Bu Blogda Ara

17 Mayıs 2025 Cumartesi

Bağıran cehalet susan Bilgelik

Sokrat’tan Bir Eşek Meselesi

“Bir eşek bana tekme atarsa, onu dava mı edeyim, şikâyet mi edeyim, yoksa tekme mi atayım?” diye sorar Sokrat. Bu söz, yalnızca bir mecazdan ibaret değil; bir çağrı, bir sorgulama, bir duruş felsefesidir. Bize öğrettiği şudur: Hayatta karşılaştığımız her taşı kaldırmak zorunda değiliz. Her sesi cevaplamak, her saldırıya karşılık vermek, her meydan okumayı kabul etmek zorunda olmadığımız gibi.

Bu söz üzerinden yüreğe ve akla çıkacak uzun bir yolculuğa çıkalım. Cehaletin gürlemesiyle bilgeliğin suskunluğu arasındaki fark nedir? Hangi durumlarda susmak bir yüksek erdemdir, hangi durumlarda ise kaçınılan bir sorumluluk? Sessizlik her zaman bilgeliğin sesi midir yoksa bazen korkunun maskesi mi? Ve en önemlisi: Enerjimizi kimlere, neye, hangi durumlara harcamalıyız?

1. Cehaletin Çığlığı-Bilmeden İddia Etmek

Cehalet genellikle bilgi yoksunluğuyla değil, bilgiye kapalılıkla bağlantılıdır. Bilen, bilmediğini de kabul eder; bilmeyen ise her şeyi bildiğini zanneder. Bu nedenle cehalet, en görünür haliyle bağırır. Zira sustuğu an, anlamsızlığı ortaya çıkar. Cehalet, sesiyle kendini var eder; gürültüyle örtmeye çalıştığı şey, kendi hiçliğidir.

Cehalet gürültülüdür, çünkü fırtına öncesi gibidir: İçi boş olan davul nasıl daha çok ses çıkarırsa, bilgiyle doldurulmamış bir zihin de daha çok iddia eder. Sosyal medyada, sokakta, ekranlarda görülen budur: Kimin daha az bilgisi varsa, daha çok çığlık atar. Çünkü sustuğu an, hiç olduğu anıdır.

2. Bilgeliğin Sessizliği-Gücün Zorunlu Olmadığı Yerde Harcanmaması

Bilgelik bağırmaz. Bağırmaya ihtiyaç duymaz. Bilgelik, enerjisini iddia için kullanmaz; onu süreç için, dönüşüm için, şifa için kullanır. Sessizlik bilgeliğin sığınağıdır ama aynı zamanda en derin kelimesidir. Bazen bir şeyi söylememek, o şeyi bağırmak kadar etkili olabilir.

Sokrat’ın sorusu burada çok çarpıcıdır: Bir eşek tekme attı diye, sen de eşekleşmek zorunda mısın? İşte bilgeliğin ayrıcalığı budur: Kiminle tartışacağını, kime cevap vereceğini, hangi savaşı seçeceğini bilir. Ve bazen en yüksek eylem, eylemsizliktir.

3. Enerji Ekonomisi-Her Tartışma Bir Kayıptır

Modern dünyada enerjimiz, sadece fiziksel değil; zihinsel, duygusal, ruhsal enerji de çok değerlidir. Her cevap, her tartışma, her savunma bir enerji harcamasıdır. Ve bazen, kazanılan bir tartışmanın faturası, kaybedilen huzurdur.

Bir insanın doğruyu aramak gibi bir derdi yoksa, sorduğu sorular da samimi değildir. O zaman verdiğin cevaplar boşa gidecektir. İşte tam bu anda, sessizlik hem korunmadır, hem de mesajdır. Gerçek bilgelik, kime ne zaman susulacağını bilmektir.

4. Tartışmanın Çürümüş Biçimleri-Galip Görünmek, Haklı Olmaktan Önemliyse

Tartışma, hakikate ulaşmak içinse değerlidir. Ama kişilerin çoğu zaman bu amacı yoktur. Tartışmanın ana motivasyonu çoğu kez şu olur:

  • Gözümü korkutmasın,

  • Benim daha baskın olduğumu göstersin,

  • Haklı olmamı kanıtlasın değil, haklıymış gibi görüneyim yeter!

Bu durumda yapılabilecek en yüksek tavır şudur: Tartışmayı reddetmek. İşte Sokrat’ın eşek sorusuna verdiği zihin hali budur. Enerjiyi, hak etmeyen bir gündeme akıtmaz. Çünkü bilir ki bazı yenilgiler galibiyetten daha onurludur.

5. Sessizlik-Kaçış Değil, Seçimdir

Susmak, korkmak değil; bazen en bilinçli karardır. İnsan bazen susarak,

  • Karşısındakinin cehaletini yüzüne vurur,

  • Kendisini seviyesizliğe karşı korur,

  • Tartışmanın zeminini reddeder,

  • Gürültünün anlamsızlığını ifşa eder.

6. Zekânın Parıltısı-Zorlamaya Gerek Yok

"Gerçek zekâ kendini dayatmaya ihtiyaç duymaz, sadece parıldar." Bu söz, yüksek bir hakikati içerir. Bilgeliğin sesi kısıktır belki ama etkisi kalıcıdır. Zekâ, kendini ispatlamak için çığlık atmaz; ortamın doğasında ışıldar.

Zira hakikat, tartışmayla kanıtlanmaz; ya idrak edilir ya edilmez. İnsanlar ancak hazırsa duyabilir. Hazır olmayan kulakta, en güzel söz bile yük olur.

7. Sokrat ve Modern Zaman- Dijital Cehalet Çığlığına Karşı Duruş

Bugün Sokrat yaşasaydı ne yapardı? Her YouTube yorumuna, her Twitter tartışmasına girer miydi? Her cahilin peşine düşer miydi? Hayır. O, bir meydanda bekler, gerçekten soru sormaya cesareti olanlara cevap verirdi. Şımartılmış egolara değil, doğruya susamış ruhlara hitap ederdi.

8. Ölçülü Konuşmak-Bilgece Cevap Vermek Sessiz Kalmak Kadar Değerlidir

Elbette ki sessizlik tek yöntem değil. Yerine göre söz de bir silahtır. Ama bilge kişi, sözünü savaşmak için değil, inşa etmek için kullanır. Söylemi öğretici, tonu yumuşak, hedefi açıklayıcıdır.

Kızarak değil, yükselerek değil; berrak bir zihinle, temiz bir kalple söylenmiş sözler, cehaletin gürültüsüne karşı bir ışık olur.

Hangi Savaşı Seçeceğin Bilgeliğidir

Bazen susmak bir direniştir. Bazen söylemek bir merhamettir. Ama her zaman, seçmek bir bilgeliktir. Sokrat’ın anlattığı mesele, hakaret karşısında ne yapacağımız meselesi değil; hangi savaşı seçeceğimiz, enerjimizi nereye yönlendireceğimiz meselesidir.

Son sözüm budur:

"Bağıranlardan değil, susanlardan öğren. Hakaret edenlerden değil, sözüyle sırf kalbini arayanlardan yana ol. Ve unutma: Her söze cevap vermek, her şeye katılmak, her savaşa girmek, senin yüksekliğini göstermez. Bazen geri çekilmek, en öne çıkmaktır."

Erol Kekeç/10.09.2025/Namazgah/İST 

16 Mayıs 2025 Cuma

Barış Sütünden Kan Sağmak-(Ortadoğu’nun Diplomasi Memeleri ve Vicdan Fethi)



Ortadoğu’da tarih her zaman kanla yazıldı. Ama son birkaç gün içinde yaşananlar, sadece bir trajedi değil; bir akıl tutulmasının, bir insanlık çöküşünün sahneye konulmuş son perdesi gibi. Ve bu sahnede başrolde, yeryüzünün diplomasi kisvesine bürünmüş lanetli canavarı var: Bir yandan barıştan, hukuktan dem vurup, öte yandan Filistinli bir halkı terörist ilan edecek kadar alçalabilen bir zihniyet.

Daha düne kadar “Filistin kırmızı çizgimizdir” diyenlerle “Dostum Trump” diye kafa tokuşturanlar, bugün kalkmış halkları akıl testine tabii tutar gibi konuşuyor. Peki bu halklar, kendilerine yöneltilen bu akılsızlıklara neden hâlâ sağır? Neden hâlâ "Bize ne oluyor?" diye sormuyorlar? Çünkü yaşadıkları çelişkiler artık onları şaşırtmıyor. Onlar bu ikiyüzlülüğe alıştı; alışkanlık, çoğu zaman ihaneti de meşrulaştırır.

Trump – evet, kasıtlı yazıyorum bu şekilde, çünkü bu adam klasik Amerikan diplomasisi değil, bir pazarlamacı. İnek sağar gibi bölge liderlerini sağmakla meşgul: Biraz silah, biraz petrol, biraz da siyasi meşruiyet karşılığı. Bu adam sabah kalkınca Suudi Prensine gülümsüyor, öğleden sonra İsrail’in sırtını sıvazlıyor, akşam yatarken “Filistinli teröristler diye” bahsediyor. Ertesi gün bir başka müttefike “Merak etme, seni destekliyoruz” diyerek ceplerine ambargo paketleriyle pazarlık marulu sıkıştırıyor.

Bu nasıl bir diplomasi? Bu nasıl bir insanlık? Asıl soru şu: Bu yamyamca işleyen çıkar çarkının dişlisi olmaya neden bu kadar gönüllü olanlar var? Neden bu aşağılayıcı tavırlara karşı hâlâ boyun eğiliyor?

Bir halkı, 70 yılı aşkın süredir zulümle sınayan bir güce dostluk eli uzatan her devlet, aslında kendi halkına da ihanet ediyor. Çünkü bugün Filistin'e yapılan, yarın başka bir halkın başına gelecek. Unutmayın, zalimlerin iştahı sınır tanımaz.

Bakın şu son pazarlığa: "Filistinli milisleri Suriye'den çıkar, biz de ambargoyu kaldırırız." Bu ne demek biliyor musunuz? Bu şu demek: "Vicdanını bir kenara koy, kardeşini inkâr et, dostunla düşman ol, halkını sat, biz de seni parayla ödüllendirelim." Bu, artık diplomasi değil; bu düpedüz bir ahlaksızlık pazarıdır. İsmi diplomasi ama içeriği şantaj.

Ve işin trajikomik tarafı şu ki, bu utanç pazarlığını alkışlayanlar da var. Televizyonlarda bu adamların sözlerini “usta strateji” diye pazarlayanlar, gazetelerde “cesur adımlar” diye yazanlar… Evet, alkışlayanlar! Düşünün bir; evinize girip çocuğunuzu döven hırsıza karşı sizi koruyacak olan kişi, hırsızla dost oluyor ve sonra diyor ki: “Artık eve girmeyecek, ama sen de çocuklarını biraz sustur.” Bu nasıl bir anlayış? Bu nasıl bir dostluk?

Ey halklar! Size soruyorum: Bu kadar bariz çelişkileri görmüyor musunuz? "Filistin kırmızı çizgimiz" deyip, Filistinlileri terörist ilan edenlerle masaya oturanlara neden ses çıkarmıyorsunuz? Yoksa çelişki içinde boğulmak artık rutininiz mi oldu?

Biri diyor ki, “Ama bunlar realpolitik, uluslararası ilişkiler böyle işler.” Realpolitik dedikleri şey, çıkar için ahlakı boğmaksa, o zaman bırakın bu sistem batsın. Bir insanın omurgası sadece bedenine değil, fikirlerine, inancına ve vicdanına da aittir. Eğer bir milletin lideri omurgasını çıkarıp masaya koyuyorsa, o lider artık kendi milletini temsil etmez; yalnızca pazarlık masasının garsonudur.

Bakın, Suriye’de yaşananlar gözünüzün önünde. Bombalar altında doğan bebekler, enkazlar arasında yaşamaya çalışan kadınlar, soğuktan donan çocuklar… Bunları görüp de hâlâ “terörist temizliği” adı altında pazarlık yapabilmek, bir canavarlığın ötesidir. Bu, artık insanlık dışı bir zihinsel çürümedir.

Ve ne yazık ki, bu çürüme alkış topluyor. Öyle bir çağdayız ki, vicdanını yitirenler, stratejik akıl sahibi olarak sunuluyor. Zulme ses çıkaranlar “radikal” diye susturuluyor. Filistin’i savunanlara “terör destekçisi” etiketi yapıştırılıyor. Hâlbuki asıl terör, halkların iradesini susturmaya çalışan bu kirli diplomasi değil mi?

Trump gibiler, bu çağın “inek sağan efendileri.” Halkları, liderleri, hatta ilkeleri bir süt kovası gibi kullanıyorlar. Sıkıyorlar, boşaltıyorlar, sonra bir kenara atıyorlar. Ve her seferinde yeni bir kova buluyorlar. Ama asıl sorun, bu kovalık rolüne gönüllü olanlarda. “Ambargoyu kaldıralım” denince gözleri parlayanlarda. “Bizi de sevsinler” diye mazlumdan yüz çevirenlerde.

Ortadoğu’da barış, ancak inek sağanlara değil, inancı ve ilkeleri için direnenlere kulak verilince gelir. Bu kirli masalarda, masum halkların alın teri, kanı, ve gözyaşı pazarlanıyor. Biz bu masaları devirmedikçe, hiçbir zaman onurlu bir geleceğe uyanamayacağız.

Ben bu yaşananları pervasızca konuşuyorum çünkü pervasızca zulmediliyor. Çünkü artık utanma duygusu da çürümüş. Çünkü sessiz kalmak, suç ortağı olmak demektir. Çünkü bir halkın çilesi, bir başka halkın rahatına kurban ediliyorsa, orada insanlık çoktan ölmüştür.

Size soruyorum ey alkışlayanlar: Gerçekten insan mısınız? Aklınız, vicdanınız, yüreğiniz hâlâ sizinle mi? Yoksa çoktan pazarlık masasında birer metaya mı dönüştünüz? Ne için yaşıyorsunuz? Bir tweet’lik övgü için mi, bir liderin tebessümü için mi, yoksa bir imza karşılığında verilen iğrenç rüşvet için mi?

Eğer bir halka, Filistin’e “terörist” deniyorsa, bilinsin ki terörün tanımını yeryüzü yeniden yapmalı. Çünkü terör, tankla girmektir, değil mi? Terör, evleri yıkmaktır, değil mi? Terör, bir halkı yeryüzünden silmektir, değil mi? Ama bugün bunları yapanlar müttefik, bunlara direnenler terörist ilan ediliyor. Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır?

Son sözüm şu: Bu pervasızlık, bir vicdan çığlığıdır. Ben susarsam, insanlığım ölür. Siz susarsanız, insanlık zaten ölmüş demektir.

Erol Kekeç/15.05.2025/Sancaktepe/İST

15 Mayıs 2025 Perşembe

Cumhuriyet Kürt Sorunu ve Yeni Rejim Tartışmaları



Siyasal Projeksiyon, Stratejik Yönelimler ve Geleceğe Dönük Analiz

Türkiye’nin yüz yıllık modernleşme tarihine damgasını vuran temel meselelerden biri, Kürt meselesidir. Bu sorun yalnızca etnik temelli bir hak arayışından ibaret olmamış; devletin yapısal dönüşüm süreçleriyle, ideolojik yönelimleriyle ve rejim tartışmalarıyla doğrudan ilişkili olagelmiştir. Son yıllarda HDP’li milletvekillerinin zaman zaman “100 yıldır Kürtlere zulüm yapılıyor” şeklindeki çıkışları, bir etnik yakınma olarak değil, aslında çok daha geniş bir tarihsel ve siyasal zeminin yeniden yorumlanması olarak değerlendirilebilir. Aynı şekilde, MHP’nin PKK sorununu dillendirme biçimi ile HDP’nin Cumhuriyet eleştirilerini dillendirme tarzı arasında kurulan paralellikler, yeni bir siyasal mühendisliğin izlerini taşıyor olabilir.

Bu makalede; söz konusu söylemlerin hangi siyasal düzleme oturduğu, yeni anayasa tartışmalarının bu denklemdeki rolü, AKP iktidarının MHP ve HDP’yi hangi stratejik bağlamlarda işlevsel kıldığı, "Yeni Osmanlıcılık" benzeri tahayyüllerin bu denklemdeki yeri, Kürt meselesinin gelecekteki rejimsel dönüşümlerle olan bağlantısı ve Türkiye'nin olası siyasal geleceği  değerlendirilecektir.

1. Kürt Meselesi-Etnik Talepten Siyasal Stratejiye

Kürt meselesi, Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana zaman zaman bastırılmış, zaman zaman ise kontrollü biçimde gündemde tutulmuş bir problem alanı olmuştur. Bu bağlamda, HDP gibi partilerin meclisteki varlığı sadece temsil hakkı bakımından değil, siyasal rejim tartışmalarının kontrollü biçimde dillendirilmesi açısından da önemlidir. "100 yıllık zulüm" söylemi, yalnızca Kürtlere yönelik baskıların değil, aynı zamanda Cumhuriyet’in kurucu paradigmasının tartışmaya açılmasıdır. Bu söylemin HDP gibi partiler üzerinden yükseltilmesi, aynı zamanda devletin belirli aktörleri tarafından kontrollü biçimde gündemleştirilmesi olarak da yorumlanabilir.

2. MHP ile PKK, HDP ile Cumhuriyet Tartışmalarının Stratejik Aynılığı

AKP iktidarının siyasal mühendisliği, krizleri yönetme ve yeniden yapılandırma üzerine kuruludur. MHP ile birlikte PKK meselesini gündemde tutmak, özellikle güvenlikçi politikaların meşrulaştırılması ve milliyetçi kamuoyunun mobilize edilmesi bakımından işlevsel olmuştur. Benzer şekilde, HDP eliyle Cumhuriyet eleştirilerinin dillendirilmesi, farklı bir kamuoyunu test etme ve yeni bir anayasal zemin oluşturmanın psikolojik hazırlığını yapma yönünde değerlendirilebilir. Böylece AKP; hem milliyetçi, hem muhafazakâr hem de etnik farklılıklar üzerinden şekillenen tüm toplumsal dinamikleri kendi siyasal inşası için araçsallaştırmış olur.

3. Yeni Anayasa ve Yeni Rejim Arayışı

Yeni anayasa tartışmaları basit bir hukuk reformu değildir. Bu tartışmaların arka planında yatan temel motivasyon, Cumhuriyet’in kuruluş ilkeleriyle hesaplaşmak, bu ilkeleri aşındırmak ve yerine daha esnek, daha kimliksel, daha otoriter bir rejim inşa etmektir. Kürt sorununun çözümü ya da yeni bir birliktelik çerçevesi gibi sunulan anayasa değişiklikleri, aslında Türkiye’nin üniter yapısının, laik yapısının ve halk egemenliğine dayalı siyasi sisteminin tasfiyesi anlamına gelebilir.

Yeni anayasayla birlikte federatif ya da özerklik esaslı bir yönetişim yapısı oluşturulursa, bu sadece Kürt meselesi için değil, Türkiye'nin genel siyasal bütünlüğü için de radikal bir kırılma olacaktır. Bu süreçte HDP’nin işlevi, yeni anayasanın etnik temelde gerekçelendirilmesini sağlamak; MHP’nin işlevi ise bu anayasanın güvenlik gerekçesiyle topluma kabul ettirilmesini sağlamaktır.

4. Yeni Osmanlıcılık-Gölgedeki İdeolojik Motivasyon

Yeni Osmanlıcılık, son 15 yıldır dış politikada olduğu kadar iç politikada da bir yönelim olarak kendisini göstermektedir. Bu anlayış, Osmanlı’nın çok milletli, çok dinli yapısını nostaljik bir şekilde yeniden üretmeye çalışırken; mevcut ulus-devlet modelini “dar kalıplı” ve “baskıcı” olarak göstermektedir. HDP’nin Cumhuriyet eleştirileri ile MHP’nin üniter yapıyı savunan söylemleri arasındaki gerilim, aslında Yeni Osmanlıcı zihniyetin “denge siyaseti” olarak okunabilir.

Yeni Osmanlıcılık, bir yönüyle Kürt kimliğini tanıma gibi görünse de, esasında tüm kimliklerin üstünde bir sultanî otoriteye meşruiyet üretme hedefi taşır. Bu bağlamda HDP’nin söylemleri, sadece etnik haklar değil, aynı zamanda merkeziyetçi ve otoriter bir yapının yeni meşruiyet zemini olarak da işlev görmektedir.

5. Geleceğe Dönük Siyasal Projeksiyon- Muhtemel Senaryolar

a. Kontrollü Çözüm, Kontrollü Kriz: Kürt sorununun çözümü asla mutlak olmayacak şekilde kontrollü olarak sürdürülecektir. Çünkü bu sorun, sürekli gündem yaratma, ittifak kurma ve iç meşruiyet üretme aracı olarak kullanılmaktadır.

b. Yeni Anayasa ile Yeni Rejim: Yeni anayasa ile Türkiye’nin üniter yapısı ve laik rejimi aşındırılabilir. Bu, çok kimlikli, esnek otoriter bir rejim doğurabilir.

c. HDP’nin Anayasal Rolü: HDP, anayasal meşruiyetin etnik gerekçelendirmesi olarak kullanılabilir. "Kürtlere yapılan zulüm" söylemi, yeni anayasanın zemini olarak pazarlanabilir.

d. MHP’nin Güvenlikçi Rolü: MHP, halkın güvenlik kaygılarını manipüle ederek yeni rejime toplumsal rıza üretebilir. Terör tehdidi, anayasa değişikliğinin zorunluluğu olarak gösterilebilir.

e. Yeni Osmanlıcı Rejim: AKP, bu ittifaklarla yeni bir Osmanlı modeli kurmaya çalışıyor olabilir. Etnik çeşitliliğe dayalı görünse de, otoriter, merkezî ve saray eksenli bir rejim bu hedefin merkezindedir.

6. Toplumsal Algı ve Psikolojik Hazırlık

Toplumun hem etnik hem dini hem de sınıfsal olarak kutuplaştırılması, anayasa değişikliği gibi büyük rejim dönüşümlerine psikolojik zemin hazırlar. HDP'nin sürekli gündeme taşıdığı tarihsel mağduriyet söylemi, bu psikolojik altyapının bir parçası haline getirilmiştir. Bu söylemler, geçmişe yönelik bir öfke biriktirirken, gelecekteki rejim değişikliğine dair bir umut olarak pazarlanabilir.

Siyasal Mühendisliğin İnşası ve Uyarı

Türkiye, tarihî bir kavşakta bulunmaktadır. HDP ile Kürt meselesi üzerinden, MHP ile güvenlik politikaları üzerinden yürütülen bu çift kutuplu siyasal mühendislik; yeni bir anayasa zemininde birleşerek, mevcut rejimi köklü biçimde dönüştürme hazırlığı olabilir. Bu süreçte hem milliyetçi hem etnik hem de dini duyarlılıkların araçsallaştırılması, siyasal stratejinin temel dayanağıdır.

Toplumun bu süreci iyi okuması; Kürt meselesinin çözümünün sahici, demokratik ve adil bir zeminde olması; anayasa değişikliklerinin geniş toplumsal mutabakata dayanması; ve rejim değişikliği gibi kritik dönüşümlerin günübirlik siyasi mühendisliklere alet edilmemesi gerekmektedir. Aksi takdirde Türkiye, görünüşte çeşitliliği barındıran ama özünde merkezileşmiş bir otoriter rejime doğru sürüklenebilir.

Bu nedenle tüm taraflarca daha dikkatli, daha ilkeli ve daha sahici bir siyasal tartışma ortamı inşa edilmelidir.

Bahadır Hataylı/13.05.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!