Bu Blogda Ara

19 Mayıs 2025 Pazartesi

Şeker Eridi Eşek Gitti Fenerle Arıyorlar (Huda Yağdırma Yağmuri)


 Feneri Alan Tanrı Değil Yaşadığımız Mizahın Ta Kendisidir...

Bir köylü vardı. Helalinden kazanır, eşeğine yükler, kasabaya gider, ihtiyacını alır, dönerdi. Tuzu, şekeri, unu eksik etmezdi. El emeğiyle yoğrulmuş bir yaşamı vardı. Lakin günlerden bir gün, o çok tanıdık hikâyede olduğu gibi, dönüş yolunda hava kararır. Köylü bakar ki kara bulutlar göğü yutmuş, dua eder: “Huda, yağdırma yağmuri, eritür tuzı şekeri!”

Ama yağmur dinlemez duayı, dökülür gökten seller gibi. Tuz erir, şeker akar, eşek ıslanır. Köylü bu sefer yalvarır: “Huaadaye, ne olur çaktırma şimşeği, yoksa eşek ölür.” Dua yarım kalır, şimşek çakar, yıldırım düşer, eşek oracıkta can verir. Elinde yularla kala kalır köylü.

“Allah’ım,” der, “eşek de gitti, alma beni, bari beni koru!” Ama Tanrı bu kez tufanla gelir, köylüyü alır, bir mağaraya fırlatır. Zifiri karanlık. Yalnız bir delik var yukarıda, oradan bir ışık sızmakta. Köylü bakar, bakar, sonra isyan eder: “Huda! Yağdırdın yağmuri, erittin şekeri, öldürdün eşeği, şimdi de almışsın feneri, arıyorsun beni! Anam avradım olsun, çıkmam dışari!”

Bu köylünün hikâyesi, aslında bizim hikâyemizdir. Lakin biz, bu köylüden bile daha beter bir durumda yaşıyoruz. Çünkü bizim dua ettiklerimiz yukarıdan değil, aşağıdan bizi tufana sürüklüyor. Yağmuru Allah’tan değil, ranttan; yıldırımı gökten değil, koltuk hırsından; tufanı kaderden değil, ihanetle dolu bir sistemden yaşıyoruz.

Eşeği Vuran Yıldırım Değildi

O eşek ki sadakatin, çalışkanlığın, emeğin, cefanın sembolüdür. Sessiz sedasız çeker yükünü, taşır yükünüzü, söylenmez. Ama bizim yöneticiler o eşeğe yıldırımı Allah çaktırmış gibi anlatırlar bize. Gerçekte eşeği vuran, hesapsız harcamalardır. Şatafatlı saraylardır. Kamu ihalesi adı altında millete kurulan soygun düzenidir.

Tuzumuz – yâni değerlerimiz – eridi gitti. Şekerimiz – yâni neşemiz, umudumuz – suya karıştı. Ve eşeğimiz – yâni milletin alın teriyle beslenen emek gücü – toprağa düştü. Ne kaldı geriye? Bir yular ve karanlık bir mağara…

Ama üstümüzde hâlâ bir delik var. Oradan ışık süzülüyor. O ışık ise bize umut değil, burnumuza uzatılan bir fener: “Hadi çık, yeni seçim geliyor. Hadi bir kere daha güven, bu sefer düzelecek her şey!”

Köylü çıkmadı o mağaradan. Peki biz niye her defasında çıkıyoruz? Her fener gösterilişinde nasıl oluyor da kandırılıyoruz?

Yağmurdan Sonra Sırılsıklam Kalan Halk

Bize “yağmur berekettir” dediler. Ama bu yağmur, baharın değil, ihanetin habercisiydi. Çalanın eline bereket, çalışanın eline kürek verdiler. Yağmur, zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul etti.

Yağmurların en çok da seçim öncesi yağması ne garip değil mi? Yollar yapıldı, köprüler açıldı, paketler dağıtıldı. Sonra ne oldu? Eşeğimiz öldü. Çünkü bu şekerli vaatlerin hepsi tuzla buz oldu. Aldığımız un ise nemden küflendi.

Devlet dedikleri, köylüye fener tutan değil, mağaraya savuran oldu.

Fenerin Arkasında Kim Var?

Köylü zannetti ki feneri tutan Tanrı’dır. Biz de sandık. Meğer o feneri tutan, bizim sırtımızdan geçinen “hizmet erbabıymış!” Ne hikmetse ellerinde her zaman bir ışık vardı, ama o ışık sadece kendi yollarını aydınlatıyordu. Bizim yolumuza gelen sadece gölgeydi.

