Bu Blogda Ara

12 Ocak 2025 Pazar

Yedi kat Yerin Dibinden Daha Derin Bir Çöküş

 


Sevgili Kardeşlerim,

Bugün size, yaşadığımız bu toprakların, cehennem tasvirlerini dahi aratacak hale nasıl geldiğini anlatmaya geldim. Bir ülke düşünün ki; yedi kat yerin dibindeki cehennemin bile adaleti karşısında, şu an içinde bulunduğumuz sistemden daha insaflı, daha merhametli, daha dürüst durduğu bir gerçeklikte yaşıyoruz.

Evet, her şeyin fiyatı on, on beş, yirmi kat artarken insanların alım gücü, yaşam enerjisi, umutları ve hatta insan onuru her geçen gün biraz daha çalınıyor. Bugün evine bir kilo et götüremeyen babalar var. Bir paket süt alamadığı için çocuğuna "Bugünlük idare et" demek zorunda kalan anneler var. Ama öte yanda, sınırsız harcama yetkisiyle donatılmış, asla hesap vermeyen, milletten alınan vergileri sadece belli zümrelere, belli çıkar çevrelerine peşkeş çeken bir yönetim var. Peki bu durumda, içinde yaşadığımız yerin cehennemden daha aşağıda olmadığını kim iddia edebilir?

Adaletsizlik ve Sınırsız Harcama Yetkisi

Bakınız, bu ülkede devlet dediğimiz yapının temel amacı, halkın refahını, güvenliğini ve geleceğini korumaktır. Ancak ne yazık ki, bu yönetim anlayışı halkı değil, belli çıkar gruplarını koruyor. Bir yönetim düşünün ki sınırsız harcama yetkisine sahip; istediği kadar harcıyor, istediği yere harcıyor, ama halkın önüne tek bir hesap koymuyor. "Bu parayı nereden aldım, nereye harcadım?" sorusunu kendisine sormuyor, sormak isteyenlere de türlü baskılar uyguluyor.

Biz burada günlük ekmeğini düşünen insanların sırtına bindirilmiş vergilerden söz ediyoruz. Öyle bir sistem ki; bir yandan halktan alınan vergilerle ülkenin tüm kaynakları tüketilirken, diğer yandan halk bu vergilerin nereye gittiğini sorguladığında ya korkutuluyor ya susturuluyor.

Vergi Adaletsizliği ve Halkın Ezilişi

Değerli dostlarım, bu ülkede bir kesim için vergi adeta birer yük değil; onlar için vergi muafiyetleri, teşvikler, aflar var. Ancak dar gelirli vatandaşlar, asgari ücretle geçinen aileler için vergi, hayatlarını sürdürebilmeleri için ödedikleri bedelin ta kendisi olmuş durumda. Bir düşünün: elektrik faturasına, su faturasına, market alışverişine ödediğiniz KDV'ler, ÖTV'ler… Hangi ihtiyaçtan vazgeçebilirsiniz? Elektriği kesebilir misiniz? Market alışverişinden mi kısarsınız? Çocuğunuzun eğitim masraflarını mı görmezden gelirsiniz?

Ama işin en acı tarafı şu: bu vergiler, halka hizmet olarak dönmüyor. Biz ne kendimizi güvenli buluyoruz, ne hastanelerimizi yeterli buluyoruz, ne de eğitim sistemimizi ayakta tutabiliyoruz. Bu vergiler nereye gidiyor? Elbette ki halktan alınan bu vergiler, belli kesimlere peşkeş çekiliyor. Halktan alınan para, halkın sorunlarını çözmek yerine, siyasi çıkar ilişkilerini beslemek için kullanılıyor.

Alt Gelir Grubunun Yaşadığı Dramatik Çöküş

Sevgili kardeşlerim, alt gelir grubu için yaşam artık bir sınav değil, bir ceza haline gelmiştir. Öyle bir durumdayız ki; insanların yaşamaktan bıktığı, çocuklarına bir gelecek sunmaktan umudu kestiği bir ortamda yaşıyoruz. Bugün bu ülkede gençler, geleceğe dair hayallerini kaybetmiş durumda. Üniversite mezunu gençlerimiz iş bulamıyor, iş bulsa da geçinemiyor. Emeklilerimiz, bir ömür çalıştıktan sonra rahat bir yaşam hayali kurmuşken, açlık sınırının çok çok altında bir maaşla hayatta kalma mücadelesi veriyor.

Ve en acısı ne biliyor musunuz? İnsanlar artık kendi hallerine razı olmuş durumda. Çünkü ne zaman seslerini yükseltmek isteseler, baskıyla, tehditle susturuluyorlar. İnsanların hakkını araması engelleniyor. Yoksulluğun normalleştirildiği, çaresizliğin kanıksandığı bir sistem inşa edildi.

Lüks İçinde Yaşayan Bir Azınlık

Ama öte yanda, bu ülkenin bir azınlığı, bu adaletsiz sistemin tüm nimetlerinden yararlanıyor. Bu azınlık, lüks içinde yaşıyor. Çocuklarını en pahalı okullara gönderiyor, en lüks araçlara biniyor, yurtdışında tatiller yapıyor. Ve tüm bunları yaparken, halktan alınan vergilerle beslendiklerini biliyorlar. Ama vicdanları zerre kadar rahatsızlık duymuyor.

Biz burada sadece maddi zenginlikten değil, vicdani fakirlikten de bahsediyoruz. Bir yönetim düşünün ki, halkını bu kadar büyük bir uçuruma sürüklüyor, ama dönüp bir kez olsun halktan özür dilemiyor. Bir yönetim düşünün ki, kendi hatalarının bedelini halkına ödetiyor, ama halkına bir kez olsun teşekkür etmiyor.

Çözüm- Adalet ve Şeffaflık

Peki, bu karanlıktan çıkış yolu yok mu? Elbette var! Bu ülkede en çok ihtiyaç duyduğumuz şey adalet ve şeffaflık. Eğer yönetim, halkın vergilerini nereye harcadığını açık bir şekilde ortaya koyarsa, eğer yönetim, halkın refahını kendi çıkarlarının önüne koyarsa, bu ülke yeniden ayağa kalkabilir.

Vergi sistemi adil bir şekilde yeniden düzenlenmeli. Dar gelirli vatandaşların üzerindeki vergi yükü azaltılmalı, gelir adaleti sağlanmalı. Halkın temel ihtiyaçlarına erişimini kolaylaştıracak politikalar hayata geçirilmeli. Ama en önemlisi, halktan alınan vergilerin nereye harcandığı açık bir şekilde halka sunulmalı. Yönetim, halkın önünde hesap verebilir olmalı.

 Cehennemden Çıkış Mümkün

Sevgili kardeşlerim, içinde bulunduğumuz bu karanlık tablo, umutsuzluğa kapılmamıza neden olmamalı. Evet, bugün bir cehennemin dibindeyiz. Ama unutmayın ki, her karanlık gecenin bir sabahı vardır. Eğer birlikte mücadele edersek, eğer adaletsizliğe, haksızlığa karşı sesimizi yükseltirsek, bu cehennemden çıkış mümkündür.

Unutmayın, bu ülke bizim. Bu topraklar, bu vatan, bu insanlar bizim. Bu ülkenin kaynaklarını, bu ülkenin zenginliklerini halkın yararına kullanacak bir sistem inşa edebiliriz. Ama bunun için birlik olmalıyız. Bunun için sesimizi yükseltmeliyiz. Çünkü susarsak, kaybederiz. Ama konuşursak, adalet arayışımızdan vazgeçmezsek, kazanabiliriz.

Gelin, hep birlikte bu karanlıktan bir çıkış yolu bulalım. Gelin, bu ülkeyi hak ettiği yere taşıyalım. Çünkü bu ülke, bir avuç azınlığın değil; hepimizin ülkesi. Çünkü bu ülke, cehennemden daha aşağıda bir yer değil; cennete dönüşebilecek bir topraktır. Yeter ki hep birlikte çalışalım.

Bahadır Hataylı/11.01.2025/Sancaktepe/İST

10 Ocak 2025 Cuma

BOB Projesi Ve AKP

 Değerli dostlar, bugün sizlerle AKP iktidarının özellikle "Büyük Ortadoğu Projesi" (BOB) "Büyük Osmanlı Projesi" adı altında toplumumuza neler yaptığını, bunu kılıfıyla nasıl perdelediğini ve bu yolla toplumu nasıl bir hipnoz altında tuttuğunu anlatacağım. Sözlerim sadece bir şahısa, partiye ya da gruba değil; toplumsal uyanışımızı sağlamak için bir çağrı niteliğindedir.

BOB ve Büyük Osmanlı Projesi- Bir Maskenin Ötesi

Bir düşünün: AKP iktidarı, "Büyük Osmanlı Projesi" gibi göz alıcı bir isimle ortaya çıkıyor. Tarihi mirasımıza olan sevgimizi, Osmanlı'ya duyduğumuz hürmeti manipüle ederek bize bir hayal satıyor. Oysa bu "Büyük Osmanlı Projesi" denilen planın, aslında ABD'nin "Büyük Ortadoğu Projesi"nin bir parçası olduğunu göremedik. Amaç Osmanlı'yı diriltmek değil; Ortadoğu'da sınırları yeniden çizmek, kaynakları sömürmek ve bölgede yeni bir dizayn oluşturmaktı. Peki, AKP bunu bize nasıl kabul ettirdi?

Değerlerimizi Kalkan Yaptılar

Bir toplumu uyutmak istiyorsanız, önce onun en kutsal değerlerini kullanırsınız. AKP de tam olarak bunu yaptı. Vatan, bayrak, din, cami, Kuran, türban gibi toplumun çok hassas olduğu değerleri öne sürerek, her hamlesini bu değerlerle meşrulaştırdı. Örneğin:

  • Vatan ve Bayrak: Her eleştiriyi "vatan hainliği" ile yaftaladılar. Bu yolla muhalifleri susturdular, sorgulamaya cesaret edenleri toplumsal linçe maruz bıraktılar.

  • Din ve Kuran: Dinî değerlerimizi siyasi emellerine alet ettiler. Camilerde propaganda yaptılar, şehvetle "Allah'ın bir lütfu" dedikleri olaylarla toplumu korkutma ve sindirme yoluna gittiler.

  • Türban: Türbanı siyasetin odağına yerleştirerek hem muhafazakar kesimi manipüle ettiler hem de toplumun diğer kesimlerini kutuplaştırdılar.

Medya Manipülasyonun Merkezi

Bir rejimi ayakta tutan şey, kitlelerin gerçekleri fark etmesini engellemekten geçer. AKP, bunu "kartel medya" diye adlandırılan kendi medya organlarıyla başarıyla başardı. Bu medya organları, yalanı gerçek gibi gösterdi, toplumu sürekli olarak "büyük tehditlerle" korkuttu ve AKP'yi bu tehditlere karşı "tek kurtuluş yolu" olarak sundu.

  • Ekonomik Zorluklar Bir "Lütuf" Gibi Sunuldu: İnsanlar çalışıyor, didiniyor ama kazançları faturalarına yetmiyor. Yine de bu tabloyu "sabır" ve "fedakarlık" olarak paketleyip bize sundular. Kendileri saraylarda yaşar, lüks içinde hayat sürerken halka "krizi aşkla dönüştürdük" diyerek manipüle ettiler.

  • Hedef Göstermek: Her zorlukta bir düşman yaratıldı: Bazen "faiz lobisi", bazen "dış güçler", bazen "içimizdeki hainler" suçlandı. Halk, gerçek problemin kim olduğunu sorgulayacak durumda bile bırakılmadı.

Toplumu Hipnotize Etmek

AKP’nin uygulamaları, toplumu çok iyi analiz eden bir stratejiye dayanıyordu. Toplumun zaaflarından faydalanarak, insanlara kendi gerçeklerini sorgulatmayacak bir hipnoz hali yarattılar. Bu hipnozun temel unsurları şunlardı:

  1. Korku Ortamı: Özgür basın susturuldu, muhalefet tehdit edildi. Halk, "konuşursam başıma bir şey gelir" korkusuyla susturuldu.

  2. Duygusal Sömürü: Her siyasi hamle "milli dava" olarak sunuldu. Örneğin, "Ayasofya’nın açılışı" gibi sembolik adımlarla toplumun duyguları manipüle edildi.

  3. Kutuplaştırma: Toplum ikiye bölünüyordu: AKP'ye oy verenler "vatansever", diğerleri "hain" ilan edildi. Bu kutuplaşma, insanların birbiriyle tartışmasını ve gözlerinin gerçeklere kapanmasını sağladı.

Manipülasyonun Sonuçları

Bugün geldiğimiz noktada şunları görüyoruz:

  • Toplumsal değerlerimiz yozlaştı.

  • Ekonomik kriz derinleşti.

  • Adalet sistemi zedelendi, insanlar hukuka olan inancını kaybetti.

  • Eğitim sistemi ideolojik bir yapıya dönüştü, bilim ve eleştirel düşünce dışlandı.

  • Genç nesiller, geleceklerini yurt dışında aramaya başladı.

Çıkış Yolu Uyanış ve Bilinçlenme

Değerli dostlar, bu hipnozdan kurtulmanın tek yolu, toplumsal bilinçlenmedir. Gerçekleri görmek, sorgulamak ve kendi kaderimize sahip çıkmaktır. Vatan, bayrak, din, cami, Kuran gibi kutsal değerlerimiz, bir siyasi aracın gölgesinde kalmamalıdır. Bu değerler, bizi ayrıştırmak için değil, birleştirmek için vardır.

Halk olarak, ekonomik zorlukları "kader" olarak değil, sistemin bir sonucu olarak görmeliyiz. Adaletin, hukukun ve eğitimin yeniden bağımsız bir zemine oturtulması için mücadele etmeliyiz. Medyanın tek sesliliğinden kurtulup özgür bir basını desteklemeliyiz. Ancak bu şekilde, manipülasyonların ve algı oyunlarının esaretinden kurtulabiliriz.

Unutmayalım ki, bu mücadele sadece bir siyasi partiye karşı değil; toplumsal değerlerimizin ve haklarımızın savunulması mücadelesidir. Geleceğimizi, çocuklarımızın geleceğini korumak için uyanmak zorundayız. Artık gözlerimizi açma ve harekete geçme zamanı geldi.

Erol Kekeç/10.01.2025/Namazgah/İST

Manipülasyonun Tarihi ve Firavun’ un Söylemleri Üzerine

Firavun ’un söylemleri ve uygulamaları, tarihin en eski manipülasyon tekniklerinden biri olarak karşımıza çıkar. Firavun, halkını kendine bağımlı tutmak, otoritesini sorgulanamaz hale getirmek ve yaptığı zulmü meşrulaştırmak için ustaca bir algı yönetimi gerçekleştirmiştir. Kur’an’da geçen şu ayet, onun manipülasyon yöntemlerini çarpıcı şekilde ortaya koyar:

“Ben size sadece kendimce doğru bildiğim yolu gösteriyorum ve sizi ancak doğru yola götürüyorum.” (Mü’min Suresi/29)

Bu ifadede Firavun, kendisini halkın yegâne rehberi ve kurtarıcısı ilan eder. Burada iki kritik manipülasyon tekniği devreye girer:

1. Otoriteye Dayalı İkna: Firavun, kendi otoritesini sorgusuz kabul ettirmek için halkın bilgisizliğini ve korkularını kullanır. “Doğruyu en iyi bilen benim” diyerek alternatif düşünceleri baştan reddeder.

