Bu Blogda Ara

20 Ocak 2025 Pazartesi

Suriye ve Bölgesel Dinamiklerin Stratejik Analizi

Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki, kaderimiz coğrafyamızla çok derinden bağlı. Tarih boyunca bu topraklarda yaşanan güç mücadeleleri, medeniyetlerin çatışma ve uzlaşı alanı haline gelen coğrafyamızı, çalkantılı bir tarih yazgısıyla öne çıkarmıştır. Bugün ise bu kader, Suriye krizinin yarattığı karmaşa ile çok daha farklı bir boyut kazanmış durumda.

Suriye'de yıllardır devam eden savaş, bölge halklarını zalim Baas rejiminin baskısından kurtulma umuduyla başlasa da, zamanla şiddetli bir çöküşe ve kontrolsüz bir güç mücadelesine dönüştü. Ancak bugün Suriye'nin geldiği nokta, bir kurtlar sofrasında elleri ve ayakları bağlı, savunmasız bırakılmış bir öküzün aç kurtlar tarafından çembere alındığı trajik bir manzara sunuyor. Bu metafor, bölgedeki iç karışıklıkları ve dış müdahalelerle birleşen güç oyunlarının, halkları nasıl bir av gibi ortada bıraktığını acı bir şekilde gözler önüne seriyor.

Bu karmaşaya üç büyük emperyalist güç; ABD, Birleşik Krallık ve İsrail yön veriyor. Colani ve HTŞ gibi yapıların, bu üçlüden bağımsız hareket ettiğini iddia etmek, gözümüzü ve kulağımızı kapatmamızı gerektirir. Bu emperyal güçlerin stratejileri, bölgeyi istikrarsız hale getirip çıkarlarına uygun şekilde yeniden dizayn etmeyi amaçlıyor.

Türkiye’nin Rolü ve Sınırlardaki Tehditler

Türkiye, bölgede çıkarlarını koruma ve istikrarı sağlama konusunda kritik bir rol oynuyor. Ancak bu kolay bir görev değil. Türkiye’nin sınırlarında terörle mücadele ederken karşılaştığı zorluklar, emperyal güçlerin bölgeyi dizayn etme çabalarıyla daha da artıyor. ABD’nin YPG ve PYD’ye olan desteği, bu çabaların bir parçası. Kuzey Suriye’de YPG ve PYD’nin kontrolü altındaki enerji kaynakları, bölge ekonomisine ciddi katkı sağlıyor. ABD’nin bu bölgede asker bulundurması ve yüzlerce tır silah göndermesi, bölgede kurulması planlanan adı konulmamış bir devleti desteklediğini gösteriyor. Bu destek, Türkiye'nin bölgedeki stratejik rolünü karmaşıklaştırırken, aynı zamanda bölgesel etkisini sınırlandırmayı hedefleyen bir hamle olarak değerlendiriliyor. Türkiye’nin bu durumu dengeleme çabaları, sadece askeri alanda değil, aynı zamanda diplomatik ve ekonomik düzlemde de daha geniş bir strateji gerektiriyor.

Türkiye ise komşusu Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak istiyor. Ancak bu hedef, emperyal güçlerin planlarıyla çelişiyor. Bu çelişki, bölgede çok daha büyük bir çatışma potansiyeli taşıyor. ABD, YPG ve PYD’nin özerklik ilanına karşı çıkan Türkiye’yi diplomatik ve stratejik oyunlarla oyalamaya çalışıyor.

PKK ve Güney’deki Yapılanma

PKK terörü ile mücadele konusundaki çabalarının büyük bir başarı ile sonlandığı anlatısı, çözümün sadece yüzeysel bir mesajdan ibaret olduğunu düşünmemize neden oluyor. PKK unsurlarının güneydeki yeni yapılanmaya entegre edilmesi gibi bir ihtimal, örgütün aslında çekildiği ama tamamen yok olmadığı anlamına geliyor. Bu durum, Türkiye’ye içeride PKK tehdidinin sona erdiği mesajını vermek amaçlı diplomatik bir manevra olarak algılanabilir. Ancak güneydeki bu yapı, bölgedeki istikrarsızlığın bir kaynağı olmaya devam edecektir.

Emperyal Güçlerin Stratejik Hedefleri

ABD, Birleşik Krallık ve İsrail gibi ülkeler, bölgeyi istedikleri şekilde dönüştürmek ve güç dengelerini kendi lehlerine çevirmek için büyük bir plan uyguluyor. Bu planların özü, bölge halkları arasındaki etnik ve mezhepsel çatışmalardan yararlanarak çıkarlarına uygun bir coğrafi ve siyasi düzen kurmaktır. HTŞ gibi yapılar, bu planların uygulamasında kilit rol oynuyor.

Emperyal güçlerin çıkarları, Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak yerine, bölgeyi parçalayıp kontrol edilebilir özerk yapılar oluşturmak üzerine yoğunlaşıyor. Bu strateji, bölgede uzun vadeli istikrarsızlık yaratırken, aynı zamanda bölge halklarının kendi geleceklerini belirleme hakkını da ellerinden alıyor.

Bölgedeki Aktörlerin Rolleri ve Türkiye’nin Stratejik Yaklaşımı

Suriye krizinde yer alan bölgesel aktörlerin her biri, kendi çıkarlarını maksimize etmek için farklı stratejiler izliyor. İran, Esad rejimine verdiği destekle bölgede nüfuzunu artırmayı amaçlarken, Rusya, Suriye’deki askeri varlığı üzerinden küresel bir güç olarak konumunu sağlamlaştırıyordu. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez ülkeleri ise, mezhepsel farklılıkları derinleştirecek politikalar izleyerek kendi bölgelerindeki hakimiyetlerini artırmaya çalışıyor. İsrail ise İran’ın bölgedeki etkisini sınırlandırmak için askeri operasyonlarını sürdürüyor.

Türkiye’nin bu denklemin içinde dengeli ve çok yönlü bir politika izlemesi hayati önem taşıyor. Hem sınır güvenliğini sağlamak hem de bölgesel istikrarı korumak adına Türkiye’nin atacağı adımlar, hem bölge halkları hem de uluslararası toplum için belirleyici olacaktır. Bu bağlamda Türkiye, şu stratejileri benimseyebilir:

  1. Diplomatik İnisiyatifler: Bölgedeki tüm aktörlerle diyalog kanallarını açık tutarak, barışçıl bir çözüm için liderlik rolü üstlenebilir. Astana ve Soçi süreçlerine daha aktif bir şekilde dahil olunmalı, uluslararası toplum nezdinde güçlü bir diplomasi yürütülmelidir.

  2. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma: Suriye’nin kuzeyinde ekonomik kalkınmayı destekleyen projeler geliştirilerek, bölge halkının Türkiye ile daha yakın ilişkiler kurması sağlanabilir. Bu, terör örgütlerinin bölgedeki etkisini azaltmada önemli bir rol oynayacaktır.

  3. Askeri Kapasitenin Güçlendirilmesi: Türkiye, sınır güvenliğini artırmak için savunma sanayine yaptığı yatırımları sürdürmeli ve askeri caydırıcılığını korumalıdır. Özellikle insansız hava araçları ve siber güvenlik alanlarındaki başarılar, bölgedeki tehditlere karşı etkili bir çözüm sunmaktadır.

  4. Mülteci Politikaları: Suriye’den gelen mültecilerin insani koşullar altında yaşamlarını sürdürebilmeleri için daha uzun vadeli ve sürdürülebilir politikalar geliştirilmelidir. Ayrıca, güvenli bölgelerin oluşturulmasıyla mültecilerin gönüllü geri dönüşü teşvik edilmelidir.

Ortak Gelecek İnşası

Suriye krizinin çözümü, sadece askeri yöntemlerle değil, aynı zamanda uzun vadeli diplomatik, ekonomik ve insani çabalarla mümkün olacaktır. Bölge ülkeleri ve uluslararası aktörler, kısa vadeli çıkar hesaplarından vazgeçerek, Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve halkların barış içinde yaşamasını sağlayacak adımlar atmalıdır.

Türkiye’nin bu süreçteki rolü, sadece kendi güvenliği açısından değil, aynı zamanda bölgedeki barış ve istikrar için de hayati bir öneme sahiptir. Ancak bu hedeflere ulaşmak için Türkiye’nin hem iç hem de dış politikada güçlü bir liderlik sergilemesi ve stratejik planlamayı öncelik haline getirmesi gerekmektedir.

Bahadır Hataylı/10.01.2025/Sancaktepe/İST

16 Ocak 2025 Perşembe

Mazlumlara Duyarsız Kalmak ve Gerçek İman Testi


“Onların bu konuda bir bilgisi yoktur; atalarının da yoktu. Ağızlarından çıkan söz ne kadar büyük! Onlar sadece yalan söylüyorlar.” (Kehf Suresi/5. Ayet)

Bu ayet, insanoğlunun söylediği sözlerin gerçeklikten ve samimiyetten uzak olabileceğine dikkat çekiyor. Kendini imanın merkezinde konumlandıran ve sözde “Müslümanız” diyenlerin, eylemleriyle imanlarının derinliğini sorgulamaları gerekmektedir. Bu çağda, mazlumlara yardım etmek bir yana, mazlumların çektikleri acılara karşı duyarsız kalmak bile büyük bir sorumluluk ve vebaldir. Empati, vicdan ve dayanışma duygularını yitiren toplumların çöküşü, manevi bir felaketin habercisidir.

İmanı Eylemlerle Sınamak

İnsanlar çoğu zaman mazlumların çektikleri acılar karşısında, “Bizim elimizden bir şey gelmez, emperyal güçlerin karşısında biz ne yapabiliriz ki?” diyerek sorumluluktan kaçıyor. Ancak bu şekildeki sözler, ayette belirtildiği gibi, büyük bir şekilde söylenen ama içi boş, eylemden yoksun sözlerden ibarettir. İman sadece dille söylenen bir olgu değil, aksine eylemle desteklenmesi gereken bir haldir.

Kur'an'ın bizlere öğrettiği gibi, bir insanın gerçek imanı, mazlumlara yardım etme konusundaki çabalarıyla test edilir. Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”

Bugün sadece komşusu değil, dünyanın çeşitli yerlerinde açlıktan, savaşlardan ve zulümlerden etkilenen milyonlarca insan vardır. Onlara yardım etmek bir tercihten öte, imanın gereği olarak karşımıza çıkmaktadır.

Mazlumlara Karşı Sorumluluklarımız

Mazlumlar için dua etmek elbette önemlidir, ancak sadece dua ile yetinmek, çaresizlik bahanesiyle harekete geçmemek büyük bir yanılgıdır. Kur'an, inananlara şu çağrıda bulunur:

“Hafif ve ağır olarak (imkânınıza göre) savaşa çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihat edin. Bu sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.” (Tevbe Suresi/41. Ayet)

Bugünün savaşı, silahlı bir mücadele yerine; mazlumların hakları için ses çıkarmak, zalimlerin oyunlarını bozmaya çalışmak, ekonomik destek ve dayanışma yollarıyla onların yanında olmaktır.

Emperyalizme Karşı Bilinçli Durmak

Emperyal güçlerin mazlum toplumlar üzerindeki etkisini kırmak için şunları yapabiliriz:

  1. Bilgilendirme ve Farkındalık Yaratma: Zalimlerin oyunlarını ifşa ederek toplumlarda farkındalık oluşturabiliriz. Medya, sosyal medya ve diğer iletişim kanallarını kullanarak mazlumların sesi olabiliriz.

  2. Ekonomik Destek: Mazlumların yaşam koşullarını iyileştirmek için ekonomik yardım kampanyaları düzenleyebilir, bağış yapabiliriz. Aynı zamanda zalim güçlerin ekonomik planlarına hizmet eden tüketim alışkanlıklarından kaçınmalıyız.

  3. Eğitim ve Bilinçlendirme: Toplumda adalet, dayanışma ve yardımlaşma bilincini yaymak için eğitim faaliyetleri düzenlenebilir. Gençlere vicdanın, adaletin ve yardımlaşmanın önemini aşılamak, geleceği şekillendirecektir.

  4. Zalimleri Boykot Etme: Zalim devletlerin ürettiği ürün ve hizmetleri boykot ederek ekonomik gücünü zayıflatabiliriz. Bu bireysel bir çaba gibi görünse de, toplu halde yapıldığında çok etkili olabilir.

  5. Siyasi Bilinç: Yerel ve uluslararası siyasette, mazlumların yanında duran, adalet ve barışı savunan liderleri desteklemek, zalimlerin oyunlarına karşı etkili bir mücadele yürütür.

Çıkar ve Dünya Malına Tapanlar

Bugün kendini “Müslüman” olarak tanıtan bazı insanların dünya malı peşindeki yarışı, imanlarıyla çelişkili bir durumu ortaya koyuyor. Mallarını, makamlarını ve servetlerini düşünmekten mazlumlara yardımı ikinci plana atan bu bireyler, söyledikleri sözlerle imanı gerçek anlamda yaşamayan kimselerdir. Halbuki İslam, dünya malına tamahı değil, yardımlaşmayı öncelikli kılar.

İyiliğe Giden Yol

Mazlumlara yardım etmek, zalimlere karşı şaşmayan bir duruş sergilemekle başlar. Şöyle bir düşünün: Eğer dünyada herkes zalime sessiz kalsaydı, hangi iyilik yeşerirdi? Sessiz kaldığımız her an, zalimin cesaret bulmasına vesile olur.

Büyük sözler yerine, küçük ama samimi adımlar atarak mazlumların sesi olabiliriz. Unutmayalım ki, bir insanın imanı, mazlumlara olan duyarlılığı kadar gerçektir. İyilik için atılan her adım, imanımızı pekiştiren bir sınavdır. Rabbimiz bizleri bu sınavdan başarıyla çıkan, mazlumların yanında duranlardan eylesin. Âmin.

Erol Kekeç/15.01.2025/Sancaktepe/İST

İnsan Denilen Meçhulün Varlık Sahnesindeki Yeri


İnsan... Kainatın ortasında durur gibi görünse de, gerçekte evrenin en karmaşık ve çözülmesi zor bilmecelerinden biridir. Onu anlamaya çalışan sayısız disiplin, felsefe, bilim ve sanat çabalarından bir iz bırakmış olsa da, insana dair cevaplar her zaman eksik ve yetersiz kalmıştır. Peki neden? Çünkü insanı anlamak, karmaşık bir evreni bir avuç suyla tarif etmeye çalışmak gibidir.

Bir bütün olarak ele almadığımızda, insanın sadece parçalarıyla yetiniriz ve bu parçalar bütünün gerçek anlamını asla vermez. Oysa insan, beden, zihin ve ruh üçlemesinden çok daha fazlasıdır. O, düşünce ile his, madde ile mana, çelişki ile ahenk arasında sürekli bir gelgit halinde var olan bir muammadır.

İnsan ve Bilinmeyenin İşareti

İnsana dair temel bir soru soralım: “İnsan nedir?” Bir canlı türü mü, bir ruh mu, yoksa sosyal bir varlık mı? Hepsi ve hiçbiri…

Biyoloji bize onun fiziksel yapısını, psikoloji onun düşünce ve davranışlarını, sosyoloji ise toplumsal ilişkilerini anlatır. Ancak bu disiplinlerin her biri, insana sadece kendi perspektifinden yaklaşır ve kaçınılmaz olarak yetersiz kalır.

Bir örnek verelim: Biyoloji, insanı bir DNA dizilimi olarak tanımlar ve fizyolojik mekanizmalarını ortaya koyar. Ancak, bu tanım sevginin neden kalp atışını hızlandırdığını ya da sanat eserlerinin ruhumuza neden dokunduğunu açıklamaz. Benzer şekilde psikoloji, bireyin duygusal derinliklerine iner, ancak bireyin ruhani deneyimlerini ya da toplumsal sorumluluklarını tam anlamıyla kapsayamaz.

İnsanın Kendiyle Savaşı

İnsan, çoğu zaman kendiyle savaş halindedir. Bu savaş, onun hem en büyük zaafı hem de gelişim potansiyelidir. Mesela bir insan, bir yandan ahlaki erdemlere bağlılığını söylerken diğer yandan çıkarları için bu erdemleri kolayca çiğneyebilir. Bu çelişki, insanı hem karmakarışık hem de derin kılar.

Bir bireyin, sevgi ve nefret gibi karşıt duyguları aynı anda yaşayabilmesi, onun çok bilinmeyenli bir denklem olmasının kanıtıdır. Freud’un “Çift Yönlülük” teorisi bu durumu çok iyi ifade eder; her birey içinde hem yaratıcı hem de yıkıcı bir gücü taşır. Hangisinin üstün geleceği, bireyin seçimlerine bağlıdır.

İnsan ve Evrenin Çelişkisi

Evrenin uçsuzluğunda insan, bir zerre kadar bile yer kaplamaz. Ancak bu zerre, tüm evreni anlamaya ve yorumlamaya çalışır. Bu çelişki, insanın hem büyüklüğünü hem de acziyetini gözler önüne serer.

Çünkü insan, evrenin bir parçasıdır ama aynı zamanda ona yabancıdır. Çok az bir zamana ve sınırlı bir mekana sahip olmasına rağmen, sonsuz bir anlam arayışı peşindedir. Bu nedenle dinler, felsefeler ve bilimler geliştirilmiştir. Ancak bu çabalar, insanın sonsuzluğuna dair bir parça açığa çıkarsa da, bütünü asla kapsayamaz.

Sorular ve Soruların Ötesi

İnsanı anlamak, sorular sormayı gerektirir. Ancak bu soruların yanıtları, genellikle yeni sorular doğurur. Mesela şu sorulara cevap arayalım:

  1. İnsan neden hayal kurar?

  2. Neden üzülür, neden sevinir?

  3. Adalet ve sevgi neden insanlar için bu kadar önemlidir?

  4. Vicdan nedir ve neden her insanın içinde farklı şekilde işler?

Bu sorulara cevap ararken fark ederiz ki, yanıtlarımız ne kadar ikna edici olursa olsun, insana dair tam bir resim sunmaz.

Birlikte Anlamak

İnsanı anlamak için, onu sadece fiziksel bir varlık olarak ya da sadece manevi bir özle sınırlandıramayız. Onun karmaşık yapısı, ancak tüm bu özelliklerin bir bütünü olarak ele alındığında anlam kazanır. İnsan, hem bireysel hem toplumsal bir varlık; hem yüksek bir bilinç hem de derin bir bilinmeyendir.

Bu bilinmezliğin ortasında, anlamaya çalışıp soru sormaya devam etmeliyiz. Çünkü her soru, insana bir adım daha yaklaşır ve her yanıt, onun gizemini biraz daha derinleştirir. Ancak böylece, insan denilen meçhulün varlık sahnesindeki yerini gerçek anlamda kavrayabiliriz.

Erol Kekeç/14.01.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!