürsülerinden artık cennet tasvirleri yerine adalet, hak, hukuk, liyakat konuşulmalı. İmamlar sadece dua değil, bilinç aşılamalı. Medreseler sadece hafız değil, ahlaklı bireyler yetiştirmeli.

Kur’an “Sakın zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size de ateş dokunur” (Hud/113) diyor. Ama biz bu ayeti ya hiç duymuyoruz ya da anlamıyoruz. Çünkü bu ayet Arapça okunuyor; ama hayatımıza hiç dokunmuyor.

6. Diriliş Çağrısı-Ya Kur’an Hayata inecek, Ya Hayat Tükenmeye Devam Edecek

Kur’an’ın indirildiği dağlar bile titredi. Ama bugün onu okuyan kalpler titremiyor. Çünkü onu anlamıyoruz. Onun çağrısını sadece kulakla değil, akılla, kalple ve vicdanla duymadıkça İslam dünyasında ne ahlak ne de medeniyet yeşerir.

 Kur’an bir hayat kitabıdır. Sadece mezarlıklarda değil, mahkemede de, mecliste de, pazarda da, okulda da yaşanmalıdır. O zaman toplum gelişir, insanlar erdemli olur, ahlak yeniden dirilir.

7.Ya Anlayanlardan Oluruz, Ya Anlamsızlaşırız

Bu yazıyı okuyan herkesin kendine sorması gereken soru şudur: Kur’an’ı gerçekten anlıyor muyum? Yoksa sadece çocukluğumdan beri bana öğretilen şekliyle mi okuyorum?

Eğer cevap "hayırsa", Ali Şeriati’nin sözünü sadece beğenmekle yetinmeyelim. Onu bir uyanış çağrısı olarak görelim. Çünkü bu çağrı bize değil, içimizdeki ölü vicdanlara yapılmıştır.

Kur’an’ı anlamayan bir toplumda:

  • İyiler susar,

  • Kötüler konuşur,

  • Zalimler güçlenir,

  • Mazlumlar unutulur.

Ve en kötüsü de, herkes bunu "kader" sanır. Oysa Kur’an’ın kaderi değiştirmek için indiğini fark edenler, bu zilleti yırtacak olanlardır.

“Kur’an hayattır. Ya onu hayatına alırsın ya da hayattan düşersin.”

Erol Kekeç/02.07.2025/Sancaktepe/İST

30 Haziran 2025 Pazartesi

Çağdaş Cahiliye mi? (Kadın, Kimlik, Örtünme ve Özgürlük Üzerine Bir Sorgulama)



Gözün Görmediği, Aklın Unuttuğu

Bir çağın özgürlük anlayışını, o çağda kadının ne kadar örtünebildiği değil, ne kadar kendi kararıyla örtünüp örtünemediği belirler. Kadının giysisi yalnızca bir kumaş değildir; onun kimliğini, statüsünü, aidiyetini ve özgürlük alanını temsil eder. Tarih boyunca kadınların giyimi üzerinden toplumlar şekillenmiş, ideolojiler inşa edilmiş, hatta medeniyetlerin yönü belirlenmiştir. Bu makalede, kadının örtünmesi ya da açılması üzerinden değil; insan onurunun nasıl anlam kaymasına uğradığını, tarihsel örneklerle ve sosyolojik bir bakışla ortaya koymaya çalışacağım.

1. Cahiliye Döneminde Kadın-Sahipsizlik, Eşyalaşma ve Özgürlükten Yoksunluk

İslam öncesi Arap toplumunda kadınlar, genellikle iki uç arasında varlık gösteriyordu: ya tamamen sahipsiz ve korunmasız ya da bir erkeğin “malı” olarak tanımlanıyordu. Kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi, kadının ekonomik ve hukuki bir özne olarak değil, mülkiyet nesnesi olarak algılandığının en sert göstergesiydi.

Giyim-kuşam bağlamında:

  • Köle kadınlar, efendilerinin teşhiri için adeta süslenir ve örtünmeleri gerekmezdi. Onlar bir “sınıfa” ait oldukları için, bedenlerinin bir anlamı yoktu; toplum onların çıplaklığını yadırgamazdı.

