Bu Blogda Ara

16 Mayıs 2025 Cuma

Barış Sütünden Kan Sağmak-(Ortadoğu’nun Diplomasi Memeleri ve Vicdan Fethi)



Ortadoğu’da tarih her zaman kanla yazıldı. Ama son birkaç gün içinde yaşananlar, sadece bir trajedi değil; bir akıl tutulmasının, bir insanlık çöküşünün sahneye konulmuş son perdesi gibi. Ve bu sahnede başrolde, yeryüzünün diplomasi kisvesine bürünmüş lanetli canavarı var: Bir yandan barıştan, hukuktan dem vurup, öte yandan Filistinli bir halkı terörist ilan edecek kadar alçalabilen bir zihniyet.

Daha düne kadar “Filistin kırmızı çizgimizdir” diyenlerle “Dostum Trump” diye kafa tokuşturanlar, bugün kalkmış halkları akıl testine tabii tutar gibi konuşuyor. Peki bu halklar, kendilerine yöneltilen bu akılsızlıklara neden hâlâ sağır? Neden hâlâ "Bize ne oluyor?" diye sormuyorlar? Çünkü yaşadıkları çelişkiler artık onları şaşırtmıyor. Onlar bu ikiyüzlülüğe alıştı; alışkanlık, çoğu zaman ihaneti de meşrulaştırır.

Trump – evet, kasıtlı yazıyorum bu şekilde, çünkü bu adam klasik Amerikan diplomasisi değil, bir pazarlamacı. İnek sağar gibi bölge liderlerini sağmakla meşgul: Biraz silah, biraz petrol, biraz da siyasi meşruiyet karşılığı. Bu adam sabah kalkınca Suudi Prensine gülümsüyor, öğleden sonra İsrail’in sırtını sıvazlıyor, akşam yatarken “Filistinli teröristler diye” bahsediyor. Ertesi gün bir başka müttefike “Merak etme, seni destekliyoruz” diyerek ceplerine ambargo paketleriyle pazarlık marulu sıkıştırıyor.

Bu nasıl bir diplomasi? Bu nasıl bir insanlık? Asıl soru şu: Bu yamyamca işleyen çıkar çarkının dişlisi olmaya neden bu kadar gönüllü olanlar var? Neden bu aşağılayıcı tavırlara karşı hâlâ boyun eğiliyor?

Bir halkı, 70 yılı aşkın süredir zulümle sınayan bir güce dostluk eli uzatan her devlet, aslında kendi halkına da ihanet ediyor. Çünkü bugün Filistin'e yapılan, yarın başka bir halkın başına gelecek. Unutmayın, zalimlerin iştahı sınır tanımaz.

Bakın şu son pazarlığa: "Filistinli milisleri Suriye'den çıkar, biz de ambargoyu kaldırırız." Bu ne demek biliyor musunuz? Bu şu demek: "Vicdanını bir kenara koy, kardeşini inkâr et, dostunla düşman ol, halkını sat, biz de seni parayla ödüllendirelim." Bu, artık diplomasi değil; bu düpedüz bir ahlaksızlık pazarıdır. İsmi diplomasi ama içeriği şantaj.

Ve işin trajikomik tarafı şu ki, bu utanç pazarlığını alkışlayanlar da var. Televizyonlarda bu adamların sözlerini “usta strateji” diye pazarlayanlar, gazetelerde “cesur adımlar” diye yazanlar… Evet, alkışlayanlar! Düşünün bir; evinize girip çocuğunuzu döven hırsıza karşı sizi koruyacak olan kişi, hırsızla dost oluyor ve sonra diyor ki: “Artık eve girmeyecek, ama sen de çocuklarını biraz sustur.” Bu nasıl bir anlayış? Bu nasıl bir dostluk?

Ey halklar! Size soruyorum: Bu kadar bariz çelişkileri görmüyor musunuz? "Filistin kırmızı çizgimiz" deyip, Filistinlileri terörist ilan edenlerle masaya oturanlara neden ses çıkarmıyorsunuz? Yoksa çelişki içinde boğulmak artık rutininiz mi oldu?