2. Tehlike Algısı Yaratma: Halkına sürekli olarak dış bir tehlike fikrini aşılar. Musa’nın dinini değiştirme ihtimalinden “endişe duyduğunu” dile getirdiğinde, aslında halkı Musa’ya karşı kışkırtır:

“Musa’nın sizin dininizi değiştirmesinden veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmasından korkuyorum.” (Araf Suresi/26)

Bu söylemler, günümüz algı yönetiminde kullanılan “korku stratejisi” ile birebir örtüşür. İnsanları korkutmak, onları kolayca yönlendirebilmenin en etkili yollarından biridir. Firavun, Musa’nın mesajını bir tehdit olarak tanımlar; halbuki asıl tehdit kendi baskıcı rejimidir. Ama bu gerçeği ters yüz eder ve kendini “tehlikeyi önleyen lider” pozisyonuna taşır.

Günümüz Manipülasyonlarıyla Bağlantısı

Bugün de birçok lider, Firavun ’un kullandığı bu yöntemlere başvuruyor. Şu benzerlikleri görebiliriz:

1. Kendi Otoritesini Mutlak Hakikat Olarak Sunma:

Modern manipülatörler, Firavun gibi, “Ben doğruyu biliyorum” diyerek halkı alternatif düşüncelere kapatır. Medya, eğitim ve propagandayla bu algıyı pekiştirirler. Örneğin, farklı görüşleri bastırmak veya susturmak için “aykırı sesler” bir tehdit gibi gösterilir.

2. Tehlike ve Düşman Üretme:

Firavun ’un Musa’yı “dininizi bozacak” şeklinde yaftalaması, bugün de sıkça karşımıza çıkar. Sistem, bir “öcü” yaratır ve toplumu bu tehdide karşı birleştirir. Örneğin, muhalifler ya da farklı fikirler, “ülkenin huzurunu bozmakla” suçlanır ve halk bu yolla yönlendirilir.

3. Zulme Meşruiyet Sağlama:

Firavun ’un zulmünü, “kamu yararına” yapılan bir müdahale gibi göstermesi, günümüzde de otoriter yönetimlerin sıkça kullandığı bir yöntemdir. “Güvenlik” adı altında özgürlüklerin kısıtlanması, “toplum düzeni” gerekçesiyle baskıcı politikaların uygulanması bu anlayışın modern izdüşümüdür.

Sorgulama ve Gerçekler

Firavun ’un manipülasyonları ile modern algı yönetimlerini sorgularken şu soruları sormalıyız:

Kimin doğrusu doğru? Bir liderin “Ben doğruyu biliyorum” demesi, o liderin gerçek rehber olduğu anlamına gelir mi? Yoksa bu, sorgulamayan bireyleri kontrol altında tutmanın bir yolu mu?

Korkularımız kime hizmet ediyor? Tehdit algısı, gerçekten bir tehlikeye mi dayanıyor, yoksa bir manipülasyon aracı olarak mı kullanılıyor?

Adaletin kılıfı zulüm mü? Zulmün “düzeni koruma” gerekçesiyle meşrulaştırılması ne kadar doğru?

Firavun, Musa’nın getirdiği hakikati kabul etmek yerine, onun mesajını bozgunculuk olarak nitelendirdi. Günümüzde de hakikati dile getirenler “tehlike” ilan ediliyor. Bu durumda yapılması gereken, korkuların esiri olmadan hakikati araştırmak ve otoriteye boyun eğmek yerine vicdani bir sorgulama gerçekleştirmektir.

Firavun ’un sözleri ve yöntemleri, yalnızca tarihsel bir olay değil, aynı zamanda günümüze ışık tutan bir ibrettir. İnsanlık, manipülasyon tekniklerini tanıyıp sorgulamadıkça, Firavun ’un izinden giden otoritelerin etkisi altında kalmaya devam edecektir. Ancak Musa’nın cesareti ve hakikate bağlılığı, her dönemde karanlığı aydınlatan bir rehber olarak varlığını sürdürecektir. Firavunların çağları geçer; ama hakikat ve adalet arayışı daimdir.

Erol Kekeç/06.01.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!