  • Özgür kadınlar ise sosyal statülerini korumak ve "cariyelerden ayrışmak" amacıyla örtünürlerdi. Buradaki örtünme, ahlaki bir baskının değil, sınıfsal ve toplumsal bir kimliğin beyanıydı.

Yani örtünme, tam da özgürleşmenin sembolüydü. Örtü; seçimin, farkındalığın ve aidiyetin ifadesiydi.

2. İslam’ın Gelişi-Kadına Kimlik ve Onur Kazandıran Devrim

İslam, kadına dair en köklü dönüşümü "insanlık onurunu" esas alarak yaptı. Birçok ayet ve Peygamber uygulaması, kadının hem içsel hem toplumsal varlığını koruma altına aldı.

Kur’an’da örtünmeye dair ayetler (Nur/31, Ahzab/59), kadınların iffetlerini korumaları, tanınmaları ve incitilmemeleri amacıyla emredildi. Örtünme, burada bir korunma kalkanı değil, sosyal statünün ilanı ve kişisel iradenin yansımasıydı.

Kadınlar artık örtünerek cariyelerden ayrışıyor, toplumsal saygı talep ediyor, haklarını savunabiliyorlardı. Peygamber Efendimiz’in eşi Hz. Aişe’nin ilim ve toplum içindeki konumu, örtünmenin bir geri çekilme değil; aksine bir ilerleyiş alanı olduğunu göstermektedir.

İslam, kadını saklamadı. Bilakis ona varlık hakkı verdi. Örtü ise onun bu hakkı kullandığını ilan etme biçimiydi.

3. Modernleşme ve Kadın- Özgürlüğün Şekli mi, Öz’ü mü?

Günümüz toplumlarında "kadın özgürlüğü" kavramı, tüketim kültürü ve görselliğin kutsanması üzerinden yeniden tanımlanmıştır. Artık kadınlar kendi bedenleriyle değil, başkalarının bakışına göre varlık göstermeye zorlanmaktadır.

Reklamlar, sosyal medya, moda gibi araçlar kadını yeniden bir nesneye dönüştürmüş, örtüsüzlüğü "ilerilik", teşhiri "cesaret", çıplaklığı "özgürlük" olarak pazarlamaya başlamıştır.

Böylece bir ironi doğmuştur:

  • Geçmişte cariye olan kadınlar örtünemezdi, çünkü örtü özgürlüğün simgesiydi.

  • Bugün örtünen kadınlar ‘köle’ ilan ediliyor, çünkü özgürlüğün anlamı değiştirildi.

Bu durum, ciddi bir anlam kaymasının ve toplumsal bir şahsiyet erozyonunun işaretidir. Özgürlük artık kişinin kendi tercihi değil, dış baskıların ve modanın belirlediği şablonlara sığma mecburiyetine dönüşmüştür.

4. Çağdaş Cahiliye-İnsan Onuruna Yönelik Yeni Tehditler

Bugün geldiğimiz noktada, kadına dair konuşurken iki uç arasında sıkışmış durumdayız:

  • Bir yanda kadını teşhir malzemesi yapan bir dünya var. Kadının güzelliğini sergilemesi üzerinden varlık kazandığını söyleyen seküler bir popüler kültür...

  • Diğer yanda kadını sadece örtüsüyle tanımlayan yüzeysel bir dini anlayış... Kadının ahlakını sadece görünüşüne indirgeyen, içsel derinliği göz ardı eden bir dil...

Bu iki uç da kadını bir bütün olarak ele almıyor. Kadının aklı, duygusu, inancı, mücadelesi, sezgisi yok sayılıyor.

Sonuç olarak:

Kadın yeniden “görünüşü” üzerinden değerlendiriliyor. Eskiden kölelik, örtüsüzlükle; bugün özgürlük, çıplaklıkla tanımlanıyor. Oysa ikisi de kadının değil, sistemin kurgusudur.

5. Özgürlük Nedir? Kim Tanımlar?

Asıl soruyu sormalıyız: Özgürlük nedir ve kim tanımlar?

  • Örtünmeyi kendi inancına göre yapan bir kadın özgür değil midir?

  • Çıplak giyinmeye zorlanan bir kadın gerçekten özgür müdür?

