Bu Blogda Ara

1 Eylül 2025 Pazartesi

İnsan Zihninin Felsefi ve Toplumsal Yolculuğu

Bir tren yolu düşün.

Bir ucu ufka doğru uzanır, kesintisiz, dosdoğru…
Bir başka tren yolu düşün.
Başlangıç noktasından itibaren dallanıp budaklanan, yüzlerce ihtimale açılan, her kavşakta bir seçim dayatan.

İlk yolun dinginliği vardır: Dümdüzdür, şaşmaz, kararlıdır.
İkincisinin karmaşası vardır: Çelişkilerle doludur, seçeneklerle yüklüdür, her adımı yeni bir belirsizliktir.

Ama sorulması gereken şu:
Gerçekten “erkek zihni” düz ray mıdır, “kadın zihni” karmaşık ağ mıdır?
Yoksa hepimizde, her insanda, bu iki yolun da izleri mi vardır?

Felsefi Boyut

Zihin, Aristoteles’in deyimiyle “ilk hareket ettiriciye” bağlanmak ister: Tek bir amaç, tek bir yön, tek bir anlam.
Ama aynı zamanda Herakleitos’un dediği gibi “her şey akar” hiçbir yol tekdüze değildir; her an bir çatallanma, her an bir değişim vardır.

Düz ray, insanın özlem duyduğu sadeliği temsil eder.

  • Karmaşadan uzak,

  • Gürültüden azade,

  • Hedefe kilitlenmiş bir düşünce…

Ama hayatın kendisi hiçbir zaman bu kadar basit değildir.
Her karar, başka kararların gölgesinde şekillenir.
Bir düşünce diğerine bağlanır; bir duygu, onlarca başka duyguyu uyandırır.
Tıpkı dallanan raylar gibi.

Bu yüzden insan zihni aslında bir ikilemde yaşar:

  • Basitliği arar ama karmaşaya mecburdur.

  • Netliği ister ama ihtimallerden kaçamaz.

“Erkek beyni düz, kadın beyni karmaşık” söylemi işte bu ikilemi cinsiyetler üzerinden basitleştirmeye çalışır. Ama felsefi açıdan bakıldığında bu, insana dair hakikati küçültmektir. Çünkü düz ray da karmaşık ray da insanın içindedir. İnsanın ruhu hem “tek hedefe” hem “sonsuz ihtimale” açılan bir labirenttir.

Toplumsal Boyut

Tarih boyunca erkeklere “tek hedef” öğretildi:

  • Güç,

  • Kazanç,

  • Otorite,

  • Çözüm.

Kadınlara ise “çok yönlü sorumluluklar” yüklendi:

  • Evi idare etmek,

  • Çocuk yetiştirmek,

  • İlişkileri düzenlemek,

  • Duyguları taşımak.

Erkek tek yola kilitlendi, kadın yüzlerce rayın kavşağında bırakıldı.
Toplum bu görev dağılımını “doğalmış” gibi sundu.
Sonra da şöyle  özetledi: Erkek düz, kadın karmaşık…

Oysa gerçek başka:
Birçok erkek, hayatın karmaşık ray ağında kayboluyor; karar veremiyor, yön bulamıyor.
Birçok kadın ise tek bir hedefe öyle odaklanıyor ki, dünyayı yerinden oynatacak bir irade gösteriyor.
Yani toplumsal roller, değişmez değil.

İnsan Zihni

İnsanı bir istasyon gibi düşün.
Her istasyonda raylar var; kimisi düz, kimisi dallı budaklı.
Bir tren bazen tek yoldan gider, ufuk çizgisinde kaybolur.
Bazen de istasyona gelir, yüzlerce raya dağılır, seçimlerin ortasında kalır.

Hayatımız da böyle değil mi?

  • Bazen kararlarımız nettir, adımlarımız dümdüzdür.

  • Bazen ise bin bir ihtimalin ağırlığında kıvranırız.

Kimi zaman basitlik ararız:
“Keşke tek bir yol olsa, beni götürse.”
Kimi zaman karmaşıklığı severiz:
“Ne güzel, bin ihtimal var önümde, hangisini seçsem farklı bir hayat başlayacak.”

İşte insan beyni budur:
Hem rayların sadeliği,
Hem rayların karmaşası.

Ama daha derin bakıldığında bize şunu fısıldar:
İnsan zihni ne yalnızca basit bir raydır, ne de sadece karmaşık bir ağ.
İnsan zihni, hem sadelikle huzur bulan hem karmaşayla zenginleşen bir istasyondur.

Ve belki de asıl mesele, “erkek mi, kadın mı” demek değildir.
Asıl mesele şudur:
Her birimiz, zihnimizdeki rayların hangisine trenimizi sürmek istediğimize karar vermek zorundayız.
Bazen tek bir yolda ilerlemek gerekir,
Bazen yüzlerce seçeneğin kavşağında cesaretle yön değiştirmek.

Çünkü nihayetinde:
Zihin, cinsiyetin ötesinde, insan olmanın en büyük yolculuğudur.

Bahadır Hataylı/29.08.2025/Sancaktepe/İST

31 Ağustos 2025 Pazar

Allah’ın Vaadi İnsanların Gafleti

 


 Gazze ve Yemen’in Aynasında Hakikati Görmek

Kur’an-ı Kerim’in Rum Suresi 6-7. ayetlerinde şöyle buyruluyor:

“Allah, onlara zafer konusunda bir vaadde bulunmuştur. Allah, vaadinden dönmez. Fakat insanların çoğu bilmezler. Onlar dünya hayatının ancak dış yönünü bilirler. Ahiret konusunda ise tamamen gaflettedirler.”

Bu ayetler, tarihin her döneminde müminlerin yaşadığı imtihanların özünü ortaya koyar. İnsanların çoğu zaferi yalnızca görünürde arar; orduların büyüklüğünde, teknolojilerin üstünlüğünde, ekonomik güçte… Oysa Allah, zaferi iman edenlere, sabredenlere ve hakikatten taviz vermeyenlere vaat etmiştir.

Zaferin Ölçüsü, İnsanların ve Allah’ın Ölçüsü

Modern dünya zaferi sayılarla tanımlar. Silah gücü, stratejik üstünlük, şehirleri işgal etmek, toprak kazanmak… Bunlar dışarıdan bakıldığında bir güç göstergesi gibi görünür. Fakat ayetin uyardığı gibi bu, dünya hayatının sadece “zahiridir.” İnsanların çoğu, bu dış yüzle yetinir; ahireti, Allah’ın ölçüsünü ve hakiki zaferin mahiyetini unuturlar.

Oysa Allah’ın katında zafer, kalpteki imanla ölçülür. Bir mümin için zafer, zulme boyun eğmemek, hakikatten taviz vermemek, sabırla direnmek ve şehadetle ebedi hayata doğmaktır. Bu hakikati bilmeyenler, Gazze’de yıkılan evleri, Yemen’de açlıktan ölen çocukları sadece “kayıp” gibi görür. Ama hakikati görenler, bu kayıpların aslında Allah katında kazanılmış büyük birer zafer olduğunu bilir.

Gazze; İman ile Zulmün Çatışma Noktası

Bugün Gazze, dünyanın gözleri önünde bir imtihan coğrafyasıdır. Her gün tonlarca bomba yağdırılıyor, şehirler yok ediliyor, çocuklar ve kadınlar hedef alınıyor. Dışarıdan bakıldığında bu tablo, mutlak bir yenilgi gibi görünüyor. Ama Kur’an’ın ifadesiyle bu, sadece “dış yüz ”dür.

Gazze’nin elinde tank yok, uçak yok, modern ordular yok. Ama onların elinde çok daha güçlü bir şey var: Allah’a iman ve O’nun vaadine güven. Bir çocuk, eline aldığı taşla tankların karşısına dikildiğinde, bu ayetin en canlı tefsiri oluyor. Çünkü o biliyor ki, ölüm sanılan şey aslında ebedi bir hayatın başlangıcıdır.

Zalimlerin gözünde Gazze bir “kaybedilmiş toprak” olabilir. Ama Allah katında Gazze, sabrın, imanın ve şehadetin mekânıdır. Orada her gün toprağa düşen bir can, aslında göğe yükselen bir zaferdir. Bu hakikati göremeyenler, zaferi sadece askeri üstünlükte arayanlardır. Oysa Allah’ın vaadi, iman edenlerin yanındadır.

Yemen, Açlık ve Yalnızlık İçinde Bir Direniş

Yemen de Gazze gibi ümmetin vicdanını sınayan bir başka aynadır. Tarihi boyunca medeniyetlere ev sahipliği yapmış bu ülke, bugün açlık, kuşatma ve yalnızlıkla sınanıyor. Çocuklar açlıktan ölürken, ilaçlar ulaştırılamazken, dünya bu felaketi görmezden geliyor.

Ama Yemen halkı, bütün bu yokluğa rağmen dimdik ayakta duruyor. Dahası, Gazze’nin yanında saf tutarak “Biz de bu davanın yanındayız” diyor. Onların bu duruşu, Allah’ın vaadine olan güvenlerinin en açık göstergesi.

Yemen, ümmetin içine düştüğü gafleti de yüzlere çarpıyor. Zenginlik içinde sessiz kalan devletler, stratejik dengeler uğruna zulmün yanında duran yöneticiler, dünya hayatının sadece dış yönüne takılıp kalmış durumda. Ama Yemen, açlıkla boğuşurken bile şunu haykırıyor: “Allah bizimle beraberdir. Biz yalnız değiliz.”

Dünya Hayatının Zahirine Takılıp Kalanlar

Bugünün insanı, bilgide ilerlediğini, teknolojiyle her şeyi çözdüğünü sanıyor. Ama bütün bu ilerleme, sadece “dış yüz ”dür. Asıl mesele olan ahiret, Allah’ın vaadi, zulmün ve adaletin hesabı ise göz ardı ediliyor.

Televizyon ekranlarında Gazze’deki bombalamaları, Yemen’deki açlığı “istatistik” olarak görenler, aslında Kur’an’ın işaret ettiği gafleti yaşıyor. Onlar rakamları görüyor ama hakikati görmüyor. Onlar şehadeti ölüm zannediyor, zaferi tanklarla ölçüyor.

Oysa Allah’ın vaadi çok açıktır: Zulüm kalıcı olamaz, iman edenler kaybetmez. İnsanların çoğu bunu bilmez; çünkü onlar sadece dünyaya bakar. Ama iman edenler bilir ki, Allah’ın sözü haktır, O’nun vaadi şaşmaz.

Hakiki Zaferin Sırrı

Kur’an’ın öğrettiği hakikate göre zafer, üç temel unsura dayanır:

  1. İman: Müminin en büyük gücü, Allah’a olan bağlılığıdır.

  2. Sabır: Zulme, açlığa, kuşatmaya rağmen direnmek, Allah’ın yardımını celbeder.

  3. Şehadet: Dünyada kayıp gibi görünen ölüm, Allah katında ebedi bir hayatın başlangıcıdır.

İşte bu üç unsur, Gazze’de ve Yemen’de ete kemiğe bürünüyor. Zalimler, ordularıyla dünyayı titretiyor olabilir. Ama onların gücü fani; imanla verilen bir direniş ise baki.

Hakikatle Yüzleşme ve Çağrı

Rum Suresi’nin bu ayetleri, sadece bir tarihsel olayın değil, bugünün mücadelesinin de tefsiridir. Gazze’de bombaların gölgesinde taş atan çocuk, Yemen’de açlığa sabreden anne, Allah’ın vaadinin yaşayan şahitleridir.

O halde bize düşen, gafleti terk etmek, sadece dünya hayatının dış yüzüne takılıp kalmamak, Allah’ın vaadine güvenmek ve mazlumların yanında saf tutmaktır. Çünkü Kur’an’ın apaçık ilan ettiği gibi:

“Allah vaadinden dönmez.”

Zalimler bugün güçlü görünebilir, ama onların gücü geçicidir. Mazlumlar ise yalnız görünebilir, ama onların yanında Allah vardır. Ve Allah’ın yanında olanlar asla kaybetmez.

Bahadır Hataylı/23.08.2025/Sancaktepe/İST

30 Ağustos 2025 Cumartesi

Köyden Kente Göçün Bedeli Kapitalizmin Tüketici Kullarını Yaratma Projesi


Doğal mı, Zorlamalı mı?

Toplumların kırdan kente göç etmesi, yüzeysel bir bakışla, modernleşmenin doğal bir evresi gibi anlatılır. Sanki insanlık tarihi baştan sona doğru bir çizgi izliyormuş gibi: köy → kasaba → şehir → metropol. Oysa bu anlatı, “doğal” bir süreç gibi gösterilen planlı bir mühendisliktir.

Özellikle 20. yüzyılda devletlerin, küresel güçlerin ve kapitalist sermayenin yönlendirmesiyle kırsal yaşamın cazibesi sistematik biçimde yok edilmiş; köy hayatı “ilkel”, şehir hayatı “çağdaş” olarak kurgulanmıştır. Böylece köylü, kendi emeğinin ve üretiminin efendisi olmaktan çıkarılıp, kentin fabrikalarında veya pazarlarında hazır tüketici hâline getirilmiştir.

Bugün Türkiye’de kırsal nüfus %5 seviyesine kadar gerilemiş durumda. Bu yalnızca bir istatistik değildir; bu, aynı zamanda toplumun üretim damarlarının kesilmesi, değerlerinin budanması ve emeğin itibarsızlaştırılması demektir.

Kırsalın Bitirilmesi, Bir Medeniyet Kırılması

Kırsal, sadece tarım yapılan bir mekân değildir. Kırsal, aynı zamanda:

  • Emeğin somut karşılık bulduğu, alın terinin görüldüğü yaşam alanıdır.

  • Toplumsal değerlerin, dayanışmanın ve paylaşımın kök saldığı yerdir.

  • İnsanın doğayla uyumlu varoluşunu sürdürebildiği mekândır.

Köy yaşamında, üretim ile tüketim arasındaki mesafe kısadır. İnsan, ektiğini biçer, biçtiğini yer. Emek ile kazanç arasında doğrudan bağ vardır. Bu bağ, insanı hem çalışmaya hem de kanaatkârlığa sevk eder.

Fakat kente göç ettirilen insan, bu bağı kaybeder. Emek ile tüketim arasına kapitalist zincirler girer. İnsan, artık kendi üretiminin değil, başkasının üretiminin tüketicisidir. Böylece özgür köylü, bağımlı kent sakinine dönüşür.

Göçün Planlı Zorlamaları

Bu göç, yalnızca “şehirlerin cazibesi” nedeniyle gerçekleşmedi. Devletler ve küresel sistemler, köyü bilerek itibarsızlaştırdı. Bunun yolları şunlardı:

  1. Tarımın sistematik olarak bitirilmesi.
    Köylünün emeği değersizleştirildi. Mazot pahalılaştırıldı, gübre ithale bağlandı, tarım ürünleri ithalatla rekabet edemez hâle getirildi. Böylece çiftçi toprağını terk etmek zorunda bırakıldı.

  2. Eğitim yoluyla köyün küçümsenmesi.
    Okul kitapları ve şehir merkezli ideoloji, köyü “gerilik”, şehri “ilerilik” olarak kodladı. Köyden çıkan çocuklara, köylerini unutmaları telkin edildi.

  3. Altyapı ve hizmet eksikliği.
    Sağlık, ulaşım, eğitim ve kültürel hizmetler kırsala götürülmedi. İnsanlar, bu eksiklik nedeniyle mecburen şehre taşındı.

  4. Medyanın kurgusu.
    Televizyon ve reklamlar sürekli olarak şehir hayatını “parlak”, köy hayatını ise “kara cahillik” olarak gösterdi.

Böylece göç, bir “doğal süreç” değil, zorunlu bir kaçış hâline getirildi.

Göçün Bedeli, Toplumsal İfsat

Kırsal nüfus azaldıkça, toplumun değer dengesi bozuldu. Köyden şehre göç eden milyonlarca insan, sadece mekân değiştirmedi; yaşam tarzı, ahlakı, üretim-tüketim dengesi de değişti.

  • Emeksiz kazanma arzusu arttı.
    Köyde emek kutsaldı; saban tarlayı sürmeden, ürün çıkmazdı. Şehirde ise kısa yoldan kazanç, torpil, rant, spekülasyon, borsa, faiz normalleşti.

  • Maksimum haz, minimum emek anlayışı kökleşti.
    Kapitalizmin “haz kültürü” köylünün kanaatkâr yaşamını yuttu. İnsanlar artık “az çalış, çok tüket” mantığıyla yaşamaya başladılar.

  • Toplumsal dayanışma çöktü.
    Köyde komşunun açlığı, diğer komşunun derdiydi. Kentte ise insanlar apartmanlarda birbirini tanımadan yaşar hâle geldi. Yalnızlık ve yabancılaşma arttı.

  • Üretim kolları budandı.
    Tarım, hayvancılık, el sanatları, yerel üretim… Hepsi köreltildi. İnsanlar fabrikaların ve süpermarketlerin bağımlı tüketicileri hâline geldi.

Sonuç: Toplum, kendi kendine yetebilen bir üretici olmaktan çıkarılıp, küresel kapitalizmin istikrarlı tüketicisi hâline dönüştürüldü.

Kapitalizmin Abonman Vatandaşı

Bugün şehirlerde yaşayan milyonlarca insan, aslında kapitalizmin “abonmanıdır."

  • Her ay kira öder.

  • Elektrik, su, doğalgaz faturalarıyla sisteme bağlıdır.

  • Marketten aldığı her şey, küresel şirketlerin ürünüdür.

  • Kredi kartı borcu, tüketim alışkanlığına zincir vurmuştur.

Köylü kendi suyunu içebilir, kendi ekmeğini pişirebilir, kendi domatesini yetiştirebilirdi. Ama şehirli tüketici, sisteme bağımlı hâle gelmiştir. Bu bağımlılık, kapitalizmin en büyük başarısıdır.

Doğal Dönüşüm mü, Planlı Tasfiye mi?

Evet, insanlık tarihinin her döneminde şehirleşme olmuştur. Ancak bugün yaşadığımız şey “doğal bir evrim” değil, zorlamayla yürütülen bir toplumsal mühendisliktir.

Örneğin, Avrupa’nın köylü nüfusu sanayi devriminde hızlıca azaldı. Ama bu süreç milyonlarca yoksulun sefalet içinde yaşamasına, kölelik benzeri çalışma koşullarına, çocuk işçiliğine yol açtı. Bugün de benzer şekilde, Ortadoğu’dan Afrika’ya, Asya’dan Latin Amerika’ya kadar köylüler yerlerinden edilmekte, mega kentlerin kenar mahallelerinde “ucuz işgücü ve sadık tüketici” olarak yaşamaya zorlanmaktadır.

Türkiye’de Kırsalın Çöküşü

Türkiye özelinde bakıldığında, 1950’lerden itibaren tarım politikaları köylüyü şehir yoluna itti.

  • Traktör kredileriyle küçük üretici borca sokuldu.

  • Köy Enstitüleri kapatıldı; köylünün aydınlanma ihtimali engellendi.

  • 1980 sonrası neoliberal politikalarla tarım sübvansiyonları kaldırıldı.

  • 2000’lerde ithalat serbest bırakıldı, yerli çiftçi rekabet edemez hâle geldi.

Sonuçta köy boşaldı. Bugün Türkiye’de kırsal nüfus %5 seviyesine düştü. Bu oran, aslında bir ülkenin gıda güvenliği ve bağımsızlığı için tehlike çanıdır. Çünkü kendi çiftçisi olmayan ülke, yabancı şirketlerin mutfağına bağımlı olur.

Göçün Kültürel Sonuçları

Göç sadece ekonomik değil, kültürel yıkımlara da yol açtı.

  • Türküler, masallar, geleneksel üretim bilgisi unutuldu.

  • Toprağa bağlılık ve doğaya saygı zayıfladı.

  • Aile yapısı parçalandı, kuşaklar arası aktarım kesildi.

Bugün büyük şehirlerde büyüyen çocukların çoğu, bir ineği sadece kitaplarda görüyor; toprağa basmadan, market raflarında büyüyor. Bu, insanın köklerinden kopması demektir.

Kapitalizmin İstediği Toplum Tüketici Sürü

Köylü, kapitalizm için tehlikelidir. Çünkü köylü kendi kendine yetebilir. Fakat şehirli tüketici kapitalizme mecburdur. İşte bu yüzden köylünün göçü teşvik edildi.

Kapitalizm, “sürekli tüketen ama asla doymayan” bir insan tipi ister.

  • Haz odaklı, sabırsız, kolaycı.

  • Borçla yaşayan, kredi kartına bağımlı.

  • Doğadan kopmuş, fabrikaya ve markete bağlı.

Köyden kente göç, tam da bu insan tipini yaratmak için planlı bir adımdı.

Yeniden Üretim ve Dayanışma

Peki çözüm nedir?

  • Köylerin yeniden canlandırılması.

  • Tarım ve hayvancılığın desteklenmesi.

  • Yerel üretim ve kooperatifleşmenin teşviki.

  • Kentte yaşayanların dahi üretim süreçlerine katılması.

Gerçek kalkınma, üretim ile tüketim arasındaki mesafenin kısaltılmasıyla mümkündür. İnsan emeğinin değerini yeniden hatırlamak, doğayla barışmak zorundadır.

Değerlerin Yeniden İnşası

Köyden kente göç, sadece bir demografik olgu değil, bir değerler savaşıdır.
Köylü emeği, kanaatkârlığı, dayanışmasıyla bir medeniyet taşır. Kentte bu medeniyet, kapitalizmin parlak tabelaları altında boğulmuştur.

Bugün kırsal nüfus %5’e düştü. Bu sadece bir sayı değil, aynı zamanda toplumun köklerinin budanmasıdır. Toprakla bağını koparan insan, emeğin değerini unutur, haz odaklı bir tüketime mahkûm olur. Kapitalizmin istediği de tam budur.

Ama hâlâ umut vardır. Çünkü insan, doğanın bir parçasıdır; emeğe, üretime ve dayanışmaya dönmek zorundadır. Gerçek medeniyet, devasa kentlerin betonlarında değil, toprağın bereketinde saklıdır.

Erol Kekeç/18.Mart.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!