Bu Blogda Ara

6 Mart 2025 Perşembe

Küresel Şeytanlar Çevreci Yalanlar

Bu yazıda, küresel güçlerin çevrecilik adı altında nasıl ikiyüzlü bir politika yürüttüğünü, iklim anlaşmaları ve karbon ayak izi gibi kavramlarla nasıl bir sömürü düzeni kurduklarını detaylıca ele alacağım. Ayrıca, bu planların arkasındaki Darwinist seçilim anlayışını, kapitalizmin nasıl insanları ve doğayı sistematik bir şekilde yok etmeye programlandığını ve küresel elitlerin bu süreçteki gerçek yüzlerini ortaya koyacağım. Gerçek olaylar ve anlaşmalar üzerinden örneklerle destekleyerek, bu şeytani düzenin nasıl işlediğini göstereceğim.

Karanlık Oyunların Perde Arkası

Dünya her geçen gün daha fazla çevre felaketiyle boğuşurken, küresel güçler insanları karbon ayak izi, iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik gibi kavramlarla manipüle ediyor. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta şu: Dünyayı en az kirletenler, en büyük suçlu ilan edilirken; asıl kirleticiler temiz kahraman rolüne bürünüyor. Şu sorulara cevap arayarak konuyu sorgulayalım.

Karbon ayak izi ve iklim anlaşmaları kime hizmet ediyor?

Küresel elitler gerçekten doğayı korumak mı istiyor, yoksa başka bir planları mı var?

Kimler yok edilmek isteniyor ve nasıl bir seçilim uygulanıyor?

Kapitalizmin gerçek amacı nedir ve dünyayı nasıl yok ediyor?

1.Kirli Ellerin Sahte Çevreciliği  "SİZ TÜKETMEYİN, BİZ DEVAM EDELİM"

Çevreci politikaları dünyaya yayan kim? Elbette Batı merkezli elitler ve onların kurduğu küresel yapılar:

Dünya Ekonomik Forumu (WEF)

Birleşmiş Milletler (BM) ve onun çevre programları

Avrupa Birliği'nin "Yeşil Mutabakat" projeleri

Paris İklim Anlaşması, Kyoto Protokolü ve benzeri sahte anlaşmalar

Bu organizasyonlar, "dünyayı kurtarma" bahanesiyle zayıf toplumlara ekonomik yaptırımlar uygulatırken, kendileri kirletmeye devam ediyor.

Örneğin:

Küresel petrol devleri (ExxonMobil, Shell, BP) yılda milyonlarca varil petrolü çıkarıp atmosferi kirletirken, sıradan insanlara "Arabanı daha az kullan, bisiklete bin" diyorlar.

Küresel tekstil markaları (Nike, Adidas, H&M) Asya'daki fabrikalarında köle işçileri çalıştırıp zehirli atık üretirken, tüketicilere "Sürdürülebilir moda" adı altında yeni ürünler satıyorlar.

Bill Gates gibi teknoloji devleri özel jetleriyle dünyayı dolaşıp iklim zirvelerine katılırken, insanlara "Daha az uçun, karbon salınımınızı azaltın" diyorlar.

Peki, asıl amaçları ne?

Bu güçler, aslında dünyayı temizlemek istemiyor. Amaçları, insanları ekonomik ve sosyal olarak kontrol altına almak. Karbon vergileri, yeşil sertifikalar, enerji kısıtlamaları gibi uygulamalarla:

Zayıf toplumları fakirleştiriyorlar.

Gelişmekte olan ülkelerin sanayileşmesini engelliyorlar.

Dünyanın kaynaklarını tamamen kendi kontrollerine alıyorlar.

2. Kararlar Kime Uygulanıyor Zayıf Olanlar Yok Ediliyor

Örneğin, Paris İklim Anlaşması'nda gelişmiş ülkeler "Karbon salınımını azaltacağız" diye taahhüt verirken, bunu uygulamayan tek ülke ABD oldu. Çünkü yaptırımlardan en çok etkilenen ülkeler, gelişmekte olan ülkeler oldu.

