Bu Blogda Ara

19 Nisan 2025 Cumartesi

Gerçek Tehdit Nerede?

 

Onursuz Yalama Zihniyet Mi, Yoksa Terörist Mi?

Bu ülkenin birliğini, bütünlüğünü, güvenliğini ve halkının refahını tehdit eden unsurlar denince herkesin aklına refleks olarak “terör” gelir. Örgüt isimleri zikredilir, silahlar, bombalar, kanlı pusular, hain planlar sayılıp dökülür. Peki ya görünmeyen, konuşulmayan, hatta yüceltilen ama içten içe bu ülkeyi kemiren bir başka “terör” türü varsa?

Bu satırlarda ne terörü aklamaya çalışacağım ne de şiddeti meşrulaştıracağım. Ancak şunu sormak zorundayım:

“Bir ülkeyi gerçekten kimler çökertebilir?”

Teröristler mi?
Yoksa çıkarı için her düdüğe zıplayan, her iktidara yağ çeken, her yanlışta üç maymunu oynayan, liyakatten, ahlaktan, adaletten nasibini almamış “yalama” zihniyet mi?

Terörist mi Daha Tehlikeli, Yalama mı?

  • Terörist düşmandır. Açık hedef belirlenmiştir. Karşı cephededir.

  • Ama yalama içeridedir. Kılık değiştirir. Her gün ekranlarda, kürsülerde, salonlarda yerini alır.

Bir ülkenin kurumlarını içten içe çürüten bir virüs gibidir.

  • Terörist bomba patlatır, can alır. Bu bir felakettir.

  • Ama yalama sistemin adalet damarlarını kurutur, güveni yıkar, devlete olan inancı yok eder. Bu ise uzun vadeli, yapısal bir çöküştür.

Peki, bu iki tehdit türü arasında hangisi daha sinsi? Hangisi daha yaygın? Hangisi mücadele edilmesi daha zor bir düşman?

Kapalı, Adaletsiz, Onursuz Bir Düzen Terörü Besler Mi, Bastırır Mı?

Gelin şimdi işin kalbine inelim.

Devletin adalet dağıtması, hakça yönetmesi, liyakati gözetmesi gerekir. Ancak:

  • Eğer adalet partizanlığa kurban edilirse,

  • Eğer zengin fakiri ezerken yasalar susarsa,

  • Eğer torpilsiz bir genç işe giremezken, yandaşa kapılar ardına kadar açılırsa…

  • Eğer halk ekmeğe muhtaçken, saraylarda şatafat sürülürse…

  • Eğer eleştiren değil, yağ çeken ödüllendirilirse…

O zaman terörün asıl besin kaynağı oluşur: Umut yoksunluğu ve adalet açlığı.

Soru: İnsan kendini bu ülkeye ait hissetmezse, onun için neden yaşasın, neden çalışsın, neden dirensin?

Soru: “Benim çocuğumun da bu ülkede bir geleceği olacak” diyemeyen bir baba, sistemden değil de nereye sığınır?

İşte tam bu boşlukta terör örgütleri devreye girer. Devletin ihmal ettiği alanlarda kendine “hak” dağıtan bir görünümle rol kapar. Adaleti zedelenmiş halklar, çözümü yanlış yerde arar. Ve bu, sadece güvenlik politikalarıyla bastırılamaz.

Kimdir Gerçek Tehdit?

Terörist, açık bir düşmandır.
Ama yalaka, içeriden gizli sabotajcıdır.

  • Adaletsizlik onun eliyle meşrulaşır.

  • Liyakatsizlik onun sayesinde sistemleşir.

  • Yolsuzluk, hukuksuzluk, çürüme onun varlığıyla hız kazanır.

Soru: Tüm bunlar yaşanırken, halk kime güvenecek?

Soru: Halk devlete güvenmezse, “millet olma” duygusu nasıl korunacak?

Çapraz Bir Bakış- Terörle Mücadelede Samimiyet Testi

Devlet bir yandan terörle mücadele ettiğini söylerken;

  • Öbür yandan yandaşına dokunmuyorsa,

  • Halkın gerçek taleplerine kulak tıkıyorsa,

  • Eleştireni susturup, yağcıyı ödüllendiriyorsa,

  • Ve her eleştiriyi “hainlik” diye yaftalıyorsa...

Soru: Bu gerçekten “birlik ve beraberlik” mi yaratır, yoksa içten içe çözülmeyi mi doğurur?

Güvenlik, Sadece Askerle Sağlanmaz!

Silahlı mücadele önemlidir. Ancak bir ülkenin güvenliğini sadece asker, polis koruyamaz.

Asıl güvenlik:

  • Adaletli yönetimle sağlanır.

  • Halkın devlete güveniyle inşa edilir.

  • Onurlu, eşit ve özgür vatandaşlık duygusuyla güçlenir.

Yalaka sistemlerde bu duygular ezilir. Halktan kopuk elit zümreler doğar. Ve “biz” duygusu yok olur.

Soru: “Biz” olmadan teröre karşı kim, ne için savaşacak?

Münazara için bir soru soruyorum;

Bir ülkenin gerçek düşmanı, elinde silah taşıyan terörist midir, yoksa halkı susturup yalakaları konuşturan çarpık sistem midir?

Bu sorunun cevabını sadece devlet büyükleri değil, her vicdan sahibi insan kendine sormalıdır.

Bir ülkeyi savunmak, sadece sınırları değil, değerleri de savunmaktır.
Terörle mücadele ederken halkı ezmek, adaleti yok saymak, eleştireni hain ilan etmek…
Bu, terörü azaltmaz. Aksine meşrulaştırır, besler.

Çünkü adaletsizlik, onursuzluk ve liyakatsizlik, terörün en bereketli topraklarıdır.

Ve bu toprakları en çok kim sular?

Çıkarcı yalama düzeni.

Tilhabeşlifilozof/13.04.2025/Sancaktepe/İST 

18 Nisan 2025 Cuma

Su Uyur Rant Uyumaz

 


Kanal İstanbul'da Milletin Gözünden Kaçırılan Tehlike 

Türkiye son yıllarda yalnızca ekonomik ve siyasal krizlerle değil, aynı zamanda çevre ve ekolojik yıkımlarla da yüz yüze. Özellikle İstanbul gibi bir metropolde her karış toprağın rant aracına dönüştürüldüğü bir süreçte doğa ve su kaynakları üzerine yürütülen sistematik saldırılar artık örtülemez boyutlara ulaştı. Kanal İstanbul projesi bahanesiyle Sazlıdere Barajı etrafında başlatılan TOKİ inşaatlarını, Cumhurbaşkanlığı kararıyla barajın içme suyu oranının %100’den %0’a indirilmesini ve bu sürecin perde arkasında halktan neyin saklanmak istendiğini açıklamaya çalışacağız.

Sazlı dere Barajı İstanbul'un Hayat Damarı

1996 yılında hizmete giren ve yıllardır Avrupa Yakası’nın en önemli içme suyu kaynaklarından biri olan Sazlıdere Barajı, 49 milyon metreküp su kapasitesiyle yılda milyonlarca İstanbulluya hayat veriyordu. İSKİ verilerine göre bu baraj, İstanbul’un su ihtiyacının yaklaşık %10’unu karşılayacak büyüklükteydi. Çevresindeki mutlak koruma alanları yapılaşmaya tamamen kapalıydı. Ta ki Kanal İstanbul projesi gündeme gelene dek.

Kanal İstanbul Bir Çevre Cinayeti 

Kanal İstanbul projesi, bilim insanlarının ve çevre kuruluşlarının defalarca uyardığı üzere, İstanbul’un tüm ekolojik dengelerini altüst edecek, su kaynaklarını yok edecek bir talan projesidir. Türkiye'nin içinden geçtiği ekonomik darboğaza rağmen bu proje için çeşitli yollar deneniyor. En tehlikeli boyutu ise projenin henüz başlamadan su kaynaklarını kurutmaya ve bölgeyi ranta açmaya başlaması.

Cumhurbaşkanlığı Kararı ile Skandal Düzenleme 

2024 sonlarında Cumhurbaşkanlığı kararıyla Sazlıdere Barajı’nın içme suyu kullanım oranı %100’den %0’a düşürüldü. Baraj artık içme suyu havzası olarak kabul edilmeyecek ve çevresinde yapılaşma serbest bırakıldı. Bu karar, İSKİ ve kamuoyuna duyurulmadı. İBB ve ilgili kurumların uyarıları yok sayıldı. 

TOKİ'nin Talan projesi ve Acele Başlayan İnşaatlar

Karar sonrası TOKİ, Sazlıdere Barajı çevresinde 24 bin konutluk dev projeyi başlattı. Dozerler mutlak koruma alanının içine, baraj kıyısına kadar sokuldu. ÇED raporu olmadan başlayan bu yapılaşmanın İstanbul’un ekosistemine, su kaynaklarına ve geleceğine vereceği zarar bilimsel raporlarla defalarca ortaya kondu.

Neden Acele Ediyorlar ?

  • Ekonomik Çıkmaz ve Rant Arayışı: Türkiye ciddi bir ekonomik krizde. Hükümet, İstanbul topraklarını satıp finansman sağlamak istiyor.

  • Yerel Seçimler Öncesi Bitirme Planı: Olası bir iktidar kaybında projeler durdurulabilir. Seçim öncesi ne kadar inşaat yapılabilirse o kadar rant kapısı açılacak.

  • Kanal İstanbul’un Arka Kapıdan Hayata Geçirilmesi: Resmi olarak yavaşlatılmış gibi gösterilen proje, su kaynakları kurutulup TOKİ aracılığıyla yapılaşarak arka kapıdan yürütülüyor.

Ne Gizlenmek İsteniyor?

  • İstanbul’un su kaynakları sistematik olarak yok edilip şehir susuzluğa sürüklenecek.

  • Kanal İstanbul için gerekli altyapı ve finansman TOKİ eliyle sağlanacak.

  • Bölge milyarlarca dolarlık rant alanına dönüştürülecek.

  • İklim krizinin ortasında İstanbul’un ekolojik dengesi tamamen çökecek.

Sazlıdere Barajının talanı sonrasında Olası Sonuçlar:

  • Su Krizi: İstanbul ciddi susuzluk tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.

  • Ekolojik Tahribat: Bölge, kuş türlerinin ve doğal yaşamın yaşadığı nadir bir alan. Yapılaşmayla yok olacak.

  • Sel ve Su Baskını Riski: Barajın işlevsizleşmesi ve bölgenin betonlaşması büyük sel riskine yol açacak.

  • Demografik ve Sosyal Tahribat: Plansız nüfus artışıyla altyapı ve sosyal yapı çökecek.

Milletin Geleceği Çalınıyor

Bugün Sazlıdere’de yaşananlar, yalnızca bir barajın değil, İstanbul’un ve Türkiye’nin geleceğinin satılmasıdır. Su, hava, toprak bir avuç sermayedarın çıkarı için peşkeş çekiliyor.

Ne Yapmalıyız?

  • Kamuoyu baskısı artırılmalı.

  • Bağımsız bilim insanları ve çevre örgütleri halkı bilgilendirmeli.

  • Süreç uluslararası gündeme taşınmalı.

  • Yerel yönetimler hukuki süreci zorlamalı.

  • Bölgedeki çalışmaları halk gözlemleyip sosyal medyadan duyurmalı.

Bu mesele siyaset üstüdür. Su, toprak ve hava hepimizin ortak değeridir. Geleceğimize sahip çıkmazsak, yarın susuz ve topraksız bir İstanbul’a uyanabiliriz.

Tilhabeşlifilozof/14.04.2025/Sancaktepe/İST

Gazze Tehcir Senaryosu-Merhametin Maskesi Altındaki İhanet

2025 yılına girerken, Gazze'de yaşananlar artık yeni bir evreye taşınmıştır. Tehcir başlamış, yerinden yurdundan edilen insanlar bu defa bombalarla değil, merhamet süsü verilmiş ihanet planlarıyla sınanmaktadır. İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü zulüm artık yerini, sözde yardım ve kurtarma operasyonları adı altında gerçekleştirilen bir başka yok ediliş biçimine bırakıyor. Bu kez tanklar değil, diplomatik masalar yıkıyor şehirleri. Füzeler değil, sözler vuruyor halkı. Çünkü bu tehcir, “Biz onları İsrail’in zulmünden kurtarıyoruz” diyen bazı devletlerin, merhametli gözükerek yürüttüğü bir ihanet senaryosunun parçasıdır.

Gazze’nin kadınları, çocukları, yaşlıları ölümün eşiğinde bir hayat sürerken, bu senaryo “onları kurtarmak” adı altında hayata geçiriliyor. Sanki bir insani yardım harekâtıymış gibi sunuluyor, oysa bu bir boşaltma planıdır; bir toprağın sessizce, direnişsizce teslim edilme planı. Merhametin diliyle yürütülen bu plan, ihanetin en sofistike biçimidir. Çünkü bu oyunda merhamet, asıl hedefi gizleyen bir sis perdesi olarak kullanılmakta; yardım eli gibi uzatılan eller aslında Siyonist planın taşeronlarıdır.

Geçmişte de dile getirdiğim üzere, özellikle Mısır ve Türkiye bu süreçte kilit rol oynayabilecek konumdadır. Mısır, zaten uzun süredir Gazze halkının yaşadığı acılara sessiz kalmakla bu planın bir parçası olduğunu göstermiştir. Eğer böyle bir antlaşma masada olmasa, bu kadar zulme göz yumulamazdı. Mısır bu konuda “dünden razı”dır çünkü suskunluğu çoktan bir onay halini almıştır.

Türkiye ise daha temkinli bir duruş sergilemekte, ancak "çok az bir topluluğu alabiliriz" söylemiyle, bu tehcire kısıtlı da olsa kapı aralamaktadır. Ne var ki bu az sayıdaki mülteciye karşılık, Suriye’de daha önce inşa edilen 850 bin konutun hazır beklediği unutulmamalıdır. Bu konutlara yerleştirilmek istenen Gazze halkı, aslında Suriyelilerin kalıcılığını meşrulaştırmak adına bir araç haline getirilebilir. Türkiye’nin İsrail ile yürüttüğü görüşmelerde Gazze’den ziyade Suriye’nin gündemde oluşu da bu tezi güçlendirmektedir.

Bu aşamadan sonra İsrail, aldığı bu örtülü destek ve zımni ruhsatla, Batı Şeria için de aynı Gazze planını devreye sokacaktır. Çünkü artık önünde engel kalmamış, merhamet kisvesi altında yapılan tehcirler “insani yardım” olarak sunulmaya başlanmıştır. Bu sürecin nihai hedefi açıktır: Filistin’in İsrail toprağı haline gelmesi. Zaten Kudüs’ün başkent ilan edilmesi, bu planın önemli bir adımıydı. Hatırlanacağı üzere, İsrail Cumhurbaşkanı, Türkiye Cumhurbaşkanı'nı Kudüs’te ağırlarken açıkça “İsrail’in başkenti Kudüs’e hoş geldiniz” mesajını vermiş, buna karşılık dişe dokunur hiçbir tepki gösterilmemişti.

Bütün bu gelişmeler, İslam dünyasının göbeğinde bir halkın sistematik şekilde yok edilmesine zemin hazırlıyor. Bir millet, canlı canlı tarihten silinmeye çalışılırken, dünya kamuoyuna bu durum “kurtuluş” olarak lanse ediliyor. Oysa bu kurtuluş değil, yer değiştirmiş bir soykırımdır. Bu defa kurşunla değil, kucak açarak yapılıyor tehcir. Bu defa bombalar değil, diplomatik anlaşmalar parçalıyor halkları.

Bu anlatılanlar bir senaryo değil; yaşananların, açıklamaların, uygulamaların mantıksal devamı olarak ortaya çıkan gerçektir. Ve bu gerçek, insanlık tarihine kara bir leke olarak geçmektedir. Sözde merhametli devletlerin ihanet planına dahil olarak yürüttüğü bu plan, Siyonist hedeflerin taşlarını döşemektedir.

Bundan sonraki süreç, insanlık onurunun değil, yalnızca çıkarların konuştuğu bir düzleme evirilecektir. Ancak bu süreç, aynı zamanda ilahi müdahalenin kapısını aralayacak kadar büyük bir küstahlık barındırmaktadır. İnsan eliyle yapılan bu zulüm, bir gün mutlaka Yaratan’ın doğrudan müdahalesini gerektirecek bir boyuta ulaşacaktır.

Ve işte o zaman, dünya kendi sarsıntısını yaşayacak; adalet, insanoğlunun kurduğu değil, Hakikat ’in haykırdığı bir biçimde yerini bulacaktır. O güne kadar, bizler bu ihaneti dile getirmeye, insanları uyandırmaya ve bu zulme "dur" demek için yazmaya, konuşmaya ve direnmeye devam edeceğiz. Çünkü susmak, bu planın ortağı olmaktır.

Vicdan sahibi herkesi bu süreci görmeye, merhamet perdesinin arkasındaki ihaneti fark etmeye ve daha büyük bir felakete dur demek için harekete geçmeye davet ediyorum.

Çünkü Gazze düşerse, insanlık düşer. Çünkü Filistin susarsa, adalet sonsuza dek susar.

Bahadır Hataylı/17.01.2025/Sancamtepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!