Bu Blogda Ara

4 Mart 2025 Salı

Suskunların Tanığı Mazlumların Rabbi



Zulüm sürerken Allah neden susuyor …"Allah'ı zalimlerin yaptığından habersiz sanma..."

Gök delinmiş, yeryüzü kanla yıkanmışken hâlâ suskun kalabilen insanlık…
Her gün bir çocuğun cansız bedeni taşların altından çıkarılırken, ekran başında dua butonuna basmakla yetinenler…
"Allah nerede?" diyen dudaklara, "Sen neredesin?" diye soran bir Hakikatin ikazı var bu satırlarda.

Gazze’de taşlar bile secdeye durmuşken, bazı kalpler kıbleyi bile unutmuş.
Kimileri dua etmeyi bile terk etmiş, kimileri ise sadece dua etmekle yetinmiş.
Ama arada bir fark var: Zulme karşı yürümeyen dua, bazen zulmü kutsar.
Bu yazı, "Allah neden susuyor?" sorusunun cevabını, Allah’ın değil insanların suskunluğunda arıyor.
Ve hatırlatıyor: İlahi adalet gecikmez, sadece yerini ve zamanını senin dürüstlüğüne göre belirler. Merhum Akif'te bizim yandığımız dertlerden yanarak şu satırlarla içini döker Rabbine...

Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz… Sen bize yangın veriyorsun!
Yandık diyoruz… Boğmaya kan gönderiyorsun!
Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında,
Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında,
Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm;
Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm!
Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn’i,
En sonra, salîb ormanı görmek Harameyn’i!
Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz’ın
Âteşli muhitindeki sûzişli niyâzın
Emvâci hurûş-âver olurken melekûta?
Çan sesleri boğsun da gömülsün mü sükûta
Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş’al-i vahdet,
Teslis ile çöksün mü bütün âleme zulmet?
Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman
Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban?
Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin,
Solsun mu o parlak yüzü Kur’an-ı Hakim’in?
İslâm ayakaltında sürünsün mü nihâyet?
Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?
Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ!
Câni geziyor dipdiri… Can vermede mâsûm!
Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm?
Lâ yüs’ele binlerce sual olsa da kurbân;
İnsan bu muammalara dehşetle nigeh-bân!
 
Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;
Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık!
Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın…
Yaksaydın a mel’unları… Tuttun bizi yaktın!
Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi:
Binlerce cevâmi’ yıkılıp hâke serildi!
Kalmışsa eğer bir iki mâbed, o da mürted:
Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed!
Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,
Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar!
En kanlı şenâatle kovulmuş vatanından,
Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan!
İslâm’ı elinden tutacak, kaldıracak yok…
Nâ-hak yere feryâd ediyor: âcize hak yok!
Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?
Ağzım kurusun… Yok musun ey adl-i İlâhî!  

"Daha önce gelip geçenler hakkında da Allah’ın kanunu böyledir. Allah’ın kanununda asla değişme bulamazsın." (Ahzab, 33/62)

1. Dünya, İmtihan Yeridir

Kur’an'da birçok kez tekrarlandığı gibi dünya bir imtihan alanıdır.

"Hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratan O’dur." (Mülk 67/2)

Allah, zulmü sevmez, zulmü onaylamaz ama zalimi hemen yok etmemesi, onun yaptıklarından razı olduğu anlamına gelmez. Bu, mazlumu ve zalimi ortaya çıkarmak, herkesin gerçek niyetini ve yüzünü açığa çıkarmak içindir.

2. Zulüm, Zalim İçin Bir İmtihandır

Allah, zalime süre verir. Bu bir lütuf değil, azabın hak edilmesi sürecidir.

“Sakın Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Onları, ancak gözlerin dehşetle dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim 14/42)

Zalim biriktirir; zulüm, günah, kibir, azgınlık... Tıpkı Firavun gibi. Fakat azap geldiğinde, her şeyi silip süpürür.

3. Mazlumlar İçin Sabır ve Tevekkül Bir Sınavdır

Allah bazen mazlumu hemen kurtarmaz, çünkü onun sabrı, inancı ve direnişi yeryüzünde bir örnek haline gelsin ister.

“Nice peygamberler, beraberlerinde birçok Allah erleri olduğu halde savaştılar. Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, gevşemediler, boyun eğmediler. Allah da sabredenleri sever.” (Ali İmran 3/146)

Gazze’deki mazlumların imanı, bütün dünya için bir vicdan aynasıdır. Onlar sadece direniş göstermiyor, tüm çağlara sabrın adını kazıyorlar.

4. Allah’ın Müdahalesi Sessiz Değildir, Ama İnsan Görmez

Biz “neden Allah müdahale etmiyor” derken, sadece fiziksel yok edişi kastederiz. Ama Allah’ın müdahalesi bazen:

  • Vicdanlarda uyanış,

  • Zalimlerin iç dünyasındaki çürüme,

  • Toplumların yavaş uyanışı,

  • Mazlumun kalbine ilham ve direniş gücüyle gerçekleşir.

İnançlı bir kalp görür ki, Gazze yerle bir olurken, orada büyüyen bir iman nehri var. Zalimler bombalar atarken, mazlum çocuklar şehit olup cenneti kazanıyor.

5. Zulümle Abad Olanın Sonu Haraptır

Tarih, zulümle yükselen her imparatorluğun mutlak çöküşüne tanıklık etmiştir. Zalimler için zaman geçici, helak ise kaçınılmazdır.

“Zalimler nasıl bir inkılapla devrileceklerini yakında görecekler.” (Şuara 26/227)

Bugünün zalimleri geçici bir saltanat sürdürüyor olabilir. Ama Allah’ın hesabı, bizim hesabımız gibi değil. O, her şeyi görür ve hiçbir şeyi unutmaz.

6. Allah Bize Sorar: “Siz Ne Yaptınız?”

Belki de Allah’ın müdahalesini beklerken kendimize sormamız gereken asıl soru şudur:

“Sen ne yaptın?”

Kur’an şöyle seslenir:

“Size ne oluyor da Allah yolunda ve ‘Ey Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan şu şehirden çıkar, bize katından bir dost, bir yardımcı gönder!’ diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar için savaşmıyorsunuz?” (Nisa 4/75)

Allah’ın müdahalesi, çoğu zaman müminin eliyle, diliyle, cesaretiyle gelir. Biz oturdukça, zalim yürür. Biz sustukça, mazlum ağlar.

7. Ahiret Vardır ve Mutlak Adalet Oradadır

Dünyada tam adalet yoktur. Allah, adaleti ahirette tamamlayacaktır.

“Bugün her nefis, kazandığıyla karşılık görecektir. Bugün haksızlık yoktur. Allah hesabı çabuk görendir.” (Mü’min 40/17)

Mazlumun gözyaşı boşa akmaz. Zulüm kayıt altındadır. Her damla kan, her çığlık, Allah’ın mahkemesinde delil olacaktır.

Allah’ın müdahalesi gecikmiş değil; biz anlamakta geç kalıyoruz. Zulmün artması, adaletin yaklaştığına delildir. Allah’ın sessizliği, bizim sorumluluğumuzu artırır. Çünkü bazen Allah’ın planı, seni harekete geçirmektir.

Ve unutma:

Zulme sessiz kalan, zalimin yardımcısı olur.
Bir çocuk açlıktan ölüyorsa, en büyük suç, susanların kalbindedir.

Erol Kekeç/Mart-2025/Sancaktepe/İST


Sudaki Gölge


Denizin Efendisi

Uzak denizlerde bir gemi vardı. Adı “Zafer” idi. Sahibi ve kaptanı ise Mirza Bey… Mirza Bey’in adı dilden dile dolaşır, denizciler onun cesaretinden, uzak limanlardaki tüccarlar ise keskin zekâsından bahsederdi. Gemisinin gövdesi yosun tutmaz, yelkenleri yırtılmazdı. Çünkü Mirza Bey’in bir sözü vardı:

“Bir kaptan, suyun altında ne olduğunu bilmez. O, sadece suyun üstünde kalmasını bilir.”

Bu söz, ona sadık tayfası tarafından bir yasa gibi benimsenmişti. Fırtınalar kopar, dalgalar yükselir, düşman gemileri ufukta belirirdi. Ama Zafer, her zaman yoluna devam ederdi. Mirza Bey, dümen başında dimdik durur, gözlerini kısarak ufka bakar, tayfasına hep aynı şeyi söylerdi:

“Bizi düşmanlarımız durduramaz! Onlar, bizim ilerlememizi istemeyen korkaklardır. Yolumuza taş koymak için pusuda beklerler. Ama biz, her zaman suyun üstünde kalacağız!”

Ne zaman biri geminin zor durumda olduğunu söylese, Mirza Bey gülerdi:

“Sorun gemide değil, gözlerinizde. Siz, benim gördüğüm gibi göremiyorsunuz.”

Tayfa, başlarını öne eğer, gözlerini ovuşturur ve hatayı kendilerinde arardı. Çünkü Mirza Bey’in hiç yanıldığı görülmemişti!

İsyanın Kıyısı

Yıllar geçti. Zafer yine sulardaydı ama tayfa arasında fısıldaşmalar başlamıştı. Çünkü geminin gövdesi çürümüş, yelkenleri eskiyip yırtılmaya başlamıştı.

Tayfa lideri Kerem, bir gün cesaretini topladı ve kaptanın yanına gitti:

“Mirza Bey, gemimizin tahtaları su alıyor. Eğer tamir etmezsek batabiliriz.”

Mirza Bey gülümsedi, her zaman yaptığı gibi. Omzuna hafifçe vurdu ve şöyle dedi:

“Kerem, düşmanlarımızın seni kandırmasına izin verme! Bu gemi, yıllardır suyun üstünde kaldı. Eğer batacak olsaydı, çoktan batardı. Asıl mesele, bizim güçlü olup olmadığımızdır. Eğer yüreğin zayıfsa, gözlerin sana oyun oynar. Sen kalbini güçlendir, gemi kendini onarır.”

Kerem’in içini bir şüphe kapladı. Acaba gerçekten hata kendisinde mi idi?

Ama günler geçtikçe su, ahşap tahtaların arasından daha fazla sızmaya başladı. Tayfa yorgundu, gemi ağırlaşmıştı. Birkaç denizci dayanamayıp açıkça konuştu:

“Kaptan, gemi su alıyor. Bu, düşman oyunu değil! Gerçek bu!”

Mirza Bey’in gülümsemesi bir an kaybolur gibi oldu ama hemen toparlandı. Başını eğdi, gözlerini kıstı ve sesini derinleştirerek konuştu:

“Demek böyle düşünüyorsunuz. Yazık. Oysa ben sizin güçlü olmanızı isterdim. Ama anladım ki bazılarınız, gemimizin su almasını istiyor! Siz, bizim batmamızı isteyenlerdensiniz. Ve size söyleyeyim, biz batmayacağız! Çünkü biz Zafer’in mürettebatıyız!”

Tayfa, bu sözleri duyunca korktu ve sessizleşti. Çünkü kaptanın düşman olarak gördüğü biri olmak istemezlerdi. Kendi aralarında konuşsalar da, seslerini yükseltmeye cesaret edemediler.

Mirza Bey ise kendi içinden bir zafer kazanmış gibi hissetti. Onları yine ikna etmişti.

Övgü ve Gerçek

Günler geçtikçe geminin durumu daha da kötüleşti. Artık ahşaplar gıcırdıyor, su seviyesini aşmak için tayfa sürekli kovalarla suyu dışarı dökmek zorunda kalıyordu.

Ama bir mucize oldu. Bir limana ulaştılar!

Bu limanda Mirza Bey’in eski rakiplerinden biri vardı: Sadık Reis.

Tayfa, limana varır varmaz hemen tamir için yardım almak istese de, Mirza Bey onları durdurdu. Liman halkına seslendi:

“Bakın! Bizi eleştirenler bile şimdi hatamızı kabul etti! Demek ki biz doğru yoldaymışız!”

Sadık Reis, Mirza Bey’in bu sözlerine güldü ve ona seslendi:

“Mirza Bey, bu gemi su alıyor. Eğer bir kaptan gerçekten iyiyse, gemisini suyun üstünde tutmaz, onu sağlam yapar.”

Mirza Bey bir an duraksadı. İçinde bir öfke yükseldi ama bunu göstermek istemedi. Kendi sesini daha da yükseltti:

“Görüyorsunuz değil mi? Onlar bizim batmamızı istiyor! Ama Zafer asla batmayacak!”

Tayfa, bu sözleri duyunca yine sessiz kaldı. Ama içlerinde ilk defa bir şüphe büyümeye başlamıştı.

 Suyun Altı ve Üstü

Limanın rüzgârı kesilmiş, deniz sakinleşmişti. Gece olunca, Kerem ve birkaç tayfa gizlice gemiden inerek liman halkıyla konuştu. Limandaki eski denizciler, onlara acı gerçeği söyledi:

“Geminiz artık fazla dayanamaz. Eğer tamir edilmezse, bir sonraki fırtınada suyun altında kalırsınız.”

Kerem, gemiye döndüğünde Mirza Bey’in hala güverteye dikildiğini gördü. Yanına yaklaştı ve bir kez daha cesaretle konuştu:

“Kaptan, gemi gerçekten su alıyor. Eğer onu tamir ettirmezsek, hepimiz batacağız.”

Mirza Bey, bir süre sessiz kaldı. Ama sonra yine bildiği oyunu oynadı. Derin bir nefes aldı, gözlerini kısıp karanlık denize baktı ve ağır ağır konuştu:

“Kerem, sen ve senin gibiler, zaferden korkanlardansınız. Gemimizi tamir ettirmek istemen, aslında bizim batmamızı istemenizdir. Çünkü benim gibi biri her zaman suyun üstünde kalır. Ve bunu çekemeyenler, hep bir bahane bulur.”

Kerem artık dayanamıyordu. Yeterdi! Bağırarak cevap verdi:

“Kaptan! Denizin altı ve üstü var! Sen sadece üstte kalmayı biliyorsun. Ama biz batarsak, sen de bizimle gidersin! Gemiyi kurtarmak istemiyorsan, en azından bizim hayatımızı düşün!”

Bu sözler, Mirza Bey’in ilk kez gerçekten yüzünü sertleştirdi. Ama geri adım atmadı. Sadece başını çevirdi ve usulca şöyle dedi:

“Eğer gemimden memnun değilsen, inebilirsin Kerem. Yoluna bak.”

Kerem ve birkaç tayfa, çaresizce gemiyi terk etti. Kalanlar, Mirza Bey’e boyun eğdi. Çünkü onlar, denizin üstünde kalmaya inanmaya devam ediyordu.

Suyun Altında

Gemi tekrar denize açıldı. Ama çok geçmeden büyük bir fırtına patladı. Dalga, Zafer’in gövdesine çarptıkça çürük tahtalar çatırdadı, su içeri doldu. Tayfa, suyu boşaltmaya çalıştı ama gemi artık eskisi gibi suyun üstünde kalamıyordu.

Mirza Bey, dümen başında dimdik durdu. Ama ilk kez gözlerinde bir korku belirdi. Çünkü artık bildiği tüm sözler işe yaramıyordu.

Ve o gece, Zafer, denizin dibini gördü.

Ama Mirza Bey, batarken bile son sözünü söyledi:

“Bu bir ihanet! Eğer bana inansalardı, bu olmazdı!”

Ancak deniz, bu sözleri duymadı. Çünkü suyun üstünde kalmak isteyenler, suyun altındakileri asla duymazdı.

Erol Kekeç/03.03.2025/Sancaktepe/İST

1 Mart 2025 Cumartesi

Ramazan Ayı Adalet ve Malın İmtihanı

 


Ramazan ayı, yalnızca oruç tutma ayı değil; aynı zamanda merhametin, yardımlaşmanın ve adaletin hatırlandığı bir arınma dönemidir. Ancak bugünün dünyasında, özellikle de bizim toplumumuzda, bu kutsal ayın ruhuna ne kadar uygun yaşandığı büyük bir soru işaretidir. Zira Ramazan, sadece mideyi aç bırakmak değil; zulme karşı direnmeyi, mazlumun yanında olmayı, malın, servetin, zenginliğin Allah yolunda nasıl kullanılacağını sorgulamayı da emreder.

Ne yazık ki günümüzde, dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de adaletsizlik derinleşmekte, zengin ile fakir arasındaki uçurum her geçen gün büyümektedir. Ülkemizde 14 zengin, 45 milyon insanın toplam servetine sahipken, milyonlarca insan yoksulluk sınırının altında yaşam mücadelesi vermektedir. Bu, sadece ekonomik bir eşitsizlik değil, aynı zamanda büyük bir ahlaki çöküşün göstergesidir. Kur'an-ı Kerim, böylesi bir adaletsizliğe karşı Müslümanları açık bir şekilde uyarmakta ve malın nasıl bir imtihan aracı olduğunu vurgulamaktadır.

ALTIN VE GÜMÜŞÜ BİRİKTİRENİ BEKLEYEN TEHLİKE

Kur’an-ı Kerim’de, serveti biriktirip Allah yolunda harcamayanların başına gelecek olan azap hakkında şöyle buyrulmaktadır:

"Ey iman edenler! Şüphesiz, hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yere yer ve (insanları) Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip de onu Allah yolunda harcamayanları acıklı bir azap ile müjdele!"

(Tevbe Suresi, 34. Ayet)

"O gün (altın ve gümüş) cehennem ateşinde kızdırılıp onunla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacak (ve onlara): 'İşte bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir. Artık yığmakta olduğunuzu tadın!' (denilecektir)."

(Tevbe Suresi, 35. Ayet)

Bu ayetler, servet biriktirip paylaşmayanların ahirette nasıl bir azap ile karşılaşacağını açıkça bildirmektedir. Zira mal, mülk, servet; paylaşılmadığı, mazlumların yüzünü güldürmediği sürece insana bir fayda sağlamaz. Bilakis, kişinin cehennemde en ağır şekilde azap görmesine sebep olur.

GÜNÜMÜZDE ADALETSİZLİK VE ZULÜM

Bugün, fakirlerin Ramazan ayında bile bir lokma ekmeğe muhtaç olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Oysa bir yanda milyonlarca liralık iftar sofraları kuruluyor, diğer yanda açlıktan bayılan çocuklar var. Lüks içinde yaşayanlar, Ramazan’ın ruhunu eğlenceye çevirirken, garibanlar iftar yapacak bir parça ekmek bulmakta zorlanıyor.

Bu durumu İslam nasıl değerlendiriyor? Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

“Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” (Hadis-i Şerif, Müslim, İman, 134)

Bugün milyonlarca Müslüman, yoksulluğun pençesinde kıvranırken, bir avuç insanın servet içinde yüzmesi İslam’ın hangi değerleriyle bağdaşır? Müslüman toplumları saran zulmün ve ilahi gazabın en büyük sebeplerinden biri, adaletin çiğnenmesi ve fakirlerin aç bırakılmasıdır. Oysa Allah, adaletin tesis edilmediği, mazlumların gözetilmediği bir toplumda rahmetini değil, azabını hakim kılar.

MÜSLÜMANLAR İÇİN BİR UYARI

Ey Müslümanlar! Eğer bizler bu adaletsiz düzene karşı susar, mazlumun feryadına kulaklarımızı tıkarsak, zulmü normalleştirmiş ve onun bir parçası olmuş oluruz. Unutmayın ki, sessiz kalmak da zulme ortak olmaktır! Rabbimiz buyuruyor ki:

"Zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size ateş dokunur! Sizin Allah’tan başka dostunuz yoktur, sonra size yardım da edilmez."

(Hud Suresi, 113. Ayet)

Bu ayet, zalim düzenlere karşı sessiz kalmanın da büyük bir vebal olduğunu açıkça bildirmektedir. Eğer biz Ramazan ayında bile açların feryadına kulaklarımızı tıkıyorsak, vicdanlarımızı kör etmişiz demektir.

ÇÖZÜM VE ÇIKIŞ YOLU

  1. Sadaka ve İnfak Bilinci: Malımızı Allah yolunda harcamalı, fakirlerin yüzünü güldürmeliyiz. Çünkü servetin bereketi, paylaşmaktan geçer.

  2. Zalime Karşı Direniş: Zenginlik, bir zulüm aracı haline gelmişse, ona karşı durmak bir farzdır. Müslüman, hakkı söylemekten korkmamalıdır.

  3. İslami Ekonomi Modeli: Faiz ve sömürü düzenine karşı, İslam’ın adaletli ekonomik sistemini savunmalıyız.

  4. Toplumsal Dayanışma: Fakirlere sahip çıkmak, zekâtı hakkıyla vermek, paylaşımcı bir toplum oluşturmak zorundayız.

Unutmayalım ki, Allah’ın gazabı adaletsizliği yaygınlaştıranların, mazlumların feryadına kulaklarını tıkayanların ve serveti yalnızca kendi çıkarları için biriktirenlerin üzerine olacaktır. Ramazan, bir dönüşüm ayıdır. Şimdi hakikatin yanında durma, adaleti savunma ve mazlumun elinden tutma zamanıdır!

Bahadır Hataylı/01.03.2025/Sancaktepe/İST


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!