"Bırak sular geçmişin acılarını ve barışın vaadini anlatsın."
Toplumsal ve siyasal sorunların doğası hiçbir zaman tek boyutlu değildir. Bu nedenle bu tür sorunlara yaklaşım da çok boyutlu, çok katmanlı ve etkenler arası ilişkileri dikkate alan bir perspektifle yapılmalıdır. Türkiye’nin son kırk yılına damga vuran en karmaşık ve trajik meselelerinden biri olan PKK sorunu, yalnızca terör, güvenlik veya Kürt meselesi gibi başlıklara indirgenemeyecek kadar kapsamlıdır. Devletin, kimi dönemlerde çözüm süreci adıyla kamuoyuna duyurduğu PKK ile görüşmeleri, birçok farklı dinamikten etkilenmiş ve sonuçları yalnızca açıklandığı haliyle değil, derin siyasal, sosyolojik ve psikolojik sonuçlarıyla birlikte değerlendirilmelidir.
I. Sorunun Katmanlı Doğası Her şeyden önce PKK meselesi, yalnızca silahlı bir örgütün varlığı değil; aynı zamanda etnik kimlik, kültürel talepler, sosyoekonomik dışlanmışlık, uluslararası müdahaleler, istihbarat oyunları ve hatta küresel jeopolitik çıkar savaşlarının bir ürünü olarak değerlendirilmelidir. Bu çok katmanlı doğa, çözüm için de yalnızca silahların susması veya müzakere masasına oturulması gibi basitleştirilmiş çözümleri değil, bütünsel bir analiz ve strateji gerektirir.
Bu noktada, "suyun yatağından çıkması" benzetmesi oldukça öğretici bir çerçeve sunar. Su yatağından saparsa, siz onu bir noktadan engellediğinizi sanabilirsiniz ama o çoktan başka bir yolu bulmuştur. PKK sorunu da böyledir. Görünür olan bir eylem biterken, alttan alta başka dinamikler gelişebilir. Örneğin, çatışmaların azalması, örgütün kırsaldan çekilmesi gibi gelişmeler, şehir yapılanmalarının güçlenmesi, gençlerin başka tür radikal akımlara kayması ya da uluslararası arenada PKK’nin farklı kılıklar altında meşruiyet kazanması gibi sonuçlar doğurabilir.
II. Çözüm Süreci: Gerçekten Bir Çözüm mü, Yoksa Erteleme mi? 2013-2015 yılları arasında kamuoyunda büyük bir umutla karşılanan Çözüm Süreci, ilk bakışta büyük bir toplumsal rahatlama sağladı. Silahların susması, cenazelerin azalması ve Doğu illerinde ekonomik hareketlenme gibi etkiler halkta bir umut yarattı. Ancak süreç hem içerik hem de uygulama bakımından birçok açıdan eleştiriye açıktı.
Sürecin Şeffaf Olmaması Görüşmelerin halktan ve hatta TBMM’den gizli yürütülmesi, sürece olan güveni zedeledi. Çözümün toplumsallaşması ve geniş bir mutabakat zemini oluşturması gerekirken, süreç neredeyse sadece Hükûmet-İmralı-Kandil üçgeninde yürütüldü.
Devletin Pasif Görünmesi Örgütün şehirlerde silah ve mühimmat yığınağı yapmasına göz yumulduğu iddiaları, devletin süreçte edilgen kaldığı ve terörün yeniden yapılandığı algısını güçlendirdi. Nitekim 2015’te hendek olayları patlak verdiğinde, bu iddiaların ciddi dayanakları olduğu görüldü.
Toplumsal Kabulün Sağlanamaması Süreç, Kürt halkı içinde belirli bir destek bulsa da, Türk halkı arasında yeterince anlatılamadı ve kabul görmedi. Medyada kullanılan dil, çözümün bir "teslimiyet" olduğu algısını yaygınlaştırdı.
III. Sürecin Arkasında Yatan Gizli Ajandalar Çözüm Süreci'nin arka planında yalnızca barış ve kardeşlik çağrıları değil, aynı zamanda siyasal mühendislik, dış politik hamleler ve iç kamuoyu dizaynı gibi unsurlar da bulunmaktaydı. Sürecin en çok tartışılan yönlerinden biri de budur: Gerçekten samimi bir barış mı hedeflendi, yoksa siyasi çıkarlar mı gözetildi?