Avrupa kendi sanayisini korurken, gelişmekte olan ülkeler karbon vergileriyle boğuşuyor.

Afrika'nın doğal kaynaklarını hala Batılı şirketler sömürüyor, ama Afrikalı çiftçilere "Toprağı fazla işleme, doğayı koru" deniliyor.

Güneydoğu Asya düşük maliyetli enerji kullanmasın diye kömür santralleri kapatılıyor, ama ABD ve Çin kendi enerji üretimine tam gaz devam ediyor.

Bu uygulamalarla aslında ne yapıyorlar? Dünya nüfusunu azaltmak ve fakir halkları kontrol altına almak. Darwin'in "doğal ayıklama" teorisinin modern versiyonunu görüyoruz. Güçlü olan yaşamaya devam ediyor, zayıf olanın yok edilmesi ise "çevrecilik" bahanesiyle meşrulaştırılıyor.

3. Kapitalizmin Gizli Planı Seçilmişler Yaşayacak Gerisi Yok Olacak

Kapitalizmin asıl amacı, yalnızca belirli bir kesimin yaşamasını sağlamak.

Fakir halklara "Fazla çocuk yapmayın" derken, kendileri servetlerini nesiller boyu aktarıyorlar.

Gıda ve tarım politikalarıyla organik ürünleri pahalı hale getirip sağlıklı beslenmeyi elitlere özel kılıyorlar.

Enerji politikalarıyla zenginlere sürdürülebilir yaşam sunarken, fakirlere elektrik bile çok görüyorlar.

Bütün bu süreç, aslında insanları kontrollü bir yok oluşa sürüklüyor. Kendi imzalarıyla ölüm fermanlarını onaylatıyorlar.

Örneğin:

Dijital para sistemleriyle insanların harcamalarını sınırlıyorlar.

Aşı ve biyoteknolojiyle belirli kesimleri ayakta tutup diğerlerini "biyolojik elemeye" tabi tutuyorlar.

Sosyal kredi sistemleriyle insanları belirli kalıplara sokuyorlar ve "uygun vatandaş" olmayanları sistem dışına itiyorlar.

4. Çözüm nedir, Nasıl Karşı Koyabiliriz?

Öncelikle bu sahte çevreci hareketlerin ardındaki gerçeği görmeliyiz. Gerçek çevrecilik, insanları aç ve susuz bırakmak değil, doğayla uyumlu bir ekonomi kurmaktır.

Bireysel olarak ne yapabiliriz?

Küresel şirketlerin sahte çevreci ürünlerine para kaptırmamak.

Enerji ve gıda konularında yerel üretimi desteklemek.

Sahte iklim krizlerine inanarak kendi ekonomik özgürlüğümüzü kaybetmemek.

Devletler ne yapabilir?

Küresel anlaşmalara körü körüne uymak yerine kendi enerji ve tarım politikalarını belirlemeli.

Yerli sanayiyi öldüren karbon vergilerine direnmeli.

Batı'nın kurduğu sahte yeşil düzeni reddetmeli.

Bunları yapmayı göze almayan yönetimler, kendi milletlerini imha etmek için seçilmiş özel elaman olmadıklarını nasıl kanıtlayabilirler?

Erol Kekeç/05.03.2025/Sancaktepe/İST


5 Mart 2025 Çarşamba

Adaletin Terazisi-Din Güç ve Çelişkiler

 


Emevî Dini ve Çelişkiler-Adalet, Ayrımcılık ve Toplumsal Algılar

Tarih boyunca din, insanların yaşamlarını şekillendiren, toplumları bir arada tutan ve ahlaki ilkeleri belirleyen en önemli unsurlardan biri olmuştur. Ancak, dinin özü ve gerçek anlamı, zaman içinde siyasi ve toplumsal güçlerin etkisiyle çeşitli yorumlara tabi tutulmuş, bazen de bir grup insanın çıkarlarına hizmet edecek şekilde değiştirilmiştir. "Emevî Dini" ifadesi de tam olarak bu çelişkili yapıyı eleştiren bir bakış açısını yansıtır.

Emevîler, İslam tarihindeki en güçlü hanedanlardan biri olarak, dini kendi yönetimlerini sağlamlaştırmak için bir araç haline getirmiştir. Bu süreçte, adalet ve eşitlik gibi temel İslami ilkeler ihmal edilirken, toplum içinde belirli sınıflar ve cinsiyetler arasında ayrımcılık yapıldığı görülmüştür. Günümüzde de benzer uygulamalar, farklı biçimlerde devam etmektedir. Bir tarafta lüks içinde yaşayan, dinî kuralları kendi çıkarları doğrultusunda yorumlayan bireyler varken, diğer tarafta din adına çeşitli kısıtlamalara maruz kalan kitleler bulunmaktadır. Bu yazıda, bu çelişkileri detaylı bir şekilde ele alarak, gerçek adalet ve ahlak anlayışının nasıl olması gerektiğini sorgulayacağız.

Emevî Dini Nedir?

Emevî Dini kavramı, genellikle İslam'ın özünden uzaklaşarak, siyasi bir araç haline getirilmesini ifade etmek için kullanılır. Emevîler, İslam tarihinde saltanat yönetimini başlatan hanedan olarak bilinir ve dini, kendi hâkimiyetlerini pekiştirmek amacıyla kullanmışlardır.

Bu anlayış, zaman içinde çeşitli toplumlarda farklı şekillerde devam etmiştir. Bugün de benzer bir durumla karşılaşmaktayız: belirli kesimler dinî kuralları kendi lehlerine esnetirken, halkın büyük kesimi için katı kısıtlamalar getirilmektedir. Özellikle kadın hakları konusunda bu çelişkiler sıkça gündeme gelmektedir.

Kadınlar Üzerindeki Baskılar ve Çelişkiler

Bir toplumda kadınların hakları, o toplumun adalet ve eşitlik anlayışının en önemli göstergelerinden biridir. Ancak, tarih boyunca pek çok toplumda kadınlar, çeşitli bahanelerle ikinci sınıf vatandaş konumuna itilmiştir. Günümüzde, bazı çevrelerde kadınların araba kullanmasının yasaklanması gibi uygulamalar da bu zihniyetin bir yansımasıdır.

İronik olan nokta ise, bu tür yasakları koyanların aynı zamanda lüks içinde yaşaması, kadınları toplumsal hayattan dışlayan kurallar koyarken kendi ailelerinden kadınların bu kurallara uymamasıdır. Örneğin, zengin ve nüfuz sahibi bir kişinin kızı, milyonlarca lira değerinde bir araçla trafikte dolaşırken, aynı çevrenin kadınların araç kullanmasını dinî bir yasak olarak görmesi büyük bir çelişkidir.

Bu durum, dinin özünü değil, toplumdaki ikiyüzlü uygulamaları yansıtmaktadır. Gerçek İslami anlayışta, kadın ve erkek eşit şekilde sorumluluk sahibidir ve kadınların toplumsal hayata aktif katılımı teşvik edilir.

Toplumdaki Çifte Standartlar

Toplumda, dinin yorumlanışı konusunda çifte standartların sıkça uygulandığını görmekteyiz. Bazı insanlar için din, sadece başkalarına kısıtlama getirmek için bir araç haline gelirken, kendileri bu kısıtlamalardan muaf tutulmaktadır. Bu durumun en açık örneklerinden biri, lüks içinde yaşayan insanların dinî hassasiyetleri sadece seçici bir şekilde kullanmasıdır.

Örneğin, zengin bir kişi faizle büyük yatırımlar yaparken, fakir birinin faizli kredi çekmesini haram olarak nitelendirebilir. Veya lüks tüketim alışkanlıkları dinî kuralların dışına çıkmasına sebep olmazken, sıradan bir vatandaşın kıyafeti veya davranışı şiddetli eleştirilere maruz kalabilir.

Bu çifte standartlar, dinin özüne zarar vermekte ve insanların adalet duygusunu zedelemektedir. Bir toplumda eğer adalet sağlanmazsa, dinin insanlar üzerindeki etkisi de giderek azalır.

Gerçek Adalet ve Eşitlik Anlayışı

Gerçek dinî anlayış, adaletin herkes için eşit uygulanmasını gerektirir. İslam’ın temel ilkelerinden biri olan "adalet", bireysel çıkarlar doğrultusunda eğilip bükülebilecek bir kavram değildir. Peygamber Efendimiz’in (sav) hayatına baktığımızda, kimseye ayrıcalık tanımadan, herkese eşit davranmaya özen gösterdiğini görmekteyiz.

Bugün dinî söylemleri sıkça kullanan bazı kişilerin, bu temel ilkeleri göz ardı ederek, sadece kendi çıkarlarına uygun şekilde dini yorumlaması, toplumsal huzuru bozan en önemli etkenlerden biridir. İnsanlar, bir toplumu yönetenlerin adil olup olmadığını gözlemleyerek, onların söylediklerine inanıp inanmamaya karar verirler.

Eğer bir yönetici, kendi ailesine farklı, halka farklı kurallar uyguluyorsa, o toplumda adalet ve güven duygusu kaybolur. Din, bir baskı aracı olarak değil, insanların huzur ve mutluluğunu sağlayan bir rehber olarak kullanılmalıdır.

Gerçek Din ve Adalet Anlayışı

Emevî Dini olarak eleştirilen zihniyet, aslında sadece tarihsel bir dönemle sınırlı değildir. Bu anlayış, günümüzde de farklı şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Dinî kuralların sadece belirli kesimler için katı uygulanması, lüks içinde yaşayanların ise kendilerini bu kuralların dışında tutması, büyük bir adaletsizliğe neden olmaktadır.

Gerçek din anlayışı, insanları ayrıştıran değil, birleştiren bir sistemdir. Kadın-erkek ayrımı yapmaksızın herkesin eşit haklara sahip olduğu, adaletin her kesim için eşit uygulandığı bir toplum inşa etmek, dini sadece bir kısıtlama aracı olarak gören zihniyetten kurtulmayı gerektirir.

Unutmamak gerekir ki, İslam’ın temel mesajı adalet, merhamet ve eşitliktir. Dini kullanarak baskı kuranlar, aslında kendi ikiyüzlülüklerini sergilemektedirler. Bugün, din adına hareket ettiğini söyleyen herkesin, öncelikle kendi hayatına bakarak, gerçekten adil olup olmadığını sorgulaması gerekmektedir.

Gerçek dindarlık, insanlara yasak koyarak değil, adaletli ve dürüst bir yaşam sürerek mümkündür. Din, bir grubun veya bireyin menfaatlerine hizmet eden bir sistem değil, tüm insanlığın iyiliğini gözeten kutsal bir öğretidir. Asıl mesele, hangi dini inançları benimsediğimiz değil, bu inançları hayatımıza nasıl yansıttığımızdır.

Bahadır Hataylı/02.03.2025/Sancaktepe/İST

4 Mart 2025 Salı

Bir Bölükbaş Ne yapsın Bu kadar Büyükbaş'a



Osman Bölükbaşı’ndan,

“Kimse Türk milletine tepeden bakmasın, memleketi bir vakıf kendisini de mütevelli sanmasın”.             "Bu memlekette fazilet mücadelesi yapanlar, daha sonra sefalet mücadelesi verirler."                     ‘‘Hayatım boyunca bütün sektörleri tetkik ettim. en kárlısının din ticareti olduğunu gördüm. 'Siyasi           hayatta vefa ve sadakat, karaborsada bile bulunmayan bir metaa döndük"

Bu dört alıntı, Türkiye’nin siyasi, sosyal ve ekonomik yapısına dair oldukça keskin, sorgulayıcı ve eleştirel bir yaklaşım sunmaktadır. Bunları daha derinlemesine analiz etmek için her bir cümlede vurgulanan kavramları açmak, tarihsel arka planını incelemek ve bugüne yansımalarını tartışmak gerekir. Bu doğrultuda, aşağıdaki başlıklarda konuyu ele alacağım:

1. Elitizm ve Toplum Üzerine Egemenlik Kurma Arzusu

2. Ahlak ve Erdem Üzerinden Gerçekleşen Siyasi ve Ekonomik Değişimler

3. Din ve Ticaretin Kesişim Noktası- İnanç Üzerinden Kazanç Sağlamak

4. Siyasi Vefa ve Sadakatin Yok Oluşu

5. Çözüm Önerileri

1. Elitizm ve Toplum Üzerine Egemenlik Kurma Arzusu

"Kimse Türk milletine tepeden bakmasın, memleketi bir vakıf kendisini de mütevelli sanmasın."

Bu söz, Türkiye’de toplum mühendisliği yapan ve halkın kararlarına yön vermek isteyen elit kesime bir eleştiri niteliği taşımaktadır. Tarih boyunca, kendilerini "aydın" veya "yöneten sınıf" olarak gören gruplar, halkı “yönetilmeye muhtaç” bir kitle olarak değerlendirmiştir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde, halkın yönetimde söz sahibi olabilmesi adına önemli reformlar yapılmış olsa da, bazı seçkin grupların halka yukarıdan bakan tutumu tam anlamıyla yok olmamıştır.

Bürokrasi, akademi, medya ve iş dünyasında hâkim olan bazı elitler, halkın iradesini küçümseyerek, onların karar verme yetisini sorgulamaktadır. Bu zihniyet, halkın değerlerini ve taleplerini göz ardı eden, kendi doğrularını dayatan bir yönetim anlayışına sebep olmuştur. Geçmişte tek parti rejimi ve sonrasında da darbeler yoluyla siyasete müdahale eden kesimler, halkı "yanlış tercihler yapabilecek bir unsur" olarak değerlendirmiştir.

Bugün de benzer bir eğilim görmek mümkündür. Bazı kesimler, halkın iradesini küçümseyerek veya manipüle ederek yönlendirmek istemektedir. Sosyal medyanın, algı yönetiminin ve propagandanın etkin biçimde kullanılması, modern elitizmin farklı bir yüzü olarak karşımıza çıkmaktadır. Demokratik bir toplumda halkın bilinçli bir şekilde karar verebilmesi için bilgiye adil ve şeffaf bir şekilde ulaşabilmesi gerekmektedir. Ancak, güç sahibi kesimler bu bilginin aktarılmasını kendi çıkarlarına göre şekillendirebilmektedir.

Bu noktada sorgulanması gereken asıl mesele, gerçekten halkın iradesine güvenilip güvenilmediğidir. Eğer halk iradesine saygı duyuluyorsa, o zaman karar mekanizmalarının işleyişinde şeffaflık, eşitlik ve hesap verebilirlik ön planda olmalıdır.

2. Ahlak ve Erdem Üzerinden Gerçekleşen Siyasi ve Ekonomik Değişimler

"Bu memlekette fazilet mücadelesi yapanlar, daha sonra sefalet mücadelesi verirler."

Bu ifade, ahlaki değerleri savunan, erdemli bir şekilde siyaset veya iş dünyasında var olmaya çalışan insanların çoğu zaman sistem tarafından dışlandığını veya başarısızlığa itildiğini anlatmaktadır. Türkiye’de siyasette ve iş dünyasında erdemli davranmak, genellikle güç sahibi odaklarla ters düşmek anlamına gelmiştir.

Bürokratik yapının, ekonomik sistemin ve siyasi düzenin çıkar ilişkilerine dayalı olduğu bir ortamda, dürüst ve faziletli insanlar genellikle bu çarkın dışında kalmaktadır. Ahlaki değerleri savunan insanlar, rüşvetin, torpilin ve adam kayırmanın yaygın olduğu bir sistemde ayakta kalmakta zorlanırlar. Bunun sonucunda, erdemli insanlar maddi zorluklarla karşı karşıya kalırken, ahlaki esneklik gösterenler güç kazanır.

Bugünün Türkiye’sinde bu sorun hâlâ devam etmektedir. Siyasette, iş dünyasında ve medyada ahlaki değerlere bağlı kalan kişilerin dışlandığı, hatta bazen itibarsızlaştırıldığı birçok örnek görmek mümkündür. Ancak bu durum, toplumun uzun vadede güven kaybına uğramasına neden olmaktadır. Erdemli insanların dışlandığı bir sistem, yozlaşmayı ve güvensizliği besler.

Dolayısıyla, bu noktada sistemin etik kurallar ve şeffaflık temelinde yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Yolsuzlukla mücadele eden kurumların güçlendirilmesi, liyakat esasına dayalı bir yapı oluşturulması ve bireylerin etik davranışlarının ödüllendirilmesi önemlidir.

3. Din ve Ticaretin Kesişim Noktası: İnanç Üzerinden Kazanç Sağlamak

"Hayatım boyunca bütün sektörleri tetkik ettim. En kârlısının din ticareti olduğunu gördüm."

Bu söz, dinin bir manevi rehberlik aracı olmaktan çıkarılıp, maddi kazanç elde etmek için kullanıldığı gerçeğine işaret etmektedir. Tarih boyunca, dinin ekonomik ve siyasi bir güç olarak kullanıldığına dair pek çok örnek vardır.

Din, insanların en temel inanç ve değer sistemlerinden biri olduğu için, ona duyulan güveni istismar etmek oldukça kolaydır. Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde veya toplumun sosyal travmalar yaşadığı zamanlarda, din tüccarları insanların manevi hassasiyetlerini suiistimal edebilir.

Türkiye’de de bu durum, cemaatlerin ve tarikatların ekonomik ve siyasi güç elde etmek amacıyla hareket etmesiyle kendini göstermektedir. 17-25 Aralık operasyonları ve 15 Temmuz darbe girişimi gibi olaylar, dini yapıların nasıl bir güç odağına dönüşebildiğini ve bunun devlete nasıl zarar verebildiğini göstermiştir.

Dinin ticari bir meta haline gelmesi, inanç sistemine zarar vermekte ve insanların dine olan güvenini sarsmaktadır. Bu noktada, dini samimiyetle yaşayan bireylerin, dinin istismar edilmesine karşı durması gerekmektedir.

4. Siyasi Vefa ve Sadakatin Yok Oluşu

"Siyasi hayatta vefa ve sadakat, karaborsada bile bulunmayan bir metaya döndü."

Bu ifade, siyasetin ahlaki değerlerden uzaklaşarak tamamen çıkar ilişkileri üzerine kurulduğunu anlatmaktadır. Siyasi hayatta vefa ve sadakat, özellikle uzun vadeli politika üretimi açısından oldukça önemlidir. Ancak günümüz siyasetinde sadakat, çoğu zaman menfaat ilişkilerine bağlı olarak gelişmektedir.

Günümüzde siyaset, genellikle konjonktüre göre şekillenmekte ve kişisel çıkarlara dayalı olarak ilerlemektedir. Siyasette ilkesizlik ve tutarsızlık, güven kaybına yol açmakta, halkın siyasete olan inancını zayıflatmaktadır. Bunun sonucunda, siyaset kurumu giderek daha fazla pragmatizme teslim olmakta ve ilkelerden ziyade anlık kazanımlara dayalı kararlar alınmaktadır.

Bu noktada, siyasetin yeniden ahlaki ve etik değerler çerçevesinde şekillendirilmesi gerekmektedir. Kamu hizmetine giren kişilerin, toplum için uzun vadeli fayda üretme amacında olması sağlanmalıdır.

Çözüm Önerileri

Bu dört alıntıdan yola çıkarak, Türkiye’nin temel sorunlarının elitizm, ahlaki çöküş, dinin istismarı ve siyasette vefasızlık olduğu sonucuna varabiliriz. Bu sorunların çözümü için şeffaflık, hesap verebilirlik ve ahlaki değerlerin yeniden inşası gerekmektedir. Siyasette ve toplumda erdemin teşvik edildiği, liyakatin ön planda tutulduğu, dini ve ahlaki değerlerin samimiyetle yaşandığı bir sistem inşa etmek mümkündür. Bunun için, hem bireylerin hem de kurumların bilinçli ve sorumlu hareket etmesi gerekmektedir.

Bahadır Hataylı/03.03.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!