Bu Blogda Ara

20 Nisan 2025 Pazar

Hukuk Uyuduğunda Mafya Uyanır

 Bu tür bir beyan, sadece bir tespitten ibaret değildir; aynı zamanda bir itiraf, bir acziyet belgesi ve derin bir sistemsizlik göstergesidir. 23 yıldır ülkeyi yöneten bir iktidarın en kritik güvenlik makamında bulunmuş bir ismin, "Türkiye suç örgütleri cennetine döndü" demesi, devletin temel işlevlerinden biri olan can ve mal güvenliği sağlama görevinde başarısız olunduğunun açık bir ilanıdır. Bu durumu sosyolojik açıdan analiz etmek, yalnızca suçla değil, aynı zamanda toplumsal yapı, değerler sistemi, kurumların işlevsizleşmesi ve toplumsal çözülmeyle de ilgilidir.

1. Devletin Meşruiyeti ve Güvenlik Paradoksu

Max Weber’e göre devlet, meşru şiddet tekeline sahip olan kuruluştur. Devlet bu yetkisini toplumun güvenliğini sağlamak, hukuk düzenini kurmak ve sürdürülebilir bir yaşam alanı yaratmak için kullanır. Ancak bir ülkenin İçişleri Bakanı'nın bu şekilde konuşması, devletin bu asli fonksiyonunu yerine getiremediğini gösterir. Bu, meşruiyetin sorgulanmasına yol açar çünkü vatandaşın devlete bağlılığı, onun kendini güvende hissetmesiyle doğrudan bağlantılıdır.

2. Suç Örgütlerinin Gelişimi ve Toplumsal Meşruiyet Kazanması

Toplumda adalet duygusu zayıfladığında, bireyler ve gruplar kendi hukuklarını yaratmaya başlar. Mahallede "mafya abilerinin" sokakta düzeni sağlaması, esnafın vergi yerine "koruma parası" ödemesi, gençlerin rol model olarak mafya liderlerini görmesi gibi olaylar, artık bu yapıların toplum içinde meşruiyet kazandığını gösterir. Bu durum, hukukun işlemediği ya da adaletin geciktiği toplumlarda çok daha hızlı yayılır.

3. Ekonomik Düzensizlik ve Yolsuzlukla Suçun Bütünleşmesi

Bir başka boyut ise ekonomiktir. Türkiye'de son yıllarda gelir dağılımındaki uçurum, enflasyon, genç işsizliği gibi sorunlar derinleşmiştir. Bu durum, alternatif kazanç yollarını cazip hale getirir. Suç örgütleri yalnızca şiddetle değil, ekonomik fırsatlar sunarak da yayılır. Kamusal ihalelere, belediyelere, sivil toplum kuruluşlarına, hatta medya organlarına kadar nüfuz etmiş bir suç yapılanması artık sadece "yer altı" değil, "yer üstü"nü de temsil eder.

4. Kurumsal Zayıflama ve Liyakatsizlik

23 yıl boyunca yapılan atamalarda liyakat yerine sadakatin esas alınması, devletin kurumlarını içten içe çürütmüştür. Emniyet, yargı, bürokrasi gibi yapıların içine sızan çıkar grupları ya da ideolojik kadrolar, adaletin eşit ve tarafsız işlemesini engellemiştir. Bu da suçla mücadelede zaaf yaratmış, suçluların korunması ya da kollanması gibi algılar doğurmuştur. Devletin kurumları bağımsız ve şeffaf değilse, toplum da o kurumlara güvenmez.

5. Medya, Popüler Kültür ve Suçun Romantikleştirilmesi

Bir başka sosyolojik kırılma noktası da suçun medya aracılığıyla “karizmatik” hale getirilmesidir. Mafya liderlerinin dizilerde romantik figürlere dönüşmesi, sosyal medyada kahramanlaştırılması, gençler arasında suçun bir “erkeklik biçimi” olarak sunulması, toplumun değer sisteminde büyük bir yozlaşmaya işaret eder. Bu durum, sosyolojik olarak anomi (normsuzluk) kavramıyla açıklanabilir. Durkheim’in tarif ettiği gibi, toplumsal normlar zayıfladığında bireyler kendi normlarını oluşturur – ve bu çoğu zaman şiddet, çıkar ve adaletsizlik etrafında şekillenir.

6. Toplumsal Güvensizlik ve Kutuplaşma

Toplumun geniş kesimleri, sadece devlete değil, birbirine karşı da güvenini kaybetmiştir. Mahallede komşusuna güvenmeyen, trafikte kavga eden, hastanede doktora saldıran, öğretmenine hakaret eden bir toplum yapısı oluştu. Bu da suç örgütlerinin daha kolay zemin bulmasına sebep olur. Çünkü bu yapılar, bireylere "arkanda biz varız" diyerek sahte bir aidiyet ve güç hissi sunar.

7. Sessizlik ve Normalleşme Tehlikesi

En tehlikelisi ise bu duruma alışılmasıdır. Bir bakanın bu sözü söyleyip toplumda ciddi bir infial yaratmaması, tepkisizliğin ve normalleşmenin göstergesidir. Toplum, her geçen gün daha fazla suça, yozlaşmaya ve çürümeye maruz kalırken; bir nevi duyarsızlaşma sendromu yaşar. Bu ise suç örgütlerinin toplumu daha kolay ele geçirmesi anlamına gelir.

Bir Çöküşün Fotoğrafı

Bir ülkenin içişlerinden sorumlu bir yetkilisi, ülkeyi "suç örgütleri cennetine" benzetiyorsa, bu artık yalnızca güvenlik sorunu değildir. Bu, ahlaki bir çöküş, kurumsal bir iflas ve toplumsal bir dağılmanın beyanıdır. Toplumun yeniden inşası; adaletin, ahlakın, liyakatin ve hukukun ekseninde mümkündür. Aksi takdirde, sadece suç örgütlerinin değil, kaosun ve güvensizliğin cenneti olunur.

Erol Kekeç/18.04.2025/Sancaktepe/İST

Altı Kat Yardım Altı Kat Çöküş


Her yerde gözüme ilişen bir ifade vardı ondan bu konuda bir kaç söz söylemek istedim. Sosyal yardımları altı kat artırdık”— yüzeyde bir başarı ifadesi gibi sunulsa da, derinlemesine bakıldığında aslında çok daha büyük bir toplumsal çöküşün ve politik başarısızlığın örtülü itirafıdır. Sosyolojik, ekonomik ve ahlaki boyutlarıyla incelendiğinde, bu beyan ciddi çelişkilerle doludur ve "sosyal devlet" ilkesinin içinin nasıl boşaltıldığını gözler önüne serer.

1. Sosyal Yardım-Başarı Mı, Yoksa Başarısızlık Belirtisi Mi?

Gerçek bir sosyal devlet, vatandaşlarının temel ihtiyaçlarını kendi ayakları üzerinde karşılayabildiği bir düzendir. İnsan onuruna yaraşır bir yaşam standardı, çalışarak geçimini sağlayabilmek ve sosyal güvenceye sahip olmak demektir. Sosyal yardım ise geçici bir tampon mekanizmasıdır; olağanüstü durumlarda (felaket, savaş, hastalık gibi) başvurulması gereken bir çözümdür. Yardımların altı kat artması, yardıma muhtaç insan sayısının da aynı oranda arttığını gösterir ki bu durum, sosyal politikanın değil, ekonomik sistemin çöktüğünün göstergesidir.

2. Yardımın Artması = Fakirliğin Kalıcılaşması

Bu artışlar çoğu zaman, geçim kaynaklarını kaybetmiş, işsiz bırakılmış, asgari ücretle bile temel ihtiyaçlarını karşılayamayan bireylerin sayısındaki artıştan kaynaklanır. Türkiye’de yıllar içinde sosyal yardımların sürekli artması, toplumun geniş kesimlerinin kendi geçimini sağlayamaz hale getirildiğini gösterir.

Bu noktada şu soruyu sormak gerekir:

“İnsanlar neden kendi gelirleriyle yaşamlarını sürdüremez hale geldi?”

Asgari ücretin açlık sınırının dahi altında olması,

Enflasyonun maaşları eritmesi,

İşsizliğin yaygınlaşması,

Kayıt dışı istihdamın artması,

Tarım ve hayvancılığın bitirilmesi,

Üretim ekonomisinden vazgeçilmesi, bunların hepsi, sosyal yardımın artmasının nedenlerini oluşturur.

3. Yardımın Araçsallaşması ve Siyasal Kullanımı

Bu yardımların billboardlara, afişlere taşınarak bir başarıymış gibi sunulması, aslında yardımın bir hak değil, bir lütuf olarak görüldüğünün göstergesidir. Bu anlayış, halkı muhtaç bırakmayı, ardından da o muhtaçlığa karşılık siyasal sadakat talep etmeyi hedefleyen bir düzene işaret eder.

Sosyal yardım, olması gerektiği gibi şeffaf, adil ve hak temelli değil; keyfi, denetime kapalı ve parti kimliğine bağlı olarak dağıtılıyorsa, bu doğrudan bir sosyopolitik manipülasyon mekanizmasıdır.

4. Yardım Alan Bireyin Psikolojisi ve Sosyolojisi

Sürekli yardım almak zorunda kalan birey:

Girişimcilik ruhunu kaybeder,

Bağımlı hale gelir,

Toplumdaki değersizlik duygusu artar,

Aidiyet duygusu yerine umutsuzluk ve öfke gelişir,

Kendini sistemin dışına itilmiş hisseder.

Bu ruh hali, uzun vadede toplumsal çatışmalara, güvensizliğe ve sosyal çözülmeye yol açar.

5. Gerçek Sosyal Devlet Ne Yapar?

Gerçek bir sosyal devlet:

Yardıma olan ihtiyacı azaltmak için çalışır.

Eğitim, sağlık, ulaşım, barınma gibi temel hizmetleri ücretsiz veya erişilebilir kılar.

İstihdam yaratır, üretimi teşvik eder, tarımı ve sanayiyi destekler.

Gelir dağılımını dengeler, sermaye yoğunlaşmasını sınırlar.

Yardımı bir politik sadakat aracı değil, geçici bir destek olarak görür.

6. Afiş ve Billboard Gerçekliği: Görüntüde Refah, Gerçekte Fakirlik

Devletin her köşesine asılan “Yardımları 6 Kat Artırdık” afişleri, bir yandan halkın gözünü boyamaya çalışırken, diğer yandan toplumun giderek daha fazla yardıma muhtaç hale geldiğini itiraf eder.

Bu afişler, aynı zamanda bir:

İktidar meşrulaştırma aracı,

Başarısızlığın örtücü perdesi,

Gerçeği çarpıtma propagandası,

Ve en önemlisi, yoksulluğun olağanlaştırılmasıdır.

7. Başarı Hikâyesi Değil, Çöküşün Göstergesi

Yardım alanların sayısı artıyor, yardımlar büyüyor ve bu övünç kaynağı oluyorsa; o ülke artık üretmiyor, çalıştırmıyor, adil bölüşmüyor, insanına güven vermiyor demektir.

Bu bir başarı değil, sistemin çöküşünü afişe etmektir.

Bahadır Hataylı/19.04.2025/Bakırköy/İST


19 Nisan 2025 Cumartesi

Devlet Sırrı mı, Milletten Saklanan Gerçek mi?



 27 Aralık Süreci Üzerinden Cem Küçük ’ün Çelişkili Söylemleri Üzerine Bir İnceleme

Türkiye'nin yakın tarihine damga vuran olaylardan biri olan 17-25 Aralık süreci ve ardından gelen MİT TIR'ları hadisesi, sadece siyasal yargılamaların değil, aynı zamanda kamuoyu algısının nasıl yönlendirildiğinin de turnusol kağıdı haline gelmiştir. Bu döneme dair yapılan her açıklama, her medya performansı, derinlemesine analiz edildiğinde büyük çelişkiler, tutarsızlıklar ve yönlendirme kokan beyanlarla doludur. Bu yazıda, özellikle Cem Küçük gibi iktidar yanlısı pozisyon alan medya figürlerinin söylemleri ekseninde, devlet sırrı adı altında gizlenen eylemlerin gerçekten milletin menfaatine mi, yoksa milletin kandırılmasına mı hizmet ettiğini sorgulayacağız.

Cem Küçük ’ün Rolü- Sözcü mü, Yönlendirici mi?

Cem Küçük ismi, özellikle 2013 sonrasında medya ekranlarında beliren, iktidar cephesinin diliyle konuşan bir figür olarak karşımıza çıktı. Kimi zaman gazeteci, kimi zaman yorumcu, çoğu zaman da bir tür “savunucu” pozisyonunda. Ancak bu pozisyonun sınırlarını zorlayan açıklamalarıyla bir devletin gizli operasyonlarına dair detayları uluorta konuşmaktan çekinmeyen bir karakter olarak hafızalara kazındı.

Son zamanlarda yaptığı bir açıklamada Cem Küçük, CIA Başkanı’nın MİT Başkanı’nı arayıp “Neden yakalandınız? Kime yakalandınız? Hani yakalanmayacaktınız?” şeklinde serzenişte bulunduğunu iddia etti. Bu iddia öylesine iç içe geçmiş anlamlar ve çelişkiler barındırıyor ki, sadece bu söz üzerinden bile birçok soru üretmek mümkün:

1. Eğer CIA bu operasyonun ortaya çıkmasından rahatsızlık duyuyorsa, bu durumda o dönem iktidar çevrelerinin sürekli iddia ettiği “Bu operasyonları CIA-MOSSAD yaptırdı” söylemi nasıl açıklanır?

2. CIA, yakalanan TIR’lar konusunda bilgiliyse ve yakalanmamış olmalarını bekliyorsa, bu TIR’ların CIA ile ortak yürütülen bir operasyonun parçası mı olduğunu kabul etmiş oluyoruz?

3. Eğer öyleyse, bu faaliyet kime karşı gizleniyor? Milletten mi, yoksa üçüncü bir güçten mi?

Devlet Sırrı mı, Halktan Saklanan Gerçek mi?

MİT TIR’ları hadisesinde ilk açıklamalar “Türkmenlere insani yardım götürülüyordu” yönündeydi. Ardından bu araçların aranması engellendi, savcılar görevden alındı ve olay “devlet sırrı” olarak tanımlandı. Bu noktada şu çelişki doğdu: Eğer gerçekten bir devletin dış politikasına uygun ve meşru bir yardım faaliyetiyse neden gizlendi, neden bu yardım kamuoyuyla açıkça paylaşılmadı?

Daha da önemlisi, bu gizlilik o kadar kutsallaştırıldı ki, olayın kamuoyuna duyurulması, devletin sırrını ifşa etmekle ve hatta vatana ihanetle eş tutuldu. Oysa demokrasilerde esas olan, halkın yöneticilerinin faaliyetlerinden haberdar olması değil midir? Bir devletin kurumlarının, halktan bir şeyleri gizlemesi, o faaliyetin meşruiyetine gölge düşürmez mi?

Cem Küçük ’ün Açıklamasının Yarattığı Çıkmaz

Şayet Cem Küçük ’ün dediği gibi CIA bu olaydan haberdarsa ve bu olayın örtbas edilmesini bekliyorsa, şu durumlarla karşı karşıya kalıyoruz:

O dönem yapılan “Bu işi MOSSAD ve CIA yaptırdı” açıklamaları geçersizleşiyor.

CIA, bu nakliyenin ortağı veya haberdarıysa, o zaman bu olayın tamamen yerli ve milli bir devlet kararı olduğu iddiası çöker.

MİT ve CIA’nın birlikte yürüttüğü bir operasyon varsa, bu faaliyet kimden saklanıyor? Üçüncü bir taraf mı var? Yoksa asıl gizlenen şey milletin kendisi mi?

Bu sorulara yanıt verilmeden yapılan “devlet sırrı” savunusu, aslında kamuoyunun yanıltılmasının örtüsünden başka bir şey değildir. Eğer ortada bir milli çıkar varsa, bu çıkar milletle paylaşılır. Ancak ortada milletin aleyhine bir faaliyet varsa, o zaman bu “gizlilik” bir manipülasyon aracıdır.

Hafızanın Silinmesi: Algı Yönetimi ve Unutma Politikaları

Türkiye’de siyasi hafıza sürekli olarak sıfırlanmak istenmiştir. Yeni bir dönem başladığında önceki dönemin çelişkileri, skandalları ve yanlışları unutturulur. Cem Küçük gibi figürler de bu unutturma operasyonunun medya ayağını oluşturur. Bugün söylediklerinin dün söyledikleriyle taban tabana zıt olması, bunun göstergesidir.

O halde sormak gerekir: Siz kimin adına çalışıyorsunuz? Gerçekten gazeteci misiniz, yoksa yönlendirme memuru mu? Eğer bir medya mensubu olarak devletin istihbarat faaliyetlerine dair böylesine hassas bilgileri kamuoyuna sunuyorsanız, bu bir ifşa değil midir? Devletin sırlarını deşifre etmekle suçladığınız gazetecilerle farkınız nedir?

Güvensizlik Üretme Mekanizması

Bütün bu çelişkiler, kamuoyunun devlete olan güvenini sarsmaktadır. İnsanlar artık “Bu söylenen doğru mu?” diye sormadan hiçbir şeye inanmaz hale gelmiştir. Devletin kurumları, siyasetin ve medyanın elinde birer oyuncak haline getirildiğinde, bu milletin ortak değerleri zarar görmektedir.

Cem Küçük ’ün açıklamaları, sadece bir bireyin düşüncesi değil, bir dönemin medya stratejisinin dışavurumudur. Bu strateji, gerçekleri gizlemeye, çelişkileri perdelemeye ve toplumu yönlendirmeye dayalıdır. Ancak artık insanlar bu oyunları görüyor.

Devlet sırrı adı altında yapılan eylemler, eğer milletin menfaatine değilse, o sır artık bir ihanete dönüşür. Bu bağlamda, MİT TIR’ları olayında yaşananlar da bir sır değil, milletin gözünden kaçırılmak istenen bir gerçektir.

Ve bu gerçek, ne kadar bastırılmaya çalışılırsa çalışılsın, bir gün tüm çıplaklığıyla ortaya çıkacaktır.

Not: Bu yazı, bir dönem yaşanan olayların medya üzerindeki yansımalarının analitik bir sorgulamasıdır. Her birey kendi vicdanıyla bu çelişkileri tartmalı ve hangi bilginin kime hizmet ettiğini sorgulamalıdır.

Tilhabeşlifilozof/15.04.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!