Bu Blogda Ara

8 Mart 2025 Cumartesi

Yeni Dünya Düzeni-İnsanın Ruhuna Karşı Açılan Savaş

 

Dünya, küresel bir dönüşüm sürecine hızla ilerliyor. Bu dönüşümün arkasında, insanı kendi doğasından koparıp, biyolojik ve dijital bir varlığa dönüştürmek isteyen büyük güçler var. İklim yasaları, karbon ayak izi hesaplamaları, yapay etler, laboratuvar ortamında üretilmiş gıdalar, dijital para birimleri, biyometrik kimlikler, sosyal kredi sistemleri… Bunların her biri, insanlığa kurtuluş reçetesi gibi sunulsa da, gerçekte bir “modern kölelik” düzeninin altyapısını hazırlıyor.

Peki, bu düzenin gerçek amacı ne? İnsanları neden doğal yaşamdan koparıp, yapay bir düzene entegre etmek istiyorlar? Kimler bu projelerin arkasında ve bizleri nasıl manipüle ediyorlar?

İklim Yasaları ve Karbon Ayak İzi-Yeni Düzende Bir Kafes

İklim değişikliği adı altında sunulan politikalar, aslında bir ekolojik denge kurma çabasından ziyade, bireysel özgürlükleri kısıtlama ve halkları belirli kalıplar içinde kontrol etme projesidir.

Örneğin, karbon ayak izi ölçümü, bireylerin ve şirketlerin enerji tüketimini takip eden bir sistemdir. Günümüzde bu sadece bilgilendirme amacıyla kullanılıyor gibi görünse de, ilerleyen süreçte kredi kartlarınızın harcamalarına, seyahat etme hakkınıza, hatta yemek yeme alışkanlıklarınıza kadar müdahale eden bir sisteme dönüşebilir. “Çok fazla karbon harcadınız, bu ay uçak bileti alamazsınız”, “Fazla kırmızı et tükettiniz, haftalık gıda limitinizi aştınız” gibi kısıtlamalar gündeme gelebilir.

Küresel medya kuruluşları ve akademik çevreler, bu düzeni “dünyayı kurtarma” adı altında pazarlarken, gerçekte yeni bir kast sistemi inşa ediliyor. Üst sınıf yöneticiler ve küresel elitler istedikleri gibi hareket edebilirken, halk kontrollü bir hayat sürmeye zorlanacak.

Yapay Et, GDO ve Laboratuvar Gıdaları- Biyolojik Kırılmanın Eşiğinde

Son yıllarda yapay etler, böcek bazlı proteinler ve genetiği değiştirilmiş gıdalar, insan sağlığı için çok faydalı ve çevreci çözümler olarak tanıtılıyor. Ancak bu gıdalar, insan bedenine ve ruhuna nasıl bir etki yapacak?

Gerçek etin yerini alacak bu laboratuvar üretimi proteinlerin, insan vücudu üzerindeki uzun vadeli etkileri tam olarak bilinmiyor. Ancak, birçok uzman, bu tür gıdaların doğal olmayan bileşenler içermesi sebebiyle insan sağlığını bozabileceğini öne sürüyor.

Bunun yanı sıra, geleneksel tarım ve hayvancılığın tasfiye edilmesi, milyonlarca çiftçinin işsiz kalmasına, doğal besin kaynaklarının yok olmasına ve gıda üzerindeki kontrolün tamamen büyük şirketlerin eline geçmesine yol açacaktır. Bugün çiftçiler toprağı ekip biçebiliyorken, yarın laboratuvar lisanslarına bağımlı hale gelecekler.

Tarih boyunca insan sağlığına zarar verdiği anlaşılan birçok “bilimsel devrim” yaşandı. Sigaranın bir dönem doktorlar tarafından önerilmesi, trans yağların sağlıklı beslenme listelerinde yer alması, tarım ilaçlarının güvenli ilan edilmesi gibi hatalar, yıllar sonra felaketlere yol açtı. Yapay et ve laboratuvar gıdaları da benzer bir akıbetle karşılaşabilir.

Dijital Para- Ekonomik Kölelik Düzeni

Geleneksel paranın yerini alması planlanan dijital para birimleri, sadece bir finansal devrim değil, aynı zamanda büyük bir gözetim ve kontrol mekanizmasıdır.

Nakit parayla yapılan işlemler anonimdir ve bireylerin harcamalarını serbestçe yapmasını sağlar. Ancak dijital para sistemine geçildiğinde, tüm işlemler kayıt altına alınacak, belirli harcamalar yasaklanabilecek ve bireyler ekonomik olarak tamamen sistemin kontrolüne girecektir.

Çin’in sosyal kredi sistemi bu sürecin bir prototipidir. Bir bireyin hükümet politikalarına uyumu, harcamaları ve sosyal medya paylaşımları, puan sistemine tabi tutulmakta ve düşük puan alan kişiler belirli hizmetlerden mahrum bırakılmaktadır.

Bugün bir kişi, siyasi otoriteye veya küresel sistemin belirlediği “ahlaki” kurallara uygun davranmazsa, banka hesapları dondurulabilir, kredileri iptal edilebilir ve ekonomik olarak sistem dışına itilebilir. Dijital para, bu kontrolün en büyük aracıdır.

Medyanın Rolü- Modern Sihirbazlar

Firavun döneminde sihirbazlar, halkı illüzyonlarla yönlendirerek Firavun’un mutlak otoritesini pekiştiriyordu. Günümüzde ise medya, aynı rolü üstlenmiş durumda.

Yapay etin sağlıklı olduğu, karbon vergisinin dünyayı kurtaracağı, dijital paranın hayatı kolaylaştıracağı, sosyal kredi sistemlerinin toplum düzenini sağlayacağı gibi söylemler, her gün televizyon ekranlarından ve haber sitelerinden pompalanıyor.

Bunun yanında, bu sisteme karşı çıkan herkes, “bilim karşıtı”, “komplo teorisyeni”, “geri kalmış” ya da “fanatik” olarak yaftalanıyor. Oysa gerçekte, bu düzeni eleştirenler sadece daha fazla sorgulama yapılmasını, insanlığın doğal yaşam haklarının korunmasını istiyor.

Bir Kavşakta Duruyoruz

Bugün insanlık, geri dönüşü olmayan bir yola doğru itiliyor. Önümüzde iki seçenek var:

1. Bu düzeni sorgusuz sualsiz kabul edip, modern bir köle haline gelmek.

2. Bu gidişatı sorgulayıp, doğallığı ve insan onurunu savunarak alternatif yollar aramak.

Eğer ikinci seçeneği tercih edeceksek, öncelikle medya manipülasyonlarına karşı bilinçli olmalı, her anlatılanı sorgulamalı, geleneksel yaşam biçimlerini korumalı ve bağımsız bilgi kaynaklarına yönelmeliyiz.

Ey milletim!

Bindiğiniz trenin nereye gittiğini fark edin. Bu tren, sizi gelişime değil, özgürlüklerinizi kaybedeceğiniz bir sisteme taşıyor. Bugün seçim hakkımız varken, hangi yöne gideceğimizi düşünmeli ve ona göre hareket etmeliyiz. Çünkü yarın, seçim şansı elimizden tamamen alınabilir.

Bahadır Hataylı/07.03.2025/Namazgah/İST

Açları Doyurmak mı Açlığı Sorgulamak mı?

Yaşadığımız toplumda bazı gerçekler öylesine garip, öylesine çarpık ki, insan bazen kendi aklıyla bile çelişkiye düşecek hale geliyor. Bir yanda vicdan sahibi bir insan olarak açları doyurduğunuzda kahraman ilan edilmek var, diğer yanda onların neden aç olduğunu sorguladığınızda hain ilan edilmek. Peki, bu çelişkinin kaynağı ne? İnsanlar neden açlığa mahkûm ediliyor? Daha da önemlisi, bu açlığın nedenini sorgulamaktan neden bu kadar korkuluyor?

Bu soruların cevapları bizi derin bir uçuruma sürüklüyor. Çünkü bir sorunu sorgulamak, sadece o sorunun görünen yüzüne değil, onu besleyen sistemlere, politikalarına, çarklarına bakmayı gerektirir. Ve o çarkları döndürenler, o çarkların görünmesini istemezler.

Yardımsever Kahraman mı, Tehlikeli Düşman mı?

Toplumun büyük bir kesimi, aç bir insanın karnını doyurduğunuzda size büyük bir övgüyle bakar. “Ne güzel insan!” derler. “Bu dünyada senin gibi iyi yürekli insanlar olmasa ne yapardık?” Oysa aynı insanlar, açlığın nedenlerini sorguladığınızda sizi bir anda farklı bir kategoride görmeye başlarlar. “Sen neden açlığın sebebini merak ediyorsun? Kimin adına konuşuyorsun?” sorularıyla karşı karşıya kalırsınız. Bir süre sonra etiketlenirsiniz: “Huzur bozucu, provokatör, bölücü...”

Peki, gerçek bölücü kimdir? Bir insanın temel ihtiyacı olan yiyeceğe ulaşamamasına neden olan sistem mi, yoksa bu sistemi sorgulayan kişi mi?

Açlığın Sebebi Bireysel mi, Sistemsel mi?

Açlık, sadece bireysel bir başarısızlık mı, yoksa sistemin bir ürünü mü? Bugünün dünyasında açlık, kıtlık yüzünden değil, yanlış yönetim, adaletsiz gelir dağılımı ve ekonomik sömürü yüzünden var. Milyonlarca insan, çalışmasına rağmen yoksulluktan kurtulamıyor. Yoksulluğun en büyük sebebi, üretimin ve kaynakların adil dağıtılmaması. Zengin daha zengin olurken, yoksul daha da yoksullaşıyor. Üstelik bu düzen bilinçli bir şekilde devam ettiriliyor. Çünkü yoksulluk, bazıları için bir yönetim aracı. Aç bir insan, sadece hayatta kalmaya odaklanır. Düşünmeye, sorgulamaya, hesap sormaya vakti kalmaz. İşte tam da bu yüzden, açları doyuran alkışlanır ama açlığın sebebini soran susturulmaya çalışılır.

Bir insanı aç bırakıp sonra ona bir parça ekmek verenler, kendilerini iyilik timsali gibi gösterirler. Oysa aslında yaptığı şey, kendi yarattığı sorunun geçici çözümüyle insanları kendine bağımlı kılmaktır. Gerçek iyilik, insanların kendi ayakları üzerinde durmasını sağlamaktır. Ama bu, mevcut düzenin işine gelmez. Çünkü bağımsız bireyler, güçlü bireylerdir. Güçlü bireyler ise hesap sorar.

Kimin Tarafındasın?

Sorgulamaya başladığınız an, kaçınılmaz bir soru ile karşılaşırsınız: "Kimin tarafındasın?" Oysa mesele taraf olmak değil, gerçeği görmek ve anlatmaktır. Ama işin garip tarafı, gerçeği dile getirdiğinizde bile sizi bir yerlere yamamaya çalışırlar. Çünkü sorgulayan bir akıl, köle olmaya uygun değildir. O yüzden, size illa bir taraf biçmeye çalışırlar.

Sistem, insanların bilinçlenmesini istemez. Çünkü bilinçli bir toplum, yönetenlerin en büyük korkusudur. İnsanlar neden aç? Neden bazıları doğuştan ayrıcalıklı, bazıları ise hep bir şeylere muhtaç? Gerçek şu ki, yoksulluk bir tesadüf değil, bir planın parçasıdır. Sistem, fakir insanları yönetmenin daha kolay olduğunu bilir. Aç insan, karnını doyurandan medet umar ve sorgulama yetisini kaybeder. Bu yüzden de bazıları için önemli olan, insanların aç kalmaya devam etmesidir.

Çarpık Değerler Sistemi

Bugün, birine balık vermek erdem sayılıyor ama balık tutmayı öğretmek tehlikeli görülüyor. Çünkü balık tutmayı öğrenen kişi, bağımsız olur. Ve bağımsız bireyler, düzene tehdit olarak görülür.

Eğer bir insana ekmek verirseniz, size minnettar olur. Ama ona neden ekmeksiz kaldığını anlatmaya başlarsanız, bir süre sonra sorgulamaya başlar. İşte asıl korkulan da budur.

Garip bir dünyadayız… İyilik yap ama fazla derine inme. Açları doyur ama neden aç olduklarını sorma. Düzene uy, fazla sorgulama. Yoksa hain ilan edilirsin.

Ama asıl hainlik, insanların aç kalmasına sebep olup, sonra onları bir lokma ekmekle kandıranlardır. Asıl hainlik, gerçekleri gizleyenlerdir. Ve asıl hainlik, adaletsizliği görüp de ona ses çıkarmamaktır.

Adam Gibi Yaşamak Zor!

Böyle bir ortamda, adam gibi yaşamak gerçekten zor. Haksızlığa karşı çıkarsan, başın derde girer. Soru sorarsan, düşman ilan edilirsin. Hakkını ararsan, düzeni bozan olursun.

Ama şunu unutmamak gerekir: Gerçek, susturulamaz. Bugün konuşan susturulsa da, yarın bir başkası konuşacak. Çünkü açlığın, sefaletin, adaletsizliğin üstü örtülemez.

İnsanları doyurmak elbette kıymetlidir. Ama daha kıymetlisi, insanları bağımsız kılmaktır. Bugün açları doyuran kahraman olur, ama açlığın sebebini soran tehlikeli bulunur. Çünkü insanlar, yardım edeni sever ama kendilerini uyandıranı sevmezler. Ama gerçek kahramanlar, insanların uyanmasını sağlayanlardır.

O yüzden, ne derlerse desinler, sormaya devam edeceğiz: İnsanlar neden aç?

Erol Kekeç/07.03.2025/Namazgah/İST

7 Mart 2025 Cuma

Gücün Gölgesinde Vicdanın Çığlığı

Toplumların tarihinde, gücün yanına sığınarak varlık gösterenler, çoğu zaman hakikatin en büyük düşmanı olmuşlardır. Güç, sadece maddi bir otorite ya da siyasi bir erk olarak değil, aynı zamanda insanların vicdanlarında ve zihinlerinde şekillenen bir kavram olarak da kendisini gösterir. Ne yazık ki günümüzde, hakikate ulaşmaktan çok, gücün etrafında pervane olan bir anlayış egemen hale gelmiştir.

İnsanların büyük çoğunluğu, güçlü olanın yanında durmayı, ona yamanmayı, onunla özdeşleşmeyi bir nevi iman meselesi olarak görmeye başlamıştır. Bu zihniyetin temelinde ise körü körüne bağlılık ve biat kültürü yatmaktadır. Öyle ki, bağımsız ve özgür düşünen, herhangi bir otoritenin gölgesine sığınmayan ve sadece hakikatin peşinden giden insanlar, bu güce tapan topluluklar tarafından büyük bir tehdit olarak algılanmaktadır. Oysa hakikat, hiçbir güce boyun eğmez; doğruluk, makam ve mevkiden bağımsızdır. Ancak ne yazık ki bu düşünce, günümüz toplumlarında gittikçe daha fazla unutulmakta, hakikatin yerini güç sahiplerine duyulan sadakat almaktadır.

Bağımsız düşünen insanlar, kimseye diyet borcu olmayanlar, hür bir akla ve vicdana sahip olanlar, büyük bir çoğunluk tarafından tehlikeli bulunmakta, bu yüzden sistematik bir şekilde sindirilmeye çalışılmaktadır. Bugün, kendini dindar olarak tanımlayan geniş kitlelerin, hakikat karşısında nasıl savrulduğunu görmek üzücüdür. Din, özünde adalet, merhamet ve haktan yana bir duruşu temsil ederken, ne yazık ki çıkar odaklı bireyler tarafından bir araç haline getirilmiş, güç sahiplerine methiyeler düzülen bir sisteme evrilmiştir.

Bu durumun en net örneklerinden biri, hakikati haykıran insanlara yöneltilen ölçüsüz hakaretlerdir. Bireyler, kendilerini yönetenleri sorgulamak yerine, eleştirenleri hedef almaktadır. Bu anlayış, bireyin düşünme yetisini köreltmekte ve hakikate olan mesafeyi artırmaktadır. Kendisini 'Müslüman' olarak tanımlayan bir bireyin, kendi tabularına yönelik en ufak bir eleştiriyi bile tahammülsüzlükle karşılaması, hakikate değil, güce iman ettiğinin göstergesidir. Hakikatin peşinden gidenlere karşı saldırganlaşan, hakareti bir ibadet aşkıyla yapan insanlar, ne yazık ki körleşmiş ve hakikatten uzaklaşmıştır.

Bu zihniyetin yaygınlaşmasının arkasında yatan en temel sebeplerden biri, güç kaybetme korkusudur. Tarihte, gücü elinde bulunduran toplulukların, bu gücü koruyabilmek adına nasıl bir savrulma yaşadıklarını görmek mümkündür. Gücü kaybetme korkusu, insanları adaletten, haktan ve doğrudan uzaklaştırır. Çünkü onların ölçüsü, hakikat değil, güçtür. Güçlü olanın yanında olmak, onun söylediklerini tekrarlamak, onu her koşulda haklı görmek, bir tür inanç sistemine dönüşmüştür. Böylesi bir ortamda, bireyin hakikati araması, bağımsız düşünmesi, güç sahiplerine karşı duruş sergilemesi imkânsız hale gelir.

Bu durumun trajikomik bir örneğini, “eşek ile kurt” hikâyesinde görmek mümkündür. Hikâyede, yemyeşil bir çayıra bakan eşek, çimenlerin kırmızı olduğunu iddia etmektedir. Kurt ise hakikati savunarak, çimenlerin yemyeşil olduğunu anlatmaya çalışmaktadır. Tartışma büyüdüğünde, meseleyi çözmek adına aslanın huzuruna çıkarlar. Ancak aslan, kurdun haklı olduğunu bildiği halde, eşeği haklı ilan eder. Kurt, şaşkınlıkla neden böyle bir karar verildiğini sorduğunda, aslanın cevabı çarpıcıdır: "Senin dediğin doğrudur; çimenler gerçekten de yeşildir. Ama senin hatan, bir eşekle tartışmış olmandır." İşte günümüz toplumlarında da yaşanan tam olarak budur. Hakikat arayışı içinde olan insanların en büyük hatası, yanlış kişilerle tartışmaya girmeleridir. Çünkü hakikate ulaşmak için bilgi, bilinç ve adalet gerekirken, güç peşinde koşanların ihtiyacı olan tek şey, yalanı sahiplenmektir.

Ne yazık ki günümüzde, hakikati savunanlar yalnız kalmakta, adalet talep edenler susturulmaya çalışılmaktadır. Çoğunluğun oluşturduğu yanlış algılar, bireylerin cesaretini kırmakta ve onları sindirmeye yönelik baskılar artmaktadır. Ancak tarih göstermiştir ki hakikat er ya da geç galip gelir. Her ne kadar güçlü olanın yanında durmanın avantajlı olduğu düşünülse de, hakikatin yanında durmak en büyük kazançtır.

Bu noktada, Rabbime yöneliyorum ve diyorum ki: "Rabbim, tasamı, dertlerimi, duygularımı, içimdeki ve dışımdaki tüm sıkıntılarımı sana havale ediyorum. Çünkü sen mutlak galipsin, sen en adil hükmedensin. Beni senden başkasına muhtaç etme. Kalemimi, üzerine yemin ettiğin kalemlerden eyle. Hakka şahitlik etmeyen tek kelime bile bana yazdırma. Benim mücadelem, sadece senin rızanı kazanmak içindir. Beni tartışmalarla vakit kaybedenlerden değil, hakikati anlatanlardan eyle. Beni, hakikate kulak tıkayanlarla uğraşmak zorunda bırakma. Yüreğimi, aklımı ve kalemimi, yalnızca senin hakikatini anlatmak için kullanmama vesile ol. Çünkü en büyük güç sensin ve en büyük kudret yalnızca sana aittir."

İnsanlık tarihi boyunca hakikat uğruna mücadele edenler, her zaman baskıyla karşılaşmış, her zaman yalnız bırakılmışlardır. Ancak onlar, bu yalnızlıklarında dahi en büyük güce sahip olduklarını bilmişlerdir. Hakikati arayanlar, gücün değil, adaletin yanında olmayı seçerler. Ve adalet, er ya da geç yerini bulur.

Bu yüzden diyorum ki: Hakikatin peşinden gitmekten asla vazgeçmeyelim. Gücün değil, doğrunun yanında olalım. Çünkü hakikat, ne kadar gizlenmeye çalışılırsa çalışılsın, gün gelir, en güçlü ışık gibi parıldar ve hak eden herkesin kalbine ulaşır.

Erol Kekeç/20.01.2025/Sancakteepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!