Bu Blogda Ara

19 Mart 2025 Çarşamba

Zulme Karşı Hakikatin Haykırışı-Yemen ve Gazze’nin Direnişi Üzerine Bir Manifesto

Dünya sahnesi, zalimlerin kan ve gözyaşıyla yazdığı bir senaryoya mahkûm edilmiş durumda. Emperyalizmin dişlileri arasında ezilen mazlum coğrafyalar, tarihin en çetin sınavlarından birini veriyor. Bir yanda, açlık ve ambargolarla boğulmaya çalışılan Yemen, diğer yanda, ateşin ve ölümün gölgesinde direnen Gazze… Ve karşılarında, yalnızca şeytani hesaplarını güden, topraklarını genişletmek, halkları köleleştirmek isteyen küresel bir düzen...

Siyonizm ve emperyalizmin insanlık dışı ittifakı.

Ey Yemen, ey Gazze! Siz, emperyalizmin kanlı pençesine rağmen yılmayanların, canını siper ederek zulme karşı kıyam edenlerin adısınız. Siz, dünyanın en büyük ve en müreffeh ordularına karşı inancın, azmin, fedakârlığın nasıl bir güç olduğunu gösteren ebedi birer destansınız.

Bu manifestoda, emperyalist işgalcilerin ve onların kuklalarının kirli oyunlarını, İslam dünyasındaki korkakların zilletini ve Yemen ile Gazze’nin cesur direnişini tüm açıklığıyla ortaya koyacağız. Çünkü hakikati haykırmak, zalime karşı susmamak, bir müminin en temel görevidir.

1. Emperyalizmin Kanlı Projesi-Siyonizm ve ABD’nin Küresel İşgali

Bugün yaşananlar, asla bir tesadüf ya da ani bir savaşın sonucu değildir. Bu, yüz yıllardır planlanan, stratejik hesaplarla yürütülen bir küresel işgalin devamıdır. Siyonist İsrail’in varlığı, Batı emperyalizminin Ortadoğu’daki en büyük kalesidir.

ABD, İngiltere ve Batı dünyası, İsrail’in varlığını sürdürmesi için tüm insanlığı kurban etmekten çekinmemektedir. “Demokrasi” ve “özgürlük” gibi kavramlarla maskelenmiş emperyalist vahşet, gerçekte katliamlarla, işgallerle ve halkların kanını emerek büyüyen bir canavardan ibarettir.

Irak’ta milyonlarca insan öldürüldü, işgalle birlikte ülke parçalandı.

Libya’da halkı birbirine kırdırarak ülkeyi kaosa sürüklediler.

Suriye’yi terör gruplarıyla kuşatarak iç savaş bataklığına sürüklediler.

Filistin’i yetmiş yıldır kan ve gözyaşıyla işgal altında tutuyorlar.

Yemen’de halkı açlığa mahkûm ederek onları diz çöktürmeye çalışıyorlar.

Ancak emperyalizmin unuttuğu bir şey var: Baskı ve zulüm, hiçbir zaman hakikatin ışığını söndüremez.

2. Yemen: Sadece Allah’a Kulluk Edenlerin Direnişi

Yemen, bugün modern dünyada eşi benzeri görülmemiş bir iman direnişi sergiliyor. Açlıkla, ambargoyla, bombalarla diz çöktürülmek istenen Yemen halkı, boyun eğmeyi reddederek sadece Allah’a kul olduklarını gösterdi.

Ne Suudi Arabistan’ın petrol dolarları ne ABD’nin silahları ne de İsrail’in şeytani planları, Yemen’in iman dolu göğsünü delemiyor. Çünkü Yemen, imanı satılık olmayanların, top tüfek karşısında yalnızca Allah’a sığınanların diyarıdır.

Ve işte, Yemen’in füzeleri Tel Aviv’e ulaştığında dünya dehşet içinde kaldı. Çünkü bir avuç mazlumun, dünyanın en güçlü askeri ittifaklarına kafa tutabileceği hesaplanmamıştı. Onlar sanıyorlardı ki, Yemen halkı aç bırakılırsa, ilaçsız bırakılırsa, bombalarla yıldırılırsa direnişi bırakır. Ama Yemen, imanını ve onurunu çiğnetmemeye yemin etti.

Bugün Yemen, İslam dünyasının utanç içinde izlediği bir direnişi tek başına yürütüyor. Ve ne acıdır ki, bu direnişe destek olması gereken ülkeler, Amerika ve İsrail’in korkusuyla seslerini çıkaramıyorlar.

3. Gazze: Dünyanın Gözleri Önünde Yapılan Soykırım

Filistin, özellikle de Gazze, insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden birine sahne olmaktadır. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar; gözleri kan bürümüş bir işgal gücü tarafından her gün katledilmektedir.

Bu, yalnızca bir savaş değildir. Bu, sistematik bir soykırımdır. Dünyanın en büyük güçleri, İsrail’in işlediği bu insanlık suçlarına karşı üç maymunu oynarken, Gazze’nin çocukları, üzerine yağan bombalara rağmen özgürlüğün türküsünü söylemeye devam ediyor.

Ve en büyük ayıp, İslam dünyasına aittir.

Türkiye, ticari anlaşmaları devam ettirerek İsrail ile ekonomik ilişkilerini kesmemiştir.

Suudi Arabistan ve BAE, İsrail’le dostluk anlaşmaları imzalamıştır.

Mısır, İsrail’e geçiş kapılarını açarken Gazzelileri açlığa mahkûm etmiştir.

İran ve Lübnan dışında hiçbir İslam ülkesi gerçek anlamda Filistin davasını sahiplenmemiştir.

Ama Gazze yalnız değildir. Çünkü Yemen, 2000 kilometre öteden füzelerini Tel Aviv’e göndererek İslam dünyasına “Ayağa kalkın!” diye haykırmıştır.

4. Korkak İslam Ülkeleri: Zilletin Adı Oldular

Bugün İslam ülkelerinin büyük bir çoğunluğu, İsrail’in ve ABD’nin boyunduruğuna girmiştir. Petrol dolarlarıyla saraylarda yaşayan yöneticiler, Müslümanların canı pahasına sefahat içinde yaşamaktadır.

Bazıları “biz de güçlenelim” diyerek İsrail’le anlaşma yapmaktadır.

Bazıları “bu savaş bizi ilgilendirmez” diyerek zalimden yana olmaktadır.

Bazıları “denge siyaseti” diyerek hiçbir şey yapmamayı tercih etmektedir.

Ama Yemen gösterdi ki, mesele imkan meselesi değil, iman meselesidir. Eğer mesele top ve tüfek olsaydı, Suudi Arabistan dünyanın en güçlü devletlerinden biri olurdu. Ama bugün Yemen, yoksulluğun ortasında bile bir şeref abidesi gibi dimdik durmaktadır.

Zalimler Kaybedecek, Hak Galip Gelecek!

Ey Yemen, ey Gazze! Sizin direnişiniz, yalnızca bir toprak meselesi değil, bir iman meselesidir. Siz, ümmete unutturulmaya çalışılan bir hakikati yeniden hatırlattınız: Zulme karşı direnmek, Allah’a kulluğun en büyük şiarıdır.

Ve unutmayın: Tarih, zalimleri değil, mazlumların direnişini yazacaktır. Emperyalizmin kanlı çarkları bir gün kırılacak, işgalciler tarihin çöplüğüne atılacak ve zafer, her zaman hakka inananların olacaktır.

Allah’ın izniyle, bu direniş sürecek ve zalimler yenilecektir!

Bahadır Hataylı/18.03.2025/Sancaktepe/İST

18 Mart 2025 Salı

Mezhepçilik Ateşi Kimin İçin Ne Uğruna?

Orta Doğu coğrafyası, yüzyıllardır mezhepçilik üzerinden bölünmüş, parçalanmış, kan ve gözyaşı içinde bırakılmıştır. Sünni-Şii ayrımı, yalnızca tarihsel bir mesele değil, aynı zamanda emperyalizmin en büyük silahlarından biri haline gelmiştir. Biz birbirimizi tekfir ederken, biz birbirimizi ötekileştirirken, bizim coğrafyamız baştan aşağı işgal edildi. Kendi içimizde birbirimize karşı “cihad” ilan ederken, küresel şeytanlar bizim üstümüzde oynadıkları satranç oyununu kazandılar.

Bugün geldiğimiz noktada, bir zamanlar “kafir” ilan ettiğimiz işgalciler, zalimler, mazlumların celladı oldular. Bu noktaya nasıl geldik? Kimlerin oyununa geldik? Kimlerin maşası olduk? En önemlisi, hala kimlerin piyonu olmaya devam ediyoruz?

Mezheplerin Üzerinden Kurulan Pazarlıklar-Kimin Kanı, Kime Hizmet Ediyor?

Mezhep farklılıkları, İslam dünyasının fikri çeşitliliğini ve tarihsel gelişimini yansıtan bir olgu olabilir. Ancak, bu farklılıklar birilerinin çıkarlarına hizmet edecek şekilde kullanıldığında, masumların kanları üzerinden pazarlık yapılan bir kirli masaya dönüşür.

Bugün İslam dünyasında kimlerin masumların kanları üzerinden siyasi ve ekonomik pazarlıklar yaptığını sorgulamalıyız. Kendilerini en temiz, en doğru ve en haklı gösterenler, aslında en kirli işlerin içinde olanlar değil midir? Bir yandan İslam adına konuşup diğer yandan emperyalist güçlerin kapılarında sıraya girenler kimlerdir? Mezhep savaşlarını körükleyerek kendi tahtlarını sağlamlaştıranlar kimlerdir?

Bugün, Sünni-Şii çatışması üzerinden coğrafyamızın yakılmasına hizmet edenlerin kim olduğuna dikkatlice bakalım. Ellerinde İslam bayrağı taşıyan, dillerinde Allah kelamı olan, ancak fiilleriyle emperyalizme hizmet edenler, aslında İslam dünyasının en büyük düşmanları değil midir?

Eğer birileri, kendi siyasi çıkarları ve mezhepsel üstünlük kurma arzusu uğruna mazlumların kanları üzerine hesaplar yapıyorsa, işte o kişiler en büyük ihanetin içindedir. Allah’ın dini, birilerinin etnik, mezhepsel veya siyasi çıkarlarına hizmet etmek için mi indirildi? Yoksa adaletin ve hakkaniyetin tesis edilmesi için mi?

Bu soruyu sormadan, bu gerçeği fark etmeden yapılan her mücadele, sadece yeni zalimlerin doğmasına sebep olacaktır.

Bu Ateş Neden Yanıyor? Kimler Bu Ateşi Büyütüyor?

Bu coğrafyada yanan ateş, sadece petrol sahalarının üstündeki çatışmalar değil, aynı zamanda iman ile nifakın, samimiyet ile sahtekarlığın birbirinden ayrılma sürecidir. Fitne kazanını kaynatanlar, mazlumların üzerine bombalar yağdıranlar, bu ateşi bilerek ve isteyerek büyütenler, tarih boyunca lanetlenenlerin ta kendileridir.

Bugün emperyalist güçlerin bölgeye müdahale bahanesi olarak kullandıkları en büyük silah nedir? Mezhep savaşları… Bizim birliğimizi yok etmek için en kolay yol nedir? Bizi birbirimize düşman etmek… Ve ne yazık ki, biz de bu oyuna tekrar tekrar geliyoruz.

Oysa Kur’an’ın mesajı nettir:

“Derken müminlerle günahkar sahtekar zalimler arasına bir sur çekildi. Müminler surun içinde, diğerleri surun dışında kaldı. Sûrun içi rahmet, dışı ise azaptır.” (Hadid Suresi/ 13. Ayet)

Bu ayet, aslında yaşadığımız gerçekliği anlatıyor. Bugün de bu ayrımın içindeyiz. Kimler surun içinde, kimler dışında kalacak? Bu sorunun cevabı, sadece siyasi söylemlerle değil, gerçek iman ve adaletle verilecektir.

Yaklaşan Gün ve Kaçınılmaz Hesaplaşma

Her şeyin farkına vardığımız, kimin kim olduğunu anladığımız ve hakikatin iyice ortaya çıkacağı bir gün yaklaşıyor. O gün geldiğinde:

  • Kimlerin emperyalizmin kuklası olduğu,
  • Kimlerin Allah adına zulüm ettiği,
  • Kimlerin masumların kanları üzerinden menfaat sağladığı,
  • Kimlerin hakiki mümin, kimlerin sahtekar olduğu,

Apaçık ortaya çıkacaktır. O gün, ne paranın, ne iktidarın, ne de mezhepsel kurnazlıkların bir anlamı kalmayacaktır.

O gün, Allah’ın hükmü dışında hiçbir hükmün geçerli olmadığı bir gün olacaktır. Ve o gün geldiğinde, dün birbirini boğazlayanlar, mezhepsel üstünlük için mazlumları satanlar, birbirlerine hesap vermeye başlayacaktır.

Biz, o güne hazırlıklı mıyız? O büyük hesaplaşmada Allah’ın rahmetine mi mazhar olacağız, yoksa zalimlerin safında mı olacağız?

Temiz Olanla Pis Olanın Ayrılması İçin Yanacak Ateş

Bu ateş yanacak. Çünkü adalet ancak ateşin içinde pişerek ortaya çıkar. Bir madenin cevher olup olmadığı nasıl ateşle anlaşılırsa, bir insanın mümin mi, mücrim mi olduğu da bu fitne zamanlarında ortaya çıkar.

Kimse sevinmesin, kimse kendi kurnazlığının ve ihanetinin sonsuza kadar süreceğini sanmasın. Tarih, tüm zalimlerin ve ihanet içindeki sahte dindarların sonunu gördü. Bugün kendini güçlü sananlar, yarın Allah’ın hükmü karşısında diz çökecekler.

Ve yaklaşıyor, yaklaşmakta olan…

Erol Kekeç/18.03.2025/Sancaktepe/İST

Büyüklük ve Sömürü Arasındaki İnce Çizgi-Gerçek Gelişme Nedir?

Dünyada birçok devlet ve iktidar sahipleri, büyüme ve gelişme kavramlarını yanlış tanımlayarak kendi propagandalarını yaparlar. Oysa gerçek büyüklük, ne askeri güçle ne de ekonomik göstergelerle doğrudan ölçülebilir. Bir toplumun büyüklüğü, onun ahlaki duruşu, adaleti, huzuru, insanlarının mutluluğu ve özgürlükleriyle değerlendirilmelidir. Bunun aksi, yalnızca halkı daha iyi sömürmek için kurulan sistemlerin kendilerini şişirmesi anlamına gelir.

Büyüklük Güçle Değil, Adaletle Ölçülür

Güçlü olmak ile büyük olmak arasındaki fark, tarih boyunca birçok toplumun çöküşüne sebep olmuştur. Antik Roma İmparatorluğu büyük bir askeri güce sahipti, ancak içinde adalet, eşitlik ve huzur yerine yozlaşmış bir aristokrasi hüküm sürdü. Halkın büyük bir kısmı kölelik sisteminde ezilirken, zenginler sefahat içinde yaşıyordu. Aynı şekilde Osmanlı’nın yükselme döneminde devletin büyüklüğü adaletle, liyakatle, hukukun üstünlüğüyle ölçülüyordu. Fakat son dönemlerinde rüşvetin, adam kayırmanın, yolsuzluğun artmasıyla birlikte içten çöküş yaşandı.

Adaletin olmadığı yerde ne kadar büyük binalar, yollar, askeri güçler veya ekonomik göstergeler olursa olsun, bunlar halk için bir anlam taşımaz. Devletler gerçek büyüklüğe ulaşmak istiyorsa, halkın refahını sağlamalı, kimseyi ezmeden, kimseyi korkutmadan bir düzen kurmalıdır. Özgürlük, bireylerin korkusuzca düşüncelerini ifade edebildiği, kimsenin inançlarından dolayı baskı görmediği, hukukun üstün olduğu bir ortamda mümkündür.

Sömürüye Dayalı Büyüme Gerçek Büyüme Değildir

Pek çok iktidar, “büyüyoruz, şahlanıyoruz” diyerek halkı kandırmaya çalışır. Ancak burada asıl soru, büyümenin kim için olduğu ve ne şekilde sağlandığıdır. Eğer bir toplumda ekonomik büyüme varsa ama bu zengin bir kesimin servetine servet katmasına yol açarken halkın büyük kısmı fakirleşiyorsa, bu bir sömürü düzenidir.

Bunun örneklerini günümüzde birçok ülkede görebiliriz. Örneğin bazı Latin Amerika ülkeleri, ihracat rakamları ve ekonomik büyüme oranlarıyla övünürken, halklarının büyük bir kısmı yoksulluk içinde yaşamaktadır. Fabrikalar büyümüş, ihracat artmış ama çalışanlar düşük ücretlerle sömürülmüş, doğal kaynaklar elden çıkarılmış, çevre felaketleri yaşanmıştır.

Benzer şekilde sanayileşme devrimini ilk yaşayan İngiltere’de de 18. ve 19. yüzyıllarda büyük ekonomik büyüme yaşanırken işçilerin yaşam koşulları çok kötüydü. Çocuk işçiliği yaygındı, günde 12-16 saat çalıştırılan insanlar vardı. Sermaye sahipleri büyük servetler kazanırken, toplumun büyük kısmı sefalet içindeydi. İşte bu tür bir büyüme gerçek büyüme değildir, aksine bir sömürü mekanizmasının daha sistematik hale gelmesidir.

Gerçek Büyüklüğün Temel Ölçütleri

Gerçek büyüklüğün anlaşılması için bazı ölçütler belirlemek gerekir. Bunlar arasında:

1. Adalet ve Hukukun Üstünlüğü

Bir toplumda adalet varsa, insanlar haklarını ararken korkmadan yargıya başvurabiliyorsa, mahkemeler güçlüler karşısında eğilmiyorsa orada gerçek büyüklük vardır.

2. Eğitim ve Bilim

Gerçek büyüklük, halkın eğitim seviyesiyle, bilime ve sanata verilen değerle ölçülür. Bilgi ve kültür seviyesi düşük olan bir toplumun büyüklüğünden söz edilemez.

3. Ekonomik Adalet

Sadece bir kesimin değil, toplumun genelinin refah içinde yaşadığı, işçilerin emeğinin karşılığını aldığı, sosyal devlet anlayışının güçlü olduğu yerlerde gerçek büyüklük vardır.

4. Özgürlükler ve İnsan Hakları

İnsanların özgürce konuşabildiği, eleştirebildiği, farklı düşüncelere sahip olduğu için cezalandırılmadığı bir düzen ancak gerçek büyüklüğe ulaşabilir.

5. Toplumsal Huzur ve Mutluluk

Eğer bir toplumda intihar oranları, psikolojik rahatsızlıklar, suç oranları yüksekse, ne kadar ekonomik büyüme olursa olsun orada büyük bir medeniyetten söz edilemez.

Gerçek Büyüklüğü Yeniden Tanımlamak

Bugün birçok iktidar, süslü söylemlerle kendi propagandasını yaparak halkı kandırmaya çalışmaktadır. Ancak halklar büyüklüğün yalnızca ekonomik veya askeri güçle değil, adalet, mutluluk ve özgürlükle ölçüldüğünü bilmelidir. Özgür iradesiyle, korkmadan inançlarını ve fikirlerini seçebilen bir toplum gerçekten büyük olabilir. Yoksa, hangi toplum olursa olsun, halkı sömürmek için daha gelişmiş araçlar üreten bir düzenin "büyüme" olarak adlandırılması, sadece yeni nesillerin daha bilinçsiz bir şekilde köleleştirilmesi anlamına gelir.

Gerçek büyüklüğe ulaşmak için, bireylerin de sorgulayıcı bir bilinç geliştirmesi, büyümenin sadece gösterişli binalar ve yüksek ihracat rakamlarıyla olmadığını anlaması gerekir. Ancak o zaman, gerçek gelişme sağlanabilir ve toplumlar gerçekten özgürleşebilir.

Erol Kekeç/17.03.2025/Namazgah/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!