Bu Blogda Ara

26 Mayıs 2025 Pazartesi

Zilletin eşiğinde Bir Ümmete Çağrı



“Ey iman edenler! Benim ve sizin düşmanlarınızı dost edinmeyin...” (Mümtehine 60/1)

Bu ayet sadece bir tarihî vesika değil, her asırda yeniden dirilen ve müminlerin kalbine düşen bir ilahî uyarıdır. Bu çağrı bugün, İslam ümmeti için her zamankinden daha hayati, daha yakıcı ve daha uyarıcıdır.

Zira bizler, Allah’ın düşmanlarını dost edinen, onların projelerine gönüllü katılan, onların değerlerini kendi medeniyet değerlerinin önüne koyan; kalben onlara meyletmekle kalmayıp, siyasi, kültürel ve iktisadi olarak da onların yoluna rıza gösteren bir toplum haline geldik. Ayetin ifadesiyle, inkar edenler bizim düşmanımızken biz, onlara sevgi ile yöneliyoruz. Onlar, Allah’ın Resulünü ve onun izinden gidenleri yurtlarından çıkarmışken, biz onlara meşruiyet, dostluk ve hatta sadakat sunuyoruz.

1. Ayetin Işığında Günümüz İslam Dünyası

İslam ülkelerinin çoğu, bugün Batılı güçlerle stratejik ortaklıklar kurmuş, onların askeri üslerine ev sahipliği yapar hale gelmiş, siyasi kararlarını Batı merkezli uluslararası kurumların onayına bağlamış durumdadır. Bu hal, yalnızca bir siyaset meselesi değildir. Bu, doğrudan doğruya ayette bahsedilen "onlara sevgi besleme" suçunun ete kemiğe bürünmüş halidir. Bu bir kalp bozulmasıdır, bir yön tayinidir.

Ayetin devamı çok açıktır: "Benim yolumda cihat etmek ve rızamı aramak için yola çıktıysanız..." diyor Rabbimiz. Yani Allah’ın rızasını isteyen bir kul, O'nun düşmanlarına gizliden gizliye sevgi besleyemez. Bugün biz ne yaptık? Allah yolunda cihat iddiasında bulunup, aynı zamanda Batılı kurumlarla gönül bağı kurduk. Onların ideolojilerini, söylemlerini, ekonomik sistemlerini ve eğitim modellerini kendi toplumlarımıza taşıdık.

2. Eğitim Sisteminde Zillet

Bugün İslam coğrafyasındaki eğitim sistemleri Batı'dan kopyalanmış, seküler paradigmanın içine gömülmüştür. Modernleşme adına Kur'an ve sünnetin hikmetinden kopmuş, çocuklarımıza ahiret bilinci değil, kapitalist rekabet ideolojisi aşılanmaktadır.

Okullarımızda Allah korkusu değil, başarı kaygısı öğretiliyor. Gençliğimizin zihnine "dünya hayatı her şeydir" düşüncesi kazınıyor. Peygamber'in yoluna yönlendirmek yerine kariyer planı yapılması teşvik ediliyor. İşte bu, Rabbimizin düşmanlarını veli edinmenin başka bir şeklidir. Bu sistemin ideolojik temellerini oluşturan Batılı düşünürler, Allah’ın varlığını inkâr etmiş kimselerdir.

Biz ise onların felsefesini temel alıp toplumumuzu bu sistemle terbiye etmeye çalışıyoruz. Bu, ayetin ifadesiyle, doğru yoldan sapmaktır.

3. Ekonomi ve Faiz Sarmalında Bir Ümmet

İslam ekonomisinin temel ilkesi olan faizin haram kılınmasına rağmen, bugün birçok İslam ülkesi ekonomik sistemlerini faiz üzerine inşa etmiştir. Merkez bankaları faizle çalışmakta, borçlanmalar Batılı bankalardan faizle yapılmakta ve halkın her geçen gün beli bu faiz yüküyle kırılmaktadır.

Bu sistemin finansal merkezleri olan kuruluşlar, küresel kapitalizmin merkezleridir. Dünya Bankası, IMF gibi kurumlara teslim olan Müslüman yönetimler, kendi halklarını sömürgeciliğin modern versiyonlarına teslim etmektedir. Bu da yine ayette anlatılan dost edinme suçunun, ekonomik hayattaki yansımasıdır.

4. Medya ve Kültürel İşgal

İslam coğrafyasının gençliği bugün Hollywood yapımı filmlerle büyümekte, Batılı müziklerle duygulanmakta, onların sosyal medya algoritmalarıyla düşünmekte ve karar vermektedir. Modadan estetik anlayışına, dil kullanımından mizah anlayışına kadar her şey Batı'dan ithaldir.

Kendi medeniyetimizin ürettiği muhteşem ilim, sanat ve edebiyat bir kenara atılmış, yerine TikTok videoları konulmuştur. Üstelik bu yozlaşmaya karşı mücadele edenler, gerici, yobaz, çağdışı olmakla itham edilmekte; modern Batılı yaşam tarzını eleştirmek, suç gibi görülmektedir.

5. Siyasi Zillet- İsrail ile İlişkiler

Ayetin en somut tezahürlerinden biri, İsrail ile kurulan ilişkilerde gözlemlenir. İsrail, Filistin'i işgal etmiş, çocukları, kadınları, yaşlıları katletmiş, kutsal değerlerimizi aşağılamış bir terör devletidir.

Ancak birçok İslam ülkesi, bu katil devletle diplomatik ilişkilerini sürdürmekte, ticaret hacmini arttırmakta, hatta askerî iş birliklerine girmektedir.

Bunları yapanlar, "İslam dünyasının liderleri" olarak anılmakta, dini söylemleri bolca kullanan siyasi figürler dahi bu ilişkileri meşru göstermektedir.

Bu zilletin adı, Allah'ın düşmanlarını veli edinmektir. Bu, doğrudan ayetin tarif ettiği ihanetin kendisidir.

6. Batının Tanımladığı Barışa Teslim Olmak

Batı'nın öne sürdüğü barış anlayışı, İslam'ın izzetli duruşunu törpüleyen, Müslümanların cihad ve mücadele azmini kıran bir söylemdir. Barış adı altında mazlumların susması, zalimlerin egemenliğini sürdürmesi istenmektedir.

Bu sahte barışın adı "normalleşme" olmuştur. İsrail'le normalleşme, Batı değerleriyle normalleşme, kapitalist sistemle normalleşme...

Oysa Kur'an'da barış; adaletin tesis edilmesi, zalimin durdurulması ve hakkın ayakta tutulmasıyla mümkündür. Barış, zalimle kucaklaşmak değil; mazlumun hakkını almaktır.

7. Ümmet Bilincinin Kaybı

Ayette geçen "benim ve sizin düşmanınız" ifadesi, Müslümanların ortak bir bilinçle hareket etmelerini zorunlu kılar. Bu, ümmet olmanın gereğidir. Ancak bugün İslam dünyası, milli sınırlar içinde parçalanmış, ümmet bilinci ulusçulukla yok edilmiştir.

Müslümanlar birbirine yabancılaşmış, biri zulüm görürken diğeri susar hale gelmiştir. Yemen'de, Gazze'de, Arakan'da, Doğu Türkistan'da yaşananlar İslam dünyasında derin bir refleks doğurmamakta; ümmetin acısı, TV kanallarının haber bültenleriyle sınırlı kalmaktadır.

Bu da gösteriyor ki; biz, Allah yolunda cihada çıkma iddiasında bulunup, düşmanla dostluk kurarak en temel emre isyan halindeyiz.

8. İslami Cemaatlerin Durumu

Dini cemaat ve gruplar bile zamanla sekülerleşmiş, kendi çıkarlarını öncelemeye başlamıştır. Hedefi Allah rızası olan yapılar, siyasete angaje olup ilkeyi değil stratejiyi öncelemeye başlamıştır.

Kimileri Batılı fonlarla, kimileri siyasi iktidarların gölgesinde faaliyet gösterir hale gelmiştir. Bu da yine "düşmana sevgi beslemek" suçunun kolektif biçimidir.

9. Çözüm: Gerçek Bağlılık ve İzzetli Direniş

  • Müslümanlar, dostluklarını ve düşmanlıklarını sadece iman ekseninde belirlemelidir.

  • İzzet, sadece Allah'a teslimiyettedir; O'nun düşmanlarına yönelmek zilletin en derinidir.

  • Her birey, önce kendi hayatında, sonra ailesinde ve toplumunda bu ayetin gereğini yerine getirmelidir.

  • Ekonomik bağımsızlık, eğitimde özgünleşme, medya ve kültürde köklü reformlar şarttır.

  • İslami liderler, gerçekten Allah yolunda olanlarla ittifak kurmalı, zalim güçlerle bağlarını koparmalıdır.

  • Ümmet bilinci yeniden inşa edilmeli, sınırları aşan kardeşlik tesis edilmelidir.

Bu Ayet Sadece Okunmaz, Yaşanır

Bu ayet, sadece bir uyarı değil; bir yön tayinidir. Bu ayetle yaşayanlar izzet bulur, ayeti sadece okuyup ihanet edenler zillete mahkum olur. Bugün içinde bulunduğumuz zillet, ayetin uyarılarına kulak tıkamamızın sonucudur.

Artık bu ayeti sadece tefsir kitaplarında değil, zihinlerimizde ve hayatlarımızda tefsir etme zamanı gelmiştir. Allah’ın düşmanlarını dost edinenlerin âkıbeti hüsrandır.

Bu çağrı, hâlâ kulak verenlere hayatı yeniden inşa edecek kadar güçlüdür. Öyleyse bu ayetle yaşa, bu ayetle yürü, bu ayetle diren ve bu ayetle Allah’a doğru izzetle yüksel.

"Onlar bir ateş ister, sen bir nur ol. Onlar bir zillet, sen bir izzet ol. Onlar bir yalan, sen bir hakikat ol. Allah yolunda olmak; kalbinde sevgi, elinde kılıç, gözünde ahiret olmaktır..."

Erol Kekç/25.04.2025/Sancaktepe/İST

24 Mayıs 2025 Cumartesi

Allah’a Ait Mirasın Önünde Bencilliğin Utancı



Kapitalist Çağda Müslümanların İnfakla İmtihanı

Kur’an-ı Kerim’de Hadîd Suresi 10. ayet, şu açık ve sarsıcı ifadeyle bizleri derin bir sorguya davet eder:

"Göklerin ve yerin mirası Allah’a ait olmasına rağmen, ne oluyor size ki infak etmiyorsunuz? İçinizden, fetihten önce infakta bulunup savaşan (kimse, böyle olmayanla) bir olmaz. Bunlar Allah katında, fetihten sonra infak edip savaşanlardan daha büyük bir dereceye sahiptir. (Bununla beraber) Allah, hepsine güzellik vadetmiştir. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır."

Bu ayet, infakın sadece maddi değil aynı zamanda ahlaki, vicdani ve imani bir sorumluluk olduğunu açıkça ortaya koyar. Ne var ki, günümüzde özellikle kendini Müslüman olarak tanımlayan toplumlar arasında, bu ilahi çağrının ruhuyla yaşamak bir yana, tam zıddı bir yaşam biçimi neredeyse makbul ve doğal hale gelmiştir.

Kapitalizmin Kutsadığı Eşya Tanrısı

İçinde yaşadığımız dünya, her şeyi meta haline getiren, değeri yalnızca piyasadaki fiyatıyla ölçen bir sistemin, yani kapitalizmin kuşatması altındadır. Bu sistemde başarı, yığmakla; değer, sahip olmakla; mutluluk, tükettikçe gelir. Ne yazık ki bu anlayış, İslam dünyasına da sirayet etmiş ve ayette sözü edilen infak ruhunu âdeta boğmuştur.

İnfak, Allah için vermek; malı, zaman ve emeği hak yolunda harcamaktır. Oysa bugün, Müslüman bireyler servetlerini artırma, mülk edinme ve zenginliği koruma yarışına girmiştir. Zekât bile, yılda bir kez verilen asgari bir yükümlülük olarak küçümsenmekte; sadaka, gösterişin aracı haline gelmektedir. Birçok zengin, lüks arabalarına bine bine camiye gelirken, caminin kapısında açlıktan yüzü sapsarı olmuş bir çocuk görse, belki ona acır ama cebindeki servetin binde birini vermeyi düşünmez.

Açlıkla Sınanan Kardeşler, İsyanla Boğuşan Kalpler

Bugün Gazze'de, Yemen'de, Somali'de, Afganistan'da, Sudan'da binlerce çocuk açlıktan, susuzluktan ölüyor. Peki bu çocuklara yardım elini kim uzatıyor? Müslüman ülkelerde milyar dolarlık savunma bütçeleri, lüks oteller, saraylar, futbol kulüplerine aktarılan paralar varken; neden bu kardeşlerimize adil bir infak ulaşmıyor? Cevap acı ama net: Kalplerimiz taşlaştı. Merhametimiz çıkarımıza bağlandı. Allah’ın verdiği malı, sanki kendi kudretimizle kazanmışız gibi sahiplendik.

Bu durum, Hadîd 10’un ruhuna doğrudan aykırıdır. Ayet, mülkün Allah’a ait olduğunu, bizimse sadece onun geçici emanetçileri olduğumuzu açıkça bildiriyor. O halde, kendini mülkün sahibi sanan kişi, aslında Allah’a karşı hırsızlık yapıyor demektir. Bu, sadece maddi bir suç değil; aynı zamanda imani bir ihanettir.

Fetihten Önce ve Sonra Müminin Sınavı

Ayetin dikkat çekici yönlerinden biri de, fetihten önce infakta bulunan ve mücadele eden müminlerin üstünlüğüne vurgu yapmasıdır. Çünkü gerçek imtihan, ortalık karanlıkken Allah’a güvenerek adım atmaktır. Zaferden sonra infakta bulunmak, herkesin alkışladığı bir ortamda iyilik yapmaktır ki, bunun değeri kuşkusuz fetihten öncekiyle bir tutulamaz.

Bu bağlamda, günümüz dünyasında fetihten önce infakta bulunmanın karşılığı, kriz zamanlarında, açlığın, zulmün kol gezdiği anlarda malı, zamanı ve enerjiyi Allah için harcamaktır. Bugün dünyada açlıktan kırılanların olduğu bir vakitte, alışveriş merkezlerinde binlerce liralık harcamalar yapan, evinde 3 klima, 4 televizyon, 2 araba olan Müslümanlar, acaba Allah katında fetihten önce infakta bulunanlardan mı sayılır, yoksa lüks ve rehavetle imtihanı kaybedenlerden mi?

Müslümanın Kapitalistleşmesi Ayetle Zıt Bir Hayat

Kapitalist sistemin en büyük etkisi, Müslümanların, hayatı kazanma-yığma döngüsüne sıkıştırmasıdır. Yani öyle bir anlayış oluşmuştur ki, insanlar zengin olmayı “Allah’ın lütfu” olarak görüp yoksulluğu “kendi suçu” gibi yorumlamaya başlamışlardır. Oysa İslam’a göre asıl lütuf, verilen nimeti paylaşma ahlakıdır.

Zenginliğin sınanması, infakla olur. Hz. Osman, Tebük Seferi’nde tüm servetini ortaya koyduğunda, Allah Resulü onu “cennetle” müjdelemişti. Bugün o servetin yüz katına sahip olanlar, bırakın servetini vermeyi, bir lokma paylaşmayı bile zül kabul eder hâle geldiler. Sosyal medya hesaplarında “yardım ettikleri” kişilerin görüntülerini paylaşarak, sadakalarını bile gösteriye çevirdiler.

Modern Müslümanın Bahaneleri

Bugün Müslümanların infak etmemesi için sayısız bahaneleri var:

  • “Kime yardım edeceğimiz belli değil, dolandırıcı çok.”

  • “Önce kendi ailemi geçindirmem lazım.”

  • “Zaten devlet yardımlar yapıyor.”

  • “Ben de zor geçiniyorum.”

Ancak bu bahaneler, ayetin önüne konduğunda buhar olur gider. Çünkü Allah sorar: “Göklerin ve yerin mirası bana aitken, siz neden infak etmiyorsunuz?”

Bu sorunun cevabı yoktur. Çünkü infak etmek bir seçenek değil; iman edenler için bir zorunluluktur. İmanı olanın, imkanı da vardır. Azdan verir, çoktan verir ama mutlaka verir.

Ne Yapmalı?

  1. İlk Adım: Gönül Temizliği – Malın gerçek sahibinin Allah olduğunu kabul ederek işe başlamalıyız. Her şeyin bir gün bizden alınacağını, bize sadece bir süreliğine verildiğini içselleştirmeliyiz.

  2. Düzenli İnfak Alışkanlığı – Maaş gelirinin veya kazancının belli bir kısmını düzenli olarak paylaşmak gerekir. Bu, yalnızca zekâtla sınırlı olmamalı; sadaka, vakıf, burs, yardım gibi alanlara da yönelmelidir.

  3. Gizli ve Sessiz Yardım – Yardım ettikçe reklamını yapmamalı. “Sağ elin verdiğini sol el bilmeyecek” anlayışı içselleştirilmelidir.

  4. İsrafa Son Vermek – Lüks harcamalardan kaçınıp ihtiyaç fazlasını infaka yönlendirmek, gerçek bir dönüşüm sağlar. Bu, hem bireyi hem toplumu arındırır.

  5. Mazlumların Yanında Olmak – Gazze, Yemen, Afrika gibi yerlerde yardım bekleyen kardeşlerimiz için hem dua hem maddi destek esirgenmemelidir. Onlara yardım etmek, sadece insani değil; imani bir görevdir.

Hadîd Suresi 10. ayet, yalnızca bir nasihat değil; bir uyarıdır. Bugün lüks içinde yaşayan, mal yığan, infakı unutan Müslümanlar; yarın bu ayetin hesabıyla karşılaşacaklardır. O gün "ben bilmiyordum" demek kurtarmaz.

Unutmayalım:

“Kim Allah’a güzel bir borç verirse, Allah onu kat kat artırır.” (Bakara /245)

Bugün ihtiyacımız olan şey, kapitalizmin öğrettiği bencillikten sıyrılıp Kur’an’ın çağrısıyla kardeşliği yeniden inşa etmektir. İnfak etmeyen bir toplum, sonunda yığdığı malın altında kalır ve yok olur. Bu, sadece ekonomik bir çöküş değil; ahlaki ve imani bir iflastır.

O yüzden soralım:

Ne oluyor bize ki infak etmiyoruz?

Erol Kekeç/23.05.2025/Sancaktepe/İST

23 Mayıs 2025 Cuma

Kukla Yöneticiler ve Sessiz İşgallerin Hikâyesi



İçten Pazarlıklı Yöneticiler ve Halkın İflası

(Görünenin Ötesinde Bir Yönetim Gerçeği)

Modern ticaretin ve siyasetin iç içe geçtiği coğrafyalarda, yöneticilik artık yalnızca bir şirketi büyütmek veya bir halkı kalkındırmak anlamına gelmiyor. Yönetici pozisyonuna getirilen birçok kişi, aslında bir şirketin ya da kurumun değil, o bölge ticaretine yön veren derin ekonomik güçlerin taşeronudur. Görevi sadece organizasyonel verimlilik sağlamak değil; aynı zamanda bu ekonomik ağın, gölgede kalan mimarlarının stratejilerine sadakatle hizmet etmektir.

Bu yazıda, yöneticilik adı altında sistemli bir tasfiye ve yönlendirme süreci nasıl işletiliyor, bu sürecin arkasındaki niyetler nelerdir, buna neden olan yapılar nasıl çalışıyor ve sonuçta toplumlar nasıl kandırılıyor; tüm bu sorulara ikna edici, sorgulayıcı ve akılcı cevaplar sunacağız.

1. Yönetici mi, Taşeron mu? Görev Tanımının Ötesi

Bir şirkete, kuruma ya da kamu birimine atanan yönetici, görünüşte bağımsızdır. Fakat çoğu zaman bu bağımsızlık bir illüzyondan ibarettir. Özellikle "bölgesel ticaret"i belirleyen bir merkezin, çıkarlarını gözeterek yaptığı bir atama söz konusuysa, yöneticinin kaderi çoktan belirlenmiştir.

Bu tür yöneticilerden beklenen:

  • Rakip firmaların zayıflatılması,

  • Kendi destekledikleri firmaların güçlendirilmesi,

  • Kamuoyunda başka bir izlenim yaratılması,

  • Ve gerekirse “sistemle kavga ediyor” imajı verilmesidir.

Yani yöneticilik, sadece bir idari sorumluluk değil, aynı zamanda ekonomik manipülasyonun parçası haline getirilmiştir. İçten içe başka planların yürütücüsüdür.

2. "Ben Bildiğimi Okurum" Yanılgısı-Sözde Bağımsızlık

Birçok yönetici, ilk başta bu sistemin farkında olmayabilir ya da "Onların isteklerine tamam derim ama sonra kendi bildiğimi yaparım" gibi bir yanılgıya kapılır. Oysa sistem buna izin vermez.

Çünkü yöneticinin her icraatı, yukarıdan gelen “ticari menfaat” süzgecinden geçirilir. Her karar, bir başka taşın hareketini etkiler. Ve çoğu zaman “kendi bildiğini okuduğunu sanan” yönetici, yaptığı her şeyin aslında gölgelerde planlanmış senaryonun bir parçası olduğunu fark ettiğinde, iş işten geçmiş olur.

Yani aslında okuduğu kendi kitabı değil, eline tutuşturulan ezber metindir.

3. Rakip Firmalar-Sistem Dışı Olanların Tasfiyesi

Bu tür sistemde rakip firmalar, oyunun kurallarını bilmiyorsa kısa sürede tasfiye edilir. Çünkü yeni yönetici, görünürde tarafsız davranır ama icraatları hep belirli firmalara yarar sağlar. Rekabet gibi görünen süreç, aslında sistemin lehine kurgulanmış bir tasfiye planıdır.

Sistem şu şekilde işler:

  • Rekabet serbesttir ama rekabetin yönü belirlenmiştir.

  • Tedarik zinciri görünürde açıktır ama bazı firmalar hep önceliklidir.

  • Kredi ve destekler herkese sunulmuştur ama ulaşılabilirliği ayrılmıştır.

  • Medyada herkes konuşur ama algı bir merkezin elindedir.

İşte bu yapı, adeta görünmez bir ticaret diktatörlüğüdür.

4. Psikolojik Tuzak- “İki Arada Bir Derede Kaldım” Hissi

Bu sistemin içinde görev yapan bir yönetici, kısa sürede bir ikilem yaşamaya başlar. Çünkü rakip firmaların eleştirisi büyürken, yukarıdan gelen baskı da artar. Yönetici, bir yandan "kendi bildiğini yapıyor" gibi görünmek ister ama diğer yandan sistemin devamı için “uyumlu” olmak zorundadır.

Bu noktada sistem yöneticiyi yalnız bırakmaz. Hemen bir "yeni senaryo" devreye sokar:

  • "Bize istediğini söyleyebilirsin, istersen küfret bile…"

  • "Yeter ki bizim ticaretimize zarar verme."

  • "Sana güveniyoruz, sen bizim için bir önemlisin."

Yani yöneticiye "rol yapma hakkı" tanınır. Ama bu rol, sadece ticari çıkarların korunması için izin verilen bir maskedir. Bu, aynı zamanda halkın gözünde bir "bağımsız yönetici" imajı oluşturmanın yöntemidir.

5. Bayilere Mesaj: Sistemden Korkanlar İçin Yeni Umut

Birçok yönetici, pozisyonunu koruyabilmek için alt kademe iş ortaklarını da sistemin parçası haline getirmek zorunda kalır. "Bunlar zaten batacak, benimle yürürseniz sizi kurtarırım" diyerek sadakat sağlar.

Bu tavır, aslında şu mesajı içerir:

  • "Sistem çökecek, ama çöküşten önce en iyi pozisyonu alan kurtulur."

  • "Ben sistemin yöneticisiyim ama aynı zamanda sigortanızım."

  • "Ben gittiğimde sizi kimse tanımaz ama ben varsam sizi yeni düzene taşırım."

Bu tür yöneticiler, sistemin çöküşünün yükünü de alt kademelere taşıyarak kendilerini sağlamlaştırır. Aslında kendi kurtuluşlarını, başkalarının korkusuna bağlamışlardır.

6. Tablonun Coğrafyadaki Yansıması: Halkın Sessiz İflası

Bu süreç sadece bir şirket meselesi değildir. Aslında bu, coğrafyamızda yaşanan siyasi ve ekonomik yönetim anlayışının bir izdüşümüdür.

Yani:

  • Görünen liderler aslında atanmış kuklalardır.

  • Yapılan tüm politikalar, bölgesel veya küresel güçlerin çıkarına hizmet eder.

  • Halk, bu yönetimlerin ‘yerli ve milli’ olduğuna inanır ama onlar sadece sistemin onayladığı oyunculardır.

Tıpkı yukarıda bahsettiğimiz yönetici gibi…

Onun yaptığı her şey sistemin işine yaramaktadır. Halk ise bu yöneticiyi bazen kahraman, bazen muhalif, bazen kurtarıcı zanneder. Oysa aslında o, halkı kandırmakla görevli bir ikna memurudur.

7. Gerçekle Yüzleşmek: Kurtuluş Nedir?

Bu yazının sonunda sorulması gereken en önemli soru şudur:

“Bu yöneticilerden, bu sistemden kurtulmanın yolu nedir?”

Cevap şudur:

  • Gerçek liderleri atanmışlar değil, seçilmişler belirler.

  • Ticari politikalar, halk yararına değil rant ağına hizmet ettiğinde sorgulanmalıdır.

  • “Bize hizmet ediyor” gibi görünen yöneticiler, aslında hangi çıkar ağlarına hizmet ediyor, bu sorulmalıdır.

  • Ve en önemlisi: Maskelere değil, maskenin altındaki gerçek yüzlere bakılmalıdır.

Kör Kuyuda Kandırılmış Bir Hayat

Yukarıda anlattığımız yöneticilik modeli, sadece ticari firmaları değil, ülkeleri, halkları, kurumları, eğitim sistemlerini, belediyeleri, medyayı ve hatta dini yapıları bile yönetmektedir.

Bugün yaşadığımız “modern sistem” aslında, küresel çıkar merkezlerinin yerli taşeronlar eliyle halkları sömürdüğü kurgulanmış bir sahnedir.

Bu sahnede yönetici, oyuncudur.

Halk, seyircidir.

Ve büyük illüzyon budur: Halk, kendi geleceğini izlediğini sanırken aslında başkalarının senaryosunda figüran olmayı seçmektedir.

Bahadır Hataylı/23.05.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!