Bu Blogda Ara

10 Mart 2025 Pazartesi

Yaşamaya Değecek Bir Kavga Ölmeye Değecek Bir Sevda

Hayat, bazılarının gözünde rastgele akan bir nehir gibi süregelir. Kimileri içinse o, ya yaşamaya değecek bir kavga ya da ölmeye değecek bir sevda uğruna harcanması gereken en değerli sermayedir. İnsan, boşluğa savrulmuş bir toz tanesi değildir. Onun ruhunda mücadele etme kudreti ve sevebilme yetisi vardır. İşte bu ikisi –mücadele ve sevda– bir insanın gerçek anlamda var olmasını sağlayan iki temel unsurdur.

Bazıları için hayat, yalnızca nefes alıp vermekten ibarettir. Sabah uyanır, yemek yer, işe gider, akşam eve döner, uyur… Yıllar boyu devam eden bu döngü içinde kendi sesini duymaktan aciz kalır. Fakat bazıları vardır ki, bir amacı olmadan yaşamayı ölümden farksız görür. Onlar, bir dava uğruna mücadele etmeyi veya bir sevda uğruna yanmayı bilirler. Çünkü insan, gerçekten yaşamak istiyorsa, yüreğinde bir kavga taşımalı ya da kalbinde ölümsüz bir sevdanın ateşini yakmalıdır.

Kavga Hayatı Anlamlı Kılan Direniş

İnsanın ruhu, mücadele ederek şekillenir. Tarihe baktığımızda, gerçekten iz bırakan herkesin bir kavgası olduğunu görürüz. Kimisi adalet uğruna savaşmış, kimisi zulme karşı direnmiş, kimisi ilim ve hakikat peşinde koşmuş, kimisi de insanlığı bir adım ileriye taşıyan keşifler yapmıştır. Ama hepsinin ortak noktası, onların boşlukta sürüklenmeyi reddetmeleri ve bir amaca sıkı sıkıya sarılmalarıdır.

Bir insanın kavgası, illa ki kılıçlarla, silahlarla ya da sokaklarda olmasına gerek yoktur. Asıl büyük savaş, insanın kendi iç dünyasında verdiği mücadeledir. Kimileri, kendi nefsine karşı mücadele eder. Kimileri cehalete karşı. Kimileri de haksızlıklara, zulme, yoksulluğa ve umutsuzluğa karşı. Önemli olan, insanın neyin mücadelesini verdiğini bilmesi ve ona tüm benliğiyle sarılmasıdır.

Bir öğretmen, cehalete karşı verdiği savaşla bir milletin kaderini değiştirebilir. Bir doktor, bir insanı yaşatarak dünyayı daha iyi bir yer yapabilir. Bir sanatçı, kalemiyle, fırçasıyla, melodisiyle insan ruhuna dokunarak ona yeni ufuklar açabilir. Bir anne, evladını iyiliğe, dürüstlüğe ve vicdana yönlendirerek, nesillerin kaderini değiştirebilir. Yani kavga, bazen bir toplumu sarsan büyük olaylarda, bazen de sessizce verilen bir mücadelede gizlidir.

Fakat mücadele etmek yürek ister. Rahata alışmış, konforundan ödün vermeyen, rüzgârın estiği yöne savrulan insanlar, gerçek bir kavganın içinde olamazlar. Çünkü her kavga, fedakârlık gerektirir. Bazen uyumadığınız geceler, bazen aç kaldığınız günler, bazen yalnızlığı göze almak ve bazen de acıya göğüs germek gerekir. Ama sonunda, uğruna mücadele ettiğiniz şeyin değerine ulaştığınızda, çektiğiniz her çilenin, verdiğiniz her mücadelenin hakkını aldığınızı anlarsınız.

Kavgasız bir hayat, rotasız bir gemi gibidir. Nereye gittiği belli değildir ve sonunda bir kayaya çarparak yok olur. Fakat bir kavganız varsa, yönünüzü bilirsiniz. Dalgalar sizi savursa da, fırtınalar önünüzü kapatsa da, denizin karanlığında ilerlemeye devam edersiniz. Çünkü bilirsiniz ki, bu mücadele sizin var oluş sebebinizdir.

Sevda Hayatı Sonsuz Kılan Ateş

Eğer yaşamak için bir kavganız yoksa, ölmeye değecek bir sevdanız olmalı. Sevda, insana en büyük gücü veren duygudur. Çünkü sevda, insanın içindeki en derin anlam arayışıdır. Sadece romantik bir aşk değil, ilahi bir aşk, bir ideale duyulan bağlılık, insanlığa karşı hissedilen derin bir sevgi de olabilir.

Sevda olmadan insan, mekanik bir varlığa dönüşür. Yaptıkları, yalnızca bir zorunluluktan ibaret kalır. Fakat insan gerçekten sevdiğinde, içinde bir ateş yanar. O ateş bazen bir insana, bazen bir fikre, bazen de tüm evrene karşı duyulan büyük bir bağlılık olur.

Aşk uğruna şehirler terk edilmiştir. İdealler uğruna canlar verilmiştir. Sevda uğruna şiirler yazılmış, dağlar aşılmış, denizler geçilmiştir. Çünkü sevda, insanı harekete geçiren en büyük güçtür.

Sevda, bazen bir insana olan derin bağlılıktır. Sevdiğin biri için kendinden vazgeçmek, onun mutluluğu için elinden geleni yapmak… Ama sevda sadece bir insana duyulan aşk değildir. Sevda, bazen vatan için fedakârlık yapmaktır. Bazen inanç uğruna her türlü zorluğa göğüs germektir. Bazen bir sanat eserine, bazen bir düşünceye, bazen de insanlığa duyulan büyük bir sevgidir.

Fakat sevdanın da bir bedeli vardır. Gerçekten seven kişi, fedakârlık yapar. Canından bile vazgeçebilir. Çünkü onun için sevda, bir varlık sebebidir. Gerçek sevda, insanı yüceltir. Ona güç verir. Onu, sıradanlıktan kurtarır ve adını sonsuzluğa yazdırır.

Eğer uğruna ölebileceğin bir sevdan yoksa, hayatın boş bir çerçeveden farksızdır. Fakat sevdan varsa, ömrün boyunca yanacak bir ışığın olur. O ışık seni aydınlatır, seni besler, seni var eder. Ve ölüm geldiğinde bile, adın silinmez. Çünkü sevda, insanı ölümsüz kılan en büyük mirastır.

Mücadele ve Sevda Hayatın İki Kanadı

Gerçek bir hayat, ancak mücadele ve sevda ile yaşanır. Eğer yalnızca mücadele ederseniz, ruhunuz katılaşır. Eğer yalnızca severseniz, mücadele etmeyecek kadar zayıf düşersiniz. Ama ikisini bir arada taşıyan bir insan, gerçekten yaşamış demektir.

Bir mücadele içinde olan kişi, sevdaya sahip olduğu sürece asla vazgeçmez. Çünkü bilir ki, uğruna savaştığı şey sadece bir zafer değil, aynı zamanda sevdiği bir şeydir. Aynı şekilde, gerçek bir sevda taşıyan kişi, o sevdayı koruyabilmek için savaşmak zorunda olduğunu anlar.

Düşünün ki, büyük âşıklar, büyük âlimler, büyük savaşçılar… Hepsi ya yaşamaya değecek bir kavga vermiş ya da ölmeye değecek bir sevdaya tutulmuş insanlardır. Onlar, hayatlarını anlamlı kılacak bir yol bulmuşlardır. Ve onların isimleri, çağlar boyunca unutulmamıştır.

Bugün, etrafınıza baktığınızda, kendinize şu soruyu sorun: Yaşamaya değecek bir kavganız var mı? Ölmeye değecek bir sevdanız var mı? Eğer bu sorulara yanıt veremiyorsanız, hayatınızı yeniden gözden geçirmenin zamanı gelmiş demektir. Çünkü insan, ancak gerçekten yaşadığı zaman, hayata bir anlam katar. Ve ancak sevdiği ya da uğruna mücadele ettiği şeyle, kendi ölümsüzlüğünü yaratır.

Hayatın anlamı, bu iki kelimenin içinde saklıdır: Kavga ve sevda. Eğer birini bile hayatınıza katabilirseniz, ölümsüzlüğe bir adım atmışsınız demektir. Ama eğer ikisini birden taşıyorsanız, işte o zaman gerçekten yaşamışsınız demektir.

Erol Kekeç/10.03.2025/Namazgah/İST

9 Mart 2025 Pazar

Sokaklar Kimin? İnsan Güvenliği ve Hayvan Hakları Arasındaki Çatışma

Son yıllarda toplumlarımızda başıboş sokak köpekleri sorununa dair tartışmalar giderek artmaktadır. İnsan güvenliği ve kamu sağlığı açısından büyük bir tehdit oluşturan bu durum, sadece yerel yönetimlerin değil, aynı zamanda küresel ekonomik ve siyasi aktörlerin de dikkatini çeken bir mesele hâline gelmiştir. Onlarca insanın, özellikle çocukların, köpek saldırıları sonucu hayatını kaybetmesine rağmen, bu soruna yönelik caydırıcı ve etkili tedbirler alınmaması, durumun ardında ciddi ve sistematik bir plan olup olmadığı sorusunu akıllara getirmektedir.

Küresel Kapitalizm ve Hayvan Endüstrisi Sokak köpekleri sorununun çözüme kavuşamamasının en büyük nedenlerinden biri, küresel kapitalist sistemin bu durumdan büyük kazanç sağlamasıdır. Evcil hayvan sektörü, mamalar, ilaçlar, veteriner hizmetleri ve aksesuarlar üzerinden yıllık milyarlarca dolarlık bir pazar oluşturmuştur. Bu sektörden elde edilen büyük kârlar, bazı çevrelerin sokak köpekleri konusunda katı düzenlemeler yapılmasını engellemelerine neden olmaktadır.

Özellikle hayvan hakları savunucusu olduğunu iddia eden grupların, insan güvenliğini ikinci plana atarak, köpeklerin sokakta kontrolsüz şekilde yaşamasına göz yummaları düşündürücüdür. Çocukların ve savunmasız bireylerin köpek saldırılarına uğramasına rağmen bu grupların sessiz kalması, aslında bu durumun arkasında organize bir yapı olduğunu düşündürmektedir.

Ulusal Çerçevede Mevcut Durum Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde sokak hayvanları konusu, çoğu zaman yerel yönetimlerin insiyatifine bırakılmıştır. Ancak yerel belediyelerin bütçeleri ve imkânları bu sorunu çözmeye yetmemektedir. Hayvan barınaklarının yetersizliği, kısırlaştırma projelerinin başarısız olması ve sahiplendirme programlarının etkisizliği sorunun daha da büyümesine neden olmaktadır.

Ayrıca, mevcut yasal çerçeve sokak hayvanlarının kontrol altına alınmasını zorlaştırmaktadır. 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu, hayvanların yaşam hakkını koruma amacı taşırken, insan güvenliği konusunda ciddi eksiklikler içermektedir. Türkiye’de her yıl yüzlerce insan köpek saldırısına maruz kalırken, yasalar caydırıcı olmaktan uzaktır.

Sokak Hayvanları Üzerinden Kurgulanan Küresel Stratejiler Köpek popülasyonunun kontrolsüz şekilde artması, aslında sadece yerel değil, küresel çapta da bir stratejinin parçası olabilir. Bu noktada, hayvan refahı adı altında yürütülen uluslararası politikaların arka planında, belirli ekonomik aktörlerin çıkarlarını koruma amacı taşıdığı iddia edilebilir. Küresel hayvan mamaları ve veteriner ilaç firmaları, devletlerin katı düzenlemeler yapmasını istememekte, aksine bu durumdan daha fazla kâr elde etmek istemektedirler.

Ayrıca, toplum içinde bir korku ve kaos ortamı yaratmak, kentsel dönüşüm ve şehir planlaması açısından da belirli aktörlerin işine gelebilir. İnsanların sokakta yürümekten çekindiği, çocuklarını dışarı çıkarmakta tereddüt ettiği bir ortam, bireyleri daha fazla dijital dünyaya ve kapalı alanlara yönlendirebilir. Bu da modern toplumun dijitalleşmesine hız kazandırabilir.

Çözüm Önerileri ve Uygulanabilir Programlar

  1. Yasal Düzenlemeler:

    • Hayvanları Koruma Kanunu’nun revize edilmesi, insan güvenliğini önceleyen düzenlemelerin eklenmesi.

    • Başıboş köpeklerin saldırganlık durumuna göre kategorize edilerek, rehabilitasyon merkezlerine alınması.

    • Sahipsiz hayvan besleyen kişilere yönelik düzenlemeler getirilerek, kontrolsüz beslenmenin önüne geçilmesi.

  2. Kısırlaştırma ve Barınak Politikaları:

    • Her belediyeye, zorunlu kısırlaştırma merkezleri kurma yükümlülüğü getirilmesi.

    • Sokak hayvanlarının barınaklara alınarak kontrollü bir şekilde yaşatılması, sahiplendirme teşvik edilmesi.

    • Sokakta yaşayan hayvanların aşılama, sağlık kontrolü gibi hizmetlere erişiminin artırılması.

  3. Denetim ve Caydırıcı Önlemler:

    • Köpek saldırılarında mağdur olan bireylerin hukuki haklarını kullanmasını kolaylaştıracak düzenlemelerin getirilmesi.

    • Çip takma zorunluluğunun genişletilerek sokak hayvanlarının takibinin sağlanması.

    • Belediyelerin, sahipsiz köpek popülasyonunu kontrol etme konusunda performanslarını değerlendirecek ulusal bir denetim mekanizması oluşturulması.

  4. Toplum Bilinci ve Eğitim:

    • Kamu spotları ve bilinçlendirme kampanyaları ile sokak hayvanları konusunda toplumun bilinçlendirilmesi.

    • Okullarda çocuklara hayvanlarla doğru iletişim kurma ve olası saldırılara karşı korunma yöntemleri öğretilmesi.

    • Hayvan sahiplenmenin teşvik edilerek sokaktaki köpek sayısının azaltılması.

Sonuç Sokak köpekleri sorunu, sadece bir hayvan refahı meselesi değildir; aynı zamanda insan güvenliği, kamu sağlığı ve küresel ekonomik çıkarlarla doğrudan ilişkilidir. Mevcut politikaların başarısız olması, bu sorunun arkasında belirli grupların çıkarlarının olup olmadığı sorusunu gündeme getirmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, bu durum sadece eleştirmekle çözülemez; somut, uygulanabilir ve etkili programlarla yönetilebilir.

Yetkililerin ve sivil toplumun bu konuya daha fazla eğilmesi, toplumun zarar görmesini engellemek adına atılacak ilk adımlardır. İnsan yaşamının öncelikli olduğu bir yaklaşım benimsenmeli, sokak hayvanları kontrol altına alınarak, sürdürülebilir bir çözüm üretilmelidir. Aksi takdirde, toplum içinde artan kaygı ve güvensizlik ortamı, bireylerin yaşam kalitesini ciddi şekilde tehdit etmeye devam edecektir.

Bahadır Hataylı/06.03.2025/Sancakte/İST

8 Mart 2025 Cumartesi

Lazkiye Katliamı ve Mezhep Çatışmalarının Gölgesinde Suriye Gerçeği

Suriye, tarih boyunca etnik ve mezhepsel farklılıkların iç içe geçtiği, her dönemde dış güçlerin ve iç dinamiklerin etkisiyle farklı mücadelelerin sahne aldığı bir coğrafya oldu. Son yıllarda ise bu mücadele, sadece siyasi bir çekişme olmaktan çıkıp, mezhepsel ayrışmaların ve dış müdahalelerin beslediği acımasız bir katliama dönüştü. Özellikle son günlerde Lazkiye’de yaşananlar, bu çatışmaların ne denli derinleştiğini ve insanlık dramına dönüştüğünü gözler önüne seriyor.

Tarihsel Arka Plan

Suriye’nin bugünkü yapısını anlamak için geçmişe bakmak gerekiyor. Osmanlı’dan sonra bölgenin Fransız mandasına girmesiyle, mezhepsel ayrışmalar derinleşmeye başladı. Fransız yönetimi, Alevileri ve Dürzileri yönetime daha yakın tutarken, Sünni çoğunluğu daha fazla baskı altında tuttu. 1946’da bağımsızlığını kazanan Suriye, Soğuk Savaş yıllarında Baas Partisi’nin iktidara gelmesiyle sosyalist bir yönetime evrildi. Hafız Esad ile başlayan Alevi yönetimi, Sünni çoğunluğun içinde uzun yıllar süren huzursuzluğa yol açtı.

2011’de Arap Baharı’nın etkisiyle başlayan halk ayaklanması, kısa sürede büyük bir iç savaşa dönüştü. Rejim güçleri ve muhalifler arasındaki mücadele, sadece bir iktidar savaşı olmaktan çıkıp, Şii-Sünni ekseninde şekillenen mezhepsel bir çatışmaya dönüştü. İran’ın desteklediği Şii milisler, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin desteklediği Sünni gruplarla çatışırken, ABD ve Rusya gibi küresel güçler de bu sahnede yerlerini aldılar.

Lazkiye’deki Son Katliam ve Mezhepsel Gerilim

Lazkiye, Suriye’deki Alevi nüfusun en yoğun yaşadığı bölgelerden biri olması nedeniyle, savaşın başından beri Esad yönetimi için stratejik bir konumdaydı. Ancak burada yaşayan Sünni Araplar ve Türkmenler de savaş boyunca baskı altına alındı. Son günlerde Lazkiye’de yaşanan katliamlar, sadece mezhepsel değil, aynı zamanda bölgesel bir hesaplaşmanın sonucu olarak da değerlendirilebilir.

İki gün önce Lazkiye’de başlayan şiddet olayları, Alevi mahallelerinde büyük bir korkuya neden oldu. Sünni isyancı gruplar tarafından yapılan saldırılar, sivilleri hedef aldı ve Esad yönetimine bağlı güçler karşı saldırıya geçti. Ancak bu durum, sadece Lazkiye özelinde değil, tüm Suriye’de yeni bir mezhep savaşının fitilini ateşleme riski taşıyor.

Bu olayları anlamak için şu sorulara yanıt aramak gerekiyor:

  1. Neden şimdi? – 12 yıldır devam eden savaşta bu tür olaylar defalarca yaşandı, ancak Lazkiye gibi stratejik bir şehirde yeniden büyük bir katliam dalgası başlaması, yeni bir bölgesel çatışmanın habercisi olabilir mi?

  2. Kimler faydalanıyor? – Mezhep savaşları genellikle dış güçlerin bölgeyi kontrol etmek için kullandığı bir araç haline geliyor. Lazkiye’deki olaylar, Suriye’deki mevcut dengeleri nasıl değiştirebilir?

  3. Çatışmalar nereye evrilecek? – Eğer bu olaylar kontrol altına alınmazsa, sadece Suriye ile sınırlı kalmayıp Lübnan, Irak ve Türkiye gibi bölge ülkelerine sıçrayabilir mi?

Olası Senaryolar ve Çıkış Yolları

1. Çatışmanın Bölgeselleşmesi

Lazkiye’deki olaylar, Şii-Sünni eksenli bir çatışmayı tetikleyebilir ve İran, Suudi Arabistan, Türkiye gibi ülkelerin müdahalesine yol açabilir. Eğer mezhep savaşları daha da derinleşirse, Irak ve Lübnan da bu girdabın içine çekilebilir. Özellikle Lübnan’daki Hizbullah’ın Suriye’deki Alevilere destek vermesi, Sünni radikal grupları daha da kışkırtabilir.

2. İç Savaşın Yeni Bir Aşaması

Suriye’de rejim güçleri ile muhalifler arasındaki savaşın yeni bir boyuta evrilmesi mümkündür. Lazkiye’de başlayan şiddet, diğer şehirlerde de benzer mezhep temelli saldırıları tetikleyebilir. Bu durum, zaten yıllardır parçalanmış olan Suriye’yi daha da istikrarsızlaştırabilir.

3. Uluslararası Müdahale

Eğer çatışmalar hızla büyürse, Rusya ve ABD gibi küresel güçler yeniden sahaya inebilir. Bu durumda, Suriye bir vekalet savaşının merkezi olmaktan çıkıp doğrudan bir büyük güçler çatışmasına sahne olabilir. Özellikle Rusya’nın Lazkiye’de askeri üslerinin olması, bölgeyi kritik bir nokta haline getiriyor.

4. Barışın Tek Yolu-Mezhep Siyasetinden Uzaklaşmak

Suriye’deki bu çatışmalardan çıkış yolu, mezhep eksenli siyasetten uzaklaşmaktan geçiyor. Ancak bunu sağlamak, şu an için oldukça zor görünüyor. Çünkü mevcut liderler, iktidarlarını mezhep kimlikleri üzerinden güçlendirmek için bu ayrışmaları besliyorlar. Gerçek anlamda bir çözüm, tarafların ortak bir anayasal çerçevede buluşmasıyla sağlanabilir.

Lazkiye’de yaşananlar, Suriye’deki büyük mezhep savaşının sadece bir yansımasıdır. Ancak bu tür katliamların devam etmesi, bölgenin daha da kaosa sürüklenmesine neden olacaktır. Eğer uluslararası toplum bu çatışmaları durduramazsa, önümüzdeki yıllarda Suriye tamamen bölünmüş, mezhep çizgileriyle ayrılmış ve sürekli çatışma içinde bir ülke olmaya devam edecektir.

Bugün bize düşen en önemli görev, bu mezhep savaşlarının kimlere hizmet ettiğini sorgulamak ve savaşın gerçek nedenlerini anlamaktır. Çünkü tarih boyunca olduğu gibi, bu tür çatışmalar en çok mazlum halklara zarar vermiş, büyük güçlerin oyunlarına hizmet etmiştir.

Suriye’nin geleceği, mezhep eksenli bir savaşla değil, tüm tarafların ortak bir gelecek inşa etme iradesiyle kurtulabilir. Ancak bu irade, şu an için oldukça zayıf görünüyor.

Bahadır Hataylı/08.03.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!