Seçim Stratejileri Süreç, AKP'nin Doğu ve Güneydoğu'daki oylarını artırma, HDP'nin baraj altında kalması veya şekil değiştirmesi gibi hedeflerle örtüşüyordu. Bu yönüyle süreç, siyasi mühendisliğe kurban gitmiş olabilir.
Dış Destek Arayışı O dönem Türkiye'nin Avrupa Birliği ve ABD ile olan ilişkileri sıkıntılıydı. Bu nedenle hükümetin çözüm süreci ile Batı'ya demokratikleşme mesajı vermek istediği de iddia edildi. Ancak Batı’nın beklentileri, PKK'nin silah bırakması değil; Türkiye’nin federatif bir yapıya evrilmesi gibi daha uzun vadeli beklentilerdi.
Suriye Denklemine Hazırlık O yıllarda Suriye iç savaşı hızla derinleşiyordu. PYD'nin (PKK'nın Suriye kolu) ABD desteğiyle güçlenmesi, Türkiye'nin güney sınırında bir fiili devletçik tehdidini artırmıştı. Sürecin, bu tehdide karşı bir önlem olarak da gündeme gelmiş olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
IV. Bugün Geldiğimiz Nokta 2025 yılı itibariyle PKK sorunu ne çözülmüş ne de eskisi kadar görünürdür. Ancak görünür olmaması, sorunun çözülmüş olduğu anlamına gelmez. Örgüt, kırsalda ve sınır dışında varlığını sürdürmekte; şehirlerdeki yapılarını farklı isimler altında yeniden inşa etmektedir. Daha da önemlisi, Z kuşağı olarak adlandırılan genç Kürt nesli, kendisini bu çatışmalı sürecin dışında konumlandırsa da, sosyoekonomik dışlanmışlık ve kimlik talepleri nedeniyle yeni radikal kimliklerin inşasına açıktır.
V. Ne Yapmalı?
Sorunu Tek Yönlü Değil Çok Katmanlı Ele Almak PKK ile görüşmeler, yalnızca askeri değil; eğitim, istihdam, dil hakları, kültürel aidiyet gibi alanlarda da çözüm politikaları içermelidir. Bu, yalnızca hükümetin değil; muhalefetin, sivil toplumun, üniversitelerin ve kanaat önderlerinin de içinde yer aldığı geniş bir platformla mümkündür.
Toplumsal Hafızayı Onarmak Kürt halkı ile Türk halkı arasında zamanla oluşan güvensizlik duvarlarının yıkılması, karşılıklı acıların tanınması, geçmişin yüzleşmeyle aydınlatılması gerekmektedir. Bu bağlamda, resmi özürler, sembolik jestler ve ortak tarih yazımı gibi adımlar atılmalıdır.
Uluslararası Etkileri Dikkate Almak PKK meselesi, sadece iç politik bir konu değil; aynı zamanda bir dış politika meselesidir. ABD, AB, İran, Irak ve Suriye’nin sürece etkileri göz önünde bulundurularak yeni bir jeopolitik denge kurulmalıdır.
Sonuç olarak, PKK ile yapılan görüşmelerin çözüm mü yoksa geçici bir sessizlik mi sağladığı meselesi, yüzeyin altına inmeden anlaşılamaz. Bu nedenle, suyun sadece aktığı değil, kaynadığı, yön değiştirdiği ve yeni yataklar oluşturduğu yerlere de bakmak gerekir. Tek bir patlak noktaya beton dökmekle sorunu çözdüğünü sanmak, ilerde çok daha büyük bir basınçla, çok daha büyük bir kırılma yaşanmasına yol açabilir. Türkiye'nin önündeki en büyük sorumluluk, bu sorunları tarihsel bağlamı içinde, toplumsal dokunun tüm hassasiyetlerini gözeterek ve hiçbir aktörü dışlamadan çözmeye çalışmak olmalıdır. Aksi halde çözüm diye sunulan her girişim, yeni krizlerin başlangıcı olabilir.
Erol Kekeç/12.05.2025/Sancaktepe/İST
Tüm bu sakıncaları dikkate alarak, İnşallah Ülkemiz için hayırlı olur demekten başka ne denebilir ki,...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder