Bu Blogda Ara

6 Haziran 2025 Cuma

Bir Milletin Üzerine Çökme Düzeni-Çıldırmışlığın Anatomisi

Bu iş çığırından çıkmıştır arkadaşım. Kimse çıkıp da, "Bunlar millet için yapılıyor, refah için, istikrar için..." gibi masalları anlatmasın. O devran kapandı. Bugün gelinen noktada apaçık ortadadır ki, ortada ne bir istikrar vardır, ne bir vicdan kalmıştır, ne de bir hukuk devleti. Varsa yoksa sadece rant, sadece menfaat, sadece güç gösterisi.

Milletin sırtından yükselen bir iktidar yapısının 23 yıl boyunca har vurup harman savurması, “itibardan tasarruf olmaz” diyerek saraylara, şatafata, örtülü ödeneklere, uçan saraylara kaynak aktarması, halktan kopmuş bir zihniyetin iflas bayrağıdır. Yıllardır bu düzenin mağdurları susturulmuş, ikaz edenler ötekileştirilmiş, hak arayanlar kriminalize edilmiştir. Bugün gelinen yerde, milletin canı yanıyor. Bu, mecazi değil. Gerçek anlamda insanlar pazarda fiyatları görünce gözyaşı döküyor. Kirasını ödeyemeyip sokakta kalan aileler var. Gençler, ülkesinden umut kesmiş halde kaçacak bir delik arıyor. Ama sarayda hayat başka: lüks, ihtişam, koruma orduları, saydam olmayan milyarlık harcamalar...

Peki bu sistem kendini nasıl meşru gösteriyor? Cevap basit: Kanun. Ama hakikatte kanun değil, zulmün kılıfı haline getirilmiş bir yasa düzeni. Yani cebindeki son paraya kadar vatandaşı soyan bir uygulamayı meclisten geçir, adına “kanun” de, sonra bu soygunu hukuki ilan et. Bu, kanun kisvesi altında soygundur; bu, yasal ama meşru olmayan bir düzenin adıdır.

Bir yönetim meşruiyetini hukuk karşısında kaybetmişse, yaptığı her davranışın adının “kanuni” olması bir şeyi değiştirmez. Adalet sadece hukukun yazılı kurallarında değil, o kuralların ruhunda ve uygulamasındadır. Vicdansız bir yasa, zalim bir yönetime kılıf olamaz. Ama bu ülkede oldu. Oluyor.

Zorla, tehditle, cezayla, icrayla, hacizle, vergiyle milletin üstüne çökme düzeni kuruldu. Elektrik, su, doğalgaz faturaları; vergi artışları; temel gıda ürünlerindeki KDV oranları... Bunların hepsi planlı ve bilinçli bir yoksullaştırma projesinin parçalarıdır. Halk yoksullaşırken devlet değil, yandaş zenginleşti. Yoksulluğun artışı tesadüf değil, politikadır.

Bakın, bu millet bu düzeni hak etmiyor. Bu halk, devletten adalet bekliyor, baskı değil. Ama siz ne yapıyorsunuz? Örtülü ödenekle harcamalar yapılıyor, nereye gittiği belli olmayan milyarlar var. Sayıştay raporları ya yayınlanmıyor ya sansürlü. Her kaleminizle millete hesap vermekten kaçınıyorsunuz. Çünkü gerçekler ortaya çıksa, milletin ödediği bedelin kimlerin refahı için harcandığı açık seçik görülecek.

Ve sonra... Sözde tasarruf genelgesi yayınlıyorsunuz. Vatandaşa "ekmeğini böl, kombiyi açma, arabanı sat, tasarruf et" diyorsunuz. Ama kendiniz hâlâ yüzlerce makam aracıyla konvoy yapıyorsunuz. Saraylarınız hâlâ ısıtılıyor, yüz milyonluk ihaleler hâlâ aynı beşli çeteye gidiyor. Bu nasıl tasarruf, bu nasıl adalet?

Bu yönetim artık milletin rızasını yitirmiştir. Korkuyla, tehditlerle, propaganda makineleriyle sürdürülen bu düzen; yorgun, sinmiş ama hâlâ kalbi atan bir halkı daha fazla tutamaz. Çünkü bu millet ne zaman ki boğulmaya başlarsa, o zaman içinden bir kıyam doğar.

Siz hâlâ zannediyorsunuz ki bu halk sessizse razıdır. Hayır! Bu halk sabrediyor. Bu halk, sabırla imtihan ediliyor. Ama unutmayın, Kur’an sabrın ardında ne olduğunu gösterir: Diriliş, kıyam, hesap günü...

Ve unutmayın: Zulümle abad olanın sonu berbat olur. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Firavun’a ne oldu? Nemrut’a ne oldu? Ad ve Semud kavmine ne oldu? Zenginlikleriyle, kibirleriyle, halkı ezen, kendilerini yeryüzünün rabbi ilan eden o liderlere ne oldu? Kur’an bunu açıkça söyler. Yöneticiler için hem örnek hem ibret vesikasıdır. Ama siz okumazsınız. Okusanız da anlamazsınız. Anlasanız da gereğini yapmazsınız.

Son beş yıldır millet size yalvarıyor: "Bu yol yol değil, bu gidiş sonu olmayan bir uçurum." Ama siz her uyarıyı düşmanlık saydınız. Her eleştiriyi hainlikle eşitlediniz. Her vicdan sesini bastırdınız. Ve şimdi geldiğiniz yer: Ekonomik çöküş, ahlaki çürüme, siyasi tıkanma. Bu milletin sırtındaki semer çok ağır artık. Kimse, bu yükün altında daha fazla ezilmek istemiyor.

Ve bilin ki, bu gidişin biletini siz kesiyorsunuz ama o koltuklara kimlerin oturacağını siz tayin edemezsiniz. Onu Allah tayin eder. Onu halk tayin eder. Bu ilahi adaletin bir kanunudur.

Yıllarca dillerinizden düşürmediğiniz “millet iradesi” artık sizi değil, sizi uyaranları alkışlıyor. Çünkü milletin karnı zil çalarken sizin alkışlanacak bir yanınız kalmadı. Siz hâlâ milletin öfkesini anlamamakta ısrar ediyorsunuz. Ama bu öfke, sizin sandığınız gibi bir siyasi partiye değil; bu öfke, adaletsizliğe, ayrımcılığa, hukuksuzluğa, şatafata, sahtekârlığa...

Bu öfke, insanın açlıktan ölürken televizyonda verilen "büyüme rekoru" haberlerine... Bu öfke, çocuğuna süt alamayan babanın gözyaşına bakmadan geçen bürokratlara... Bu öfke, işsiz gençlere "çalışmak istemiyorlar" diyen liyakatsiz yöneticilere...

Bu öfkeyi küçümseyen, yarın sel olur altında kalır.

Son sözüm şudur: Bu düzen çıldırmış bir yönetim aklının ürünüdür. Rasyonel değildir. Vicdani değildir. İlahi ölçüyle bağdaşmaz. Halkı korkutarak susturmak, devleti soyut bir tanrı gibi dayatmak, şirkin en sinsi halidir. Allah’a gerçekten iman eden biri bu düzene iman etmez. Ve iman eden susmaz. Dilsiz şeytan olmaz. Gördüğü zulme karşı haykırır.

Yazıktır. Günahtır. Bu milleti daha fazla tüketmeyin. Bu düzenin sonu, tarih kitaplarında Firavun’un, Karun’un, Nemrut’un hikâyesiyle aynı yerde bitecek. Dönün bu yoldan. Henüz vakit varken.

Erol Kekeç/04.06.2025/Sancaktepe/İST

4 Haziran 2025 Çarşamba

Tevhidin Işığında Şirk Bataklığından Kurtuluş




Kur’an-ı Kerim’in her ayeti, insanlığa bir yön gösterir; karanlık zihinleri aydınlatır, hak ile batıl arasındaki farkı ortaya koyar. Ahzab Suresi’nin ilk üç ayeti, yalnızca Resûlullah’a değil, onun şahsında tüm müminlere yöneltilmiş derin mesajlar barındırır. Allah’ın peygamberine verdiği öğüt, aslında bizlere ilahi ölçüler çerçevesinde nasıl bir duruş sergilememiz gerektiğini anlatır. Bu ayetlerde Allah, peygamberine şu emirleri verir:

  1. Allah’a karşı gelmekten sakınmak (takva),

  2. Kâfirlere ve münafıklara itaat etmemek,

  3. Vahye uymak,

  4. Sadece Allah’a güvenmek ve O’nu vekil edinmek.

Bu dört temel öğreti, yalnızca Resûlullah’ın değil, onun izinden giden her müminin hayat düsturu olmalıdır. Ancak günümüzde bu temel ilkelerden sapmalar yaşanmakta, tevhit inancı bozulmakta ve peygamber sevgisi adı altında şirk dolu bir din anlayışı zihinlere yerleştirilmektedir.

I. Tevhidin temeli sadece Allah'a kulluk

Tevhit, kelime anlamı olarak “birlemek” demektir. Dini anlamda ise, Allah’ı bir bilmek, O’na hiçbir varlıkta ortak koşmamak, tüm ibadetleri yalnızca O’na yöneltmek demektir. Bu inanç İslam’ın temelidir:

"De ki: O Allah birdir. Allah sameddir (hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu tek varlık). Doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey O’na denk değildir." (İhlas Suresi)

Bu kısa ama özlü sure, tevhit inancının özünü yansıtır. Ancak tarih boyunca insanların büyük bir kısmı bu inancı bozmuş, Allah’ın yarattıklarına tanrısal özellikler atfetmiş, putlara tapınmış ya da peygamberleri, velileri ilahlaştırmıştır.

Bugün aynı tuzak başka bir kılıkla insanlığın karşısındadır. Şirk, eski çağlardaki taş heykellere tapınmaktan ibaret değildir. Bugünün şirki, insanların Allah’ın dışında kurtarıcı, affedici, rızık verici, şefaat yetkilisi, hüküm koyucu olarak birilerini yüceltmeleri şeklinde tezahür etmektedir. Bunlar arasında en yaygını da Allah’ın peygamberini, Kur’an’ın tarif ettiği sınırların ötesine taşımak, onu Allah’ın yetkilerini paylaşan bir konuma yükseltmektir.

II. Peygamber sevgisi mi Peygambere şirk mi?

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v), Allah’ın kulu ve elçisidir. Bu iki sıfat, onun yüceliğinin ve seçkinliğinin delilidir. Ancak aynı zamanda insan oluşunun, kul oluşunun da en temel göstergesidir. Ne yazık ki bugün bazı çevrelerde peygambere öyle sıfatlar yüklenmektedir ki, bu sıfatlar doğrudan Allah’a ait olan yetkileri kapsamaktadır.

Örneğin:

  • “O olmasaydı kainat yaratılmazdı” gibi sözler,

  • “Allah’tan isteme, peygamberden iste” türünden dualar,

  • “Allah affetmezse peygamber affeder” inancı,

  • “Peygamberin ruhu her yerde hazır ve nazırdır” gibi batıl düşünceler,

Bu inançların hiçbiri Kur’an’da yoktur. Aksine, Allah Resul'üne şirk koşulmaması için defalarca uyarılar yapılmıştır:

"De ki: Ben de sizin gibi bir beşerim. Ancak bana, ilahınızın bir tek ilah olduğu vahyolunuyor. O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin!" (Fussilet/ 6)

"De ki: Allah katında benim için hiçbir kimse bir şey yapamaz. O’nun emrine karşı gelmem ancak bana azap olur." (Cin Suresi/ 21)

Bu ayetlerde peygamber açıkça sınırını bildiriyor: O bir beşerdir, bir kuldur, görevli bir elçidir. Vahiy ona emanet edilmiştir, ama hüküm koyma, affetme, şefaat etme gibi mutlak yetkiler yalnızca Allah’a aittir.

III. Şirk bataklığının günümüzdeki görüntüleri 

  1. Şefaat Yetkisini Peygamberin Tekeline Vermek: Kur’an’da şefaat konusu oldukça net bir şekilde açıklanmıştır. Allah dilemeden hiç kimse şefaat edemez. Peygamber dahil:

"Allah’ın izni olmadan kim şefaat edebilir?" (Bakara/ 255)

  1. Peygambere Yardım Etme/Onu Memnun Etme Üzerinden Cennet Umut Etmek: Bazı kişiler, peygamberin razı olmasıyla cennete gidileceğine inanır. Oysa Kur’an’a göre cennete giriş yalnızca iman ve salih amel iledir. Peygamber razı olsa da, Allah razı değilse hiçbir şey ifade etmez:

"Hayır! Kim kötülük işler ve günahı kendisini kuşatırsa, işte onlar cehennemliktir, orada ebedi kalacaklardır. İman edip salih ameller işleyenler ise cennetliktir." (Bakara /81-82)

  1. Allah’ın Sıfatlarını Peygambere Atfetmek: Allah’tan gaybı bildiğini, kalpleri okuduğunu, her yerde hazır ve nazır olduğunu söylemek şirktir. Bunlar sadece Allah’a ait sıfatlardır.

  2. Kabirlerden Medet Umma: Peygamberin ya da velilerin mezarına gidip onlardan yardım istemek, Allah’tan başkasından beklenti içine girmektir. Bu da tevhit inancını zedeler:

"De ki: Allah’ın dışında taptıklarınıza dua edin. Onlar sizden zararı gideremezler, fayda da veremezler." (İsra /56)

IV. Peygamberin gerçek mirası Kur'an ve onun uygulaması Resulün Hayatı 

Resûlullah, ardında mal mülk değil, Kur’an’ı ve uygulamalarını (sünnet) bırakmıştır. O’na düşen yalnızca tebliğdir. Bu noktada Allah şöyle buyurur:

"Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun mesajını iletmemiş olursun." (Maide /67)

Peygamberimiz, kendi istek ve arzusuyla hareket etmemiş, tüm söz ve eylemleri vahyin kontrolünde olmuştur:

"O, hevâdan (kendi isteğiyle) konuşmaz. Onun söyledikleri, vahyedilenden başka bir şey değildir." (Necm/ 3-4)

Bu bağlamda, peygambere uymak, onun sünnetini takip etmek demektir. Onu sevmek ise Kur’an’a ve onun öğrettiği hayata sımsıkı sarılmaktır. Şirke düşmeden peygamber sevgisi, işte budur.

V. Şirkle savaş kurtuluşun tek yolu Tevhhid

Bugün ümmetin en büyük problemi şirk ve bidatlerle dolu bir din anlayışına sahip olmasıdır. Kalpler Allah’a değil, aracılara bağlanmakta; dualar doğrudan Allah’a değil, kuldan medet umarak yapılmaktadır. Oysa Rabbimiz, yalnızca kendisine kulluk etmemizi emretmiştir:

"Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz." (Fatiha/ 5)

Tevhit, bütün peygamberlerin ortak mesajıdır:

"Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, ona 'Benden başka ilah yoktur, bana kulluk edin' dememiş olalım." (Enbiya /25)

Tevhit, Kurtuluştur; Şirk, Helaktır

Ahzab Suresi’nin başındaki ayetler, bir pusula gibi bizlere doğru yolu gösteriyor. Resûlullah’a çizilen sınır, bizim için de bir uyarıdır: Allah’ın elçisi, vahyi getiren, uygulayan ve tebliğ eden kutlu bir insandır. Ama o da bir kuldur. Şayet biz, onu Allah’ın yerine koyar, O’na ait sıfatları Resûlullah’a yüklersek, işte o zaman tevhitten sapar, şirke düşeriz.

Tevhit, insanı özgürleştirir. Aracıları ortadan kaldırır. Sadece Allah’a yönelen bir kul, asla kula kulluk etmez. Bu özgürlük, iman edenin izzetidir:

"İzzet, yalnızca Allah’a, peygamberine ve müminlere aittir." (Münafikun/ 8)

Bugün her Müslüman, imanını Kur’an süzgecinden geçirmeli, batıl geleneklerle örülmüş şirk perdelerini yırtmalı ve tevhit nurunu hayatına hâkim kılmalıdır. Şirk bataklığına saplanmış insanlara da bu yolu göstermek, her müminin görevidir. Yol bellidir:

Tevhit.

Sadece Allah’a kulluk.

Ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmamak...

Erol Kekeç/17.04.2025/Sancaktepe/İST


2 Haziran 2025 Pazartesi

Uyandıran Elçi-Resulün Hakiki yüzünü yeniden Keşfetmek

İçinde yaşadığımız çağ, hurafelerin putlaştığı, kutsalların içi boşaltılarak halkı uyutan bir masal anlatıcılığına dönüştüğü bir çağdır. Bu masal anlatıcılığının merkezinde, İslam’ın en büyük devrimcisi, Allah’ın elçisi Muhammed (s.a.v.) yer almaktadır. Ancak onun gerçek kimliği; adaletin, özgürlüğün, tevhit mücadelesinin, insan onurunun yılmaz savunucusu olması; Ehli Sünnet anlayışı başta olmak üzere birçok geleneksel mezhebi algının “uyutan peygamber” modeline kurban edilmiştir. Bu yazım, Resul'ün hakiki konumunu yeniden inşa etmek, onu  yere indirmek ve halkı uyandıran elçi olarak konumlandırmak için bir sorgulama çağrısıdır.

Mitolojik Bir Peygamber İnşası-Göğe Kanatlanıp Uyumak

Bugün birçok Müslüman, Resul'ü, mucizeler gösteren, parmaklarından su akıtan, ayı ikiye bölen, göğe yükselen ve sürekli olarak çevresindekilere 'sevap' dağıtan bir figür olarak tanıtır. Bu anlayışın temelinde, Resul'ün yeryüzündeki mücadelesini mitolojik ve metafizik bir zemine taşıma arzusu vardır. Ancak bu yaklaşım, onun asıl görevini, yani karanlıkta yaşayan insanlara ışık tutma ve onları uyandırma misyonunu gölgede bırakmaktadır. Oysa Resul, göğe çıkmak için değil, yeryüzünü değiştirmek için gönderilmişti.

Peygamber’in Görevi-Uyandırmak, Devrim Yapmak

Muhammed (s.a.v.)’in en büyük mucizesi, yoksulun, yetimin, kölenin, kadınların, ezilmişlerin yüreğine umut eken sözleriydi. O, Kur’an ile konuşuyor, Kur’an ile yürüyordu. Mekke'de doğduğu toplumda insanlar diri diri kız çocuklarını gömüyor, köleler eşya gibi alınıp satılıyor, zenginler serveti tekeline alıyordu. İşte tam da bu tabloya karşı gelen bir ses yükseldi: "Lâ ilâhe illallah" – Allah’tan başka hiçbir otorite, hiçbir egemen güç, hiçbir put kabul edilemez. Bu söz, yalnızca metafizik bir kabul değil, yeryüzünü sarsan devrimci bir sözdü.

Kur’an’ın Peygamberi ile Rivayetlerin Peygamberi Arasındaki Uçurum

Kur’an’da bize anlatılan peygamber, acı çeken, düşündüren, ağlayan, mücadele eden, tehdit edilen, taşlanan, dışlanan bir elçidir. Ona indirilen Kur’an’da “Seni uyarmak için gönderdik” denilir (Yasin, 6). Fakat hadis külliyatında ve birçok geleneksel kaynakta ise karşımıza neredeyse 'tanrılaştırılmış' bir peygamber çıkar. Geleceği bilen, hiçbir zaman hata yapmayan, sürekli tebessüm eden, savaşmaktan çekinen, güya insanların işlerini kolaylaştırmak için her şeye katlanan bir Resul portresi… Bu çarpık algı, toplumun direncini kırmak, insanlara kendi kaderini değiştiremeyeceği fikrini telkin etmek için idealleştirilmiştir.

Gerçek Resul-Ebu Zer’i Sarstı, Bilal'i Özgürleştirdi

Resul'ün yanında sadece büyük kabile liderleri, zengin tüccarlar değil, toplumun en alt tabakasındaki insanlar yer aldı. Çünkü Resul, onların insan olduğunu, onurlu olduğunu hatırlattı. Ebu Zer’e, servetin paylaşılması gerektiğini söyledi. Bilal’i özgürleştirdi. Ammar bin Yasir’e sabır değil, direniş telkin etti. Resul'ün İslam’ı, kapitalizmin, ırkçılığın, köleliğin ve erkek egemenliğin karşısında duran bir duruştu. Peki, bugün Resul'ü anlatanlar, neden bu yönlerini göz ardı ederler?

Ehli Sünnet Paradigması-Uyutulan Peygamber, Uyuşturulan Halk

Ehli Sünnet anlayışı, birçok konuda ümmete denge kazandırmış, bazı aşırılıkları törpülemiş olabilir. Ancak peygamber algısında ciddi bir tehlike barındırmaktadır. Bu anlayışta Resul, sürekli itaat edilen, sorgulanmayan, insanüstü bir varlık gibi sunulur. Onun hayatı, bir rehber olmaktan çıkar, uzak bir yıldız gibi erişilmez hale gelir. Oysa Kur’an’da peygamber, “sizin gibi bir beşer” olarak tanımlanır. (Kehf, 110)

Bu 'sürekli övülen ama hiç örnek alınmayan' peygamber tasavvuru, yöneticiler için biçilmiş kaftandır. Halk, Resul'ün göğe çıktığına inanırken, zalimlerin yeryüzündeki tahakkümünü sorgulamaktan uzaklaştırılır.

Ebu Hanife-Hakikat Karşısında Eğilmeyen Bir Peygamber Sevdalısı

İslam tarihi içinde bazı büyük şahsiyetler, bu uyutulmuş peygamber anlayışına karşı durmuşlardır. Onlardan biri de Ebu Hanife’dir. Abbasi halifesinin maaşlı kadılığını kabul etmemiş, işkence görmüş ama onurundan taviz vermemiştir. Çünkü onun Resul anlayışı, saraylara danışmanlık yapan değil, sarayları sorgulayan bir elçidir. Bugün onun mezhebini sahiplenenler, ne yazık ki bu tavrı miras almış görünmemektedir.

Peygamberin Görevine Dönüş-Uyarıcılığı İhya Etmek

Resul'ün asıl görevi, uyarmaktır. Toplumu, bireyi, topluluğu… Zalimlere karşı hakikati haykırmak, mustazaflara umut olmak, haksızlık karşısında susmamak. Resul'ü yeniden anlamak, onu yalnızca namazda salavat getirilen bir figür değil; yaşantısıyla rehber olan, yeryüzü adaletini kurmak için çabalayan bir insan olarak kavramaktır. Onun sözü, Mekke'nin kalın duvarlarına çarparak yankılanan bir çağrıydı. O çağrı, bugün hâlâ ihtiyaç duyulan bir direniş çağrısıdır.

Bugünün Müslümanı İçin Rehberlik

Bugün bir Müslüman, Resul'ü örnek alacaksa, onu hurafelerde değil, Kur’an’da ve onun gerçek yaşam mücadelesinde aramalıdır:

  • Bir genç, üniversitede haksızlığa uğrayan bir arkadaşının hakkını savunarak Resul'ün izinden gider.

  • Bir kadın, toplumun dayattığı rollerin dışına çıkarak onurunu koruduğunda, Resul'ün Fatıma’ya verdiği özgüveni yaşatır.

  • Bir işçi, alın terinin karşılığını ararken, Resul'ün "işçinin hakkını alın teri kurumadan verin" sözüyle yola çıkar.

  • Bir öğretmen, öğrencilerine doğruluk aşılayarak Resul'ün "ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim" sözünü yaşatır.

Resul'ü Uyandırmak, Toplumu Uyandırmaktır

Allah’ın Resulü, yeryüzünü uyandırmak için gönderildi. Onun sözleri, karanlıkları delen birer meşaleydi. O, halkı uyutmak için değil, diriltmek için geldi. Bugün onu sadece övmekle yetinenler, onun misyonunu yaşamaktan kaçanlardır. Oysa gerçek sevgi, örnek almakla başlar.

O halde gelin, Resul'ü masal kitaplarının raflarından indirip sokaklara, meydanlara, vicdanlarımıza taşıyalım. Onu, ezilenin yanında duran, zulme karşı dimdik duran bir önder olarak yeniden tanıyalım. Göğe çıkmış peygamber değil, yeryüzünü adaletle sarsan bir elçidir O.

Ve unutmayalım ki, Hakikat, ancak uyananların dünyasında yeşerir. Resul'ü uyandırmak, kendimizi uyandırmaktır.

Erol Kekeç/18.03.2025/Namazgah/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!