Bu Blogda Ara

28 Nisan 2025 Pazartesi

Küresel Planlar Yerel Felaketler ve Karanlık Bir Gelecek

 


İstanbul... Asırlar boyunca medeniyetlerin göz bebeği, ticaretin, kültürün, sanatın ve ilmin kalbinin attığı yer. Roma’nın Konstantinopolis'i, Osmanlı’nın payitahtı, İslam’ın doğudaki parlayan yıldızı... Fakat şimdi, bu kadim şehir bir başka tehdidin, çok daha sinsi bir işgalin kıskacında: küresel finans sermayesinin taşınması adı altında yapılan büyük yer değiştirme ve yağma operasyonu.

Son birkaç yıldır duyduğumuz bir hikâye var: "Dünya finans merkezleri İstanbul’a taşınacak. İstanbul, küresel ekonominin yeni kalbi olacak." Bu söylem, ilk duyulduğunda birçok insanı heyecanlandırdı. Sanki İstanbul Wall Street ile Londra City’nin birleşimi olacak, dünya piyasalarını yöneten o meşhur ‘masalar’ artık Boğaz’ın serin rüzgarı eşliğinde kurulacaktı.

Ancak işin derinliklerine inildiğinde ortaya çıkan manzara, hiç de bu kadar parıltılı değil.

Küresel Merkez mi, Kukla Şehir mi?

Öncelikle şunu sormak lazım: Gerçekten de İstanbul, dünyayı yöneten finansal kararların merkezi olacak mı, yoksa bir taşeron karakolu mu olacak? Yani egemenliğin el değiştirdiği, yerel halkın haklarının, yaşam alanlarının ve hatta tarihi hafızasının küresel bir elit tabakanın çıkarlarına satıldığı bir sömürge bölgesi mi hazırlanıyor?

Bugün dünyada hiçbir finans merkezi (New York, Londra, Frankfurt, Singapur) kendi halkının elinden toprağını gasp ederek, onları evlerinden sürerek büyümemiştir. Oysa İstanbul'da tam tersi bir süreç işliyor:

  • Rant projeleri adı altında mahalleler boşaltılıyor.

  • Kentsel dönüşüm bahanesiyle dar gelirli yerli halk şehrin çeperlerine sürülüyor.

  • Emekli, memur, işçi, esnaf; artık İstanbul’da yaşaması ekonomik olarak imkânsız hale geliyor.

  • Konut fiyatları, kira bedelleri astronomik rakamlara ulaşıyor.

Peki kimin için bu hazırlık? Cevap açık: Geleceğin elit küresel yerleşimcileri için.

İstanbul’un "Yeni Sahipleri" Kimler Olacak?

Bunu anlamak için biraz daha derine inelim.

Bugün İstanbul’un özellikle sahil kesimlerinde ve merkezi bölgelerinde inşa edilen ultra lüks rezidanslar, dev ofis kuleleri, alışveriş merkezleri ve yapay akıllı şehir projeleri; yerli halkın ihtiyacına göre değil, küresel sermayenin yeni göçmenleri için yapılıyor.

Bu kesimin kim olduğunu anlamak için birkaç parametre var:

  • Uluslararası şirketlerin üst düzey yöneticileri,

  • Kripto para, blokzincir ve yapay zekâ merkezlerinde görev yapan elit kadrolar,

  • Küresel finans gruplarının yöneticileri ve ortakları,

  • Diplomatlar, istihbarat mensupları, uluslararası ajans çalışanları,

  • Ve "Altın Vize" ile ülke değiştiren yeni nesil elit zenginler...

Bunlar için İstanbul, sadece çalışacakları bir yer değil; yüksek güvenlikli, yüksek refahlı bir "yaşam kampüsü" olarak tasarlanıyor.

Özetle: İstanbul artık İstanbullular için değil, yeni sahipleri için dönüştürülüyor.

Deprem ve Hayat Pahalılığı-Yerli Halk İçin Bir Cehennem Tasarımı

Bir tarafta ultra lüks siteler yükselirken, diğer tarafta şehrin sıradan halkı ciddi bir cehenneme sürükleniyor:

  • Kira ödeyemeyenler şehir dışına itilmek zorunda kalıyor.

  • Yoksulluk artıyor, orta sınıf eriyor, işsizlik tırmanıyor.

  • Sağlık, eğitim ve sosyal yaşam alanlarına erişim zorlaşıyor.

  • Hayat pahalılığı akıl almaz boyutlara ulaşıyor.

Ve beklenen büyük İstanbul depremi...

Birçok uzman, 7'nin üzerinde bir depremin kapıda olduğunu söylüyor. Deprem, mevcut plansız yapılaşma ve çürük binalarla İstanbul için bir yıkım olacak. Ancak dikkat edin: Bu yıkım da bir fırsat olarak görülüyor!

Deprem sonrası oluşacak boşluk, "yeniden inşa" adı altında küresel projelerle doldurulacak. Yerli halk zaten ya yok olacak ya da şehrin dışına itilmiş olacak. Kalan alanlar, küresel sermaye için sıfırdan kurulmuş bir yeni şehir cenneti haline getirilecek.

Bu yüzden deprem sadece doğal bir afet değil, toplumsal mühendislik için planlı bir fırsat olarak görülüyor.

Kimin Cenneti, Kimin Cehennemi?

Bugün "İstanbul dünya finans merkezi olacak" diyenler aslında şunu söylüyor:

"Biz şehri size değil, küresel elitlere hazırlıyoruz. Sizinse burada yaşamamanız gerekiyor."

İstanbul artık;

  • Yerli halk için bir cehennem,

  • Küresel elitler için bir cennet olacaktır.

Ve bu süreç öyle sinsice işliyor ki; insanlar farkında bile olmadan kendi yaşam alanlarını, kendi geleceklerini satıyorlar. Aldıkları üç kuruşluk rantla, torunlarının yaşayacakları toprakları ipotek ettiklerinin bile farkında değiller.

Küresel Planların İncelikleri

İstanbul’un dönüşümünde kullanılan birkaç temel taktik var:

  1. Mekânsal Ayrışma: Şehir içinde yüksek güvenlikli alanlar ve gettolar oluşturmak.

  2. Fiyatlandırma Yoluyla Dışlama: Ekonomik olarak zayıf kesimleri doğal yoldan şehir dışına sürmek.

  3. Yabancı Yatırımcıya Kolaylık: Gayrimenkul ve mülk edinimini yabancılar için teşvik etmek.

  4. Yasal Manipülasyon: Kentsel dönüşüm yasalarıyla halkın itiraz mekanizmalarını yok etmek.

  5. Medya Manipülasyonu: "Yeni İstanbul" projelerini ulusal onur ve ekonomik kalkınma yalanlarıyla pazarlamak.

Bu süreçlerin hepsi eş zamanlı ve koordineli bir şekilde işliyor.

Geleceğe Dair Öngörüler

Eğer bu gidişat durdurulmazsa, birkaç on yıl içinde İstanbul şöyle bir yer olacak:

  • Yerli halkın azınlıkta kaldığı bir metropol.

  • Kültüründen, tarihinden, maneviyatından arındırılmış steril bir küresel şehir.

  • Sadece para için yaşayan ve sadece elit bir azınlığa hizmet eden bir yer.

  • Sosyal adaletsizliklerin ve sınıf çatışmalarının tavan yaptığı bir alan.

  • Ruhsuz, köksüz ve kimliksiz bir mega şehir.

Bu İstanbul ne Fatih’in, ne Kanuni’nin, ne Eyüp Sultan’ın, ne Yahya Kemal’in, ne Mehmet Akif’in hayal ettiği İstanbul olacak.

Bu, tarihinden koparılmış bir küresel lojistik ve finans üssü olacak.

Ne Yapmalı?

Peki yapılacak hiçbir şey yok mu?

Var, her zaman vardır.

  1. Bilinçlenmek: Öncelikle bu büyük planı anlamak ve anlatmak gerekiyor.

  2. Toplumsal Örgütlenme: Yerel halkın kendi mahallesine, şehrine sahip çıkması şart.

  3. Alternatif Modeller Geliştirmek: Sadece eleştirmek yetmez, yerli halkın da onuruyla yaşayabileceği şehir planlamaları oluşturulmalı.

  4. Direniş Mekanizmaları Kurmak: Hukuki, sosyal ve ekonomik her alanda direnç noktaları oluşturmak gerekiyor.

  5. Hakikati Dillendirmek: Medyanın, siyasetin, çıkar gruplarının yalanlarına karşı hakikati her platformda savunmak şart.

Unutulmamalı ki, bir şehir sadece binalardan ibaret değildir. Bir şehir; tarihi, kültürü, ruhu, insanı ve duasıyla şehirdir.

İstanbul; rant projelerine, küresel manipülasyonlara ve halkını sürgün eden bir ihanete kurban edilemeyecek kadar kıymetlidir.

Bugün İstanbul’u satılığa çıkaranlar, yarın o şehrin sokaklarında bile dolaşamayacak. Çünkü bir halk kendi değerlerine, kendi topraklarına sahip çıkmazsa, başkaları gelir ve o boşluğu doldurur.

Ve şunu unutmayalım:

Ya kendi İstanbul’umuzu koruyacağız, ya da başkalarının İstanbul’unda sığınmacı gibi yaşayacağız.

İstanbul, bir masal değil, bir emanettir.

Emanete sahip çıkmak boynumuzun borcudur.

Bahadır Hataylı/27.04.2025/Sancaktepe/İST

27 Nisan 2025 Pazar

Mazlumun Çığlığı Zalimlere Son Ültimatom



Benim vicdanım kavruluyor.

Acının, gözyaşının, zulmün, kanın kol gezdiği bir dünyada yaşıyoruz. Gazze'de, Türkistan'da, Yemen'de ve daha nice mazlum beldede insanlık ayaklar altında eziliyor.

Ben, içi kavrulan bir vicdanın sesiyle buradayım. Zalimlere, zalimlerin usulünce susanlarına, küresel efendilere ve onlara hizmet eden yerli muhafızlara meydan okuyorum.

Sizler ki; mazlumun çığlığına kulağını tıkayanlar, Sizler ki; ölen çocukların bedenleri üzerinden kariyer inşa edenler, Sizler ki; adaleti menfaatinize kurban edenler,

Dinleyin beni!

Ey zulmü sistemleştiren küresel efendiler, Ey kanla beslenen dev holdingler, Ey diplomatik yalanlarla cinayetlerin üstünü örten sözde liderler, Ey sessizliğiyle suç ortaklığı yapan pasif kitleler,

Size doğrudan, korkusuzca, iliklerime kadar hissettiğim öfkeyle sesleniyorum:

Biz  susmayacağız, biz vazgeçmeyeceğiz!

Gazzeli bir çocuğun gözyaşı, Türkistanlı bir annenin sessiz feryadı, Yemenli bir babanın çaresiz bakışları, benim yüreğime saplanmış hançerlerdir.

Ve ben bu hançerleri çıkarıp da yere atmıyorum.

Onların keskinliğiyle, zalimlerin suratına hakikati haykırıyorum.

Siz insanlığı katlettiniz! Siz adaleti boğdunuz! Siz Allah'ın yeryüzündeki emanetine ihanet ettiniz!

İşte buradayım.

Ve sizin kurduğunuz sahte cennet vaatlerine kanmıyorum.

Bir avuç rant, bir avuç petrol, bir avuç sınırsız hırs için öldürdünüz, yaktınız, yıktınız.

Bebekleri mezarsız bıraktınız. Anneleri evlatsız, evlatları anasız bıraktınız.

Yetmedi, hakikati konuşacak olanları ya susturdunuz ya da itibarsızlaştırdınız.

Yetmedi, çığlıkları tüketim karnavallarınızda reklam sesi yaptınız.

Yetmedi, zulmü normalleştirip, direnişi suç saydınız.

Ama bilin ki, her susturduğunuz ses yeni bir haykırış, her yıktığınız umut yeni bir isyan kıvılcımıdır.

Çünkü zulüm sürmez.

Çünkü Allah adaletle hükmeder.

Ve adaletin tokmağı bir gün zalimin başına şiddetle inecektir.

Ey zalimler!

Sığındığınız binalarınız, gökdelenleriniz, örgütleriniz, kurumlarınız sizi kurtaramayacak.

Toprak altında özür dileyecek vakit bulamayacaksınız.

Gazze'de yıkılan evlerin enkazının altından çıkan çocuğun bakışı sizi mahşerde yakacak.

Yemen'de bir damla su için çırpınan bir ananın duası sizi kuşatacak.

Türkistan'da evladını kollarından alan zorbanın kahkahasını alkışlayanlar, hesabınızı vereceksiniz.

Ey zalimleri destekleyenler!

Pasifliğinizle, suskunluğunuzla, alçaklığınızla suç ortakçısı oldunuz.

"Ben ne yapabilirim ki?" diyerek katledilen masumlara sırt döndünüz.

İşte buradayım!

Sizin suskunluğunuzun üzerine bir çığlık gibi yükseleceğim.

İftiralarınızın, engellerinizin, ölüm tehditlerinizin üzerinden bir şafak gibi doğacağım.

Bilin ki:

  • Gazze susmayacak.

  • Türkistan unutulmayacak.

  • Yemen'in çığlığı bastırılamayacak.

  • Zulme boyun eğmek yerine boyun vuranların adı çağlar boyu anılacaktır.

Ve sizlerin adı, şer listelerinde anılacaktır.

Son sözüm şudur:

Ben ölümden korkmuyorum.

Sizin tehdidinize, oyununuza, kışkırtmalarınıza boyun eğmem.

Hakikati haykırmak benim en yüksek onurumdur.

Adalet, Allah'ın adıdır.

Ve Allah, zalimleri asla sevmez.

Zalimler için yaşasın cehennem!

Mazlumlar için zafer yakındır!

Ey zalimler! Titreyin. Çünkü biz geliyoruz!

Bahadır Hataylı / 27.04.2025 / Sancaktepe / İstanbul

Küresel Planlar Beton Çöpleri ve Halkın Sessiz İnfazı Bir Uyanış Çağrısı

 

Son yıllarda "iklim krizi"adı altında öylesine yaygın bir propaganda furyası başlatıldı ki, insanlar doğal yaşam alanlarını, geleneksel tarımlarını, hayvancılıklarını, hatta nefes aldıkları toprakları terk etmeye ikna edilmeye çalışılıyor. "Su sorunu olacak, iklim dengesizleşecek" korkularıyla, belli bölgelerde belli bitkilerin yetiştirilmesi yasaklanıyor; bazı hayvancılık faaliyetlerinin yenilerinin başlatılması engelleniyor. Tüm bunlar "sözde bilimsel verilerle" desteklenirken, aynı bölgelerde narenciye, zeytin gibi stratejik bitkiler sökülüp yerlerine devasa beton kütleleri inşa ediliyor.

Bu trajediye karşı bir soru sormak elzemdir: Madem iklim krizi bu kadar yakın, madem doğa tahrip ediliyor, o zaman bu kadar betona yerleştirerek mi, insanlara çözüm sunacaksınız? Beton mu yiyecekler? Betondan mı nefes alacaklar? Beton mu yağış sağlayacak, toprak yetişip üzerinden bereket fışkıracak?

  1. Küresel Planların Gerçek Yüzü: Şerbetlendirilen Çöküş Bugün dünyada "iklim değişikliği" söylemi, çevreyi korumaktan çok, yeni bir ekonomik ve toplumsal dizaynın zeminini hazırlamak için kullanılıyor. Küresel güçler, belirledikleri bölgelerde "sözde kriz" alarmı vererek halkın tarım, hayvancılık, doğal yaşam haklarını törpülemek; insanları toprağa bağlı bağımsız bireyler olmaktan çıkarıp, endüstriyel üretime, yapay gıdalara ve kentsel hapsoluşa mahkûm etmek istiyorlar.

Bunun ilk aşaması: Toprağın değerinin düşürülmesi.

İkinci aşaması: "Kriz var" bahanesiyle tarımsal üretim yasakları getirip toprağın işlevsiz hale getirilmesi.

Üçüncü aşaması: Tüm bu boşluğu "akıllı şehir", "yeşil bina" maskesiyle devasa beton projelerle doldurmak.

Böylece insanlık, toprağından koptuğu, özgürlüğünden mahrum bırakıldığı bir düzenin kölesi haline getiriliyor.

  1. Narenciye ve Zeytin Katliamı: Sessiz Bir Soykırım Narenciye ve zeytin, sadece ekonomik birer ürün değildir. Bu bitkiler Akdeniz havzasının kültürü, kimliği, insanla toprak arasındaki kadim bağın sembolleridir.

Zeytin ağacını sökmek, binlerce yıllık yaşam kültürünü koparmak; narenciye bahçelerini yok etmek, halkın kendi kendine yetme kabiliyetini ortadan kaldırmak demektir.

Bugün çözüm diye sunulan şehir projeleri, eskiden bereket saçan tarlaların üzerinde yükseldi. Halkın ihtiyacı olan doğal beslenme kaynakları, betona kurban edildi.

Soruyorum: 50 katlı plazalar, 10 şeritlik otoyollar size portakal, zeytin, buğday verecek mi?

  1. Hayvancılığın Bitirilmesi: Protein Kıtlığına Doğru Büyükbaş hayvancılığın "iklimi kirlettiği" gerekçesiyle yasaklanması, modern toplum için protein kaynağının baltalanması anlamına geliyor.

Hayvancılık, Anadolu'nun binlerce yıllık geçim kaynağıdır. Köylü özgürdü; çünkü ineği vardı, koyunu vardı, çiftliği vardı.

Şimdi ise "iklim" bahanesiyle hayvan yetiştirilmesi azaltılıyor, yapay et, laboratuvar etleri pazarlanmaya hazırlanıyor. Sonra halk, tekellere muhtaç edilmek isteniyor.

  1. Rant Baronu: Betonun Efendileri Zeytinlikleri yok eden, narenciye bahçelerini talan edenlerin gerçek hedefi, "iklimi korumak" değil; rantsal gelirler elde etmek, yeni şehir planlarıyla üst gelir grupları için alan yaratmaktır.

Bugün çiftçinin tarlası, hayvancının arazisi "imar planlarıyla" değiştirilip, lükse, betona satılıyor. Büyük reklamlarla "sıfır karbon şehri" diye pazarlanan alanlar, aslında doğanın en vahşi talan sahaları haline geliyor.

  1. Halkın Bilgiyle Esir Alınması Yönetim, "bilimsel raporlar", "uzman görüşleri" gibi maskelerle halkın önünü kesiyor. Alternatif sesi olan, itiraz eden, "geri kafalı", "bilim düşmanı" ilan ediliyor. Hâlbuki bilim, tartışılmadan ilerleyemez.

Tarih bize öğretti ki, yönetimler bilimi kendi çıkarları için kullandığında halklar felakete sürüklendi.

  1. Çöküş Senaryosu: Karanlığa Doğru Bugün öngörülen şey şudur:

  • Tarım bitecek.

  • Hayvancılık bitecek.

  • Yerel yaşamlar sona erecek.

  • Halk, kentlere doluşacak.

  • Beton ve yapay sistemlere bağımlı köleler ordusu oluşacak.

Ve bütün bunlar "sizi kurtarıyoruz" yalanıyla yapılacak.

  1. Çözüm Ne Olmalı?

  • İşlenmeyen topraklar yeniden üretim alanları haline getirilmeli.

  • Yerel tarım ve hayvancılık teşvik edilmelidir.

  • Beton yerine toprak ve su dostu şehircilik planları uygulanmalı.

  • Çiftçi, hayvancı, doğal yaşam savunucuları desteklenmeli.

  • Bilim, çıkar odaklı değil, gerçekler üzerinden tartışılmalı.

Küresel planların kuklası haline gelmiş bir yönetimin vadettiği cennet, gözümüzün önünde adım adım inşa edilen bir cehennemdir.

Halk olarak ya doğaya, üretime, özgür yaşama sahip çıkacağız ya da beton yığınlarının altında tutsak olacağız.

Seçim bizimdir.

Erol Kekeç / 27.04.2025 / Sancaktepe / İstanbul

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!