  • Toplumsal normlara uymak için bedenini sergileyen kadının seçimi ne kadar iradidir?

Özgürlük, kişinin kendisiyle barışık, dış etkilerden bağımsız, imanıyla ya da vicdanıyla uyumlu tercihler yapabilmesidir. Bir kadının başını örtmesi de, örtmemesi de bu anlamda değerlendirilmeli; ama ikisi de zorla değil, bilinçle olmalıdır.

Bugün “özgür kadın” denince sadece Batılılaşmış, açık giyinen kadın akla geliyorsa bu, düşünsel sömürünün ve kültürel tekelleşmenin en tehlikeli sonucudur.

6. Kadın ve Kimlik-Örtü, İnanç ve Duruş Olarak

İslam’da örtünme, bir teslimiyet değil, bir şahitliktir. Kadın, bu örtüyle sadece bedenini değil, duruşunu da korur. Bu, bir ideolojik tercih değil; bir kendilik ilanıdır.

Ancak günümüz toplumlarında bu örtü, kimi zaman politik bir simgeye, kimi zaman da baskı aracına dönüştürülmektedir. Asıl tehlike budur: Kadının tercihi üzerindeki baskılar dindar ya da seküler zihin yapılarından bağımsız değildir.

Kadın ne siyasi simge, ne reklam malzemesi, ne de modernliğin ölçüsüdür. O, başlı başına bir değerdir. Onun örtüsü de, bedeni de kimsenin propaganda aracı olamaz.

7. Tarih Tekerrür mü Ediyor?

Geçmişte örtünme bir asaletti; şimdi bir “tercih”  olarak  dahi kabul görmeyebiliyor.

Geçmişte örtüsüzlük köleliğin sembolüydü; şimdi özgürlük olarak pazarlanıyor.

Bu tersyüz olmuş anlam dünyası, çağdaş bir cahiliyeyi çağrıştırıyor:

  • Sınırsız açılmanın teşvik edildiği,

  • Kimliksizleşmenin özgürlük sayıldığı,

  • Kadının giysisinin kadının kişiliği yerine geçtiği bir dünya…

İnsan Onuruna Dayalı Bir Özgürlük Arayışı

Bu çağda asıl aradığımız şey, kadının ne giydiği değil, neden giydiği sorusudur.
Kadınlar örtünürken de, açılırken de, iradelerini kullanabiliyorlar mı?
Yoksa sadece başka bir otoritenin ya da modanın yönlendirmesiyle mi yaşıyorlar?

Kadının onuru, örtüsünde değil; örtüsünü kendi kararıyla taşıyabilmesindedir.
Kadının özgürlüğü, çıplaklığında değil; kimseye hesap vermeksizin yaşayabilmesindedir.

Ve belki de en büyük özgürlük, onuru koruma pahasına kaybedilmeyi göze almaktır.

Kapanış: Yeni Bir Dil, Yeni Bir Anlayış

Bugün kadına dair konuşurken yeni bir dil kurmalıyız.
Örtüsüzü aşağılamayan, örtüneni gerici saymayan bir dil...
Kadının tercihini bir düşmanlık gerekçesi değil, bir insanlık hakkı olarak gören bir anlayış...

Çünkü kadın, Allah’ın halifesi olan insanın yarısıdır.
Ve onun onurunu konuşurken, aslında insanlığın onurunu konuşmuş oluruz.

Erol Kekeç/30.06.2025/Sancaktepe/İST

29 Haziran 2025 Pazar

Güce Tapar Gölgeye Yatar Bizim Memleketin Aydını

 


Aydınların İktidar Dansı 

Sayın okur,

Müsaade ederseniz, biraz içimizi dökelim. Hani derler ya: “Bir suskunluk vardır, içinde bin kelime barındırır.” Bizimki öyle değil. Biz konuşuyoruz, hem de çok konuşuyoruz ama duyulmak istemeyen bir sesin yankısı gibi, duvarlara çarpıyor sözlerimiz.

Bugün sizlerle üzerine çokça konuşulmuş ama bir türlü konuşulduğu gibi yaşanmamış bir konuyu masaya yatıralım: Aydınlar ve iktidar. Daha doğrusu, aydın geçinenler ve onların iktidar karşısındaki o “eğik başlı”, “kalem sallarken diz çöken” duruşları...