Biri diyor ki, “Ama bunlar realpolitik, uluslararası ilişkiler böyle işler.” Realpolitik dedikleri şey, çıkar için ahlakı boğmaksa, o zaman bırakın bu sistem batsın. Bir insanın omurgası sadece bedenine değil, fikirlerine, inancına ve vicdanına da aittir. Eğer bir milletin lideri omurgasını çıkarıp masaya koyuyorsa, o lider artık kendi milletini temsil etmez; yalnızca pazarlık masasının garsonudur.

Bakın, Suriye’de yaşananlar gözünüzün önünde. Bombalar altında doğan bebekler, enkazlar arasında yaşamaya çalışan kadınlar, soğuktan donan çocuklar… Bunları görüp de hâlâ “terörist temizliği” adı altında pazarlık yapabilmek, bir canavarlığın ötesidir. Bu, artık insanlık dışı bir zihinsel çürümedir.

Ve ne yazık ki, bu çürüme alkış topluyor. Öyle bir çağdayız ki, vicdanını yitirenler, stratejik akıl sahibi olarak sunuluyor. Zulme ses çıkaranlar “radikal” diye susturuluyor. Filistin’i savunanlara “terör destekçisi” etiketi yapıştırılıyor. Hâlbuki asıl terör, halkların iradesini susturmaya çalışan bu kirli diplomasi değil mi?

Trump gibiler, bu çağın “inek sağan efendileri.” Halkları, liderleri, hatta ilkeleri bir süt kovası gibi kullanıyorlar. Sıkıyorlar, boşaltıyorlar, sonra bir kenara atıyorlar. Ve her seferinde yeni bir kova buluyorlar. Ama asıl sorun, bu kovalık rolüne gönüllü olanlarda. “Ambargoyu kaldıralım” denince gözleri parlayanlarda. “Bizi de sevsinler” diye mazlumdan yüz çevirenlerde.

Ortadoğu’da barış, ancak inek sağanlara değil, inancı ve ilkeleri için direnenlere kulak verilince gelir. Bu kirli masalarda, masum halkların alın teri, kanı, ve gözyaşı pazarlanıyor. Biz bu masaları devirmedikçe, hiçbir zaman onurlu bir geleceğe uyanamayacağız.

Ben bu yaşananları pervasızca konuşuyorum çünkü pervasızca zulmediliyor. Çünkü artık utanma duygusu da çürümüş. Çünkü sessiz kalmak, suç ortağı olmak demektir. Çünkü bir halkın çilesi, bir başka halkın rahatına kurban ediliyorsa, orada insanlık çoktan ölmüştür.

Size soruyorum ey alkışlayanlar: Gerçekten insan mısınız? Aklınız, vicdanınız, yüreğiniz hâlâ sizinle mi? Yoksa çoktan pazarlık masasında birer metaya mı dönüştünüz? Ne için yaşıyorsunuz? Bir tweet’lik övgü için mi, bir liderin tebessümü için mi, yoksa bir imza karşılığında verilen iğrenç rüşvet için mi?

Eğer bir halka, Filistin’e “terörist” deniyorsa, bilinsin ki terörün tanımını yeryüzü yeniden yapmalı. Çünkü terör, tankla girmektir, değil mi? Terör, evleri yıkmaktır, değil mi? Terör, bir halkı yeryüzünden silmektir, değil mi? Ama bugün bunları yapanlar müttefik, bunlara direnenler terörist ilan ediliyor. Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır?

Son sözüm şu: Bu pervasızlık, bir vicdan çığlığıdır. Ben susarsam, insanlığım ölür. Siz susarsanız, insanlık zaten ölmüş demektir.

Erol Kekeç/15.05.2025/Sancaktepe/İST

15 Mayıs 2025 Perşembe

Cumhuriyet Kürt Sorunu ve Yeni Rejim Tartışmaları



Siyasal Projeksiyon, Stratejik Yönelimler ve Geleceğe Dönük Analiz

Türkiye’nin yüz yıllık modernleşme tarihine damgasını vuran temel meselelerden biri, Kürt meselesidir. Bu sorun yalnızca etnik temelli bir hak arayışından ibaret olmamış; devletin yapısal dönüşüm süreçleriyle, ideolojik yönelimleriyle ve rejim tartışmalarıyla doğrudan ilişkili olagelmiştir. Son yıllarda HDP’li milletvekillerinin zaman zaman “100 yıldır Kürtlere zulüm yapılıyor” şeklindeki çıkışları, bir etnik yakınma olarak değil, aslında çok daha geniş bir tarihsel ve siyasal zeminin yeniden yorumlanması olarak değerlendirilebilir. Aynı şekilde, MHP’nin PKK sorununu dillendirme biçimi ile HDP’nin Cumhuriyet eleştirilerini dillendirme tarzı arasında kurulan paralellikler, yeni bir siyasal mühendisliğin izlerini taşıyor olabilir.

