Gücün belirleyici olduğu bir toplumda hak, adalet, ahlak ve değer kavramları altüst olur. İyi ile kötü, doğru ile yanlış, meşru ile gayrimeşru arasındaki ayrım; vicdan, hikmet ya da vahiy temelli değil, tamamen gücün tayin ettiği ölçülere göre şekillenir. Tarih boyunca nice kavimler, topluluklar ve medeniyetler güce taptıkları, hakkı güçle tanımladıkları, adaleti iktidarın terazisinde tarttıkları için helâk olmuş, yıkılmış ve lanetle anılmıştır.
Bugün içinde yaşadığımız çağ da bu yozlaşmış anlayışın modern versiyonudur. Gücü elinde tutanlar yalnızca ekonomiyi, siyaseti ya da teknolojiyi değil; hakikat algısını, ahlaki normları ve hatta dini yorumları da belirlemektedir. Bu durum öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, bir şeyin "doğru" olup olmadığına değil, kimin söylediğine ve ne kadar güçlü olduğuna bakılarak hüküm verilmektedir. İşte bu yazı, bu çarpıklığı teşhir etmek, hak ile batılın nasıl yer değiştirdiğini göstermek ve bizi sarsacak şu soruya cevap aramak içindir: Gücün dinine iman etmekle, Allah’a iman etmek arasında ne fark var?
1. Güç Hakkı Doğurmaz, Ama Güç Sahipleri Hakkı Tanımlar Hâle Gelmişse
Kur’an’ın temel ilkelerinden biri, hakkın ve hakikatin yalnızca Allah’a ait olduğudur. “Hüküm yalnız Allah’ındır.” (Yusuf/40) ayeti bu gerçeği açıkça bildirir. Ancak modern toplumlar, hakkın ölçüsünü Allah’ın koyduğu sınırlar üzerinden değil, iktidarların ve çıkar odaklarının tayin ettiği normlar üzerinden belirlemektedir. Örneğin, bir ülke güçlü ise işlediği savaş suçları "meşru müdafaa" sayılır, zayıf olanın direnişi ise "terörizm" diye yaftalanır. İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği sistematik soykırımı dünyada meşru gören bir algı üretimi, gücün hakkı nasıl şekillendirdiğinin ibretlik bir göstergesidir.
2. Gücün Meşruiyet Aracı Olarak Din
Yezidin Hz. Hüseyin’e karşı ordu toplayıp onu katlettirmesi, İslam tarihinde güç ile hakkın nasıl yer değiştirdiğine dair en çarpıcı örneklerden biridir. Yezidin yönetimi, kendini İslam’ın temsilcisi ilan etmişti; ama İslam’ın ruhunu katlederek yapmıştı bunu. Bugün de birçok zalim rejim, dini söylemleri kullanarak halkı susturmakta, muhalefeti bastırmakta ve kendi çıkarlarını ilahi bir hüküm gibi pazarlamaktadır. Gücün dinle birleşmesi, inancın değil zulmün dokunulmazlık zırhına bürünmesidir.
3. Hak ile Batılın Yer Değiştirdiği Bir Çağda Yaşıyoruz
Modern çağda medyanın, sosyal medyanın, akademilerin ve kültür endüstrisinin büyük kısmı güçlü olanın borusunu öttürdüğü bir propaganda makinesi hâline gelmiştir. Artık insanlar vahyin hakikatini değil, algoritmaların önerdiği gündemleri hakikat bellemiş durumda. Güçlü olanın ahlaksızlığı; cesaret, devrim ya da özgürlük diye sunulabiliyor. Zayıf olanın iffetli ve onurlu direnişi ise gericilik, yobazlık ya da radikallik diye yaftalanıyor. Bu ters yüz edilmiş algı, toplumların kolektif bilincini köreltiyor ve onları Allah’ın değil, gücün istediği biçimde yaşayan kölelere dönüştürüyor.