Evet, ışık tuttular ama hep kendi kasalarına. Banka hesaplarına, ihale dosyalarına, kendi çocuklarının okul kayıtlarına… Bizim çocuklarımız mı? Onlar karanlıkta kalan geleceğin mağdurlarıydı. Onlar, eşekle birlikte toprağa gömülen umutlardı.

Anam Avradım Olsun Çıkmam Dışarı!

Köylünün bu sözü, aslında bir direnişin manifestosudur. “Yeter!” demektir. “Beni daha fazla kandıramazsınız!” demektir. Bizim de artık bu sözü söyleme vaktimiz geldi. Artık seçim sandıkları, umut tüccarlarının pazarı olmasın. Artık kandırılmak değil, hesap sormak gerek.

Bu çağda yaşadığımız en büyük ironi şudur: Yoksulluk içinde kıvranan halk, kendisini yoksul bırakanlara minnet duyar hale gelmiştir. Çünkü köylüye eşeğini kaybettirenler, şimdi fenerle gelip başını okşuyorlar: “Geçmiş olsun, bir daha olmaz!”

Yahu eşeği öldüren sensin, şimdi neyin feneri bu?

Domuzlar Sofrasında Eşeğini Arayanlar

George Orwell “Hayvan Çiftliği'nde domuzların yönetime el koyuşunu anlatır. Bizde ise domuzlar zaten sistemin ta kendisi oldu. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yediler, sonra “milletin hizmetkârıyız” dediler.

Eşeğini kaybeden köylü gibi, biz de elimizde yularla dolanıyoruz. Bir zamanlar elimizde yük vardı, şimdi geçmişin hayali… O domuzlar sofralarında ballı kaymaklı ihale dosyaları yerken, biz markette indirim kuyruklarında eşeğimizi arıyoruz.

Şeker Eriyor, Ama Tat Kalmıyor

Eriyen sadece şeker değil, bizim sabrımızdı. Yitip giden sadece tuz değil, bizim direncimizdi. Ve bu gidişata karşı hâlâ ses etmeyenlerin sorunu akıl değil, omurgadır. Çünkü bu sistem, düşünme yetisini değil, dik durma iradesini yok etti.

Bizi her yağmurda ıslatanlar, sonra kurutacaklarını vaad ettiler. Her yıldırımda yakanlar, sonra güneşi getireceklerini söylediler. Her tufanda bizi mağaralara atanlar, şimdi fenerle arıyorlar: “Haydi çıkın, yeni kalkınma hamlesi başlıyor!”

Ama köylü gibi, bizim de artık diyecek bir sözümüz var:
“Anam avradım olsun çıkmam dışarı! Artık o feneri yutmam!”

Ne Olur Diye Bekleyen Milletin Trajedisi

Halk, artık dua etmiyor; halk, bekliyor. “Ne olur şimdi ne olacak?” diye gözünü yukarı değil, aşağıya dikmiş. Televizyon ekranına, sosyal medyaya, liderin ağzına… “Yeni zam ne zaman?” “Yeni seçim vaadi ne olacak?” “Şu ihaleyi kim aldı?” “Bu sefer yine kandırılacak mıyız?”

Halkın bekleyişi bir dua değil, bir çaresizliktir. Fener artık kurtuluşu değil, aldatılışı sembolize eder.

Mağarada Değil, Gönüllerde Karanlık

Köylü mağaradaydı, ama biz zihinlerimizde karanlığa gömüldük. Çünkü mağarada bile yukarıdan ışık geliyordu. Şimdi ise zihinlerimize karanlık enjekte ediliyor. Her gün ekranda pompalanan haberlerle, dizilerle, ideolojik fenerlerle…

Ve her biri aynı şeyi söylüyor: “Bizden başkası yağmur yağdırır, tufan getirir, eşeği öldürür. Ama biz, sizin için buradayız!”

Hayır! Eşeği siz öldürdünüz! Tuzu siz erittiniz! Şekeri siz yediniz!

Eşeğini Arayan Millet, Fenerden Medet Ummaz

Bu millet artık eşeğini aramamalı, feneri sorgulamalı. O fener kimin elinde? O ışık kimi aydınlatıyor? O mağaraya kim attı bizi?