Bu makalede; söz konusu söylemlerin hangi siyasal düzleme oturduğu, yeni anayasa tartışmalarının bu denklemdeki rolü, AKP iktidarının MHP ve HDP’yi hangi stratejik bağlamlarda işlevsel kıldığı, "Yeni Osmanlıcılık" benzeri tahayyüllerin bu denklemdeki yeri, Kürt meselesinin gelecekteki rejimsel dönüşümlerle olan bağlantısı ve Türkiye'nin olası siyasal geleceği  değerlendirilecektir.

1. Kürt Meselesi-Etnik Talepten Siyasal Stratejiye

Kürt meselesi, Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana zaman zaman bastırılmış, zaman zaman ise kontrollü biçimde gündemde tutulmuş bir problem alanı olmuştur. Bu bağlamda, HDP gibi partilerin meclisteki varlığı sadece temsil hakkı bakımından değil, siyasal rejim tartışmalarının kontrollü biçimde dillendirilmesi açısından da önemlidir. "100 yıllık zulüm" söylemi, yalnızca Kürtlere yönelik baskıların değil, aynı zamanda Cumhuriyet’in kurucu paradigmasının tartışmaya açılmasıdır. Bu söylemin HDP gibi partiler üzerinden yükseltilmesi, aynı zamanda devletin belirli aktörleri tarafından kontrollü biçimde gündemleştirilmesi olarak da yorumlanabilir.

2. MHP ile PKK, HDP ile Cumhuriyet Tartışmalarının Stratejik Aynılığı

AKP iktidarının siyasal mühendisliği, krizleri yönetme ve yeniden yapılandırma üzerine kuruludur. MHP ile birlikte PKK meselesini gündemde tutmak, özellikle güvenlikçi politikaların meşrulaştırılması ve milliyetçi kamuoyunun mobilize edilmesi bakımından işlevsel olmuştur. Benzer şekilde, HDP eliyle Cumhuriyet eleştirilerinin dillendirilmesi, farklı bir kamuoyunu test etme ve yeni bir anayasal zemin oluşturmanın psikolojik hazırlığını yapma yönünde değerlendirilebilir. Böylece AKP; hem milliyetçi, hem muhafazakâr hem de etnik farklılıklar üzerinden şekillenen tüm toplumsal dinamikleri kendi siyasal inşası için araçsallaştırmış olur.

3. Yeni Anayasa ve Yeni Rejim Arayışı

Yeni anayasa tartışmaları basit bir hukuk reformu değildir. Bu tartışmaların arka planında yatan temel motivasyon, Cumhuriyet’in kuruluş ilkeleriyle hesaplaşmak, bu ilkeleri aşındırmak ve yerine daha esnek, daha kimliksel, daha otoriter bir rejim inşa etmektir. Kürt sorununun çözümü ya da yeni bir birliktelik çerçevesi gibi sunulan anayasa değişiklikleri, aslında Türkiye’nin üniter yapısının, laik yapısının ve halk egemenliğine dayalı siyasi sisteminin tasfiyesi anlamına gelebilir.

Yeni anayasayla birlikte federatif ya da özerklik esaslı bir yönetişim yapısı oluşturulursa, bu sadece Kürt meselesi için değil, Türkiye'nin genel siyasal bütünlüğü için de radikal bir kırılma olacaktır. Bu süreçte HDP’nin işlevi, yeni anayasanın etnik temelde gerekçelendirilmesini sağlamak; MHP’nin işlevi ise bu anayasanın güvenlik gerekçesiyle topluma kabul ettirilmesini sağlamaktır.

4. Yeni Osmanlıcılık-Gölgedeki İdeolojik Motivasyon

Yeni Osmanlıcılık, son 15 yıldır dış politikada olduğu kadar iç politikada da bir yönelim olarak kendisini göstermektedir. Bu anlayış, Osmanlı’nın çok milletli, çok dinli yapısını nostaljik bir şekilde yeniden üretmeye çalışırken; mevcut ulus-devlet modelini “dar kalıplı” ve “baskıcı” olarak göstermektedir. HDP’nin Cumhuriyet eleştirileri ile MHP’nin üniter yapıyı savunan söylemleri arasındaki gerilim, aslında Yeni Osmanlıcı zihniyetin “denge siyaseti” olarak okunabilir.

Yeni Osmanlıcılık, bir yönüyle Kürt kimliğini tanıma gibi görünse de, esasında tüm kimliklerin üstünde bir sultanî otoriteye meşruiyet üretme hedefi taşır. Bu bağlamda HDP’nin söylemleri, sadece etnik haklar değil, aynı zamanda merkeziyetçi ve otoriter bir yapının yeni meşruiyet zemini olarak da işlev görmektedir.

5. Geleceğe Dönük Siyasal Projeksiyon- Muhtemel Senaryolar

a. Kontrollü Çözüm, Kontrollü Kriz: Kürt sorununun çözümü asla mutlak olmayacak şekilde kontrollü olarak sürdürülecektir. Çünkü bu sorun, sürekli gündem yaratma, ittifak kurma ve iç meşruiyet üretme aracı olarak kullanılmaktadır.

b. Yeni Anayasa ile Yeni Rejim: Yeni anayasa ile Türkiye’nin üniter yapısı ve laik rejimi aşındırılabilir. Bu, çok kimlikli, esnek otoriter bir rejim doğurabilir.

c. HDP’nin Anayasal Rolü: HDP, anayasal meşruiyetin etnik gerekçelendirmesi olarak kullanılabilir. "Kürtlere yapılan zulüm" söylemi, yeni anayasanın zemini olarak pazarlanabilir.

d. MHP’nin Güvenlikçi Rolü: MHP, halkın güvenlik kaygılarını manipüle ederek yeni rejime toplumsal rıza üretebilir. Terör tehdidi, anayasa değişikliğinin zorunluluğu olarak gösterilebilir.

e. Yeni Osmanlıcı Rejim: AKP, bu ittifaklarla yeni bir Osmanlı modeli kurmaya çalışıyor olabilir. Etnik çeşitliliğe dayalı görünse de, otoriter, merkezî ve saray eksenli bir rejim bu hedefin merkezindedir.

6. Toplumsal Algı ve Psikolojik Hazırlık

Toplumun hem etnik hem dini hem de sınıfsal olarak kutuplaştırılması, anayasa değişikliği gibi büyük rejim dönüşümlerine psikolojik zemin hazırlar. HDP'nin sürekli gündeme taşıdığı tarihsel mağduriyet söylemi, bu psikolojik altyapının bir parçası haline getirilmiştir. Bu söylemler, geçmişe yönelik bir öfke biriktirirken, gelecekteki rejim değişikliğine dair bir umut olarak pazarlanabilir.

Siyasal Mühendisliğin İnşası ve Uyarı

Türkiye, tarihî bir kavşakta bulunmaktadır. HDP ile Kürt meselesi üzerinden, MHP ile güvenlik politikaları üzerinden yürütülen bu çift kutuplu siyasal mühendislik; yeni bir anayasa zemininde birleşerek, mevcut rejimi köklü biçimde dönüştürme hazırlığı olabilir. Bu süreçte hem milliyetçi hem etnik hem de dini duyarlılıkların araçsallaştırılması, siyasal stratejinin temel dayanağıdır.

Toplumun bu süreci iyi okuması; Kürt meselesinin çözümünün sahici, demokratik ve adil bir zeminde olması; anayasa değişikliklerinin geniş toplumsal mutabakata dayanması; ve rejim değişikliği gibi kritik dönüşümlerin günübirlik siyasi mühendisliklere alet edilmemesi gerekmektedir. Aksi takdirde Türkiye, görünüşte çeşitliliği barındıran ama özünde merkezileşmiş bir otoriter rejime doğru sürüklenebilir.

Bu nedenle tüm taraflarca daha dikkatli, daha ilkeli ve daha sahici bir siyasal tartışma ortamı inşa edilmelidir.

Bahadır Hataylı/13.05.2025/Sancaktepe/İST

13 Mayıs 2025 Salı

Görünenin Ötesi- PKK ile Görüşmelerde Yüzeyin Altına İnen Gerçekler


"Bırak sular geçmişin acılarını ve barışın vaadini anlatsın."

