Bu Blogda Ara

11 Haziran 2025 Çarşamba

Firavunlar Değişti Ahmaklık Aynı Kaldı

 


Zulüm Devam Ediyor

Mısır’ın kavurucu güneşinin altında yükselen piramitlerin gölgesinde tarihin en acımasız işkenceleri yaşandı. İnsanlar taş taşırken can verdi. Her biri bir annenin evladıydı. Her biri umutla doğmuştu, ama Firavun’un kibri, azgınlığı, kendini tanrılaştırması onların hayatlarını zifiri karanlığa çevirdi. İsrailoğulları, sırf bir kavim oldukları için, sırf köle yapılmaya uygun görüldükleri için ezildiler. Piramitlerin görkemi altında biriken, insanlık tarihinin en büyük acılarından biri olarak kaldı.

Ama Allah onları başıboş bırakmadı. Onların feryadını duydu. Onların özgürlük dualarına karşılık verdi ve içlerinden bir peygamber gönderdi: Musa.

Musa'nın Daveti ve Firavun 'un Kibri

Musa, onları yalnızca Firavun 'un esaretinden değil, ruhların en karanlık esaretinden de kurtarmaya gelmişti. Ona vahiy edilen söz, yalnızca bir siyasi başkaldırı değil; aynı zamanda tevhide, yani bir ve tek olan Allah’a kulluğa çağrıydı. Bu çağrı Firavun ’un hükmüne, düzenine, tanrılık iddiasına doğrudan meydan okumaydı.

“Gerçek şu ki Firavun yeryüzünde büyüklendi ve halkını sınıflara ayırdı. Onlardan bir kısmını zayıflatıyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını sağ bırakıyordu. Gerçekten o, bozgunculardandı.” 

(Kasas/ 4)

Firavun, Musa’yı ve onunla birlikte hakikati getiren her sesi susturmak istedi. Çünkü Musa'nın getirdiği mesaj, yalnızca bir din değil, bir özgürlük manifestosuydu. Firavun, Musa’nın kavmini kandıracağını düşündü. “Ben sizin en yüce Rabbinizim!” dedi. Halkı korkuttu. “Sizin dininizi değiştirmek istiyor! Bozgunculuk çıkaracak!” dedi.

Zulüm düzenleri her zaman aynı oyunu oynar. Kendilerini Rab yerine koyar, halkın dini duygularını kullanarak onları tehdit eder. Bozgunculuk, fitne, birliği bozmak… Dünün Firavunu da bugünün zalimi de aynı dili kullanır.

Korkunun Eşiğinde Yeniden Firavuna Dönmek

İsrailoğulları Firavun ’un zulmünü yaşamışlardı. Bileklerinde kırbaç izleri vardı. Çocukları öldürülmüş, kadınları aşağılanmıştı. Ama Musa’nın getirdiği hakikatin karşısına dikilen, yine kendi korkuları oldu. Firavun’un “ya dininiz bozulursa” tehdidi onları Musa’dan uzaklaştırdı. Zulümden kurtulma fırsatını, alıştıkları kölelik konforuna feda ettiler. Firavun ’un “Ben sizi en doğruya iletirim” sözüne iman ettiler.

Akletmediler. İdrak etmediler. Çünkü yıllar süren zulüm, zihinlerini teslim almıştı. Ruhları, bedenlerinden önce esir olmuştu.

Bugün de öyle.

Modern Firavunlar-Kibriyle Yeryüzünü Sarsanlar

Tarihteki Firavunlar ölmüş olabilir. Ama onların tahtında oturan yeni zalimler var. Modern çağın Firavunları saraylarda, meclislerde, şirket kulelerinde oturuyor. Ellerinde ekonomik kudret, medya gücü, askeri baskı var. Dilleri her zaman ‘birlik’ diyor, ama kastettikleri kendi saltanatlarının birliğidir.

Bu çağın Firavunları halkların dinine karışmaz görünür. Onları camiye, kiliseye, sinagoga gönderir ama düşünmelerine izin vermez. Onlar da Musa’ya gelen ilk tepkiyi tekrar eder:

"Musa ve kardeşine: 'Yurdunuzda kavminiz için evler yapın, evlerinizi kıble yapın ve namaz kılın!' dedik. Müminlere de müjde ver." (Yunus/ 87)

Günümüzün Firavunları, halkların din duygularını bir yönetim aracı olarak kullanır. İslam’ı yaşatmak değil, İslam’ı yönetmek isterler. Dini, iktidarlarının sopası yaparlar. Ayetleri kendi saltanatlarına hizmet edecek şekilde yorumlatırlar. Hocalar satın alınır, vaizler sansürlenir, minberler siyaset kürsüsüne döner.

Günümüzün Musa’sı Nerede?

Zulme karşı ses çıkanlar ya sürgüne gönderilir, ya hapse atılır, ya da itibarsızlaştırılır. Günümüzün Musa’ları da tıpkı eski zamanlardaki gibi zorluklarla karşı karşıya. Sözleri manipüle ediliyor, davetleri provoke ediliyor.

Tıpkı şu ayette anlatıldığı gibi:

“Firavun: ‘Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilah tanımıyorum’ dedi.” (Kasas/ 38)

Bugün de birçok lider, benzeri bir şekilde “Benden başkası vatanı sevemez, dindar olamaz, bu ülkeyi yönetemez!” diyerek kendi halkını bölüyor. Birlik söylemiyle kendi düzenlerine biat ettiriyor.

Dinin Kullanımı Üzerinden Kurulan Modern Tuzaklar

Bugün dindar görünümlü iktidarlar, halkların en büyük kandırılma vesilesidir. Bir elinde Kur’an, diğer elinde faizli ekonomik sistem tutanlar, bir yandan cami açarken öte yandan İsrail ile ticaret anlaşması yapanlar, halkı “din elden gidiyor” korkusuyla sindirirken kendi çocuklarını saraylarda, lüks içinde yaşatıyor.

Tıpkı Firavun gibi:

“Firavun dedi ki: 'Bırakın beni, öldüreyim Musa’yı! O, Rabbini çağırsın!'” (Mü’min /26)

Bugünün Firavunları da Musa’ları öldürmek istemiyorlar mı? Fikirlerini, haykırışlarını, adalet çağrılarını, hatta onları destekleyen halkı sindirmeyi amaçlamıyorlar mı?

Kitle Psikolojisi ve Korkunun Teslimiyeti

Bugünün İsrailoğulları da korkularına yeniliyor. Adaleti değil gücü seviyorlar. Doğruyu değil, rahatlatanı tercih ediyorlar. Bir lokma ekmek için, firavuni bir düzenin hamallığını yapmayı kabulleniyorlar. Tıpkı o eski sözde olduğu gibi:

“Bize tanrılar yap da onlara tapanlardan olalım.” (A’râf /138)

İnsanlar, kendilerini kandıran zalimlere “tanrı” muamelesi yapıyor. Onların kararlarını tartışmasız kabul ediyor. Onların yalanlarını savunuyor. Çünkü zihinler esir, yürekler teslim.

Ayet Ayet Uyanış

Kur’an, bu döngüyü bozmamız için gönderildi. Her çağın Firavununa karşı bir Musa olmamız için… Her zayıfın feryadına kulak vermemiz için…

“Allah, bir toplumu değiştirmez; ta ki onlar kendilerinde olanı değiştirinceye kadar.” (Ra’d /11)

Bu ayet bugünün en büyük devrim çağrısıdır. Zulmün bitmesi için önce zihinler özgürleşmeli. İnsanlar korkularıyla değil, vicdanlarıyla hareket etmeli. Kimin gerçekten Allah’ın emrini yaşattığını, kimin onu sadece kullandığını ayırt etmeliler.

Güncel Siyasi Aktörler ve Din İstismarı

Günümüzde bazı iktidarlar, halkı dindar yapmaktan çok, kendi iktidarlarına dindarca bağlı kılmak istiyor. Faiz sistemine dayalı ekonomilerini “zaruret” diyerek meşrulaştırıyorlar. İsrail ile diplomasi kuruyor, sonra halkın önünde “Filistin için ağlıyoruz” tiyatrosu sergiliyorlar. Savaş uçaklarıyla değil, dua kampanyalarıyla Gazze’ye destek oluyorlar.

Bu ikiyüzlülük, çağın en büyük zulmüdür. Çünkü insanların inancıyla alay etmektir. Tıpkı Firavun’un Musa’ya karşı gösterdiği o çarpık tavır gibi:

“Firavun dedi ki: ‘Ben size ancak kendi görüşümü açıklıyorum ve size doğru yolu göstermekten başka bir şey yapmıyorum.’” (Mü’min /29)

Her Firavun ’un Bir Musa’sı Vardır

Unutmayalım:

  • Zulüm kadimdir ama ebedî değildir.

  • Firavunlar çoktur ama Musa’lar da tükenmez.

  • Korku büyüktür ama iman daha büyük olabilir.

Bugünün dünyasında herkes Musa olabilir. Yeter ki hakikatin peşine düşsün. Yeter ki Kur’an’ı yalnızca mezarlıkta değil, yaşamda okusun. Ayetleri yalnızca sesle değil, özle kavrasın.

Bugün birileri “Ben sizin Rabbinizim!” demese bile, onun gibi davranıyorsa bilin ki o bir Firavundur. Ve her Firavun gibi, sonunda Kızıldeniz’de boğulmaya mahkûmdur.

“Sonunda onu ve ordularını denize attık. Zalimlerin sonu işte böyle olur.” (Kasas /40)

Erol Kekeç/19.12.2024/Sancaktepe/İST

10 Haziran 2025 Salı

Unutan İnsan ve Unutturulan Hakikat



"Ey iman edenler! Allah’tan korkup sakının! Herkes yarın için ne takdim ettiğine bir baksın. Allah’tan korkup sakının! Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Allah’ı unuttukları (için), Allah’ın da onlara kendi nefislerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Bunlar, fasıkların ta kendileridir." (Haşr Suresi/18-19)

Bu ayetler, bir uyarıdan çok daha fazlasıdır. Bu, gözünü açmış ama görmeyenlere, kulağı duyan ama işitmeyenlere, kalbi atan ama hissizleşenlere Allah’tan gelen bir sarsıcı çağrıdır. Bugünün insanına, ekranlara gömülmüş, hazların kölesi olmuş, sesi kısılmış ve iradesi elinden alınmış bireye yönelik, zamana kazınmış bir feryattır bu ayet.

Allah’ı Unutmak Ne Demektir?

Allah’ı unutmak; sadece O’nu zikretmemek, adını anmamak değildir. Allah’ı unutmak, hayatın merkezinden Allah’ı çekip almak, O’nun hükmünü göz ardı etmek, O’nun emirlerini hayatın dışına itmektir. Ticaretinde Allah yoksa, evliliğinde Allah yoksa, siyasetinde, adaletinde, dostluklarında Allah yoksa sen Allah’ı unutmuşsun demektir.

Ve bu unutkanlık, sadece bir ihmal değil, bir tercihtir. İnsan Allah’ı unuttuğunda, aslında bir başka şeyi merkeze koyar: Nefsini, arzularını, çıkarlarını, rahatını, çevresini, ideolojisini… Bu yeni merkez, insanın içini kemiren bir kurt olur. Yavaşça insan kendine yabancılaşır. Ayetin ikinci kısmı bunu haykırır: "Allah da onlara kendi nefislerini unutturur."

Kendi Nefsini Unutmak

Peki insan nasıl olur da kendini unutur? Bu, sadece bir hafıza sorunu değil, bir varoluş sorunudur. Kendini unutmak, neden yaratıldığını, nereye gittiğini, bu dünyada niçin bulunduğunu unutmaktır. İnsanın gözünü kör eden, kulağını sağır eden bu gaflet; onu başkalarının biçtiği bir role hapseder.

Reklamların, algoritmaların, politik vaatlerin, sanal kimliklerin içinde kaybolan insan; kim olduğunu, neye hizmet ettiğini, niçin yaşayıp niçin öldüğünü bilemez hâle gelir. Modern insan, yüzüne sürdüğü pudralarla, selfie'leriyle, filtrelenmiş mutluluk görüntüleriyle, kendi benliğinden kaçmakta, bir illüzyonun içinde yaşamaktadır.

Gafletin Resmi-Günümüz Toplumu

Bugün sokaklar Allah’ı unutanlarla dolu. Adalet sarayları, Allah’ın hükmünü değil, zenginlerin menfaatini gözetiyor. Medya, hakikatin değil, çıkarların sözcülüğünü yapıyor. Eğitim, bireyin ahlakını değil, sistemin çarkını döndürecek dişlileri yetiştiriyor. İnsanlar sabah kalkıyor, işe gidiyor, mesai bitince eve dönüyor; ama bu kısır döngünün nereye vardığını, neden yaşadıklarını düşünmüyorlar.

Sosyal medyada gösterişli hayatlar, şöhretin peşinde koşan bedenler, içi boş ama süslü sözler dolaşıyor. Herkes konuşuyor ama kimse düşünmüyor. Herkes bir yerlere koşuyor ama kimse nereye gittiğini bilmiyor. İşte bu, kendini unutan insanın tablosudur.

“Yarın İçin Ne Takdim Ettin?”

Ayet, bir yönlendirme sunar: "Herkes yarın için ne takdim ettiğine baksın." Buradaki "yarın", sadece fiziksel bir zaman dilimi değildir. Asıl olarak ahireti, ebedi geleceği ifade eder. Bu soru, insanın en can alıcı sorgusudur: Bugün ne yaptın ki, yarın neyle karşılaşacaksın?

Evin mi var? Yarın mezarın olacak. Araban mı var? Yarın kefenin olacak. Mevkiin mi var? Yarın bir avuç toprak içinde unutulacaksın. Yarın, bugünün hakikatle çarpışacağı gündür. O gün için hangi amelin, hangi duruşun, hangi hakkın, hangi sabrın var?

Unutanların Yıkımı-Tarihten İbretler

Firavun da Allah’ı unutmuştu. Kaleleri vardı, orduları vardı, büyücüleri vardı. Ama kalbine korku yerleştirildiği gün, o yıkılmaz sandığı sistem yerle bir oldu.

Ehl-i Kitap da Allah’ı unuttu. Kendilerine gönderilen peygamberleri yalanladılar, ayetleri tahrif ettiler, dinlerini pazarlık konusu yaptılar. Ve sonunda Allah, onları kendi elleriyle yurtlarını yıkmaya mecbur bıraktı. (Bkz: Haşr Suresi 2. ayet)

Bugün, modern çağın "ilahsızları", teknolojiye, paraya, bilime, diplomasiye, silaha güveniyor. Kalelerini dev binalar, nükleer başlıklar, finansal güçlerle kurmuş durumdalar. Ama Allah, onları da hiç beklemedikleri bir yerden vuracak. Çünkü bu ayet, sadece geçmişe değil, her çağa hitap eder.

Çaresizlik Değil, Feraset Gerek

Ayetin son kısmı net: "Onlar fasıkların ta kendileridir." Fısk, Allah’ın sınırlarını aşmak, emirlerine karşı gelmektir. Ve bugün Müslüman toplumlar, fıskı sadece başkalarında değil, kendi içlerinde aramalıdır.

Zulmü sadece zalime yüklemek kolaydır. Ama zulmü görüp susan, zalime meyleden, hakkı savunmaktan kaçan da o fısk zincirine dahildir. Allah’ı unutan bir toplum, hakikati de unutur, adaleti de, merhameti de… Ve böyle bir toplumun içinde boğulup giden birey de kendini unutur.

Kurtuluş Nerede?

Kurtuluş, Allah’ı hatırlamakta. Kalbi diriltmekte. Her sabah, “Bugün Allah rızası için ne yapabilirim?” diye sormakta. Çocuklarımıza, makam değil iman bırakmakta. Evimize lüks değil huzur taşımakta. Sosyal medyada değil, secde taşında iz bırakmakta.

Zikirsiz hayat, kimliksiz bir varlık haline getirir insanı. Zikir sadece dilin söylediği söz değil, kalbin O’na yönelmesi, aklın Onunla düşünmesi, bedenin Onunla hareket etmesidir.

Ey insan, kendine gel! Bu ayet sana yazılmış bir mektuptur. Mezara indiğinde duyacağın ilk ses olabilir. Ölüm geldiğinde, elinde hangi amelle duracaksın Rabbinin huzurunda?

Evlatlarına ne bırakacaksın? Bir telefon, bir ev, biraz para mı? Yoksa Allah’ı unutmayan bir kalp, vicdanlı bir yaşam, sabır ve direnişle yoğrulmuş bir karakter mi?

Dünyanın gürültüsü seni kendinden geçirmesin. Kalabalıklar seni kendi içine kapatmasın. Allah’ı hatırla ki, kendini hatırlayasın. Kendini hatırla ki, yarın için ne takdim ettiğini bilesin.

"Allah’ım! Bizi unutanlardan eyleme. Bizi kendini unutanlardan eyleme. Bize basiret ver, feraset ver, dirayet ver. Bize seni unutturmayan acılar, seni hatırlatan sevinçler, seni seven dostlar nasip eyle. Amin."

Unutma ey okuyan, Allah seni unutmaz. Sen O’nu hatırladıkça…

Erol Kekeç/05.06.2025/Sancaktepe/İST

Tapınma Alışkanlık mı Tercih mi?



 Toplumsal İfsadın Kökleri Üzerine 

İnsanoğlu, yaratılışından bu yana tapınma ihtiyacı duymuştur. Bu, insanın fıtratına işlenmiş bir yöneliştir; çünkü insan sınırlıdır, acizdir, korunma ve anlam arayışı içindedir. Ancak bu yönelişin şekli, mahiyeti ve muhatabı zamanla değişebilmiş, hakikate yönelmesi gereken bu duygu; alışkanlıklar, zaaflar, korkular ve cehaletle sapkın yönlere evirilebilmiştir. İşte bu noktada temel soru şudur: Tapınma bir tercih midir, yoksa alışkanlık haline mi gelir? Ve daha önemlisi: Alışkanlıkla başlayan tapınmaların sapmaya evrilmesi nasıl bir toplumsal çürümeye yol açar?

Bu sorulara en çarpıcı örnek, Kur’an’da anlatılan Hz. Yusuf kıssasında gizlidir. Kendisini zamanında kabullenmekte zorlanan, hatta iftira ve tuzaklarla hapsetmeye çalışan bir toplum, Hz. Yusuf’un ölümünden sonra “Allah, Yusuf’tan sonra kimseyi göndermez” diyerek onu putlaştırmış ve sapkınlığa sürüklenmiştir. Bu örnek sadece bir kıssa değil, insanlık tarihinin tekrar eden çöküş desenlerinden biridir.

1. Fıtratın Yönelişi-Tapınmanın Temel İtici Gücü

İnsan, sonsuza dair bir bilinçle yaratılmıştır. Bu bilinç, sonsuzluğa duyulan özlemle birleştiğinde, bir yüce varlığa yönelme ihtiyacını doğurur. Bu yönelme; bazen secdeyle, bazen dua ile, bazen ise sadece içsel bir boyun eğişle tezahür eder. Ancak bu yönelişin neye ve kime olduğuna karar vermek, insanın aklına, terbiyesine ve iradesine bağlıdır.

Bu noktada şunu belirtmek gerekir: Tapınmak bir ihtiyaçtır, evet. Fakat neye tapındığını seçmek bir tercihtir. Eğer bu tercih bilinçle, hakikatle ve tevhit anlayışıyla yapılmazsa, bu sefer tapınma alışkanlığa, alışkanlık da zamanla kör bir bağnazlığa dönüşür.

2. Alışkanlıkların Zehri-Bilinçsiz İbadet, Boş Ritüel

İbadetlerin anlamını kaybettiği, secdenin sembolikleştiği, sözlerin ruhtan uzaklaştığı bir toplumda, tapınma artık bir alışkanlıktır. Sabah kalkınca diş fırçalamak gibidir; yapılır ama niçin yapıldığını kimse düşünmez. Cuma namazına gitmek, ezan okununca ayağa kalkmak, mukabele dinlemek… Bunların hepsi kıymetlidir ama içi boşaltıldığında birer otomatiğe bağlanmış tepkiden ibaret kalır.

Alışkanlıkla yapılan ibadetler, insanı oyalayan ama dönüştürmeyen bir ritüele dönüşür. Bu da zamanla insanın ibadeti bir duygu boşalımı yerine, sadece “toplumsal normlara uyum” amacıyla yerine getirmesine neden olur. Dini bir görevi yaparken hissedilen şey Allah’a yakınlık değil, toplumsal dışlanmadan kaçınma korkusudur.

3. Hz. Yusuf’un Putlaştırılması-İnsanların Gerçeği Anlayamayıp Efsaneleştirmesi

Hz. Yusuf’un hayatı, iffet, sabır, adalet ve Allah’a teslimiyetin timsali olarak anlatılır. Mısır’da adaletle hükmetmiş, zindanlara düştüğü halde isyan etmemiş, kendisine ihanet eden kardeşlerini affetmiştir. Fakat ne yazık ki insanlar onu bu haliyle yaşarken anlayamamış, kıymetini bilememiştir. Ne zaman ki aralarından ayrılmış, o zaman değer vermeye başlamışlardır.

Zihinlerindeki boşluğu onunla doldurmuş, acılarını onun adıyla hafifletmişlerdir. Zamanla bu sevgi, hakikati hatırlamaktan öteye geçmiş, “Allah, Yusuf’tan sonra kimseyi göndermez” inancına dönüşmüştür. Bu inanç, onu yüceltmek değil; Allah’ın rahmetini sınırlandırmak anlamına gelir ki bu da şirk kapısını aralar.

İşte tam bu noktada sapma başlar: İlahi olanla insani olan yer değiştirir. İnsani olan (Hz. Yusuf), ilahi yerine konur. Bu, en sinsi ve derin sapmadır. Çünkü insanlar bu durumu “sevgi” zanneder ama aslında tevhitten sapıştır.

4. İfsadın Kökleri-Bireysel Zaaflardan Kolektif Sapkınlığa

Toplumsal ifsat, bir gecede ortaya çıkmaz. Kültürel, zihinsel ve duygusal tortuların birikmesiyle büyür. Önce anlam kaybolur, sonra davranış kalır, en sonunda da davranış şekil değiştirir ve çarpık bir inanç sistemine dönüşür.

  • Anlamın yitimi, tapınmayı alışkanlığa dönüştürür.

  • Alışkanlık, eleştirilmezliği doğurur.

  • Eleştirilmezlik, kutsallaştırmaya evrilir.

  • Kutsallaştırma, sorgulamayı suç sayar.

  • Sorgulamanın yasaklanması, özgür düşüncenin felç olmasıdır.

Ve artık o toplumda ne bir peygamber anlaşılır, ne de hakikat duyulur. Çünkü herkes tapındığı şeye “dokunulmazlık” atfeder.

5. Din Maskesiyle Gelen Çöküş

Toplumsal çöküşlerin çoğu ahlaki değil, dini kisveye bürünmüş ahlaksızlıkla başlar. İnsanlar dinin emirlerini değil, dinle özdeşleştirdikleri kişileri sorgulamayı bırakınca çöküş kaçınılmaz olur. Tapınma, nesnelere veya kişilere yönelmişse; hakikate değil, temsile odaklanmışsa; o zaman ilahlık taslamanın yolu açılmıştır.

Bugün bile bazı topluluklarda insanlar; şeyhlerine, liderlerine, hocalarına sorgusuz sualsiz biat etmektedir. Bu insanlar kendi elleriyle, kendilerine “yarı ilahlar” üretmişlerdir. “Şeyh uçmaz, mürit uçurur” sözü; bu trajedinin veciz bir özetidir.

6. Toplumsal İfsadın Yayılma Dinamikleri

Toplumsal sapmalar bireyde başlar ama çoğunlukla şu süreçlerle büyür:

a. Rol Model Sapması

Hakikate hizmet eden liderlerin yokluğunda, toplumlar semboller üretir. Bu semboller zamanla “model” değil “ilah” olur.

b. Efsaneleştirme

Toplum, liderlerini veya geçmişte yaşamış büyük şahsiyetleri dokunulmaz kılar. Onların adıyla yemin edilir, mezarları ziyaret yerleri olur. Bu kişiler artık “hakikati gösteren” değil “hakikatin kendisi” haline gelir.

c. Kolektif Körleşme

Efsaneleştirme arttıkça, sorgulama azalır. Artık akıl devre dışıdır. Kalabalıkların doğru dediği şey “doğru”, yanlış dediği şey “yanlış” olur.

d. Kurumsallaşan Şirk

Zamanla bu tapınma biçimleri kurumsallaşır. Resmi bir din görünümü alır. Ama içinde tevhit yoktur; Allah vardır ama iradesi insanların elindedir.

7. İfsadın Modern Yüzü-Bugünün Putları

Bugün Hz. Yusuf’un putlaştırılmasının çağdaş versiyonlarını yaşıyoruz. Yalnızca peygamberleri değil, liderleri, ideolojileri, teknolojiyi, ünlüleri, parayı ve başarıyı da tapınma nesnesi haline getiriyoruz.

Artık secde ettiğimiz şey Allah değil; statü. Dua ettiğimiz şey, şifa değil; gösteriş. Yöneldiğimiz kıble, hakikat değil; menfaat.

Bugünün putları taş değil; sosyal medya ikonları, banka hesapları, siyasi figürler, futbolcular, fenomenler… Taptığımız şeyler şekil değiştirdi, ama içimizdeki tapınma zaafı hâlâ yerli yerinde duruyor.

8. Kurtuluş-Alışkanlıktan Tevhîde Geçiş

Toplumsal ifsadın panzehiri, yeniden hakikate yönelmektir. Bunun için:

  • İbadet anlamlandırılmalı, mekanik hareketler değil bilinçli yönelişler olmalıdır.

  • Rol modeller efsaneleştirilmemeli, sadece rehber olarak görülmelidir.

  • Her kutsal sorgulanmalıdır; çünkü hakikat, sorgulamaya açıktır.

  • Tevhit bilinçle içselleştirilmelidir, “Allah’tan başka ilah yoktur” sözü sadece dilde değil, hayatta hüküm sürmelidir.

  • Tapınma tercihe dönüşmeli, alışkanlığın zincirinden kurtulmalıdır.

 Tapınmanın Bedeli Ya da Hürriyetin Fikri

Hz. Yusuf’un hayatı boyunca uğradığı zulme rağmen dimdik kalması, Allah’a olan bağlılığının sarsılmaması, onun örnekliğini anlamlı kılar. Ancak onu bir ilah gibi görmek, kendi mücadelemizi unutmak demektir. Putlaştırmak, teslim olmaktır. Oysa tevhid, özgürlüktür. Çünkü tevhid; kula kulluğu reddedip sadece Allah’a yönelmektir.

Toplumlar, tapınmanın özünü kaybettikçe önce kişilere, sonra heykellere, ardından da menfaatlerine tapmaya başlar. Ve bu tapınma türleri, bir gün mutlaka kendi toplumlarını çürütür. Hakikatin yerini alışkanlıklar aldığında, inanç şekilsel olur. Şekilsel inanç ise her zaman şirkle el ele yürür.

Tapınma bir ihtiyaçtır, evet. Ama kime, neye ve nasıl olduğuna dikkat edilmelidir. Çünkü tapınmanın yönü, insanın kaderini belirler.

Erol Kekeç/21.12.2024/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!