Bu Blogda Ara

25 Haziran 2025 Çarşamba

Her Şeyi Kuşatan Bir Hakikat-Allah ve Unutulmuş Yakınlık

 


Ey kalbi yorgun insan!

Duyduğun sesler çok, ama en hakikatli olanı unuttun.
Her şeyin üstünü örttün: vicdanını, sorumluluğunu, ahdini, hatta Allah’ı…
Sanki dünya sonsuzmuş gibi yaşıyorsun; sanki toprağa hiç girmeyecekmişsin gibi…
Ama bil ki:
Senin unuttuğun bir Rab var, seni unutmayan…
Senin uzaklaştığın bir kitap var, sana yol göstermeyi bırakmayan…
Senin arkanı döndüğün bir hesap var, adım adım yaklaşan…

Ey insanoğlu!
Gözlerin ekranlarla doldu, ama hakikati göremez oldun.
Kulağın seslerle çevrildi, ama hakikati duyamaz hale geldin.
Kalbin “benle şişti, ama Allah’ı taşıyamaz oldu.
Ne zaman döneceksin Rabbine? Ne zaman durup "Ben neredeyim?" diyeceksin?

Allah buyuruyor:

“Dikkatli olun! Gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler.”
“Gerçekten O, her şeyi sarıp kuşatandır.” (Fussilet/54)

Ey hakikati arayan!
Bu kuşatılmış dünyada, tek özgürlük Allah’a kul olmaktadır.
Bu karmaşık çağda, tek netlik vahyin aydınlığıdır.
Ve bu puslu yollarda, tek sığınak Rabbin kuşatıcı merhametidir.

Şimdi sustur bütün dünyevi uğultuları.
Kalbini sessizleştir.
Gözünü değil, özünü aç.
Çünkü sana sesleniyor:

“Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah’ındır. Allah, her şeyi kuşatandır.” (Nisa/126)

İşte bu irşat, seni sorulara götürsün:

  • Ben kime kulum?

  • Kime yaslanırım?

  • Kimden korkar, kime güvenirim?

  • Ve ben bu kuşatılmış hayatta, Allah’ın nuruna ne kadar yakınım?

Şimdi söz, kalbine ait...
Ve yol, O’nun vahyine doğru...
Hazırsan başlayalım...

1. Modern Çağda Kaybolan Bağ

Bugünün insanı; bilgiye boğulmuş, ama hikmetten uzak. Görüyor ama idrak edemiyor. Duyuyor ama anlamıyor. Her yere yetişmeye çalışıyor ama asıl Yaratıcısından uzaklaşıyor. Fussilet Suresi’nde Rabbimiz açıkça uyarıyor:

"Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler."

Bu kuşku, sadece bir bilgi eksikliği değil; bilinçli bir sırt dönüş, bir yabancılaşma, bir unutmadır. Rabbine yönelmek yerine kendine kapanan bir insan tipi. Vahyi terk eden insanın kalbi kararıyor, yüreği taşlaşıyor, vicdanı köreliyor.

2. Vahyin Hayatta Karşılığı Var mı?

Günümüzde vahiy ne kadar hayatın merkezinde? Birçok kişi Kur’an'ı bir "övgü kitabı", bir "süs nesnesi", ya da sadece "ölülerin ardından okunan" bir gelenek olarak görüyor. Oysa vahiy bir hayat pusulasıdır. Vahyin amacı, insanın Allah’la bağını diri tutmak, fıtrata uygun bir ahlak ve düzen tesis etmektir.

Ama bugün toplumlara bakın:

  • Ahlaki çöküş yaygın.

  • Adalet yerini ranta bırakmış.

  • Merhamet, çıkarın gölgesinde ezilmiş.

  • Aileler çözülüyor, insanlar yalnızlaşıyor.

Çünkü artık insanlar vahiy ile değil, nefsin, modanın, popüler kültürün kurallarıyla yaşıyor. Nisa Suresi 126. ayet bu noktada çok önemli bir hatırlatma:

“Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah’ındır. Allah, her şeyi kuşatandır.”

Bu ayet, aslında “sınır” çiziyor. Ey insan! Senin mal zannettiklerin, senin planların, senin hayallerin… Hepsi, Allah’ın mülkü içindedir. Onun izniyle olur. Bu farkındalık insana hem tevazu hem sorumluluk kazandırır.

3. Kuşatma Ne Demektir?

“Her şeyi kuşatmak” ifadesi Kur’an’da sadece fiziksel çevrelemeyi değil, bilgiyle, kudretle, hikmetle sarmayı da ifade eder. Allah, kainatın her zerresine nüfuz eder:

  • Gönüllerdeki gizli düşünceleri bilir.

  • Zihinlerden geçenleri yakalar.

  • Tarihi, bugünü ve geleceği birlikte kuşatır.

  • Görünen ve görünmeyen tüm sistemleri kontrol eder.

Modern insan kendini merkeze koydu. “Ben bilirim, ben yaparım, ben çözerim” dedi. Oysa Kur’an bize şunu öğretir:

Allah kuşatmıştır. Sen nereye kaçacaksın?

İnsanın kibri ne kadar büyürse büyüsün, Allah’ın ilminden ve hükmünden dışarı çıkamaz. Bütün evren ilahi sistemin içindedir. Ve bu farkındalık insanı sorumlu kılar.

4. Günümüz İnsanının Rab ile Olan Mesafesi

Bugün sokakta yürüyen insanlara sorsanız: “Allah’a inanıyor musun?” – büyük çoğunluk “evet” der. Fakat bu inanç bir bağ değil artık; bir gelenek, bir hatıra, bir sembol haline gelmiş durumda. Ayette geçen "Rablerine kavuşmaktan yana kuşku içindedirler" ifadesi bu hâli tarif eder:

  • Allah’ın adını duyar ama etkilenmez.

  • Ahirete inanır ama hayatını dünyaya göre planlar.

  • Dua eder ama samimi değildir.

  • Namaz kılar ama kalbiyle buluşmaz.

Bu çelişki, günümüz insanının temel trajedisidir. Ruhunda boşluk hisseder ama doluluğu yanlış yerlerde arar: alışverişte, alkışta, mevkide, sosyal medyada. Oysa gerçek yakınlık, Rab ile kurulan o görünmez ama derin bağdadır.

5. Vahyin Hayata Yansıması-Nasıl Olmalıydı?

Vahiy, sadece inançsal değil, ahlaki ve toplumsal bir devrimdir.

  • Adalet: Vahyin en temel emirlerinden biridir. Günümüzde adalet sadece mahkeme salonlarında değil, sosyal ilişkilerde, ailede, ticarette, eğitimde yok sayılmaktadır.

  • Merhamet: Peygamberimiz (sav) Kur’an'la yoğrulmuş bir merhamet örneğiydi. Bugün ise acılar “başkasının meselesi” sayılıyor. Mazlumlara kulak tıkıyoruz. Oysa Allah her şeyi kuşatandır, kalbimizdeki duyguyu da…

  • Tevazu: Vahyin ruhu budur. Fakat modern insanın tanrısı "ben" olmuştur. Kur’an ise: “Yürüme yeryüzünde böbürlenerek” derken bizi tekrar yerimize davet eder: yaratılmış olduğumuzu hatırlamaya.

6. Kapanan Kalplerin Çağı

Kur’an, kalplerin mühürlenmesinden bahseder. Bu mühür, fiziksel değil ruhsal bir kapanmadır. Bugün, göz var ama görmüyor; kulak var ama duymuyor; dil var ama hakkı söylemiyor. Çünkü kalp ölü. Çünkü kalp, Rabbinin nuruna kapanmış. Fussilet Suresi’ndeki "Dikkatli olun!" ifadesi, bu kalp ölümüne karşı bir uyan çağrısıdır.

Kur’an, sürekli uyarır:

“Hala düşünmeyecek misiniz?”
“Aklınızı kullanmayacak mısınız?”

İşte bu sorular, modern zamanın en çok ihtiyaç duyduğu sorgulamalardır.

7. Kuşatılmış Olmanın Güvencesi

Allah’ın her şeyi kuşatması, mümin için bir korku değil, bir güvence olmalıdır. Çünkü:

  • Yalnız değiliz.

  • Zulme uğradığımızda gören bir Rab var.

  • Dualarımızı işiten, gizli gözyaşlarımızı bilen bir Kudret var.

  • Hesap günü gelecek ve her şey ortaya dökülecek.

Bu nedenle, zalimler için "Allah her şeyi kuşatandır" ifadesi bir uyarı; mazlumlar içinse bir teselli ve müjdedir.

8. Ne Yapmalı? Vahyi Hayatımıza Nasıl Taşırız?

- Kur’an ile yeniden tanışmalıyız.

Sadece okumak yetmez; anlamaya, yaşamaya, içselleştirmeye çalışmalıyız.

Hayatın her alanında Allah’ın hükmünü merkeze almalıyız.

Ailede, işte, sokakta, devlette… Kur’an bir kenarda değil, her kararda olmalıdır.

İçsel bir dönüşüm yaşamalıyız.

Görünürde değil; kalpte, niyette, ahlakta bir değişim. Bu olmadan toplumda değişim olmaz.

Sorgulayıcı ama teslimiyetle olmalıyız.

Sadece gelenekleri değil, modern değerleri de sorgulamalıyız. Bilimin, siyasetin, eğlencenin sunduğu “değerleri” Kur’an terazisine koymalıyız.

Allah Kuşatmıştır – Peki Biz Neredeyiz?

Son söz olarak şunu soralım:

  • Allah her şeyi kuşatmışken, biz neredeyiz?

  • Vahyin gölgesi altında mıyız yoksa nefsimizin esaretinde mi?

  • Gönlümüz Allah’a açık mı yoksa dünyevi perdelerle örtülü mü?

Ayetteki “Dikkatli olun!” ifadesi hâlâ yankılanıyor. Bu bir tehdit değil; bir rahmet çağrısıdır. Yoldan çıkanlar için bir ışık, düşenler için bir merhamet elidir. Ve Allah’ın kuşatması, kendisine sığınanlara daima bir emniyet kalkanıdır.

Erol Kekeç/23.06.2025/Sancaktepe/İST

23 Haziran 2025 Pazartesi

Görünene Aldananlar Görünmeyenin Hesabına Hazır Olsun

 


Amerika ve Siyonizm'in Son Perdesi

İnsanlık tarihi boyunca zulüm, her zaman önce parıldayan yalanlarla geldi. Önce alkışlandı, sonra kutsandı; ama en sonunda her zalimin toprağı kanla sulandı. Şimdi karşımızda, bir çağın sona yaklaştığını gösteren işaretler var. ABD’nin bu gece İran’a saldırısıyla, sadece bir ülke bombalanmadı; insanlık vicdanı bir kez daha sınandı.

Ve bu, çöküşün hızlandığı andır.

İnsanlar, "önlerinde görünene inanır; arkalarındaki büyük günü görmezler." Çünkü günümüzde akıl, ekranın parıltısında, gerçek ise toprakta saklı. Pozitif bilincin putlaştırıldığı, maneviyatın delilik sayıldığı bir çağda yaşıyoruz. Ama neye inanırsanız inanın; hakikat bir gün herkesin dilini çözecek. O gün geldiğinde ABD, İsrail ve tüm zalim yapılar, sadece tarih kitaplarında bir utanç vesikası olarak kalacak.

I. ABD, Bir İmparatorluğun Sessiz İntiharı

ABD, artık düşman yaratmadan yaşayamaz hâle geldi. Ekonomisi savaş sanayisine bağlandı; ahlâkı Hollywood senaryolarına teslim. Bu ülke, insan hakları kisvesiyle savaş, barış adı altında işgal, özgürlük adına kontrol dayattı. Ama bu gece yaptığı şey artık her şeyin ötesindedir: açık bir çöküş ilanıdır.

  • İçten içe yanıyorlar. Çünkü içerideki millet, artık dışarıdaki savaşları finanse edecek güce sahip değil. Trump’ın sabah "başarılı operasyon" diye duyurduğu şey, ABD’yi tarihsel intihar sürecine sokan ilk kıvılcım olabilir.

  • Finansal tükenmişlik: Savaşın maliyeti, enflasyonu artıracak; sosyal hizmetler kesilecek, siyahlar, Latinler, işsiz gençler sokaklara dökülecek. Amerika dışarıda savaşırken içeride halkını kaybedecek.

  • Uluslararası yalnızlık: Ne Avrupa tam destek veriyor ne Asya. BM’de bile destek arayışları zayıfladı. Gözle görülür şekilde yalnızlaştı.

Bu Amerika, artık sadece kendine çalışıyor. Kendi içinde yaşayanlar bile onun niçin savaştığını bilmiyor. Çünkü bu savaş, adalet için değil; son güç gösterisini yapabilmek için başlatıldı.

II. Siyonizm, Zehirli Bir Rüyadan Uyanış

Siyonist akıl, yeryüzünde kendinden başka herkesin köle olması gerektiğine inanıyor. Tarihi boyunca barıştan değil, korkudan beslendi. Ama korkunun ömrü kısa olur. Hele ki mazlumlar Allah’a tevekkül ettiğinde, hiçbir kalkan bu azabı durduramaz.

  • İsrail’in psikolojik çöküşü başladı. İran’ın misillemesi Tel Aviv’i vurduğunda, İsrail halkı ilk defa gerçek savaşın ne olduğunu hissetti.

  • Lübnan, Suriye, Gazze hattı kıpırdıyor. Artık Siyonist tanklar kadar, direniş tünelleri de güçlü.

  • İnançsız bir devletin inançla kurulanlara karşı direnci yoktur. İsrail, korkunun iktidarıdır; ama korkuyu yenen bir halkın karşısında duramaz.

Bu çürümüş yapının sona yaklaştığını sadece biz değil, tarih bile söylüyor.

III. Görünmeyeni Görmeyenler, Kaybolanı Alkışlar

Bugün ekranlarda ABD zafer kazanmış gibi gösterilecek. Ama bu zafer değil, bir çöküşün başlangıcını gizlemeye çalışan bir illüzyondur.

İnsanlar susar, çünkü gerçek can acıtır. Ama göz göre göre yapılan bu şeytani işbirliğine sessiz kalan herkes, yarın o yanlarında saf tuttuklarıyla birlikte yargılanacaktır.

  • Ey susanlar! Bir halk soykırıma uğrarken, ekran başında izlemek tarafsızlık değil, işbirliğidir.

  • Ey kendini inançlı sananlar! Siyonistlerin yanında saf tutan hiçbir “Müslüman devlet” kendini temize çıkaramaz.

  • Ey liderler! Dilleriniz dua eder gibi ama elleriniz zalimlere silah uzatıyor. Allah size de bir gün hesap soracak.

IV. Tarihten Ders Alanlar İçin- Zulmün Süresi Sonsuz Değildir

Firavun ’un sarayı çöktü, Nemrut’un ateşi kendi kavmini yaktı. Roma, Bizans, Moğol... Her imparatorluk düşerken aynı hatayı yaptı: Allah’ın kullarını değersiz gördü.

ABD ve İsrail de aynı hatayı yapıyor.

Ama zaman farklı: Bu sefer internet çağındayız, hakikat saklanamaz. Mazlumların sesi her yerde, zalimin yalanı ise çözülebilir durumda.

V. Ne Olacak? ABD ve İsrail Nasıl Gider?

1. Askeri Yıpranma:

İran, vekilleriyle bölgesel bir ateş hattı kuracak. ABD, tek bir cephede savaşamayacak kadar yorgun. Her cephe yeni bir ekonomik yara, her kayıp bir sosyal isyan olacak.

2. İçeriden Çöküş:

Amerika’nın kendi halkı isyan edecek. Z kuşağı artık "ABD bayrağını" bir özgürlük simgesi olarak görmüyor. Sosyal medya çağında savaş çığırtkanlığı yerine barış çağrısı trend olacak.

3. Siyonizm'in İç Muhasebesi:

İsrail halkı artık liderlerine güvenmiyor. İçerdeki ultra-Ortodokslar orduya gitmek istemiyor, laik kesim yurt dışında yaşamak istiyor. İsrail, içeriden çatlayacak.

4. İnançlıların Uyanışı:

Bu savaş, sadece askeri değil; iman ile inançsızlık arasında. İnsanlık, artık tek bir gerçeği anlamaya başladı: Zulümle abat olunmaz.

Galip Kimdir?

Galip, en çok silaha sahip olan değil; en çok sabreden, en az zalime benzeyendir.

Galip olan, Allah’ın yanında olandır.
Ve Allah, zulme göz yumanı sevmez.
Allah, mazlumun gözyaşını boşa bırakmaz.
Allah, şeytanlarla yürüyeni asla aklamaz.

Bu çağ kapanıyor.
Yeni bir çağ, zulme direnmenin; hakikate tutunmanın çağı başlıyor.
Ya bu çağda tarafını seçeceksin,
Ya da tarihin çöplüğüne sürüklenenlerle birlikte yok olacaksın.

Yaşarsak göreceğiz… Ama gördüğümüzde çok geç olmasın!

Erol Kekeç/22.06.2025/Sancaktepe/İST

22 Haziran 2025 Pazar

Ahlakın Yetişemediği Çağda İnsanlığın Sessiz Çöküşü

Paranın ve Bencilliğin Gölgesinde Ahlaki Bir Çöküş

Modern dünyada insanlar paranın, çıkarın ve bencilliğin peşinden o kadar hızlı koşuyorlar ki ahlaki değerler geri planda kalıyor. Kapitalist piyasa ilişkilerinin ve tüketim kültürünün egemen olduğu toplumda, etik duyarlılık giderek körelmekte, bireyler çıkarcı hesaplarını toplumsal sorumluluğun önüne koymaktadır. Bu etik körlük hali sürdükçe toplumda derin bir yozlaşma yaşanır; değerler sistematik olarak aşınır ve herkes kendi çıkarını mutlaklaştırır. Piyasa mantığı artık yalnızca ekonomiye değil, eğitim, sağlık, adalet gibi hizmet alanlarına bile sirayet etmiştir: nitelik ve eşitlik ve adalet yerine kâr önceliği konmakta, kamusal etik özel çıkarların gölgesinde silikleşmektedir.

  • Paraya ve bireysel çıkara odaklanan hızlı tüketim kültürü, birlikte yaşama dair ahlaki sınırları esnetir ve “etik körlüğü" besler.

  • Rekabetçi iş ortamlarında ve kurumsal yapılarda adalet ve dürüstlük ihmal edilir, bireyler “görev buyruğu” bahanesiyle haksızlıkları sorgulamaktan çekinir (örn. “talimat böyle” deyip hukuksuz uygulamaları yerine getirme).

  • Sonuçta, akışkan modernlik gibi, toplumsal kuralları esneten yeni düzen bireyleri yalnızlaştırır; kişiler kendi çıkarını tüm etik ilkelerin önüne alır.

Tüketim toplumunun bu yıkıcı ikliminde, değerleri yeniden tesis etmek her geçen gün daha da zorlaşıyor.  Başka bir ifadeyle, insanlığın açgözlülük ve tüketim hegemonyasını sorgulamadan ilerlemesi, yalnızca toplumsal değil küresel ölçekte felaketleri de hızlandıracaktır.

Aile Dokusunun Çözülmesi-Toplumsal Çatlaklar

Toplumsal değerlerin çözülmesinin en acı örneklerinden biri, aile kurumunun hızlı değişimidir. Modernleşme, küreselleşme ve bireyselleşme gibi süreçler ailenin geleneksel yapısını daraltarak, iç ilişkilerde sistemsel bir çözülmeye yol açmaktadır. Aile içindeki uyum bozulduğunda, fertler artık önce kendi çıkarlarını gözetir hale gelmiş, aile içi dayanışma azalmıştır. Kırılmış ev gibi simgesel imge, bu çözülmenin trajik yansımasıdır: evet, bir zamanlar birlikte büyüyen aileler artık bölünmüş, bireyler arasında sevgi, empati ve fedakârlık giderek eksilmiştir. Çocuk eğitimi güçleşmiş, evlenip aile kurmak zorlaşmış, buna bağlı olarak aile içi şiddet ve boşanma sayısı artmıştır.

Üzerinde çalışılan araştırmalar da aile içi sorunlardaki artışa işaret eder. Ailenin geniş yapısının daralması ihtiyaçları çoğaltmış ve iç uyumu bozmuştur. Bu “birey öncelikli çözülme” sürecinde aile üyeleri arasındaki sevgi ve bağlılık zayıflamış, evlilikler ve çocuk yetiştirme giderek daha zor bir hale gelmiştir. Nitekim sonuçta aile içi şiddet ve boşanma vakalarının yükselmesi, mutlu ailelerin kalmadığı toplumlarda toplumsal huzursuzluğun da arttığını göstermektedir. Aile yapısının bu dönüşümü, toplumsal dayanışmanın temel taşı olan aileyi çökertmekte, bireyler arası yabancılaşmayı derinleştirmektedir.

Bu çöküş, her nesli doğrudan etkiler. Kırılan aile bağları içinde yetişen çocuklar, güven duygusunu yitirerek sosyal problemlere daha açık hale gelir. Yapılan çalışmalar, aile içi kırılmanın çocuklarda duygusal ve davranışsal problemlere, eğitim hayatında başarısızlığa ve toplumsal uyumsuzluğa yol açtığını ortaya koyuyor (örneğin düşük sosyoekonomik grupta eşitsizlik ve yoksulluk gibi sorunlar). Kısacası aile kurumunun erozyonu, insan ruhunda derin yaralar açmakta, toplumsal çürümenin en trajik tezahürlerinden birini ortaya çıkarmaktadır.

İş Dünyasında Yozlaşma-Rüşvet ve Çıkar İlişkileri

İş hayatında ve kamu yönetiminde görülen yozlaşma da aynı ahlaki çöküşün yansımasıdır. Gücün ve paranın yoğunlaştığı kurumlarda etik çöküntü hızla yayılır. Yapılan bir teorik çalışmada vurgulandığı üzere, devlet görevlileri arasında rüşvet, görev suiistimali ve dolandırıcılık gibi küçük çaplı yolsuzluk faaliyetlerinin kurumsal düzeyde yozlaşmayı tetiklediği gözlemlenmiştir. Bu tür usulsüzlükler  adaleti zedeler, aynı zamanda ekonomik verimliliğe de zarar verir; yönetim ve toplum arasındaki güven bağını zayıflatır. 

  • Çıkar ilişkilerinin artmasıyla birlikte kurumsal ahlaki çöküntü yaygınlaşır; küçük rüşvetler bile büyük ölçüde yozlaşmaya zemin hazırlar.

  • Yolsuzluk ortamında adalet, şeffaflık ve dürüstlük gibi değerler rafa kalkar. Aile ve siyaset yerine “orman kanunları” hakim olur, yani güçlü olanın fendi geçer.

  • Böylece şirketler veya kamu kurumları etkin, verimli ve saydam bir yönetimden uzaklaşır. 

Bu yozlaşma, toplumun her kesimini etkiler: Adalet arayanlar umudunu yitirir, emeğinin karşılığını alamayan bireyler kırılır, iş dünyasında güven duygusu yara alır. Özel çıkarların kamusal sorumluluğun üstüne çıktığı bir düzende, etik ilkelerin gölgelenmesi kaçınılmazdır. Sonuçta, bu ahlaki zafiyet toplumsal işleyişi temelinden sarsar ve daha büyük felaketlerin habercisi olur.

Yaşam Boyu Eğitim ve Umut Arayışı

Bütün bu karanlık tablonun içinde, yaşam boyu eğitim kavramı bir umut ışığı sunabilir. Eğitim ve öğrenme süreçleri, yeni kuşaklara sadece mesleki beceri değil aynı zamanda etik bilinç de kazandırabilir. Araştırmalar, ahlaki eğitimin yaşam boyu öğrenmenin ayrılmaz bir parçası olması gerektiğini vurgular. Bir çalışma, ahlak eğitimini “evrensel insanlığın daha iyiye doğru gelişimi” amaçlayan yaşam boyu eğitimin merkezi unsuru olarak ele almıştır. Bu bakış açısına göre, bireyler çocukluktan başlayarak öğrenmeyi yaşamlarına dahil ettikçe, etik değerler de süreklilik kazanır.

Yaşam boyu öğrenmenin mekanizması, bilgiyi ve beceriyi hayatın her evresine yayarak değişimin hızı karşısında bireyi güçlü kılar. Hızlı gelişen dünyada eski eğitim sistemiyle edinilen bilgiler yetersiz kalmaktadır; bu nedenle bireylerin yaşamları boyunca öğrenmeleri zorunludur. Yaşam boyu öğrenme, insanın yetkinliklerini sürekli geliştirdiği bir süreçtir ve bu sayede kişiler toplumsal, kültürel ve ekonomik yeniliklere uyum sağlayabilir. Örneğin Sakarya Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada belirtildiği üzere, bu öğrenme süreci bireyin her yaşta ihtiyaç duyduğu becerileri edinmesine imkân tanır ve böylece her alanda etkin bir birey yetiştirir.

  • Eğitimin ahlaki amacı: UNESCO’nun ünlü Faure Raporu’nda “eğitim temel amacının bireyin fiziksel, entelektüel, duygusal ve ahlaki olarak tam bir insan olarak bütünleşmesini sağlamak” olduğu belirtilmiştir. Bu doğrultuda, eğitim hem bireyin kendini gerçekleştirmesi hem de toplumsal değerlerin nesiller boyu aktarılması için bir araçtır.

  • Sürekli öğrenme kültürü: Raporda ayrıca “her birey yaşam boyu öğrenmeye devam etmelidir,  Örneğin çocuklarımız ve gençlerimiz sadece bir mesleğe değil, sürekli gelişime ve değişen koşullara uyumlanmaya hazırlanmalıdır. Eğitim programları esnek ve açık olmalı, bireye farklı alanlarda yeni bilgiler edinme imkânı sunmalıdır.

  • Ahlak eğitiminin sürekliliği: Yaşam boyu öğrenme yaklaşımı, ahlaki eğitimin de kalıcı hale gelmesini destekler. Bir toplumda ahlaklı öğretmenler yetiştirmek, süreklilik arz eden bir eğitim süreci aracılığıyla etik değerlerin yaygınlaşmasını sağlar. Bu çaba bireysel farkındalığı artırırken, aileden okula tüm eğitim kurumlarında etik ilkelerin kazandırılmasına öncelik verir.

Yaşam boyu eğitim bu biçimiyle bireyleri bilgi çağının gerekliliklerine uygun hale getirirken aynı zamanda ahlaki açıdan da donanımlı kılar. Bir başka deyişle, eğitim sistemleri sadece teknik bilgi vermekle kalmamalı, empati, dayanışma, adalet gibi değerleri de her yaştaki bireye öğretmelidir. Çocuklukta ve gençlikte başlayan bu süreç, yetişkinlikte de meslek içi eğitimlerle, yetişkin eğitim programlarıyla ve farklı öğrenme yollarıyla sürdürülmelidir.

Yeniden İnşa Umudu

Günümüzde etik değerlerin altüst olduğu bir dünyada yaşamak, sadece bireyler için değil toplumlar için de karanlık bir tehlikedir. Elde edilen bulgular ve gözlemler gösteriyor ki, ahlaki değerlerin geri plana atılması suça, güvensizliğe ve toplumsal çözülmeye neden olur. Şayet mevcut eğilimler tersine çevrilmezse, insanlık kendi içinde yavaş yavaş bir yok oluşa doğru sürüklenecektir. Dünya Kaynaklar Enstitüsü’nün vurguladığı gibi, kültürümüzü tüketim merkezli tutmaya devam edersek yeni krizler peş peşe kapımızı çalacaktır.

Buna rağmen umutsuzluk içinde kaybolmak zorunda değiliz. Bu iç karartıcı süreçten çıkış, sadece bireysel düzeyde farkındalıkla değil, kurumsal ve kamusal alanın etik ilkeler temelinde yeniden düzenlenmesi ile mümkündür. Eğitim, aile ve çalışma yaşamında ahlaki bilinç yükseltilip toplumsal sözleşme yenilenirse; adalet, eşitlik, doğruluk gibi değerler önce bireyden başlayarak topluma yayılabilir.

Her şeyden önce, paranın peşinden koşmanın, ikiyüzlülüğün veya nefsi çıkarların insanî ideallerin yerini almasına izin vermemeliyiz. Bu derin yaraları onarmak, her neslin yaşam boyu öğrenme sürecine etik eğitimi dahil etmekle, aile ve topluluk bağlarını güçlendirmekle ve kamusal yaşamda şeffaflığı gözetmekle mümkün olacaktır. Böyle bir toplumsal uyanış, belki karanlık günlere rağmen ufukta hala var olabilecek aydınlık bir geleceğe işaret eder.

Bahadır Hataylı/12.06.2025/Namazgah/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!