4. Allah’tan Değil, Güçlüden Korkan Kalpler
Nice insan, hak bildiği şeyi savunmaktan çekiniyor çünkü bedel ödemekten korkuyor. Bu korku Allah’a değil, insanlara; ilahi adalete değil, dünyadaki yaptırımlara endeksli bir korkudur. İşte bu, şirkin modern yüzüdür. Kur’an, Allah’tan başka otoritelerden korkmayı açıkça şirkle ilişkilendirir (Bakara/165). Güce tapan toplumlarda vicdan değil, menfaat pusula olur. Onurlu duruş değil, makbul vatandaşlık tercih edilir. Bu da insanları, gerçek anlamda iman etmeyen, sadece korkularına ve çıkarlarına tapan zavallılara dönüştürür.
5. Güç Sahiplerinin Hakimiyeti Altında “Müslümanlık”
Bugün İslam ülkelerinde güç sahiplerinin tayin ettiği bir dindarlık biçimi empoze ediliyor. Bu dindarlık; zalim sultana dua eden, adaletsizliğe karşı çıkmayan, cemaatini susturup sarayı kutsayan bir şekilcilikten ibarettir. Camiler dolu ama adalet boş. Kur’an’lar okunuyor ama zalimlere karşı ayetler sansürlü. Tesettür var ama gözyaşı yok. İslam, bu tür toplumlarda sembollere indirgenmiş, ruhu boşaltılmış bir ritüeller yığınına dönüşmüş durumda.
6. Sorgulamayan Zihin, Gücün Kölesidir
Sorgulama kabiliyetini kaybeden bir toplum, güçlü olanın istediği her şeye inanır hale gelir. Güç ne diyorsa o doğrudur. Bu, modern seküler sistemlerin olduğu kadar, yozlaşmış dini yapıların da temel yöntemidir. Kur’an bize “akletmez misiniz?”, “düşünmez misiniz?” diyerek sürekli sorgulamayı emreder. Ama ne gariptir ki bugün akledenler marjinal, düşünmeyenler makbul ilan edilmiştir. Güce tapanlar alkışlanırken, hakikati savunanlar dışlanıyor.
7. Hak ve Hakkaniyetin Ölçüsü Değiştiğinde Gazap Kaçınılmazdır
Tarihte pek çok kavim, gücü kutsadığı, hakkı çiğnediği ve adaleti eğip büktüğü için gazaba uğramıştır. Âd ve Semud kavimleri, Firavun’un Mısır’ı, Nemrut’un Babil’i… Hepsi güce taptı, zulmetti ve sonunda yerle bir oldular. Bugün insanlık; modern Firavunların, çağdaş Nemrutların ve seküler Yezidlerin tahakkümü altındadır. Ve tıpkı önceki kavimler gibi, biz de aynı sona doğru ilerliyoruz. Eğer hak ile batılı yeniden yerli yerine koymazsak, gazap kaçınılmaz olacaktır.
8. Hakikatin Yalnızca Allah’a Ait Olduğunu Haykırmak Gerek
Bir toplum ancak hakikati Allah’tan alıyorsa ayakta kalabilir. Bu hakikat; ne güçten, ne çoğunluktan, ne bilimden, ne de gelenekten türetilmiştir. Hakikat, vahiydir. Kur’an’dır. Allah’ın rızasıdır. Bugün buna dönmedikçe, adalet beklememek gerekir. Mazlumlar, ezilmeye devam edecek; zalimler ise yargılanmadan saltanat sürecektir. Ta ki bir nesil, güce değil, hakikate iman edene kadar.
Güce Tapanlarla Değil, Hakikate İnananlarla Yürümek Gerek
İnsanlık tarih boyunca hakikati güçle değil, sabırla, mücadeleyle, adaletle ve vahiy ışığında inşa etmiştir. Bugün yeniden bu yola dönmek, her şeyden önce zihinsel bir devrim gerektirir. Bu devrim; sloganla değil, samimiyetle; gösterişle değil, sadakatle; kalabalıkla değil, kararlılıkla yapılır. Unutulmamalıdır ki, hakikat bir gün mutlaka galip gelir. Ama o güne kadar zalimler hüküm sürecek, hak yerle bir edilecek, vicdanlar susacak.
Ama sen susma.
Çünkü Allah seni susasın diye yaratmadı.
Konuş, yaz, anlat, diren ve unutma:
Güç hak değildir. Hak güçlüdür.
Erol Kekeç/14.03.2025/Sancaktepe/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder