Bu Blogda Ara

17 Mayıs 2025 Cumartesi

Secdeyle Maskelenmiş Yezidlik- Kerbela’dan Bugüne İhanetin Kutsanması

Kerbela’yı sadece bir yas, bir matem günü olarak okuyanlar; hâlâ Yezid'in saflarında saf tutmakta sakınca görmeyenlerdir. Oysa Kerbela, insanlık tarihinin en büyük vicdan kırılmasıdır. Bir ümmetin kendi evladını, Peygamber’inin torununu, hem de namaz vakitlerinde, hem de Allah'ın adını dillerinden düşürmeden doğradığı bir sahnedir. İşte bu sahneden sonra hiçbir ihanet, hiçbir zillet, hiçbir riyakârlık insanı şaşırtamaz hale gelir. Çünkü en büyük yalanlar, en büyük cinayetler, en büyük hıyanetler hep Allah adına işlendi.

Hz. Hüseyin’in kanı, sadece Kerbela çölünü değil; tarihin bütün çorak yüreklerini de ıslattı. Ve o günden sonra “Ben Müslüman’ım” demek hiçbir şey ifade etmemeye başladı. Zira ümmetin kalbiyle dili ayrılmıştı. Dil, salavat getirirken; kalp, saraya bağlılık yeminleri ediyordu.

Yezidlik Kalıtsal Değil, Seçimliktir

Bugün pek çok Müslüman coğrafyada olan bitenleri anlayabilmek için Kerbela’yı iyi anlamak gerekir. Çünkü orada yaşanan sadece bir katliam değil; dinin maskesi altında işlenen politik bir cinayetler zinciridir. Ve ne yazık ki bu zincir hâlâ kırılmadı. Yezid ölmedi, sadece kravat taktı. Emevi sarayları yıkıldı ama onların torunları hâlâ saraylarda oturuyor.

Hz. Hüseyin’in başını kestiler, çünkü o “zalim bir yönetime biat etmeyeceğim” dedi. Bugün de aynı sözleri söyleyenlerin başları kesilmiyor belki, ama sesleri bastırılıyor, iftiralarla susturuluyor, yalnız bırakılıyorlar. Bugünün Hüseyinleri hâlâ çölde yürümekte, ama ümmet hâlâ o çölde onlara su götürmek yerine Yezid’in ordugahında soğuk ayran içiyor.

Sarıklı Yezidler ve Secdeli İşkenceciler

Bir düşünün, sabah namazında saf saf dizilen insanlar; namazdan çıkıp, iktidarın propagandasını yapıyor. Bir düşünün, cuma hutbesinde “adalet” ayetleri okunurken; hemen arkasından adaletsizliğe alkış tutuluyor. Bir düşünün, zekatla yoksulun hakkı gözetilirken; aynı cami avlusunda müteahhitler milyonluk ihalelere imza atıyor.

Kerbela’yı yaşayanlar da namaz kılıyordu. Hatta Hz. Hüseyin’le birlikte aynı vakit namazına duruyorlardı. Ama sonra dönüp onunla savaşıyorlardı. Bugün de birileri “İslam” diyor, “şeriat” diyor, “ümmet” diyor ama mazlumu yalnız bırakıyor, zalime dua ediyor.

Bugünün Hüseyinleri-Filistin’de, Arakan’da, Çin Zindanlarında...

Gazze’de bir çocuğun cesedi enkazdan çıkarıldığında dua ediyor insanlar. Ama sonra çıkıp o enkazı yaratanlarla masaya oturuyorlar. Arakan’da diri diri yakılan Müslüman kadınlar için gözyaşı döküyorlar ama onları yakanlarla ticaret anlaşmaları imzalıyorlar. Çin’de Kur’an okuduğu için zindana atılan Uygur Müslümanlarını anarken, aynı Çin’le teknoloji projeleri yürütüyorlar.

Hz. Hüseyin’e biat etmeyenler, bugün de Hüseyin gibi olanlara sırt çeviriyor. Ve ne yazık ki ümmet, gene aynı gaflette: namazını kılıyor, orucunu tutuyor ama zalime laf ettirmiyor.

Din Adına Sirk Maymununa Dönüşen Toplum

Düşün! Bugün İslam coğrafyalarının çoğunda İslam, bir gösteri dinine dönüştürüldü. Kutsal gecelerde ışık gösterileri, Ramazanlarda israfa bulanmış iftar sofraları, hacda selfie yarışmaları... İnsanlar dinle bağlarını bilgiyle değil, ambalajla kuruyor. “En gösterişli cami”, “en kalabalık cemaat”, “en çok kurban kesen lider” övülüyor.

Ve perde arkasında mazlumun çığlığı, yetimin gözyaşı, adaletin boğazına takılmış bir yumruk gibi duruyor. Din, artık bir içerik değil; bir imaj. Bir ibadet değil; bir gösteri. Allah adına yapılan her şey, Allah’ın hatırlanmasından çok, liderin propagandası için kullanılıyor.

Sorgulanmamış İman, Zalimle Aynı Safa Düşer

İmanın gerçek olup olmadığı, zorluk zamanlarında belli olur. Allah’a inandığını söyleyen ama Allah yolunda bedel ödemeyen herkes, potansiyel bir Yezid taraftarıdır. Çünkü iman sadece huzurlu günlerde değil; baskı ve eziyet zamanlarında da Allah’la olmaktır. Ayetin dediği gibi: “Allah’a inandık” derler. Ama Allah yolunda bir eziyete uğratıldıklarında bunu Allah’ın azabı gibi görürler.”

Bugün de aynısı yaşanıyor. Düne kadar Filistin için yürüyenler, şimdi İsrail’le normalleşmeyi savunuyor. Dün Mısır’daki darbeye lanet edenler, bugün Sisi ile kucaklaşıyor. Dün Suriyeli yetimlere ağlayanlar, bugün onları sınır dışı etmek için kampanya yapıyor.

Hüseyin’in Yolunda Kalmak Ne Demektir?

Hüseyin’in yolunda kalmak, halkla değil; hakla yürümek demektir. Çoğunluk yanlışta olsa bile doğrunun peşinden gitmektir. İktidarın değil, mazlumun yanında saf tutmaktır. Bazen yalnız kalmaktır ama Allah’la kalmaktır. İslam’ın sadece ritüellerle değil, ruhla yaşanması gerektiğini bilmektir.

Zulme karşı çıkmak, bedel ödemek demektir. Hüseyin de bunun bedelini başıyla ödedi. Ama onun kanı, zalimin mürekkebinden daha kalıcı bir iz bıraktı tarihe. Her secde, o kanla ıslanan toprağa bakmadan kıymetli olamaz.

Bugünün Kerbela’sı

Bugünün Kerbela’sı Filistin’dir, Doğu Türkistan’dır, Yemen’dir, hatta İstanbul’un arka sokaklarında barınamayan yetim çocukların tenhalarıdır. Bugün Hüseyin yalnız. Ve biz yine susuyoruz. Yine tarafsız kalıyoruz. Yine “aman bana dokunmasın” diyoruz.

Ama unutma: Hüseyin’i yalnız bırakanlar, sadece zalimler değil; susanlardı. Sessizlik, zalimin en büyük destekçisidir. Kalplerde ne varsa açığa çıkacak, çünkü Allah herkesin kalbini bilir. Ve o gün geldiğinde, Hüseyin’in karşısında secde eden değil, yanında duranlar kurtulacak.

"Zalimle aynı secdeye varmaktansa, Hüseyin gibi susuz ölmeyi seçerim."

Erol Kekeç/03.04.2025/Namazgah/İST

Bağıran cehalet susan Bilgelik

Sokrat’tan Bir Eşek Meselesi

“Bir eşek bana tekme atarsa, onu dava mı edeyim, şikâyet mi edeyim, yoksa tekme mi atayım?” diye sorar Sokrat. Bu söz, yalnızca bir mecazdan ibaret değil; bir çağrı, bir sorgulama, bir duruş felsefesidir. Bize öğrettiği şudur: Hayatta karşılaştığımız her taşı kaldırmak zorunda değiliz. Her sesi cevaplamak, her saldırıya karşılık vermek, her meydan okumayı kabul etmek zorunda olmadığımız gibi.

Bu söz üzerinden yüreğe ve akla çıkacak uzun bir yolculuğa çıkalım. Cehaletin gürlemesiyle bilgeliğin suskunluğu arasındaki fark nedir? Hangi durumlarda susmak bir yüksek erdemdir, hangi durumlarda ise kaçınılan bir sorumluluk? Sessizlik her zaman bilgeliğin sesi midir yoksa bazen korkunun maskesi mi? Ve en önemlisi: Enerjimizi kimlere, neye, hangi durumlara harcamalıyız?

1. Cehaletin Çığlığı-Bilmeden İddia Etmek

Cehalet genellikle bilgi yoksunluğuyla değil, bilgiye kapalılıkla bağlantılıdır. Bilen, bilmediğini de kabul eder; bilmeyen ise her şeyi bildiğini zanneder. Bu nedenle cehalet, en görünür haliyle bağırır. Zira sustuğu an, anlamsızlığı ortaya çıkar. Cehalet, sesiyle kendini var eder; gürültüyle örtmeye çalıştığı şey, kendi hiçliğidir.

Cehalet gürültülüdür, çünkü fırtına öncesi gibidir: İçi boş olan davul nasıl daha çok ses çıkarırsa, bilgiyle doldurulmamış bir zihin de daha çok iddia eder. Sosyal medyada, sokakta, ekranlarda görülen budur: Kimin daha az bilgisi varsa, daha çok çığlık atar. Çünkü sustuğu an, hiç olduğu anıdır.

2. Bilgeliğin Sessizliği-Gücün Zorunlu Olmadığı Yerde Harcanmaması

Bilgelik bağırmaz. Bağırmaya ihtiyaç duymaz. Bilgelik, enerjisini iddia için kullanmaz; onu süreç için, dönüşüm için, şifa için kullanır. Sessizlik bilgeliğin sığınağıdır ama aynı zamanda en derin kelimesidir. Bazen bir şeyi söylememek, o şeyi bağırmak kadar etkili olabilir.

Sokrat’ın sorusu burada çok çarpıcıdır: Bir eşek tekme attı diye, sen de eşekleşmek zorunda mısın? İşte bilgeliğin ayrıcalığı budur: Kiminle tartışacağını, kime cevap vereceğini, hangi savaşı seçeceğini bilir. Ve bazen en yüksek eylem, eylemsizliktir.

3. Enerji Ekonomisi-Her Tartışma Bir Kayıptır

Modern dünyada enerjimiz, sadece fiziksel değil; zihinsel, duygusal, ruhsal enerji de çok değerlidir. Her cevap, her tartışma, her savunma bir enerji harcamasıdır. Ve bazen, kazanılan bir tartışmanın faturası, kaybedilen huzurdur.

Bir insanın doğruyu aramak gibi bir derdi yoksa, sorduğu sorular da samimi değildir. O zaman verdiğin cevaplar boşa gidecektir. İşte tam bu anda, sessizlik hem korunmadır, hem de mesajdır. Gerçek bilgelik, kime ne zaman susulacağını bilmektir.

4. Tartışmanın Çürümüş Biçimleri-Galip Görünmek, Haklı Olmaktan Önemliyse

Tartışma, hakikate ulaşmak içinse değerlidir. Ama kişilerin çoğu zaman bu amacı yoktur. Tartışmanın ana motivasyonu çoğu kez şu olur:

  • Gözümü korkutmasın,

  • Benim daha baskın olduğumu göstersin,

  • Haklı olmamı kanıtlasın değil, haklıymış gibi görüneyim yeter!

Bu durumda yapılabilecek en yüksek tavır şudur: Tartışmayı reddetmek. İşte Sokrat’ın eşek sorusuna verdiği zihin hali budur. Enerjiyi, hak etmeyen bir gündeme akıtmaz. Çünkü bilir ki bazı yenilgiler galibiyetten daha onurludur.

5. Sessizlik-Kaçış Değil, Seçimdir

Susmak, korkmak değil; bazen en bilinçli karardır. İnsan bazen susarak,

  • Karşısındakinin cehaletini yüzüne vurur,

  • Kendisini seviyesizliğe karşı korur,

  • Tartışmanın zeminini reddeder,

  • Gürültünün anlamsızlığını ifşa eder.

6. Zekânın Parıltısı-Zorlamaya Gerek Yok

"Gerçek zekâ kendini dayatmaya ihtiyaç duymaz, sadece parıldar." Bu söz, yüksek bir hakikati içerir. Bilgeliğin sesi kısıktır belki ama etkisi kalıcıdır. Zekâ, kendini ispatlamak için çığlık atmaz; ortamın doğasında ışıldar.

Zira hakikat, tartışmayla kanıtlanmaz; ya idrak edilir ya edilmez. İnsanlar ancak hazırsa duyabilir. Hazır olmayan kulakta, en güzel söz bile yük olur.

7. Sokrat ve Modern Zaman- Dijital Cehalet Çığlığına Karşı Duruş

Bugün Sokrat yaşasaydı ne yapardı? Her YouTube yorumuna, her Twitter tartışmasına girer miydi? Her cahilin peşine düşer miydi? Hayır. O, bir meydanda bekler, gerçekten soru sormaya cesareti olanlara cevap verirdi. Şımartılmış egolara değil, doğruya susamış ruhlara hitap ederdi.

8. Ölçülü Konuşmak-Bilgece Cevap Vermek Sessiz Kalmak Kadar Değerlidir

Elbette ki sessizlik tek yöntem değil. Yerine göre söz de bir silahtır. Ama bilge kişi, sözünü savaşmak için değil, inşa etmek için kullanır. Söylemi öğretici, tonu yumuşak, hedefi açıklayıcıdır.

Kızarak değil, yükselerek değil; berrak bir zihinle, temiz bir kalple söylenmiş sözler, cehaletin gürültüsüne karşı bir ışık olur.

Hangi Savaşı Seçeceğin Bilgeliğidir

Bazen susmak bir direniştir. Bazen söylemek bir merhamettir. Ama her zaman, seçmek bir bilgeliktir. Sokrat’ın anlattığı mesele, hakaret karşısında ne yapacağımız meselesi değil; hangi savaşı seçeceğimiz, enerjimizi nereye yönlendireceğimiz meselesidir.

Son sözüm budur:

"Bağıranlardan değil, susanlardan öğren. Hakaret edenlerden değil, sözüyle sırf kalbini arayanlardan yana ol. Ve unutma: Her söze cevap vermek, her şeye katılmak, her savaşa girmek, senin yüksekliğini göstermez. Bazen geri çekilmek, en öne çıkmaktır."

Erol Kekeç/10.09.2025/Namazgah/İST 

16 Mayıs 2025 Cuma

Barış Sütünden Kan Sağmak-(Ortadoğu’nun Diplomasi Memeleri ve Vicdan Fethi)



Ortadoğu’da tarih her zaman kanla yazıldı. Ama son birkaç gün içinde yaşananlar, sadece bir trajedi değil; bir akıl tutulmasının, bir insanlık çöküşünün sahneye konulmuş son perdesi gibi. Ve bu sahnede başrolde, yeryüzünün diplomasi kisvesine bürünmüş lanetli canavarı var: Bir yandan barıştan, hukuktan dem vurup, öte yandan Filistinli bir halkı terörist ilan edecek kadar alçalabilen bir zihniyet.

Daha düne kadar “Filistin kırmızı çizgimizdir” diyenlerle “Dostum Trump” diye kafa tokuşturanlar, bugün kalkmış halkları akıl testine tabii tutar gibi konuşuyor. Peki bu halklar, kendilerine yöneltilen bu akılsızlıklara neden hâlâ sağır? Neden hâlâ "Bize ne oluyor?" diye sormuyorlar? Çünkü yaşadıkları çelişkiler artık onları şaşırtmıyor. Onlar bu ikiyüzlülüğe alıştı; alışkanlık, çoğu zaman ihaneti de meşrulaştırır.

Trump – evet, kasıtlı yazıyorum bu şekilde, çünkü bu adam klasik Amerikan diplomasisi değil, bir pazarlamacı. İnek sağar gibi bölge liderlerini sağmakla meşgul: Biraz silah, biraz petrol, biraz da siyasi meşruiyet karşılığı. Bu adam sabah kalkınca Suudi Prensine gülümsüyor, öğleden sonra İsrail’in sırtını sıvazlıyor, akşam yatarken “Filistinli teröristler diye” bahsediyor. Ertesi gün bir başka müttefike “Merak etme, seni destekliyoruz” diyerek ceplerine ambargo paketleriyle pazarlık marulu sıkıştırıyor.

Bu nasıl bir diplomasi? Bu nasıl bir insanlık? Asıl soru şu: Bu yamyamca işleyen çıkar çarkının dişlisi olmaya neden bu kadar gönüllü olanlar var? Neden bu aşağılayıcı tavırlara karşı hâlâ boyun eğiliyor?

Bir halkı, 70 yılı aşkın süredir zulümle sınayan bir güce dostluk eli uzatan her devlet, aslında kendi halkına da ihanet ediyor. Çünkü bugün Filistin'e yapılan, yarın başka bir halkın başına gelecek. Unutmayın, zalimlerin iştahı sınır tanımaz.

Bakın şu son pazarlığa: "Filistinli milisleri Suriye'den çıkar, biz de ambargoyu kaldırırız." Bu ne demek biliyor musunuz? Bu şu demek: "Vicdanını bir kenara koy, kardeşini inkâr et, dostunla düşman ol, halkını sat, biz de seni parayla ödüllendirelim." Bu, artık diplomasi değil; bu düpedüz bir ahlaksızlık pazarıdır. İsmi diplomasi ama içeriği şantaj.

Ve işin trajikomik tarafı şu ki, bu utanç pazarlığını alkışlayanlar da var. Televizyonlarda bu adamların sözlerini “usta strateji” diye pazarlayanlar, gazetelerde “cesur adımlar” diye yazanlar… Evet, alkışlayanlar! Düşünün bir; evinize girip çocuğunuzu döven hırsıza karşı sizi koruyacak olan kişi, hırsızla dost oluyor ve sonra diyor ki: “Artık eve girmeyecek, ama sen de çocuklarını biraz sustur.” Bu nasıl bir anlayış? Bu nasıl bir dostluk?

Ey halklar! Size soruyorum: Bu kadar bariz çelişkileri görmüyor musunuz? "Filistin kırmızı çizgimiz" deyip, Filistinlileri terörist ilan edenlerle masaya oturanlara neden ses çıkarmıyorsunuz? Yoksa çelişki içinde boğulmak artık rutininiz mi oldu?

Biri diyor ki, “Ama bunlar realpolitik, uluslararası ilişkiler böyle işler.” Realpolitik dedikleri şey, çıkar için ahlakı boğmaksa, o zaman bırakın bu sistem batsın. Bir insanın omurgası sadece bedenine değil, fikirlerine, inancına ve vicdanına da aittir. Eğer bir milletin lideri omurgasını çıkarıp masaya koyuyorsa, o lider artık kendi milletini temsil etmez; yalnızca pazarlık masasının garsonudur.

Bakın, Suriye’de yaşananlar gözünüzün önünde. Bombalar altında doğan bebekler, enkazlar arasında yaşamaya çalışan kadınlar, soğuktan donan çocuklar… Bunları görüp de hâlâ “terörist temizliği” adı altında pazarlık yapabilmek, bir canavarlığın ötesidir. Bu, artık insanlık dışı bir zihinsel çürümedir.

Ve ne yazık ki, bu çürüme alkış topluyor. Öyle bir çağdayız ki, vicdanını yitirenler, stratejik akıl sahibi olarak sunuluyor. Zulme ses çıkaranlar “radikal” diye susturuluyor. Filistin’i savunanlara “terör destekçisi” etiketi yapıştırılıyor. Hâlbuki asıl terör, halkların iradesini susturmaya çalışan bu kirli diplomasi değil mi?

Trump gibiler, bu çağın “inek sağan efendileri.” Halkları, liderleri, hatta ilkeleri bir süt kovası gibi kullanıyorlar. Sıkıyorlar, boşaltıyorlar, sonra bir kenara atıyorlar. Ve her seferinde yeni bir kova buluyorlar. Ama asıl sorun, bu kovalık rolüne gönüllü olanlarda. “Ambargoyu kaldıralım” denince gözleri parlayanlarda. “Bizi de sevsinler” diye mazlumdan yüz çevirenlerde.

Ortadoğu’da barış, ancak inek sağanlara değil, inancı ve ilkeleri için direnenlere kulak verilince gelir. Bu kirli masalarda, masum halkların alın teri, kanı, ve gözyaşı pazarlanıyor. Biz bu masaları devirmedikçe, hiçbir zaman onurlu bir geleceğe uyanamayacağız.

Ben bu yaşananları pervasızca konuşuyorum çünkü pervasızca zulmediliyor. Çünkü artık utanma duygusu da çürümüş. Çünkü sessiz kalmak, suç ortağı olmak demektir. Çünkü bir halkın çilesi, bir başka halkın rahatına kurban ediliyorsa, orada insanlık çoktan ölmüştür.

Size soruyorum ey alkışlayanlar: Gerçekten insan mısınız? Aklınız, vicdanınız, yüreğiniz hâlâ sizinle mi? Yoksa çoktan pazarlık masasında birer metaya mı dönüştünüz? Ne için yaşıyorsunuz? Bir tweet’lik övgü için mi, bir liderin tebessümü için mi, yoksa bir imza karşılığında verilen iğrenç rüşvet için mi?

Eğer bir halka, Filistin’e “terörist” deniyorsa, bilinsin ki terörün tanımını yeryüzü yeniden yapmalı. Çünkü terör, tankla girmektir, değil mi? Terör, evleri yıkmaktır, değil mi? Terör, bir halkı yeryüzünden silmektir, değil mi? Ama bugün bunları yapanlar müttefik, bunlara direnenler terörist ilan ediliyor. Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır?

Son sözüm şu: Bu pervasızlık, bir vicdan çığlığıdır. Ben susarsam, insanlığım ölür. Siz susarsanız, insanlık zaten ölmüş demektir.

Erol Kekeç/15.05.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!