Bir köylünün mizahi duasıyla başlayan bu hikâye, aslında yüzyıllık bir trajedinin özeti gibidir. Mizah, acının zekâyla yoğrulmuş hâlidir. Biz ise artık ne acımızı dindirebiliyoruz ne de zekâmızı kullanabiliyoruz.

Ama umut, hâlâ yukarıdan gelen ışıkta değil, kendi içimizdedir.

“Anam avradım olsun” diye başlanan bir isyan, belki de geleceğin en doğru duasıdır.

Bahadır Hataylı/14.05.2025/Namazgah/İST

18 Mayıs 2025 Pazar

Adaletin Cellat Eliyle Kirletilmesine Ferman



Bir Devletin Suçluyu affı Mazlumun İkinci Kez Öldürülmesidir

Devlet, adaleti temsil ettiği sürece kutsaldır. O kutsallık, kurbanın gözyaşında değil; zalimin cezasında tecelli eder. Ama eğer bir gün devlet, katille barışırsa; mağdura savaş açmış demektir.

Adaleti Unutan Devlete Hatırlatmadır

Ey devleti yönetenler!

Hangi kitapta yazılıdır: "Katilin affı, mazluma müjde getirir"?

Hangi hukukta vardır: "Çocuğa tecavüz edenle aynı sokakta yaşamaya mahkûm edilir mağdur"?

Siz hangi vicdana danıştınız da, 55 bin mahkûmun dosyasını tek kalemde “örtülü af”la siliyorsunuz? Siz bu hizmeti kime ediyorsunuz? Devlet, suçluyu ödüllendirirken, adalete inanan halkı cezalandırmaz mı?

Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunulan bu yeni yargı paketi, adaletin boynuna geçirilen bir kementtir. Ve bilin ki, bu kement sadece hukuku değil; milletin vicdanını da boğmaktadır.

Çünkü:

  • Cinayeti işleyeni salmak, ölenin ailesini yeniden öldürmektir.

  • Çocuğa istismarda bulunanı affetmek, bir milleti rızasını almadan lanetle anılır hale getirmektir.

  • Tecavüzcüyü sokağa salmak, kadının güvenlik hakkını devlet eliyle yok etmektir.

  • Dolandırıcıyı tahliye etmek, alın terini çalmaktır.

  • Rüşvetçiyi bağışlamak, temiz yöneticiliğe ihanet etmektir.

Devletin görevi; barışı suçluya, adaleti mazluma vermektir. Ama siz suçla uzlaşıyorsunuz, çünkü:

  • Seçim geliyor, cezaevleri dolu ve popülizm işinize geliyor.

  • Oysa devlet popülist olamaz.

  • Devlet, oy karşılığı adaleti pazarlayamaz.

  • Devlet, "Halk affetmese de biz affettik" diyemez.

Çünkü affın şartı, mağdurun rızasıdır. Ve cinayetin, tecavüzün, gaspın, istismarın rızası olmaz!

Bu Yasayla Ne Yapıyorsunuz, Biliyor musunuz?

  1. “Adalet”e inananların inancını yıkıyorsunuz.

  2. Suç işlememiş milyonlarca insanın aklına “keşke ben de yapsaydım, sonunda yine dışarı çıkılıyor” fikrini yerleştiriyorsunuz.

  3. Cezaevinden çıkan her cani, yeni kurbanlar bulacak ve siz o suçun da ortağı olacaksınız.

  4. Toplumsal barışı sabote ediyorsunuz.

Ne Yapmalısınız?

  • Devlet yalnızca kendisine karşı işlenmiş suçları affedebilir.

  • Şahıslar arası husumetlerde, mağdur rıza göstermedikçe hiçbir af meşru olamaz.

  • Özellikle cinayet, cinsel saldırı, çocuk istismarı, gasp, hırsızlık ve uyuşturucu gibi suçlar; kamu düzeni ve insan onurunu ilgilendiren asli meselelerdir ve affedilemez.

Sözün Bittiği Yerdeyiz!

Adalet, torbaya konulup meclisten geçirilmez.
Adalet, popülist rüzgârlarla savrulmaz.
Adalet, siyasetin tahakkümünde boğulmaz.
Ve adalet, suçlunun değil, mazlumun yanında olur!

Bugün mazluma değil, suçluya omuz veren bir devlet profili çiziyorsunuz. Unutmayın, bir toplumun çöküşü; suçun cezalandırılmadığı değil, ödüllendirildiği gün başlar.

Ey devlet!

Kendine gel. Affettiğin her suç, milletin vicdanında bir yara, bir isyandır.

Ve bil ki, halk bir gün o yaranın hesabını da, seni yönetenlerin adalet terazisini kırdığı anı da unutmaz!

Bu nedenle:

Derhal bu örtülü af yasasını geri çekin!

Devlet, halkın güvenliğidir. Cinayet, istismar ve hırsızlıkla kirlenmiş ellerin değil!

İmza:
Vicdanın Sesi, Hakkın Şahidleri, Adalete İnanan Her Can

Erol Kekeç – Mayıs 2025

Gücün Dini-Hakkı güçle tanımlayan toplumların yok oluşu

Gücün belirleyici olduğu bir toplumda hak, adalet, ahlak ve değer kavramları altüst olur. İyi ile kötü, doğru ile yanlış, meşru ile gayrimeşru arasındaki ayrım; vicdan, hikmet ya da vahiy temelli değil, tamamen gücün tayin ettiği ölçülere göre şekillenir. Tarih boyunca nice kavimler, topluluklar ve medeniyetler güce taptıkları, hakkı güçle tanımladıkları, adaleti iktidarın terazisinde tarttıkları için helâk olmuş, yıkılmış ve lanetle anılmıştır.

Bugün içinde yaşadığımız çağ da bu yozlaşmış anlayışın modern versiyonudur. Gücü elinde tutanlar yalnızca ekonomiyi, siyaseti ya da teknolojiyi değil; hakikat algısını, ahlaki normları ve hatta dini yorumları da belirlemektedir. Bu durum öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, bir şeyin "doğru" olup olmadığına değil, kimin söylediğine ve ne kadar güçlü olduğuna bakılarak hüküm verilmektedir. İşte bu yazı, bu çarpıklığı teşhir etmek, hak ile batılın nasıl yer değiştirdiğini göstermek ve bizi sarsacak şu soruya cevap aramak içindir: Gücün dinine iman etmekle, Allah’a iman etmek arasında ne fark var?

1. Güç Hakkı Doğurmaz, Ama Güç Sahipleri Hakkı Tanımlar Hâle Gelmişse

Kur’an’ın temel ilkelerinden biri, hakkın ve hakikatin yalnızca Allah’a ait olduğudur. “Hüküm yalnız Allah’ındır.” (Yusuf/40) ayeti bu gerçeği açıkça bildirir. Ancak modern toplumlar, hakkın ölçüsünü Allah’ın koyduğu sınırlar üzerinden değil, iktidarların ve çıkar odaklarının tayin ettiği normlar üzerinden belirlemektedir. Örneğin, bir ülke güçlü ise işlediği savaş suçları "meşru müdafaa" sayılır, zayıf olanın direnişi ise "terörizm" diye yaftalanır. İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği sistematik soykırımı dünyada meşru gören bir algı üretimi, gücün hakkı nasıl şekillendirdiğinin ibretlik bir göstergesidir.

2. Gücün Meşruiyet Aracı Olarak Din

Yezidin Hz. Hüseyin’e karşı ordu toplayıp onu katlettirmesi, İslam tarihinde güç ile hakkın nasıl yer değiştirdiğine dair en çarpıcı örneklerden biridir. Yezidin yönetimi, kendini İslam’ın temsilcisi ilan etmişti; ama İslam’ın ruhunu katlederek yapmıştı bunu. Bugün de birçok zalim rejim, dini söylemleri kullanarak halkı susturmakta, muhalefeti bastırmakta ve kendi çıkarlarını ilahi bir hüküm gibi pazarlamaktadır. Gücün dinle birleşmesi, inancın değil zulmün dokunulmazlık zırhına bürünmesidir.

3. Hak ile Batılın Yer Değiştirdiği Bir Çağda Yaşıyoruz

Modern çağda medyanın, sosyal medyanın, akademilerin ve kültür endüstrisinin büyük kısmı güçlü olanın borusunu öttürdüğü bir propaganda makinesi hâline gelmiştir. Artık insanlar vahyin hakikatini değil, algoritmaların önerdiği gündemleri hakikat bellemiş durumda. Güçlü olanın ahlaksızlığı; cesaret, devrim ya da özgürlük diye sunulabiliyor. Zayıf olanın iffetli ve onurlu direnişi ise gericilik, yobazlık ya da radikallik diye yaftalanıyor. Bu ters yüz edilmiş algı, toplumların kolektif bilincini köreltiyor ve onları Allah’ın değil, gücün istediği biçimde yaşayan kölelere dönüştürüyor.

4. Allah’tan Değil, Güçlüden Korkan Kalpler

Nice insan, hak bildiği şeyi savunmaktan çekiniyor çünkü bedel ödemekten korkuyor. Bu korku Allah’a değil, insanlara; ilahi adalete değil, dünyadaki yaptırımlara endeksli bir korkudur. İşte bu, şirkin modern yüzüdür. Kur’an, Allah’tan başka otoritelerden korkmayı açıkça şirkle ilişkilendirir (Bakara/165). Güce tapan toplumlarda vicdan değil, menfaat pusula olur. Onurlu duruş değil, makbul vatandaşlık tercih edilir. Bu da insanları, gerçek anlamda iman etmeyen, sadece korkularına ve çıkarlarına tapan zavallılara dönüştürür.

5. Güç Sahiplerinin Hakimiyeti Altında “Müslümanlık”

Bugün İslam ülkelerinde güç sahiplerinin tayin ettiği bir dindarlık biçimi empoze ediliyor. Bu dindarlık; zalim sultana dua eden, adaletsizliğe karşı çıkmayan, cemaatini susturup sarayı kutsayan bir şekilcilikten ibarettir. Camiler dolu ama adalet boş. Kur’an’lar okunuyor ama zalimlere karşı ayetler sansürlü. Tesettür var ama gözyaşı yok. İslam, bu tür toplumlarda sembollere indirgenmiş, ruhu boşaltılmış bir ritüeller yığınına dönüşmüş durumda.

6. Sorgulamayan Zihin, Gücün Kölesidir

Sorgulama kabiliyetini kaybeden bir toplum, güçlü olanın istediği her şeye inanır hale gelir. Güç ne diyorsa o doğrudur. Bu, modern seküler sistemlerin olduğu kadar, yozlaşmış dini yapıların da temel yöntemidir. Kur’an bize “akletmez misiniz?”, “düşünmez misiniz?” diyerek sürekli sorgulamayı emreder. Ama ne gariptir ki bugün akledenler marjinal, düşünmeyenler makbul ilan edilmiştir. Güce tapanlar alkışlanırken, hakikati savunanlar dışlanıyor.

7. Hak ve Hakkaniyetin Ölçüsü Değiştiğinde Gazap Kaçınılmazdır

Tarihte pek çok kavim, gücü kutsadığı, hakkı çiğnediği ve adaleti eğip büktüğü için gazaba uğramıştır. Âd ve Semud kavimleri, Firavun’un Mısır’ı, Nemrut’un Babil’i… Hepsi güce taptı, zulmetti ve sonunda yerle bir oldular. Bugün insanlık; modern Firavunların, çağdaş Nemrutların ve seküler Yezidlerin tahakkümü altındadır. Ve tıpkı önceki kavimler gibi, biz de aynı sona doğru ilerliyoruz. Eğer hak ile batılı yeniden yerli yerine koymazsak, gazap kaçınılmaz olacaktır.

8. Hakikatin Yalnızca Allah’a Ait Olduğunu Haykırmak Gerek

Bir toplum ancak hakikati Allah’tan alıyorsa ayakta kalabilir. Bu hakikat; ne güçten, ne çoğunluktan, ne bilimden, ne de gelenekten türetilmiştir. Hakikat, vahiydir. Kur’an’dır. Allah’ın rızasıdır. Bugün buna dönmedikçe, adalet beklememek gerekir. Mazlumlar, ezilmeye devam edecek; zalimler ise yargılanmadan saltanat sürecektir. Ta ki bir nesil, güce değil, hakikate iman edene kadar.

Güce Tapanlarla Değil, Hakikate İnananlarla Yürümek Gerek

İnsanlık tarih boyunca hakikati güçle değil, sabırla, mücadeleyle, adaletle ve vahiy ışığında inşa etmiştir. Bugün yeniden bu yola dönmek, her şeyden önce zihinsel bir devrim gerektirir. Bu devrim; sloganla değil, samimiyetle; gösterişle değil, sadakatle; kalabalıkla değil, kararlılıkla yapılır. Unutulmamalıdır ki, hakikat bir gün mutlaka galip gelir. Ama o güne kadar zalimler hüküm sürecek, hak yerle bir edilecek, vicdanlar susacak.

Ama sen susma.

Çünkü Allah seni susasın diye yaratmadı.

Konuş, yaz, anlat, diren ve unutma:

Güç hak değildir. Hak güçlüdür.

Erol Kekeç/14.03.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!