İlk önce şu sorudan başlayalım:

Aydın kimdir, Aydın geçinen kimdir?

Aydın, halkının önünde yürüyen değil; halkının yanında yürüyendir. O karanlığa söven değil, eline fener alandır. Lakin bizde işler biraz farklıdır. Bizde aydınlar, feneri kendine tutar, halka arkasını döner. “Ben görüyorum” der, ama gördüğünü söylemez; çünkü gözü değil, gönlü iktidarın örtüsü altındadır.

Aydın geçinenler, bilgiye sahip olmakla, bilgiyi halk için kullanmak arasındaki o derin farkı hiç anlamazlar. Onlar için bilgi; halkı aydınlatmak için değil, halkı küçümsemek için vardır. Onlar için düşünmek; sorgulamak değil, uyarlamaktır. Mevcut yapıya, güce, efendiye göre şekil almaktır.

Ve ne hazindir ki bizdeki aydınların çoğu, fırtına çıkmadan önce puslu havayı koklayan; rüzgâr nereden eserse oraya dönen pervanelerdir.

Bakın dostlar,

Bir ülkede iktidar değişse bile, iktidara yakın aydın tipi değişmez. Çünkü o aydınlar, iktidarı değil, iktidar olgusunu severler. Gücü, övgüyü, ekranı, kürsüyü severler. Hakikati değil, alkışı önemserler.

İktidara ne zaman bir meşruiyet krizi yaklaşsa, ekranlarda boy gösteren “aydınlar” hemen sahneye çıkar. Ellerinde “analiz”, dillerinde “millî beka”, “istikrar”, “yerli ve milli çizgi” gibi iktidarca çokça tüketilmiş kavramlar... Halbuki ne millîliği umurlarında, ne de halkı.

Sadece şunu düşünürler: “Bir kriz çıktı mı? O hâlde bana bir yer açılır mı? Bir kurulda, bir vakıfta, bir danışmanlıkta...”

Hele bir akademik titri varsa, hele bir üniversitenin lojmanında oturuyorsa, hele bir iki makalesi uluslararası dergide yayınlanmışsa... Tam aranan adam odur! Çünkü iktidarın en çok ihtiyacı olan şey, “hakikati örtebilecek kadar cümle üretmektir...

Ve bu “aydın” kişi, bunu layıkıyla yapar.

Kendi aydınını oluşturmak iktidarın büyük projesi

İktidarların en büyük hayali, bir baraj yapmak değil; kendi aydınını yapmaktır. Beton dökülerek yükselen değil, iltifatla şişirilen bir aydın tipi...

Ne sorgular, ne taş koyar, ne de tereddüt eder. Çünkü o bilir: “Her sorgu, yerimi tehlikeye atar. Her itiraz, ekran süremi azaltır. Her gerçek, itibarıma gölge düşürür.”

O yüzden öyle güzel cümleler kurar ki, sanırsınız Aristoteles gelmiş de Taksim’de basın açıklaması yapıyor. Ama bir bakarsınız, cümlelerin tümü “iktidarın sözlüğünden” kopyalanmış.

Hani aydın dediğin halkı bilinçlendirecek ya, bizimkiler halkı hipnotize eder.

“Sorun yok,” der.

“Ekonomik sıkıntılar sadece algı,” der.

“Basın özgürlüğü gayet iyi,” der.

“Bize saldıran dış güçler var,” der.

“Kriz yok, manipülasyon var,” der.

Eline kağıdı verirler, o da robot gibi okur.

Ödüllü aydınlar süslü kitaplar boş cümleler

Bir de yazarlığı var bu işin. Aydın dedin mi kitap yazar değil mi? Bizdeki aydınlar da yazar. Ama öyle halkın derdine derman olacak, sistemi sorgulatacak kitaplar değil.

Adı "Türk Modernleşmesinde Post-Post Gerçeklik ve Geleneksel Algının Değişen Kodları" gibi olur, içi ise kahve muhabbeti kıvamındadır. Ama süslüdür, dipnotludur, özenlidir. Eleştirilemez. Neden mi? Çünkü yazarının adı bir danışma kurulundadır. Çünkü bu kitap, bir "ödül" kazanacaktır. Kime göre? Yine aynı aydınlar heyetine göre!

Yani aydın aydına ödül verir, ödül de aydına itibar kazandırır. Ve böylece bir zincir oluşur: “Birbirini parlatan ama toplumu karartan aydınlar zinciri.”

İktidar da bu zinciri kırmaz, tam tersine besler. Çünkü bilir: “Gerçek aydın baş ağrıtır, ama bu süslenmiş aydınlar bana siper olur.”

İktidarın kaldıraçlarıyla Yükselen aydın Tipi

Aydın dediğin, yokuş yukarı yürür. Bizimkiler asansöre binmiş. İktidarın inşa ettiği “fikrî asansörlerle” en tepeye çıkmış. Ve sonra bakmış aşağıya, halkı görmüş ama tanımamış. Çünkü artık yükseklerde gözler bulanır.

Birkaç örnekle anlatayım:

Bir televizyon programında, halk açlıktan bahsederken, aydın geçinen kişi "Dünya genelinde tüketim toplumunun obezleşmesi" üzerine bir sunum yapar. Çünkü halkın açlığı değil, kendi entelektüel şovu önemlidir.

Bir üniversite panelinde, iktidarın uyguladığı sansürü savunmak için  "post-truth çağda bilgi kirliliğine karşı devletin hakikati koruma refleksi" gibi cümleler kurar. Sorduğunuzda, "sansür değil, denetim" der.

Bir yazısında, işsizlik oranlarını eleştirenleri “provokatör” ilan eder. Çünkü o, “veriyle değil, vizyonla” düşünür. Kimin vizyonuyla? Elbette bağlı olduğu merkezin...

Şimdi soralım dostlar:

Cumhuriyet tarihinde hangi aydın, iktidar karşısında gerçekten dimdik durabildi?

Bir elin parmakları kadar...

Yahya Kemal bile “Ben bir padişah şairiyim” derken, Ahmet Hamdi “Bize muhalefet değil, mahviyet yakışır” diyordu. Bugün ise “Ben iktidarın aklıyım” diyenler çoğaldı.

Ama akıl ne işe yarar, eğer vicdanı yoksa?

Bugün bu ülkede birçok sözde aydın, iktidarın yönünü göstermek için değil; arkasını temizlemek için kalem oynatıyor. Entelektüel deterjan gibi çalışıyorlar: Skandalları parlatıyor, yanlışları cilalıyorlar.

Bir sanatçı “halkın yanındayım” dediğinde, onu “düşman” ilan ediyorlar. Ama bir aydın “iktidarın stratejik vizyonunu destekliyorum” dediğinde, ona “bilge” diyorlar.

Oysa bilgelik, iktidarın çanağında değil; halkın sofrasında olur.

Bu ülkede aydınlar halktan koptuğu sürece, iktidarlar da sorumsuzlaşacaktır. Çünkü iktidarı denetleyecek olan, halkın vicdanı kadar aydınların cesaretidir.

Ama bizde aydınlar, artık halktan değil; “yayın kurullarından”, “fon kaynaklarından”, “resmî ilanlardan” yana saf tutuyor.

Ve işin trajik tarafı şu: Bunlar, hâlâ “bağımsız aydın” olduklarını iddia ediyorlar.

İşte tam burada sözü size bırakayım:

Eğer bir aydın, ne zaman konuşacağını değil; ne zaman susacağını öğrenmişse, o artık aydın değil, iktidarın gölgesidir.

Ve unutmayın: Aydın olmayanın gölgesi olmaz; ama iktidarın gölgesi olan aydın, insanın karanlığı olur.

Ey halkım...

Sana gerçeği söylemeyen, seni değil ekranı gözeten, iktidarın ipiyle yukarı tırmanan aydına güvenme.

Ona “aydın” deme. O, olsa olsa _ışıklı bir gölgedir.

Ve unutma, seni gerçek aydınlatır; ama seni oyalayan, senden önce kararını çoktan vermiş olan o süslü konuşanlar, seni karanlığa mahkûm eder.

Çünkü en büyük karanlık, çok ışığın olduğu yerdedir.

Bahadır Hatayı/26.06.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!