Ortadoğu’da tarih her zaman kanla yazıldı. Ama son birkaç gün içinde yaşananlar, sadece bir trajedi değil; bir akıl tutulmasının, bir insanlık çöküşünün sahneye konulmuş son perdesi gibi. Ve bu sahnede başrolde, yeryüzünün diplomasi kisvesine bürünmüş lanetli canavarı var: Bir yandan barıştan, hukuktan dem vurup, öte yandan Filistinli bir halkı terörist ilan edecek kadar alçalabilen bir zihniyet.
Daha düne kadar “Filistin kırmızı çizgimizdir” diyenlerle “Dostum Trump” diye kafa tokuşturanlar, bugün kalkmış halkları akıl testine tabii tutar gibi konuşuyor. Peki bu halklar, kendilerine yöneltilen bu akılsızlıklara neden hâlâ sağır? Neden hâlâ "Bize ne oluyor?" diye sormuyorlar? Çünkü yaşadıkları çelişkiler artık onları şaşırtmıyor. Onlar bu ikiyüzlülüğe alıştı; alışkanlık, çoğu zaman ihaneti de meşrulaştırır.
Trump – evet, kasıtlı yazıyorum bu şekilde, çünkü bu adam klasik Amerikan diplomasisi değil, bir pazarlamacı. İnek sağar gibi bölge liderlerini sağmakla meşgul: Biraz silah, biraz petrol, biraz da siyasi meşruiyet karşılığı. Bu adam sabah kalkınca Suudi Prensine gülümsüyor, öğleden sonra İsrail’in sırtını sıvazlıyor, akşam yatarken “Filistinli teröristler diye” bahsediyor. Ertesi gün bir başka müttefike “Merak etme, seni destekliyoruz” diyerek ceplerine ambargo paketleriyle pazarlık marulu sıkıştırıyor.
Bu nasıl bir diplomasi? Bu nasıl bir insanlık? Asıl soru şu: Bu yamyamca işleyen çıkar çarkının dişlisi olmaya neden bu kadar gönüllü olanlar var? Neden bu aşağılayıcı tavırlara karşı hâlâ boyun eğiliyor?
Bir halkı, 70 yılı aşkın süredir zulümle sınayan bir güce dostluk eli uzatan her devlet, aslında kendi halkına da ihanet ediyor. Çünkü bugün Filistin'e yapılan, yarın başka bir halkın başına gelecek. Unutmayın, zalimlerin iştahı sınır tanımaz.
Bakın şu son pazarlığa: "Filistinli milisleri Suriye'den çıkar, biz de ambargoyu kaldırırız." Bu ne demek biliyor musunuz? Bu şu demek: "Vicdanını bir kenara koy, kardeşini inkâr et, dostunla düşman ol, halkını sat, biz de seni parayla ödüllendirelim." Bu, artık diplomasi değil; bu düpedüz bir ahlaksızlık pazarıdır. İsmi diplomasi ama içeriği şantaj.
Ve işin trajikomik tarafı şu ki, bu utanç pazarlığını alkışlayanlar da var. Televizyonlarda bu adamların sözlerini “usta strateji” diye pazarlayanlar, gazetelerde “cesur adımlar” diye yazanlar… Evet, alkışlayanlar! Düşünün bir; evinize girip çocuğunuzu döven hırsıza karşı sizi koruyacak olan kişi, hırsızla dost oluyor ve sonra diyor ki: “Artık eve girmeyecek, ama sen de çocuklarını biraz sustur.” Bu nasıl bir anlayış? Bu nasıl bir dostluk?
Ey halklar! Size soruyorum: Bu kadar bariz çelişkileri görmüyor musunuz? "Filistin kırmızı çizgimiz" deyip, Filistinlileri terörist ilan edenlerle masaya oturanlara neden ses çıkarmıyorsunuz? Yoksa çelişki içinde boğulmak artık rutininiz mi oldu?
Biri diyor ki, “Ama bunlar realpolitik, uluslararası ilişkiler böyle işler.” Realpolitik dedikleri şey, çıkar için ahlakı boğmaksa, o zaman bırakın bu sistem batsın. Bir insanın omurgası sadece bedenine değil, fikirlerine, inancına ve vicdanına da aittir. Eğer bir milletin lideri omurgasını çıkarıp masaya koyuyorsa, o lider artık kendi milletini temsil etmez; yalnızca pazarlık masasının garsonudur.
Bakın, Suriye’de yaşananlar gözünüzün önünde. Bombalar altında doğan bebekler, enkazlar arasında yaşamaya çalışan kadınlar, soğuktan donan çocuklar… Bunları görüp de hâlâ “terörist temizliği” adı altında pazarlık yapabilmek, bir canavarlığın ötesidir. Bu, artık insanlık dışı bir zihinsel çürümedir.
Ve ne yazık ki, bu çürüme alkış topluyor. Öyle bir çağdayız ki, vicdanını yitirenler, stratejik akıl sahibi olarak sunuluyor. Zulme ses çıkaranlar “radikal” diye susturuluyor. Filistin’i savunanlara “terör destekçisi” etiketi yapıştırılıyor. Hâlbuki asıl terör, halkların iradesini susturmaya çalışan bu kirli diplomasi değil mi?
Trump gibiler, bu çağın “inek sağan efendileri.” Halkları, liderleri, hatta ilkeleri bir süt kovası gibi kullanıyorlar. Sıkıyorlar, boşaltıyorlar, sonra bir kenara atıyorlar. Ve her seferinde yeni bir kova buluyorlar. Ama asıl sorun, bu kovalık rolüne gönüllü olanlarda. “Ambargoyu kaldıralım” denince gözleri parlayanlarda. “Bizi de sevsinler” diye mazlumdan yüz çevirenlerde.
Ortadoğu’da barış, ancak inek sağanlara değil, inancı ve ilkeleri için direnenlere kulak verilince gelir. Bu kirli masalarda, masum halkların alın teri, kanı, ve gözyaşı pazarlanıyor. Biz bu masaları devirmedikçe, hiçbir zaman onurlu bir geleceğe uyanamayacağız.
Ben bu yaşananları pervasızca konuşuyorum çünkü pervasızca zulmediliyor. Çünkü artık utanma duygusu da çürümüş. Çünkü sessiz kalmak, suç ortağı olmak demektir. Çünkü bir halkın çilesi, bir başka halkın rahatına kurban ediliyorsa, orada insanlık çoktan ölmüştür.
Size soruyorum ey alkışlayanlar: Gerçekten insan mısınız? Aklınız, vicdanınız, yüreğiniz hâlâ sizinle mi? Yoksa çoktan pazarlık masasında birer metaya mı dönüştünüz? Ne için yaşıyorsunuz? Bir tweet’lik övgü için mi, bir liderin tebessümü için mi, yoksa bir imza karşılığında verilen iğrenç rüşvet için mi?
Eğer bir halka, Filistin’e “terörist” deniyorsa, bilinsin ki terörün tanımını yeryüzü yeniden yapmalı. Çünkü terör, tankla girmektir, değil mi? Terör, evleri yıkmaktır, değil mi? Terör, bir halkı yeryüzünden silmektir, değil mi? Ama bugün bunları yapanlar müttefik, bunlara direnenler terörist ilan ediliyor. Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır?
Son sözüm şu: Bu pervasızlık, bir vicdan çığlığıdır. Ben susarsam, insanlığım ölür. Siz susarsanız, insanlık zaten ölmüş demektir.
Erol Kekeç/15.05.2025/Sancaktepe/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder