Bu Blogda Ara

28 Mayıs 2025 Çarşamba

Batının İkiyüzlülüğü ve İnsanlık Onurunun Tükenişi

 


Dünyanın dört bir yanında canlar yanarken, çocuklar annesiz kalırken, insanlık onuru yırtık bir afiş gibi kaldırımlarda sürünürken, adalet adına konuşanların sesi yağmalanan çıkarların ötüşüyle bastırılıyor. İşte bu çığlık sessizliği içinde, Ukrayna'da bir hastaneye düşen füze dünya basınının ilk sayfalarında "savaş suçu" başlığıyla yer bulurken, Gazze'de her gün bombalanan evlerde, hastanelerde, okullarda katledilen yüzlerce sivil "meşru savunma hakkı" kisvesiyle görmezden geliniyor. Bu satırlar, bu ikiyüzlüğü, bu çürümeyi, bu şeytani sistematiği sorgulamak için yazılıyor.

Batının Vicdan Çifte Standartı

Batı, yüzyıllardır kendini "medeniyetin beşiği" olarak tanıttı. Hukukun, insan haklarının, demokrasinin, ifade özgürlüğünün savunucusu olduğunu iddia etti. Ancak bu "değerler" Batı'nın çıkarlarına dokunmadığı sürece geçerliydi. Ukrayna-Rusya savaşı başladığında, Batı'nın yönetimleri şu mesajı yaydı: "Sivil hedeflere saldırmak bir insanlık suçudur, bu kabul edilemez." Elbette ki haklıydılar. Savaş, hangi şartta olursa olsun sivilleri hedef almamalı. Ancak aynı Batı, İsrail aylarca Gazze'yi bombaladığında, binlerce sivil öldüğünde, çocuklar, kadınlar ve yaşlılar öldürüldüğünde, su, elektrik, ilaç kesildiğinde tek bir sert açıklama yapmadı.

İşte burada Batı'nın yüzyıllardır sürdürdüğü o "ahlaki imparatorluk" maskesi dökülüyor. Demokrasi ve insan hakları çığlıkları sadece Batılı bir bireyin acısı için geçerli. Filistinli bir çocuğun cansız bedeni sahile vurduğunda, bu sadece istatistik oluyor. Ama Ukraynalı bir kadının gözyaşı, onlar için "Avrupa'nın kalbinde bir trajedi "ye dönüşüyor.

 Çarpık Düzenin Mahkûmiyeti

"Yazıklar olsun ölçü ve tartıda eksik yapanlara! Onlar insanlardan bir şey aldıkları zaman tam ölçerler. Onlara bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik tutarlar." (Mutaffifin Suresi 1-3)

Bu ayet, sadece ticaret ahlakını değil, aynı zamanda adaletin, vicdanın, hakkaniyetin temelini ifade eder. Batı, Ukrayna'da eksiksiz bir adalet terazisiyle tartı yaparken, Gazze söz konusu olduğunda terazinin kefelerini bilerek eğriltmektedir. Bu, tam anlamıyla Mutaffifin'in uyardığı zihniyettir: kendine geldi mi adaletin en katısını isteyen, ama başkası söz konusu oldu mu görmezden gelen.

Savaş Suçlarına Göz Yuman Sözde Hukuk

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Ukrayna savaşında hemen harekete geçti. Putin hakkında tutuklama kararı çıkarttı. Ancak aynı UCM, İsrail'in Gazze'de binlerce sivili katletmesine aylarca sessiz kaldı. Hatta Batı'dan bazı yönetimler UCM Başsavcısı'nın İsrail yönetimine yönelik olası bir tutuklama kararından rahatsızlık duyduğunu beyan etti.

Yani kanun, yine Batılının elinde şekillenen bir sopaya dönüşmüş durumda. Kimin cezalandırılacağına şeytanın kendi mahkemeleri karar veriyor. Bu ise hukuk adı altında üretilmiş bir modern firavunluğun resmidir.

Gazze'nin Dramı ve Sessiz Vicdanlar

Gazze, yıllardır abluka altında. Yiyecek yok, ilaç yok, enerji yok. Ve bir de bunun üzerine yağmakta olan bombalar. 7 Ekim'den itibaren İsrail'in başlattığı şiddetli saldırılarda çocuk, kadın, yaşlı demeden binlerce masum insan hayatını kaybetti. Hastaneler hedef alındı. Okullar vuruldu. Cenazeler toprağa verilemedi.

Ama ne ABD, ne AB, ne de Birleşmiş Milletler bu suçları durdurmak için ciddi bir adım attı. Tersine, İsrail'in "kendini savunma hakkını vurgulayan beyanlar peş peşe sıralandı. Bu beyanlar, bombalar kadar can yaktı aslında. Zira adaletsizlik, sadece bir suçu işlemekle değil, o suça göz yummakla da var olur.

Bu Sessizliğin Faturası Tüm Dünya için Sarsıcı Gerçek

  1. Meşrulaştırılan Zulüm: Adaletsizlik görmezden gelindikçe, zalimler daha cesur olur. Bugün Gazze, yarın başka bir coğrafya. Bugün füze, yarın nükleer.

  2. Göç, Radikalleşme ve Yeni Kaoslar: Görmezden gelinen acılar yeni göç dalgalarını ve toplumsal patlamaları besler. Bu ise Batı için de kaçınılmaz bir krizdir.

  3. Kurumsal İtibar Çöküşü: BM, UCM, NATO gibi kurumların taraflı tutumları, tüm insanlık için umut olması gereken yapıların anlamsızlaşmasına neden oluyor.

Vicdanın Ayetlerle Buluşması

Kur'an, " bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin" buyurur. (Maide/8) Bu, evrensel bir ilke sunar. Kinle, çıkarla, taraf gözlüğüyle adalet olmaz. Ancak Batı bu ilkeyi çiğniyor. Hem de gözü kapayarak, şeytanın kızıl güzelliğine hayran kalarak.

Ne Yapmalıyız?

Bu zulmü sözle, yazıyla, dua ile, direnişle, boykotla, bilinçle ve birlikle durdurmalıyız. Sessiz kalmak, rıza göstermektir. Rıza göstermekse aynı suça ortak olmaktır.

Bu nedenle yazmalıyız, anlatmalıyız, haykırmalıyız. İnsanlık onuru çiğnenirken, tarafsızlık zalimin yanında saf tutmaktır. Unutmayalım, adalet bir gün bize de gerekebilir. Ama o zaman iş işten geçmiş olabilir.

Gazze'de ölen sadece bedenler değil, aynı zamanda insanlığın vicdanı, adalet inancı ve evrensel hukuk umududur. Ukrayna için gösterilen duyarlılık, Gazze için de gösterilmiyorsa, bizler insanlığın çift yüzlü aynasına bakıp kendi karanlığımızı görmeye mahkûmuz demektir.

"Yazıklar olsun eksik tartanlara!" (Mutaffifin )

Bahadır Hataylı/26.05.2025/Sancaktepe/İST

Hırsızların Güvende Olduğu Ülkede Kim Suçlu

 


Hırsızların Güvende Yürüdüğü Topraklar Bir Halkın Uyanmayan Vicdanı

"Eğer hırsızlar yollarda güvende yürüyorlarsa, bunun iki nedeni vardır: ya rejim büyük hırsızdır, ya da halk aşırı aptaldır." Bu söz,  Singapur'un kurucu lideri Lee Kuan Yew'e atfedilir, ancak gerçekliği ikinci plandadır. Çünkü bu ifade, yalnızca bir kişiye ait olmaktan çok bir çağrının, bir isyanın, bir ayılmanın sözüdür. İçeriği öyle yoğundur ki, herhangi bir coğrafyada, herhangi bir dönemde, zalimliklerin hüküm sürdüğü bir memlekette yankı bulabilir.

Bu cümlede iki taraf vardır: Hırsızlar ve halk. Ortada bir yol vardır: Adaletin işlemesi gereken kamusal alan. Ve burada bir gerçeklik ortaya konmuştur: Eğer adaletsizlikler elini kolunu sallayarak dolaşabiliyorsa, bir yerde ciddi bir çürüme vardır. Ya yukarıdaki otorite baştan çürümüş, kokuşmuş, kendini halkın malına çökmeye adamıştır; ya da aşağıdaki kitleler bu çürümeye karşı körleşmiş, sağırlaşmış ve nihayetinde aptallaşmıştır.

Rejimin Hırsızlığı-Kurumsal Ahlaksızlık

Bir rejimin büyük hırsız olması, sadece cebine para indirmesi değildir. Bu, çok daha derin, çok daha sistematik bir kötülüğün adıdır. Kamunun malını çalan, halkın vergilerini yandaşlara peşkeş çeken, ihaleleri belirli gruplara dağıtan, hukuku kendi çıkarlarına göre şekillendiren, medyayı sansürle boyayan, adaleti pazarda satılan domates gibi pazarlık konusu haline getiren bir yapı, işte tam olarak bu tarifin içindedir.

Böyle bir rejim, hırsızlığı sadece bir ekonomik mesele değil, bir kültür haline getirir. "Yukarıdakiler çalıyor ama çalışıyor", "Bize ne, biz de nemalanıyoruz" anlayışı halkın damarlarına zerk edilir. Toplumun en temiz bireyleri bile ya susar ya da kirlenir. Bürokrasi, adalet, emniyet, eğitim ve hatta din bile bu çarkın içine çekilir.

Aşırı Aptallık-Bilinçli Körlük ve Korkunun Normalleşmesi

Gelelim ikinci ihtimale: Halk aşırı aptaldır. Bu ifade ilk başta ağır gelir, çünkü bir halkı aptallıkla itham etmek kolay değildir. Ancak burada anlatılmak istenen şey, zekâdan yoksunluk değil; bilinçten, sorgulamadan, vicdandan ve cesaretten yoksun bir teslimiyettir.

Bir halk düşünün ki; yöneticileri servetlerine servet katarken kendisi her geçen gün yoksullaşıyor ama hala onları alkışlıyor. Bir halk düşünün ki; çocukları işsiz, eğitim sistemi çürümüş, sağlık sistemi çökmüş, yolları çukur, adaleti yok ama her seçimde aynı zalimlere oy veriyor. İşte burada artık sorun zekâ değil, ahlaki felçtir.

Bu tür halklar, kendilerine anlatılan her yalana inanır. Televizyon ekranında ne görürse onu hakikat zanneder. Bir gün önce kendisine hakaret eden bir lidere ertesi gün canla başla oy verir. Çünkü aidiyet duygusu aklın önüne geçmiştir. Çünkü düşünmek acı verir; sorgulamak tehlikelidir. En iyisi susmak, boyun eğmek, menfaatine dokunmayan her kötülüğü görmezden gelmektir.

Osmanlı'nın son döneminde sarayın borçları tavan yapmış, rüşvet aleni hale gelmişti. Ancak halkın önemli bir kısmı hâlâ padişahın Allah’ın gölgesi olduğuna inanıyordu. Çünkü sorgulamak haramdı, çünkü cehalet ibadet zannediliyordu. Bugün de farklı bir tablo yok.

Modern dünyada Venezuela örneği çarpıcıdır. Yıllarca yolsuzluklarla çalkalanan hükümetler, halkı açlığa mahkûm ederken kendileri milyar dolarlarla oynadılar. Ama halk, sosyalist bir kurtuluş hayaline sarılıp aynı sistemin devamına katkı sundu. Hırsızlar meydanlarda yürürken alkışlandılar.

Türkiye’de de son 20 yılda kamunun malı üzerine çöreklenen, ihaleleri aile şirketlerine dağıtan, vakıflar üzerinden milyarları yöneten bir zümre oluştu. Ancak ne gariptir ki, bu zümrenin en sadık destekçisi yine halkın önemli bir kısmı oldu. Çünkü sistem, hem hırsızlığı meşrulaştırdı hem de halkı manipüle etti.

Bu çarpık düzenin ayakta kalmasında medya, dinî yapılar ve eğitim sistemleri önemli rol oynar. Medya, gerçekleri gizleyerek ya da çarpıtarak halkı uyuşturur. Dinî yapılar, "dünya malı önemsizdir, liderleriniz hata yapabilir ama niyetleri halistir" diyerek pasif bir itaat inşa eder. Eğitim sistemi ise bireyleri sorgulamayan, ezberleyen ve itaat eden mahluklara dönüştürür.

Bu kurumlar bir araya geldiğinde halkın zihni ve kalbi felce uğrar. Artık insanlar gerçeklerle yüzleşemez hale gelir. Çünkü her yüzleşme, bir travma doğurur. Bu nedenle birçok kişi için yalana sığınmak, gerçekle yüzleşmekten daha güvenlidir.

Çözüm-Direniş, Bilinç ve Tevbe

Peki bu kısır döngü nasıl kırılır? Öncelikle halkın kendisine dönüp bakması gerekir. Gerçekten neye inandığını, neyi savunduğunu ve neden sustuğunu sorgulamalıdır. Her birey kendine şu soruyu sormalıdır:

  • Hırsızlara neden ses çıkarmıyorum?

  • Onlardan korktuğum için mi, yoksa onların yerine geçmek gibi gizli bir arzumu meşrulaştırdığım için mi?

Halkın uyanışı, bireysel bilinçlenmeyle başlar. Ardından örgütlü direniş gelir. Sivil itaatsizlik, hak arayışı, adalet mücadelesi... Ama bunların en temeli, içsel bir tövbedir. Kötülüğe alışmış, hırsızlıkla barışmış, zalimle dost olmuş bir yürek önce tövbe etmelidir. Çünkü tövbe, pasif bir pişmanlık değil, aktif bir yön değişimidir.

Bu yazının başındaki söz, hepimizin aynasıdır. Rejimin hırsız olduğu bir düzende yaşamak, sadece o rejimi değil, o rejime ses çıkarmayanları da suç ortağı yapar. Sessizlik, zalimin ekmeğine yağ sürer. Göz yummak, el vermek gibidir. Ve en kötüsü, alışmaktır. Alışmak, kötülüğün en büyük müttefikidir.

Eğer hırsızlar yollarda rahatça yürüyorsa, bu sadece onların cesaretinden değil, bizim korkaklığımızdandır. Onlar çalıyorsa, biz sustuğumuz için. Onlar gülüyorsa, biz ağlamaktan yorulduğumuz için.

O halde şimdi kalkıp sormalıyız: Biz gerçekten neyi bekliyoruz? Yeni bir hırsız mı, daha büyük bir zalim mi? Yoksa sadece kendi vicdanımızı mı?

Cevap ne olursa olsun, gerçek şu; Ya rejim büyük hırsızdır, ya da halk aşırı aptaldır. Ve bu denklemi değiştirecek olan da yine halkın kendisidir. Korkuyu yenen, bilinçle direnen, tövbe edip hakkı savunan bir halk... İşte asıl devrim budur.

Bahadır Hataylı/27.05.2025/Sancaktepe/İST

27 Mayıs 2025 Salı

Toplumsal Zilletin Anatomisi

 


Küçük Hırsızlar Yakalanır Büyük Hırsızlar Korunur

Dünya, adaletin kâğıt üstünde var olduğu, ama gerçek hayatta güçlülerin imtiyazına dönüştüğü bir sistemin içinde kör topal ilerliyor. Bertolt Brecht'in sözüyle özetlenen bu sistem, aslında sadece onun yaşadığı 20. yüzyıl Avrupa'sını değil, bugün bizim topraklarımızı da kapsayan evrensel bir gerçekliği ifade ediyor: "Dünya'da iki çeşit hırsız vardır: Polis tarafından yakalanan küçük hırsızlar ve polis tarafından korunan büyük hırsızlar. "Günümüz toplumlarındaki adalet krizini, sınıfsal çöküşü, ahlaki yozlaşmayı ve özellikle bizim coğrafyamızda artarak devam eden toplumsal zilleti, burada anlatmaya çalışacağım... 

1. Hırsızlığın Sınıfsal Karakteri-Küçük ve Büyük Hırsızlar Ayrımı

Hırsızlık deyince akla çoğu zaman gece bir evin camını kırıp giren ya da bir cüzdanı çalan insanlar gelir. Toplum, bu tür hırsızlara karşı hızlı ve sert reflekslerle tepki verir. Ancak aynı toplum, milyarlarca liralık yolsuzluğu görmezden gelir, üstelik bu suçu işleyenleri yüceltebilir. Brecht'in de işaret ettiği bu ayrım, hırsızlığın aslında bir "sınıf meselesi" olduğunu gözler önüne serer. Güçlü olan, iktidarın desteğini alan ya da o yapının bir parçası olan biri hırsızlık yaptığında "ticaret", "rant", "ihale" adı altında meşrulaştırılır. Fakir birinin hırsızlığı ise "adli vaka" olur.

2. Medya ve Algının Manipülasyonu-Kimin Hırsız Olduğuna Kim Karar Veriyor?

Toplumu yönlendiren en önemli aygıtlardan biri medyadır. Medya, gündem yaratır, algıyı yönetir, kamuoyunun "doğru" ve "yanlışı" algılamasını belirler. Bugün medyanın büyük bir kısmı sermaye gruplarının ya da iktidar yapılarının kontrolü altındadır. Bu nedenle büyük yolsuzluk dosyaları ya üstü kapatılır ya da manipüle edilerek sunulur. Hâlbuki gündelik hayatta 10 liralık bir çalma suç sayılırken, milyonluk hortumlamalar "hizmet", "kalkınma" ya da "ekonomik büyük projeler" şeklinde lanse edilir.

3. Toplumsal Hafızanın Silinişi ve Kanıksama

Günümüzde çok önemli bir toplumsal sorun da, halkın yaşanan haksızlıkları kanıksaması ve bunu "kader", "her yerde böyle" ya da "ne yapalım, düzen bu" gibi ifadelerle meşrulaştırmasıdır. Bu, bilinçli bir hafıza silme operasyonunun sonucudur. Geçmişi sorgulamayan, bugünü takip etmeyen ve gelecekten umudu kesmiş bir toplum, her türlü suiistimale açık hale gelir. Bu nedenle, büyük hırsızlar yıllarca devleti, belediyeleri, kamusal kaynakları talan ederken halkın çoğu ya sessiz kalmakta ya da bu kişileri "yürekli, iş bitiren adamlar" olarak görmekte.

4. Adalet Sisteminin Seçici Adaleti

Hukukun işleyişi de bu sistemde adaleti değil, güçlülerin menfaatini koruma aracı haline gelir. "Herkes için eşit adalet" söylemi, sadece tabelalarda kalır. Günlük hayatta adalet; kimliğe, sınıfa, siyasi görüşe, ekonomik güce göre işletilir. Fakir bir işçi, borcunu ödeyemedi diye hapis cezası alabilirken; bir holding sahibi milyonluk vergi borcunu sildirebilir ya da dolandırdığı insanlara karşı ceza almadan hayatına devam edebilir. İşte bu, Brecht'in söylediği gibi "korunan büyük hırsızlar" gerçeğidir.

5. Bizim Coğrafyamızda Bu Durumun Yansıması

Özellikle son 20-30 yılda Türkiye'de yaşanan yolsuzluk skandalları, kamu malının talanı, ranta dayalı imar projeleri ve ihalelerin belli gruplara peşkeş çekilmesi gibi olaylar, bu sözün ne kadar yerli yerinde olduğunu göstermektedir. Belediyeler üzerinden dönen şirket ihalelerine kadar sayısız örnek gözler önündedir. Ama bunları dile getirmek bile bir cesaret işidir. Çünkü medya bu gerçekleri ya sansürler ya da bütün suçun ütopyasını "dış güçler" ya da "fitne" gibi muğlak kavramlarla örter.

6. Toplumun Tepkisizliği-Suskunluğun Bedeli

En tehlikeli olanı ise, halkın bu yozlaşmayı görmesine rağmen tepki vermemesi, daha doğrusu verememesidir. Tepkiler ya bireysel yakınmalar seviyesinde kalmakta ya da sosyal medyada "gaz alma" aracına dönüşmektedir. Bu durumda da sistem kendini tehdit altında hissetmez ve varlığını sürdürmeye devam eder. Brecht'in sözü, sadece bir tespit değil, bir uyarıdır aslında: Eğer büyük hırsızlar korunmaya devam ederken bizler susarsak, o zaman sadece adaleti değil, geleceğimizi de kaybederiz.

Ne Yapmalı?

Bu tabloya karşı ne yapmalıyız?

  1. Toplumsal Hafızayı Canlandırmak: Geçmişten bugünü anlamaya yönelik bir şuur inşa edilmeli. Halk, hangi süreçlerle hangi yozlaşmanın içine itildiğini kavramalı.

  2. Medya Okuryazarlığını Yaygınlaştırmak: Algı yönetimine karşı bireyler bilinçlendirilmeli. Her görülen bilgiye inanılmamalı, sorgulama alışkanlığı geliştirilmeli.

  3. Adalet Bilincini Yükseltmek: Hukuk sistemi sadece teknokratik bir alan değil, ahlaki bir zemine de dayanmalıdır. Vicdan sahibi insanların sesini yükseltmesi gerekiyor.

  4. Yerelden Başlayan Dayanışma Ağları: Mahalle bazlı topluluklar, adalet ve şeffaflık taleplerini yerelden başlatarak büyük bir hareket inşa edebilir.

 Toplumsal zilletin panzehri, halkın susmaktan vazgeçip hakikati haykırmasından geçer. Çünkü büyük hırsızların saltanatı, küçük insanların korkusuyla sürer.


Bahadır Hataylı/13.05.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!