Bu Blogda Ara

12 Ocak 2025 Pazar

Kur'an'ın Yeterliliği ve Dinin Saf Kaynağına Dönüş

"Bugün, dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçtim." (Maide:5/3)

Bu ayet, İslam dininin temel taşlarından biridir. Allah Teâlâ, bu ifadeyle, insanlara bir din sunduğunu ve bu dini tamamladığını açıkça beyan etmiştir. Bu durum, Kur'an'ın insanlar için yeterli bir rehber olduğunu, dinin başka bir kaynağa ihtiyaç duymadığını ve insanların Allah'ın kitabının ötesinde yeni bir din oluşturma yetkisi olmadığını ifade eder. Ancak ne yazık ki tarih boyunca, Allah’ın bu apaçık mesajı, insan eliyle bulanıklaştırılmaya ve dinin saflığına gölge düşürülmeye çalışılmıştır.

Kur'an'ın Tamamlayıcı ve Yeterli Niteliği

Maide Suresi'nin bu ayeti, Resulullah'ın Veda Hutbesi sırasında nazil olmuştur ve vahyin kemale erdiğini bildirir. Bu, Allah’ın insanların hayatlarını düzenlemek için gönderdiği en son ve eksiksiz mesajıdır. Dolayısıyla Kur'an, İslam'ın tek ve yeterli kaynağıdır. Bunun ötesine geçip başka sözler ve rivayetlerle dini genişletmek, Allah'ın bu açık ayetine ters düşmek anlamına gelir.

Ancak tarih boyunca belli siyasi otoriteler, çeşitli hadis derlemelerini, mezhep kurallarını ve diğer kaynakları Kur'an'la eşdeğer veya ondan üstün tutarak dinin saflığını bozmaya çalışmıştır. Bu süreç, dinin anlaşılmasını zorlaştırmış, insanların özgür düşünmelerini engellemiş ve bireylerin Allah’ın dinini samimi bir şekilde yaşamalarını zorlaştırmıştır.

Resulullah'ın Yaşamına Yapılan İftiralar

Allah'ın Resulü, Kur'an'ın bizzat yaşayan bir örneği idi. Onun hayatı vahyin kendisiyle şekillenmişti. Ancak Resulullah'tan takriben 240 yıl sonra, onun adına çeşitli sözler derlenmiş ve yazıya geçirilmiştir. Bu sözler, kimi zaman Resulullah'ın gerçekten söylediği ifadeler olsa da, kimi zaman da uydurulmuş iftiralar içermektedir.

Bu uydurma sözlerin amacı açıktır: Dini bulanıklaştırmak, insanları manipüle ederek siyasi otoritelere boyun eğmelerini sağlamak ve Allah'ın apaçık mesajını karmaşıklaştırarak, bireylerin Allah ile doğrudan bir bağ kurmasını engellemek. Oysa Allah'ın Resulü, insanlara açık bir mesaj getirmiş ve "Ben size sadece vahyi bildiriyorum," diyerek bu konuda hiçbir şüphe bırakmamıştır.

Uydurmalarla Dinin Bulanıklaştırılması

Tarih boyunca din adına üretilen ve "hadis" adı altında aktarılan birçok rivayet, maalesef Kur'an'la çatışan ifadeler içermektedir. Örneğin:

  1. Kur'an'a aykırı hükümler: Kur'an, kadın ve erkek arasında adaletli bir denge kurarken, bazı hadisler kadınları aşağılayan ve onların haklarını kısıtlayan ifadeler içermektedir. Bu, Allah'ın Resulüne atılmış büyük bir iftiradır.

  2. Aşırıya kaçan ibadet anlayışları: Kur'an, ibadeti bir kolaylık ve Allah’a yaklaşma yolu olarak sunarken, bazı rivayetler ibadeti insanlara zorlaştıran bir hale getirmiştir.

  3. Dünyevi otoriteleri destekleyen ifadeler: Siyasi otoriteler, kendi güçlerini pekiştirmek için uydurulmuş hadisleri kullanarak, halkı boyunduruk altına almış ve din adına zulüm yapmıştır.

Kur'an'ın Uyarısı-Sadece Kur'an'a Sarılın

Allah’ın kitabında, insanların uydurmalarla dine ekleme yapmasının büyük bir yanlış olduğu açıkça ifade edilmiştir:

  • "Bu Kur'an, insanlara bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber ve bir rahmettir." (Casiye:45/20)

  • "Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resulüne çağrıldıklarında, müminlerin sözü sadece 'işittik ve itaat ettik' demekten ibarettir." (Nur:24/51)

Kur'an, müminlerden sadece Allah’ın kitabına ve Resulünün öğrettiği vahye tabi olmalarını ister. Bunun ötesinde üretilen hiçbir kaynak, İslam'ın temeli olamaz.

Allah'ın Resulünün Şikâyeti

Kur'an’da, Resulullah’ın şu sözlerine yer verilir:

  • "Ey Rabbim! Kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş bir kitap haline getirdi." (Furkan:25/30)

Bu ayet, Kur'an'ın insanlar tarafından nasıl terk edildiğini ve yerine başka şeylerin konduğunu apaçık ortaya koymaktadır. Allah'ın Resulü, kıyamet gününde ümmetinin Kur'an'dan uzaklaşmış olmasından dolayı Rabbine şikâyette bulunacaktır. Bu, bizlere büyük bir uyarıdır.

Resulün Yaşamı ve Vahiy

Allah'ın Resulü, Kur'an'ın bizzat yaşayan bir örneğiydi. O, hiçbir zaman vahyin dışına çıkmamış ve insanlara Kur'an'dan başka bir din sunmamıştır. Bu, onun ahlakını ve liderlik anlayışını şekillendiren en önemli unsurdu:

  • "O, hevâdan konuşmaz. Onun söyledikleri, kendisine vahyedilenden başka bir şey değildir." (Necm:53/3-4)

Bu ayetler, Resulullah’ın sadece vahyi tebliğ ettiğini ve kendi hevesleri doğrultusunda konuşmadığını açıkça ortaya koyar. Bu durumda, Resul adına uydurulan ve vahye aykırı olan sözlerin kabul edilmesi mümkün değildir.

Kur'an Dışı Din İnşasına Karşı Uyanış

Bugün, Allah’ın kitabının ışığında düşünme ve Kur’an’ı temel alarak hayatımızı şekillendirme zamanı gelmiştir. Dinin saflığını korumak için şu adımları atmalıyız:

  1. Kur’an’a Dönüş: Her şeyden önce Kur'an'ı anlamalı, okumalı ve hayatımıza tatbik etmeliyiz. Dinin tek kaynağı olarak Allah'ın kitabını kabul etmeliyiz.

  2. Uydurmalara Karşı Eleştirel Yaklaşım: Tarih boyunca din adına üretilen uydurmaları sorgulamalı ve bunların din üzerindeki etkilerini açıkça tartışmalıyız.

  3. Allah’ın Resulünü Doğru Anlamak: Resulullah’ın hayatını Kur'an ekseninde inceleyerek, onun gerçek örnekliğini öğrenmeliyiz. Onun adına uydurulan sözlere değil, vahyin kendisine odaklanmalıyız.

  4. Bilinçli Bir Toplum İnşası: Toplumu bilinçlendirmek ve Kur'an'ın mesajını yaymak için eğitim çalışmaları yapmalıyız. Özellikle genç nesillerin Kur'an’ı anlamasını sağlamalıyız.

Allah’ın kitabı, insanlara doğru yolu göstermek için gönderilmiş eksiksiz bir rehberdir. Bu kitabın dışında hiçbir kaynağın dine eklenmesi kabul edilemez. Maide Suresi'nin 3. ayeti, İslam’ın kemale erdiğini ve başka bir şeye ihtiyaç duymadığını açıkça beyan etmektedir.

Unutmayalım ki Allah’ın Resulü, insanlara vahyi tebliğ etmiş ve bu vahiy, bugün elimizde olan Kur'an'dır. O halde, Resulullah’ın gerçek mirasına sahip çıkmak ve dini bulanıklaştırmaya çalışan uydurmaları reddetmek, her Müslümanın görevidir. Allah’ın huzuruna çıktığımızda, "Ey Rabbim, senin kitabını yeterli gördüm ve onunla amel ettim," diyebilmek için bugün adım atmalıyız.

Rabbimiz bizlere Kur'an’ı anlamayı, yaşamayı ve insanlara en güzel şekilde örnek yaşamlarımızla anlatmayı nasip etsin. Amin.

Erol Kekeç/07.01.2025/Sancaktepe/İST

Yedi kat Yerin Dibinden Daha Derin Bir Çöküş

 


Sevgili Kardeşlerim,

Bugün size, yaşadığımız bu toprakların, cehennem tasvirlerini dahi aratacak hale nasıl geldiğini anlatmaya geldim. Bir ülke düşünün ki; yedi kat yerin dibindeki cehennemin bile adaleti karşısında, şu an içinde bulunduğumuz sistemden daha insaflı, daha merhametli, daha dürüst durduğu bir gerçeklikte yaşıyoruz.

Evet, her şeyin fiyatı on, on beş, yirmi kat artarken insanların alım gücü, yaşam enerjisi, umutları ve hatta insan onuru her geçen gün biraz daha çalınıyor. Bugün evine bir kilo et götüremeyen babalar var. Bir paket süt alamadığı için çocuğuna "Bugünlük idare et" demek zorunda kalan anneler var. Ama öte yanda, sınırsız harcama yetkisiyle donatılmış, asla hesap vermeyen, milletten alınan vergileri sadece belli zümrelere, belli çıkar çevrelerine peşkeş çeken bir yönetim var. Peki bu durumda, içinde yaşadığımız yerin cehennemden daha aşağıda olmadığını kim iddia edebilir?

Adaletsizlik ve Sınırsız Harcama Yetkisi

Bakınız, bu ülkede devlet dediğimiz yapının temel amacı, halkın refahını, güvenliğini ve geleceğini korumaktır. Ancak ne yazık ki, bu yönetim anlayışı halkı değil, belli çıkar gruplarını koruyor. Bir yönetim düşünün ki sınırsız harcama yetkisine sahip; istediği kadar harcıyor, istediği yere harcıyor, ama halkın önüne tek bir hesap koymuyor. "Bu parayı nereden aldım, nereye harcadım?" sorusunu kendisine sormuyor, sormak isteyenlere de türlü baskılar uyguluyor.

Biz burada günlük ekmeğini düşünen insanların sırtına bindirilmiş vergilerden söz ediyoruz. Öyle bir sistem ki; bir yandan halktan alınan vergilerle ülkenin tüm kaynakları tüketilirken, diğer yandan halk bu vergilerin nereye gittiğini sorguladığında ya korkutuluyor ya susturuluyor.

Vergi Adaletsizliği ve Halkın Ezilişi

Değerli dostlarım, bu ülkede bir kesim için vergi adeta birer yük değil; onlar için vergi muafiyetleri, teşvikler, aflar var. Ancak dar gelirli vatandaşlar, asgari ücretle geçinen aileler için vergi, hayatlarını sürdürebilmeleri için ödedikleri bedelin ta kendisi olmuş durumda. Bir düşünün: elektrik faturasına, su faturasına, market alışverişine ödediğiniz KDV'ler, ÖTV'ler… Hangi ihtiyaçtan vazgeçebilirsiniz? Elektriği kesebilir misiniz? Market alışverişinden mi kısarsınız? Çocuğunuzun eğitim masraflarını mı görmezden gelirsiniz?

Ama işin en acı tarafı şu: bu vergiler, halka hizmet olarak dönmüyor. Biz ne kendimizi güvenli buluyoruz, ne hastanelerimizi yeterli buluyoruz, ne de eğitim sistemimizi ayakta tutabiliyoruz. Bu vergiler nereye gidiyor? Elbette ki halktan alınan bu vergiler, belli kesimlere peşkeş çekiliyor. Halktan alınan para, halkın sorunlarını çözmek yerine, siyasi çıkar ilişkilerini beslemek için kullanılıyor.

Alt Gelir Grubunun Yaşadığı Dramatik Çöküş

Sevgili kardeşlerim, alt gelir grubu için yaşam artık bir sınav değil, bir ceza haline gelmiştir. Öyle bir durumdayız ki; insanların yaşamaktan bıktığı, çocuklarına bir gelecek sunmaktan umudu kestiği bir ortamda yaşıyoruz. Bugün bu ülkede gençler, geleceğe dair hayallerini kaybetmiş durumda. Üniversite mezunu gençlerimiz iş bulamıyor, iş bulsa da geçinemiyor. Emeklilerimiz, bir ömür çalıştıktan sonra rahat bir yaşam hayali kurmuşken, açlık sınırının çok çok altında bir maaşla hayatta kalma mücadelesi veriyor.

Ve en acısı ne biliyor musunuz? İnsanlar artık kendi hallerine razı olmuş durumda. Çünkü ne zaman seslerini yükseltmek isteseler, baskıyla, tehditle susturuluyorlar. İnsanların hakkını araması engelleniyor. Yoksulluğun normalleştirildiği, çaresizliğin kanıksandığı bir sistem inşa edildi.

Lüks İçinde Yaşayan Bir Azınlık

Ama öte yanda, bu ülkenin bir azınlığı, bu adaletsiz sistemin tüm nimetlerinden yararlanıyor. Bu azınlık, lüks içinde yaşıyor. Çocuklarını en pahalı okullara gönderiyor, en lüks araçlara biniyor, yurtdışında tatiller yapıyor. Ve tüm bunları yaparken, halktan alınan vergilerle beslendiklerini biliyorlar. Ama vicdanları zerre kadar rahatsızlık duymuyor.

Biz burada sadece maddi zenginlikten değil, vicdani fakirlikten de bahsediyoruz. Bir yönetim düşünün ki, halkını bu kadar büyük bir uçuruma sürüklüyor, ama dönüp bir kez olsun halktan özür dilemiyor. Bir yönetim düşünün ki, kendi hatalarının bedelini halkına ödetiyor, ama halkına bir kez olsun teşekkür etmiyor.

Çözüm- Adalet ve Şeffaflık

Peki, bu karanlıktan çıkış yolu yok mu? Elbette var! Bu ülkede en çok ihtiyaç duyduğumuz şey adalet ve şeffaflık. Eğer yönetim, halkın vergilerini nereye harcadığını açık bir şekilde ortaya koyarsa, eğer yönetim, halkın refahını kendi çıkarlarının önüne koyarsa, bu ülke yeniden ayağa kalkabilir.

Vergi sistemi adil bir şekilde yeniden düzenlenmeli. Dar gelirli vatandaşların üzerindeki vergi yükü azaltılmalı, gelir adaleti sağlanmalı. Halkın temel ihtiyaçlarına erişimini kolaylaştıracak politikalar hayata geçirilmeli. Ama en önemlisi, halktan alınan vergilerin nereye harcandığı açık bir şekilde halka sunulmalı. Yönetim, halkın önünde hesap verebilir olmalı.

 Cehennemden Çıkış Mümkün

Sevgili kardeşlerim, içinde bulunduğumuz bu karanlık tablo, umutsuzluğa kapılmamıza neden olmamalı. Evet, bugün bir cehennemin dibindeyiz. Ama unutmayın ki, her karanlık gecenin bir sabahı vardır. Eğer birlikte mücadele edersek, eğer adaletsizliğe, haksızlığa karşı sesimizi yükseltirsek, bu cehennemden çıkış mümkündür.

Unutmayın, bu ülke bizim. Bu topraklar, bu vatan, bu insanlar bizim. Bu ülkenin kaynaklarını, bu ülkenin zenginliklerini halkın yararına kullanacak bir sistem inşa edebiliriz. Ama bunun için birlik olmalıyız. Bunun için sesimizi yükseltmeliyiz. Çünkü susarsak, kaybederiz. Ama konuşursak, adalet arayışımızdan vazgeçmezsek, kazanabiliriz.

Gelin, hep birlikte bu karanlıktan bir çıkış yolu bulalım. Gelin, bu ülkeyi hak ettiği yere taşıyalım. Çünkü bu ülke, bir avuç azınlığın değil; hepimizin ülkesi. Çünkü bu ülke, cehennemden daha aşağıda bir yer değil; cennete dönüşebilecek bir topraktır. Yeter ki hep birlikte çalışalım.

Bahadır Hataylı/11.01.2025/Sancaktepe/İST

10 Ocak 2025 Cuma

BOB Projesi Ve AKP

 Değerli dostlar, bugün sizlerle AKP iktidarının özellikle "Büyük Ortadoğu Projesi" (BOB) "Büyük Osmanlı Projesi" adı altında toplumumuza neler yaptığını, bunu kılıfıyla nasıl perdelediğini ve bu yolla toplumu nasıl bir hipnoz altında tuttuğunu anlatacağım. Sözlerim sadece bir şahısa, partiye ya da gruba değil; toplumsal uyanışımızı sağlamak için bir çağrı niteliğindedir.

BOB ve Büyük Osmanlı Projesi- Bir Maskenin Ötesi

Bir düşünün: AKP iktidarı, "Büyük Osmanlı Projesi" gibi göz alıcı bir isimle ortaya çıkıyor. Tarihi mirasımıza olan sevgimizi, Osmanlı'ya duyduğumuz hürmeti manipüle ederek bize bir hayal satıyor. Oysa bu "Büyük Osmanlı Projesi" denilen planın, aslında ABD'nin "Büyük Ortadoğu Projesi"nin bir parçası olduğunu göremedik. Amaç Osmanlı'yı diriltmek değil; Ortadoğu'da sınırları yeniden çizmek, kaynakları sömürmek ve bölgede yeni bir dizayn oluşturmaktı. Peki, AKP bunu bize nasıl kabul ettirdi?

Değerlerimizi Kalkan Yaptılar

Bir toplumu uyutmak istiyorsanız, önce onun en kutsal değerlerini kullanırsınız. AKP de tam olarak bunu yaptı. Vatan, bayrak, din, cami, Kuran, türban gibi toplumun çok hassas olduğu değerleri öne sürerek, her hamlesini bu değerlerle meşrulaştırdı. Örneğin:

  • Vatan ve Bayrak: Her eleştiriyi "vatan hainliği" ile yaftaladılar. Bu yolla muhalifleri susturdular, sorgulamaya cesaret edenleri toplumsal linçe maruz bıraktılar.

  • Din ve Kuran: Dinî değerlerimizi siyasi emellerine alet ettiler. Camilerde propaganda yaptılar, şehvetle "Allah'ın bir lütfu" dedikleri olaylarla toplumu korkutma ve sindirme yoluna gittiler.

  • Türban: Türbanı siyasetin odağına yerleştirerek hem muhafazakar kesimi manipüle ettiler hem de toplumun diğer kesimlerini kutuplaştırdılar.

Medya Manipülasyonun Merkezi

Bir rejimi ayakta tutan şey, kitlelerin gerçekleri fark etmesini engellemekten geçer. AKP, bunu "kartel medya" diye adlandırılan kendi medya organlarıyla başarıyla başardı. Bu medya organları, yalanı gerçek gibi gösterdi, toplumu sürekli olarak "büyük tehditlerle" korkuttu ve AKP'yi bu tehditlere karşı "tek kurtuluş yolu" olarak sundu.

  • Ekonomik Zorluklar Bir "Lütuf" Gibi Sunuldu: İnsanlar çalışıyor, didiniyor ama kazançları faturalarına yetmiyor. Yine de bu tabloyu "sabır" ve "fedakarlık" olarak paketleyip bize sundular. Kendileri saraylarda yaşar, lüks içinde hayat sürerken halka "krizi aşkla dönüştürdük" diyerek manipüle ettiler.

  • Hedef Göstermek: Her zorlukta bir düşman yaratıldı: Bazen "faiz lobisi", bazen "dış güçler", bazen "içimizdeki hainler" suçlandı. Halk, gerçek problemin kim olduğunu sorgulayacak durumda bile bırakılmadı.

Toplumu Hipnotize Etmek

AKP’nin uygulamaları, toplumu çok iyi analiz eden bir stratejiye dayanıyordu. Toplumun zaaflarından faydalanarak, insanlara kendi gerçeklerini sorgulatmayacak bir hipnoz hali yarattılar. Bu hipnozun temel unsurları şunlardı:

  1. Korku Ortamı: Özgür basın susturuldu, muhalefet tehdit edildi. Halk, "konuşursam başıma bir şey gelir" korkusuyla susturuldu.

  2. Duygusal Sömürü: Her siyasi hamle "milli dava" olarak sunuldu. Örneğin, "Ayasofya’nın açılışı" gibi sembolik adımlarla toplumun duyguları manipüle edildi.

  3. Kutuplaştırma: Toplum ikiye bölünüyordu: AKP'ye oy verenler "vatansever", diğerleri "hain" ilan edildi. Bu kutuplaşma, insanların birbiriyle tartışmasını ve gözlerinin gerçeklere kapanmasını sağladı.

Manipülasyonun Sonuçları

Bugün geldiğimiz noktada şunları görüyoruz:

  • Toplumsal değerlerimiz yozlaştı.

  • Ekonomik kriz derinleşti.

  • Adalet sistemi zedelendi, insanlar hukuka olan inancını kaybetti.

  • Eğitim sistemi ideolojik bir yapıya dönüştü, bilim ve eleştirel düşünce dışlandı.

  • Genç nesiller, geleceklerini yurt dışında aramaya başladı.

Çıkış Yolu Uyanış ve Bilinçlenme

Değerli dostlar, bu hipnozdan kurtulmanın tek yolu, toplumsal bilinçlenmedir. Gerçekleri görmek, sorgulamak ve kendi kaderimize sahip çıkmaktır. Vatan, bayrak, din, cami, Kuran gibi kutsal değerlerimiz, bir siyasi aracın gölgesinde kalmamalıdır. Bu değerler, bizi ayrıştırmak için değil, birleştirmek için vardır.

Halk olarak, ekonomik zorlukları "kader" olarak değil, sistemin bir sonucu olarak görmeliyiz. Adaletin, hukukun ve eğitimin yeniden bağımsız bir zemine oturtulması için mücadele etmeliyiz. Medyanın tek sesliliğinden kurtulup özgür bir basını desteklemeliyiz. Ancak bu şekilde, manipülasyonların ve algı oyunlarının esaretinden kurtulabiliriz.

Unutmayalım ki, bu mücadele sadece bir siyasi partiye karşı değil; toplumsal değerlerimizin ve haklarımızın savunulması mücadelesidir. Geleceğimizi, çocuklarımızın geleceğini korumak için uyanmak zorundayız. Artık gözlerimizi açma ve harekete geçme zamanı geldi.

Erol Kekeç/10.01.2025/Namazgah/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!