Toplumsal ve siyasal sorunların doğası hiçbir zaman tek boyutlu değildir. Bu nedenle bu tür sorunlara yaklaşım da çok boyutlu, çok katmanlı ve etkenler arası ilişkileri dikkate alan bir perspektifle yapılmalıdır. Türkiye’nin son kırk yılına damga vuran en karmaşık ve trajik meselelerinden biri olan PKK sorunu, yalnızca terör, güvenlik veya Kürt meselesi gibi başlıklara indirgenemeyecek kadar kapsamlıdır. Devletin, kimi dönemlerde çözüm süreci adıyla kamuoyuna duyurduğu PKK ile görüşmeleri, birçok farklı dinamikten etkilenmiş ve sonuçları yalnızca açıklandığı haliyle değil, derin siyasal, sosyolojik ve psikolojik sonuçlarıyla birlikte değerlendirilmelidir.

I. Sorunun Katmanlı Doğası Her şeyden önce PKK meselesi, yalnızca silahlı bir örgütün varlığı değil; aynı zamanda etnik kimlik, kültürel talepler, sosyoekonomik dışlanmışlık, uluslararası müdahaleler, istihbarat oyunları ve hatta küresel jeopolitik çıkar savaşlarının bir ürünü olarak değerlendirilmelidir. Bu çok katmanlı doğa, çözüm için de yalnızca silahların susması veya müzakere masasına oturulması gibi basitleştirilmiş çözümleri değil, bütünsel bir analiz ve strateji gerektirir.

Bu noktada, "suyun yatağından çıkması" benzetmesi oldukça öğretici bir çerçeve sunar. Su yatağından saparsa, siz onu bir noktadan engellediğinizi sanabilirsiniz ama o çoktan başka bir yolu bulmuştur. PKK sorunu da böyledir. Görünür olan bir eylem biterken, alttan alta başka dinamikler gelişebilir. Örneğin, çatışmaların azalması, örgütün kırsaldan çekilmesi gibi gelişmeler, şehir yapılanmalarının güçlenmesi, gençlerin başka tür radikal akımlara kayması ya da uluslararası arenada PKK’nin farklı kılıklar altında meşruiyet kazanması gibi sonuçlar doğurabilir.

II. Çözüm Süreci: Gerçekten Bir Çözüm mü, Yoksa Erteleme mi? 2013-2015 yılları arasında kamuoyunda büyük bir umutla karşılanan Çözüm Süreci, ilk bakışta büyük bir toplumsal rahatlama sağladı. Silahların susması, cenazelerin azalması ve Doğu illerinde ekonomik hareketlenme gibi etkiler halkta bir umut yarattı. Ancak süreç hem içerik hem de uygulama bakımından birçok açıdan eleştiriye açıktı.

  1. Sürecin Şeffaf Olmaması Görüşmelerin halktan ve hatta TBMM’den gizli yürütülmesi, sürece olan güveni zedeledi. Çözümün toplumsallaşması ve geniş bir mutabakat zemini oluşturması gerekirken, süreç neredeyse sadece Hükûmet-İmralı-Kandil üçgeninde yürütüldü.

  2. Devletin Pasif Görünmesi Örgütün şehirlerde silah ve mühimmat yığınağı yapmasına göz yumulduğu iddiaları, devletin süreçte edilgen kaldığı ve terörün yeniden yapılandığı algısını güçlendirdi. Nitekim 2015’te hendek olayları patlak verdiğinde, bu iddiaların ciddi dayanakları olduğu görüldü.

  3. Toplumsal Kabulün Sağlanamaması Süreç, Kürt halkı içinde belirli bir destek bulsa da, Türk halkı arasında yeterince anlatılamadı ve kabul görmedi. Medyada kullanılan dil, çözümün bir "teslimiyet" olduğu algısını yaygınlaştırdı.

III. Sürecin Arkasında Yatan Gizli Ajandalar Çözüm Süreci'nin arka planında yalnızca barış ve kardeşlik çağrıları değil, aynı zamanda siyasal mühendislik, dış politik hamleler ve iç kamuoyu dizaynı gibi unsurlar da bulunmaktaydı. Sürecin en çok tartışılan yönlerinden biri de budur: Gerçekten samimi bir barış mı hedeflendi, yoksa siyasi çıkarlar mı gözetildi?

  1. Seçim Stratejileri Süreç, AKP'nin Doğu ve Güneydoğu'daki oylarını artırma, HDP'nin baraj altında kalması veya şekil değiştirmesi gibi hedeflerle örtüşüyordu. Bu yönüyle süreç, siyasi mühendisliğe kurban gitmiş olabilir.

  2. Dış Destek Arayışı O dönem Türkiye'nin Avrupa Birliği ve ABD ile olan ilişkileri sıkıntılıydı. Bu nedenle hükümetin çözüm süreci ile Batı'ya demokratikleşme mesajı vermek istediği de iddia edildi. Ancak Batı’nın beklentileri, PKK'nin silah bırakması değil; Türkiye’nin federatif bir yapıya evrilmesi gibi daha uzun vadeli beklentilerdi.

  3. Suriye Denklemine Hazırlık O yıllarda Suriye iç savaşı hızla derinleşiyordu. PYD'nin (PKK'nın Suriye kolu) ABD desteğiyle güçlenmesi, Türkiye'nin güney sınırında bir fiili devletçik tehdidini artırmıştı. Sürecin, bu tehdide karşı bir önlem olarak da gündeme gelmiş olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.

IV. Bugün Geldiğimiz Nokta 2025 yılı itibariyle PKK sorunu ne çözülmüş ne de eskisi kadar görünürdür. Ancak görünür olmaması, sorunun çözülmüş olduğu anlamına gelmez. Örgüt, kırsalda ve sınır dışında varlığını sürdürmekte; şehirlerdeki yapılarını farklı isimler altında yeniden inşa etmektedir. Daha da önemlisi, Z kuşağı olarak adlandırılan genç Kürt nesli, kendisini bu çatışmalı sürecin dışında konumlandırsa da, sosyoekonomik dışlanmışlık ve kimlik talepleri nedeniyle yeni radikal kimliklerin inşasına açıktır.

V. Ne Yapmalı?

  1. Sorunu Tek Yönlü Değil Çok Katmanlı Ele Almak PKK ile görüşmeler, yalnızca askeri değil; eğitim, istihdam, dil hakları, kültürel aidiyet gibi alanlarda da çözüm politikaları içermelidir. Bu, yalnızca hükümetin değil; muhalefetin, sivil toplumun, üniversitelerin ve kanaat önderlerinin de içinde yer aldığı geniş bir platformla mümkündür.

  2. Toplumsal Hafızayı Onarmak Kürt halkı ile Türk halkı arasında zamanla oluşan güvensizlik duvarlarının yıkılması, karşılıklı acıların tanınması, geçmişin yüzleşmeyle aydınlatılması gerekmektedir. Bu bağlamda, resmi özürler, sembolik jestler ve ortak tarih yazımı gibi adımlar atılmalıdır.

  3. Uluslararası Etkileri Dikkate Almak PKK meselesi, sadece iç politik bir konu değil; aynı zamanda bir dış politika meselesidir. ABD, AB, İran, Irak ve Suriye’nin sürece etkileri göz önünde bulundurularak yeni bir jeopolitik denge kurulmalıdır.

Sonuç olarak, PKK ile yapılan görüşmelerin çözüm mü yoksa geçici bir sessizlik mi sağladığı meselesi, yüzeyin altına inmeden anlaşılamaz. Bu nedenle, suyun sadece aktığı değil, kaynadığı, yön değiştirdiği ve yeni yataklar oluşturduğu yerlere de bakmak gerekir. Tek bir patlak noktaya beton dökmekle sorunu çözdüğünü sanmak, ilerde çok daha büyük bir basınçla, çok daha büyük bir kırılma yaşanmasına yol açabilir. Türkiye'nin önündeki en büyük sorumluluk, bu sorunları tarihsel bağlamı içinde, toplumsal dokunun tüm hassasiyetlerini gözeterek ve hiçbir aktörü dışlamadan çözmeye çalışmak olmalıdır. Aksi halde çözüm diye sunulan her girişim, yeni krizlerin başlangıcı olabilir.

Erol Kekeç/12.05.2025/Sancaktepe/İST

Tüm bu sakıncaları dikkate alarak, İnşallah Ülkemiz için hayırlı olur demekten başka ne denebilir ki,...

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!