Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki, kaderimiz coğrafyamızla çok derinden bağlı. Tarih boyunca bu topraklarda yaşanan güç mücadeleleri, medeniyetlerin çatışma ve uzlaşı alanı haline gelen coğrafyamızı, çalkantılı bir tarih yazgısıyla öne çıkarmıştır. Bugün ise bu kader, Suriye krizinin yarattığı karmaşa ile çok daha farklı bir boyut kazanmış durumda.
Suriye'de yıllardır devam eden savaş, bölge halklarını zalim Baas rejiminin baskısından kurtulma umuduyla başlasa da, zamanla şiddetli bir çöküşe ve kontrolsüz bir güç mücadelesine dönüştü. Ancak bugün Suriye'nin geldiği nokta, bir kurtlar sofrasında elleri ve ayakları bağlı, savunmasız bırakılmış bir öküzün aç kurtlar tarafından çembere alındığı trajik bir manzara sunuyor. Bu metafor, bölgedeki iç karışıklıkları ve dış müdahalelerle birleşen güç oyunlarının, halkları nasıl bir av gibi ortada bıraktığını acı bir şekilde gözler önüne seriyor.
Bu karmaşaya üç büyük emperyalist güç; ABD, Birleşik Krallık ve İsrail yön veriyor. Colani ve HTŞ gibi yapıların, bu üçlüden bağımsız hareket ettiğini iddia etmek, gözümüzü ve kulağımızı kapatmamızı gerektirir. Bu emperyal güçlerin stratejileri, bölgeyi istikrarsız hale getirip çıkarlarına uygun şekilde yeniden dizayn etmeyi amaçlıyor.
Türkiye’nin Rolü ve Sınırlardaki Tehditler
Türkiye, bölgede çıkarlarını koruma ve istikrarı sağlama konusunda kritik bir rol oynuyor. Ancak bu kolay bir görev değil. Türkiye’nin sınırlarında terörle mücadele ederken karşılaştığı zorluklar, emperyal güçlerin bölgeyi dizayn etme çabalarıyla daha da artıyor. ABD’nin YPG ve PYD’ye olan desteği, bu çabaların bir parçası. Kuzey Suriye’de YPG ve PYD’nin kontrolü altındaki enerji kaynakları, bölge ekonomisine ciddi katkı sağlıyor. ABD’nin bu bölgede asker bulundurması ve yüzlerce tır silah göndermesi, bölgede kurulması planlanan adı konulmamış bir devleti desteklediğini gösteriyor. Bu destek, Türkiye'nin bölgedeki stratejik rolünü karmaşıklaştırırken, aynı zamanda bölgesel etkisini sınırlandırmayı hedefleyen bir hamle olarak değerlendiriliyor. Türkiye’nin bu durumu dengeleme çabaları, sadece askeri alanda değil, aynı zamanda diplomatik ve ekonomik düzlemde de daha geniş bir strateji gerektiriyor.
Türkiye ise komşusu Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak istiyor. Ancak bu hedef, emperyal güçlerin planlarıyla çelişiyor. Bu çelişki, bölgede çok daha büyük bir çatışma potansiyeli taşıyor. ABD, YPG ve PYD’nin özerklik ilanına karşı çıkan Türkiye’yi diplomatik ve stratejik oyunlarla oyalamaya çalışıyor.
PKK ve Güney’deki Yapılanma
PKK terörü ile mücadele konusundaki çabalarının büyük bir başarı ile sonlandığı anlatısı, çözümün sadece yüzeysel bir mesajdan ibaret olduğunu düşünmemize neden oluyor. PKK unsurlarının güneydeki yeni yapılanmaya entegre edilmesi gibi bir ihtimal, örgütün aslında çekildiği ama tamamen yok olmadığı anlamına geliyor. Bu durum, Türkiye’ye içeride PKK tehdidinin sona erdiği mesajını vermek amaçlı diplomatik bir manevra olarak algılanabilir. Ancak güneydeki bu yapı, bölgedeki istikrarsızlığın bir kaynağı olmaya devam edecektir.
Emperyal Güçlerin Stratejik Hedefleri
ABD, Birleşik Krallık ve İsrail gibi ülkeler, bölgeyi istedikleri şekilde dönüştürmek ve güç dengelerini kendi lehlerine çevirmek için büyük bir plan uyguluyor. Bu planların özü, bölge halkları arasındaki etnik ve mezhepsel çatışmalardan yararlanarak çıkarlarına uygun bir coğrafi ve siyasi düzen kurmaktır. HTŞ gibi yapılar, bu planların uygulamasında kilit rol oynuyor.
Emperyal güçlerin çıkarları, Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak yerine, bölgeyi parçalayıp kontrol edilebilir özerk yapılar oluşturmak üzerine yoğunlaşıyor. Bu strateji, bölgede uzun vadeli istikrarsızlık yaratırken, aynı zamanda bölge halklarının kendi geleceklerini belirleme hakkını da ellerinden alıyor.
Bölgedeki Aktörlerin Rolleri ve Türkiye’nin Stratejik Yaklaşımı
Suriye krizinde yer alan bölgesel aktörlerin her biri, kendi çıkarlarını maksimize etmek için farklı stratejiler izliyor. İran, Esad rejimine verdiği destekle bölgede nüfuzunu artırmayı amaçlarken, Rusya, Suriye’deki askeri varlığı üzerinden küresel bir güç olarak konumunu sağlamlaştırıyordu. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez ülkeleri ise, mezhepsel farklılıkları derinleştirecek politikalar izleyerek kendi bölgelerindeki hakimiyetlerini artırmaya çalışıyor. İsrail ise İran’ın bölgedeki etkisini sınırlandırmak için askeri operasyonlarını sürdürüyor.
Türkiye’nin bu denklemin içinde dengeli ve çok yönlü bir politika izlemesi hayati önem taşıyor. Hem sınır güvenliğini sağlamak hem de bölgesel istikrarı korumak adına Türkiye’nin atacağı adımlar, hem bölge halkları hem de uluslararası toplum için belirleyici olacaktır. Bu bağlamda Türkiye, şu stratejileri benimseyebilir:
Diplomatik İnisiyatifler: Bölgedeki tüm aktörlerle diyalog kanallarını açık tutarak, barışçıl bir çözüm için liderlik rolü üstlenebilir. Astana ve Soçi süreçlerine daha aktif bir şekilde dahil olunmalı, uluslararası toplum nezdinde güçlü bir diplomasi yürütülmelidir.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma: Suriye’nin kuzeyinde ekonomik kalkınmayı destekleyen projeler geliştirilerek, bölge halkının Türkiye ile daha yakın ilişkiler kurması sağlanabilir. Bu, terör örgütlerinin bölgedeki etkisini azaltmada önemli bir rol oynayacaktır.
Askeri Kapasitenin Güçlendirilmesi: Türkiye, sınır güvenliğini artırmak için savunma sanayine yaptığı yatırımları sürdürmeli ve askeri caydırıcılığını korumalıdır. Özellikle insansız hava araçları ve siber güvenlik alanlarındaki başarılar, bölgedeki tehditlere karşı etkili bir çözüm sunmaktadır.
Mülteci Politikaları: Suriye’den gelen mültecilerin insani koşullar altında yaşamlarını sürdürebilmeleri için daha uzun vadeli ve sürdürülebilir politikalar geliştirilmelidir. Ayrıca, güvenli bölgelerin oluşturulmasıyla mültecilerin gönüllü geri dönüşü teşvik edilmelidir.
Ortak Gelecek İnşası
Suriye krizinin çözümü, sadece askeri yöntemlerle değil, aynı zamanda uzun vadeli diplomatik, ekonomik ve insani çabalarla mümkün olacaktır. Bölge ülkeleri ve uluslararası aktörler, kısa vadeli çıkar hesaplarından vazgeçerek, Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve halkların barış içinde yaşamasını sağlayacak adımlar atmalıdır.
Türkiye’nin bu süreçteki rolü, sadece kendi güvenliği açısından değil, aynı zamanda bölgedeki barış ve istikrar için de hayati bir öneme sahiptir. Ancak bu hedeflere ulaşmak için Türkiye’nin hem iç hem de dış politikada güçlü bir liderlik sergilemesi ve stratejik planlamayı öncelik haline getirmesi gerekmektedir.
Bahadır Hataylı/10.01.2025/Sancaktepe/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder