Bu Blogda Ara

6 Ocak 2025 Pazartesi

Hakkın Savunucusu Olmak

Hakkın yanında yer almak ve bu hakikatin tanığı olmak, Kuran-ı Kerim'de inananlara önemli bir görev olarak yüklenmiştir. Bu, sadece bireysel bir sorumluluk değil, aynı zamanda toplumsal bir yükümlülüktür. Müminlerin hakkı savunmaktan çekinmemesi, adaletin tesisine katkıda bulunması ve zulme karşı dirayet göstermesi gerektiği sık sık vurgulanır.

Hakkı Ayakta Tutmak

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan ve adaletle şahitlik eden kimseler olun.”
(Maide Suresi: 5/8)

Bu ayet, müminlerin görevini net bir şekilde açıklar. Hakkı savunmanın ve adaleti sağlama çabasının, kişinin imanıyla doğrudan bağlantılı olduğunu belirtir. Allah adına şahitlik etmek, yalnızca doğruyu ifade etmekten ibaret değildir; aynı zamanda tüm adaletsizliklere karşı durmayı ve güçlüden yana olmak yerine, mazlumun hakkını korumayı içerir. Buradaki anahtar mesaj, bir müminin her koşulda adaleti öncelemesi gerektiğidir.

Örneğin, bir toplumda yöneticiler ya da etkili kimseler zulme neden oluyorsa, buna sessiz kalmak bir müminin sorumluluklarını ihmal etmesi anlamına gelir. Hakkın ve adaletin şahidi olmak için, birey toplumsal sorunlara duyarsız kalmamalıdır. Bir öğrencinin sınıf arkadaşlarına adil davranmasından, bir işverenin çalışanlarına insanca muamele etmesine kadar her alanda bu ilke geçerlidir. Toplum bu düstur üzerine şekillendiğinde, huzur ve güven tesis edilir.

Hükümlerin Üstünlüğü

“Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”
(Maide Suresi:5/45)

Bu ayet, insanlara yalnızca Allah'ın koyduğu hükümlere uymanın gerekliliğini hatırlatır. Eğer insanlar kendi arzu ve çıkarları doğrultusunda hareket ederek ilahi hükümlere aykırı davranırlarsa, sonuçta zulüm kaçınılmaz olacaktır. İnsanlık tarihine baktığımızda, birçok toplumun adaletten saparak kendi heva ve heveslerine uyması nedeniyle çöktüğünü görebiliriz.

Kuran'ın bu uyarısı, aynı zamanda günümüz dünyasına da önemli bir ders sunmaktadır. Medyada görülen haksızlıklar, adaletin belirli çıkar gruplarına göre şekillendirilmesi ve güçlünün haklı sayıldığı düzenler, bu ayetin önemini daha iyi anlamamıza yardımcı olur. İnsanların Allah'ın ölçüleri doğrultusunda hareket etmeyi bırakması, hem bireysel hem de toplumsal olarak çürümenin başlangıcıdır.

Zor Koşullarda Hak ve Adaletin Savunulması

“Ey iman edenler! Kendiniz, anne babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa Allah için adaleti ayakta tutan kimseler olun…”
(Nisa Suresi:4/135)

Bu ayet, adaletin evrensel olduğunu ve akrabalık, dostluk ya da kişisel menfaatlerle gölgelenmemesi gerektiğini ifade eder. İnanan bir bireyin, sevdiklerine zarar geleceğini bilse bile hakka ve adalete sırt çevirmemesi öğütlenir. Bu, çok zor bir görevi işaret eder; zira çoğu zaman insanlar yakınlarını ve çıkarlarını koruma eğilimindedir. Ancak bu, müminin imanı ve ahlakıyla sınandığı kritik bir alandır.

Günümüzde de adaleti savunmak ve hakkı söylemek zorlayıcıdır. Hakkın savunucusu olmak demek, güçlüye karşı dik durmayı, popüler görüşlere aykırı olsa da gerçeği haykırmayı gerektirir. İster çalışma hayatında ister aile ilişkilerinde olsun, bu ilke bireyin yaşamında belirleyici olmalıdır.

Örneğin, bir iş yerinde adaletsiz davranışlarla karşılaşan bir birey, bu durumu dile getirmekten çekinmemelidir. Hakların korunması için atılan bu adımlar, toplumu daha yaşanabilir bir hale getirecektir.

Hakkın Savunucusu Olmanın Toplumsal Önemi

Hakkı ve adaleti savunmak, bireysel bir sorumluluktan çok, toplumu ilgilendiren bir meseledir. Toplumlar, ancak adalet temelinde varlığını sürdürebilir. Haksızlıklar karşısında sessiz kalan bireylerden oluşan bir toplum, yozlaşma ve çürümeden kaçamaz. Bu nedenle, inananlar hakkı ayakta tutmalı, zulümle mücadele etmeli ve adil bir düzenin tesisi için çaba göstermelidir.

Bu doğrultuda Kuran, insanlara sadece kendi hayatlarını değil, aynı zamanda diğer insanların haklarını da savunmaları gerektiğini hatırlatır. Zulmün olduğu yerde Allah’ın adaletini savunmayan bireyler, dolaylı yoldan bu zulme ortak olur. Peygamber Efendimizin şu hadisi bu durumu açıkça anlatır:

“Bir kötülük gördüğünüzde, onu elinizle düzeltin; buna gücünüz yetmezse dilinizle, buna da gücünüz yetmezse kalbinizle buğz edin. Bu, imanın en zayıf halidir.”

Bu öğreti, hakkı ve adaleti savunmanın inançla ne kadar derin bir bağa sahip olduğunu gösterir. Kuran ve sünnetin ışığında bir toplum, her bireyin hakkını savunduğu bir yapıya kavuşabilir.

Hakkın Savunucusu Olarak Yaşamak

Hakkı savunmak ve adaletin tesisinde rol almak, Kuran'ın insana yüklediği büyük bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu yerine getirmek, sadece bireysel olarak Allah katında bir mertebe kazandırmaz; aynı zamanda toplumların huzura kavuşmasını sağlar. Bu, zorlayıcı ama bir o kadar da anlamlı bir yoldur. Herkesin hakkını savunduğu, adaleti öncelediği bir dünya, Allah’ın rızasına ve cennetine ulaşmanın yollarından biridir.

İnsanlar, bu dünya için geçici olan şeylerin peşinde koşarken adaleti ve hakkı arka plana atmamalıdır. Aksine, Kuran’ın öğütlerini hayatlarına rehber edinerek güçlü bir iman, sağlam bir ahlak ve insanca bir yaşamın mümkün olduğunu göstermelidirler.

Günümüzde bireylerin bu görevleri yerine getirmesi, birçok sorunun çözümü için anahtar olacaktır. Hakkın yanında durmayı seçenler, sadece kendi yaşamlarını değil, aynı zamanda çevrelerindeki insanların yaşamlarını da güzelleştirebilir. Bu, Allah’ın hoşnut olacağı bir hayatın temelidir. O halde, her bir mümin kendine şu soruyu sormalıdır: “Ben hakkı ve adaleti savunan bir yaşamın neresindeyim?”

Erol Kekeç/04.01.2025/Sancaktepe/İST

5 Ocak 2025 Pazar

Dar Gelirlilerin Manifestosu-Onurlu Yaşam Talepleri

Hadi gelin, ülkenin kenar mahallesinde yaşayan o asgari ücretliyi düşünelim. Sabahın kör karanlığında kalkar, buz gibi soğuk havaya rağmen elinde koca bir umutla yola koyulur. Nedir bu umut? Karnını doyurmak, çocuğunun defter parasını denkleştirmek, elektrik faturası kesilmeden bir çözüm bulmak... Ama işin en can yakıcı tarafı nedir bilir misiniz? Bu umut, yönetimin elindeki kaşığın ucuna yerleştirilmiş kırıntılar kadar bir şeydir; küçük, eksik ve insan onurundan fersah fersah uzak.

“Kaşığın ucu” dedik ya, işte bu benzetme aslında tam da dar gelirli vatandaşın aldığı her kuruş için yapılmıştır. Yönetim, bu vatandaşa “Bak işte, biz sana bunu da veriyoruz. Haline şükret!” diyor. Ama sonra bakıyorsunuz, bir başka kesime gelince kaşık birden büyük bir kepçeye dönüşüyor. Hele o kamu kaynaklarıyla sürekli semirtilen kesimler yok mu? İşte bu adaletsizlik; bu iki yüzlülük insanın içini cız ettiriyor.

İki Dünya-Bir Yanda Zenginlik, Bir Yanda Yoksulluk

Bir ülke düşünün; bir tarafında konvoylarla açılan yollar, gösterişli törenler, hesapsız harcanan paralar; diğer yanda ay sonunu nasıl getireceğini kara kara düşünen insanlar. Bakın açık konuşalım; bu insanlar sadaka istemiyor, adalet istiyor! Kimse 10 saatin üzerinde çalışıp sonunda aldığı maaşla sadece hayatta kalmayı sürdürmek zorunda olmamalı. O maaşla yaşayabilmek, belki biraz da insanca bir şeyler yapmak hakkıdır.

Ama gerçekte ne oluyor? Geçim mücadelesi veren emeklinin 12.500 yüz lira maaşına göz ucuyla bakılırken, lüks semtlerde yükselen plazalardan ülkeyi yönetenler halktan kopmuş durumda. Bu ne büyük bir ironidir! Bir yanda hayatta kalmak için didinen, öte yanda halkın sırtından kazanıp şaşaalı hayatlar sürenler. Sizce bu kabul edilebilir mi? Bu mu adalet?

Dar Gelirlinin Günlüğü

Bir emekli düşünüyoruz: 35 yıl çalışmış. Sağlığını yitirmiş ama alın teriyle bir gelecek kurmaya çalışmış. Bugün ise bin bir sıkıntıyla kiralık evinde gün sayıyor. Elektrik, su, doğalgaz faturaları el yakıyor; market fiyatları uçmuş. Et almayı bırakın, peynirle ekmek lüks olmuş. Ay sonunda ödemesi gereken borçlar için “Bunu mu ödeyeyim, onu mu geciktireyim?” diye kara kara düşünüyor. Kim bilir belki en son doktora gittiğinde yazılan ilaçların yarısını almayı bile göze alamadı.

Ya asgari ücretlinin durumu? Aldığı maaş neredeyse iki haftalık mutfak masrafına yetmiyor. Evdeki çocuğu yeni ayakkabı istediğinde boynunu büküp kıvrandığını kimse görmüyor tabii. Marketten artık gıda ürünlerinin en alt kademesi alınırken “Acaba ay sonunda bir de okula yol parası kalır mı?” diye dert ediyor.

İşte bu insanlar, yani dar gelirli vatandaşlar, aslında bu ülkenin görünmeyen kahramanlarıdır. Sabırla çalışır, dişini tırnağına takar ve yine de hep geri planda kalır. İnsanlık onuruna yaraşır bir yaşam talep etmek, bu insanların hakkıdır.

Soru Soralım-Neden Hep Kaşığın Ucu?

Hadi sorgulayalım! Neden kaynaklar adaletli dağılmıyor? Neden dar gelirliye hep kırıntı layık görülürken, belli zümreler geniş avantajlarla besleniyor? Çıkıp deyin, “Adaleti biz böyle mi sağlıyoruz?” Enflasyonu düşürememiş, piyasaları yönetememişsiniz, peki ama dar gelirliyi ezmek nasıl bir marifet olabilir ki? Siz halk için değil, kendiniz ve çevreniz için mi varsınız?

Bazıları çıkıp “Bütçe yetersiz, kaynaklar kısıtlı” diye savunma yapabilir. Ama ne hikmetse bu kısıt, asla şatafatlı projelere gelmez. O projeler ki, çoğu zaman halkın gerçek ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak, süs niyetine yapılan işlerdir. Köprüler, havaalanları, saraylar… Ama bunlar yapılırken halkın omzundaki vergi yükü artar. Yıllardır vergilerle katlanan bütçelerde dar gelirli için bir pay bulunmazken, “öncelikli” denilen projeler hep birilerine fayda sağlar.

İnsan Onuruna Saygı-Bir İnsanlık Hakkı

Dar gelirli vatandaşlar sadece yardım beklemiyor; onurlu bir yaşam sürdürmek istiyor. Bunun adı insan onuruna saygıdır ve bu hakkı vermek devletin birincil görevidir. Bir devletin görevi, vatandaşını hayatta tutmaya çalışmak değil; onu insanca yaşatmaktır.

Bir an için şöyle düşünelim: Eğer maaşlar doğru bir şekilde düzenlense, temel ihtiyaçlar karşılanabilir olsa ve biriken borçlar altında inleyen bu insanlar feraha kavuşsa, toplumdaki huzur seviyesi nerelere çıkabilir? Bunun farkında olmayan bir yönetimin toplum vicdanında mahkûm olması şaşırtıcı değildir. Ancak unutulmamalıdır ki, halk sustuğunda hesap sormuyor gibi görünebilir ama adalet arayışı gün gelir volkan gibi patlar.

Adalet İçin,

Buradan sesleniyoruz:

  1. Adil Gelir Dağılımı Sağlansın: Kaynaklar hakkaniyetli bir şekilde dağıtılsın. Lüksü beslemekten vazgeçip, dar gelirliyi refaha kavuşturun. Artık kimse kırıntılarla yetinmek zorunda bırakılmasın!

  2. Vergi Sistemi Gözden Geçirilsin: Zenginle yoksulu aynı kefeye koyan vergi sistemine dur deyin! Adil bir vergi reformu gerçekleştirilmeden bu adaletsizlik düzelmez.

  3. Asgari Ücret Onurlu Yaşam Sağlasın: Asgari ücret açlık sınırının altında kalamaz. İnsanca yaşamak temel bir haktır ve bu hak göz ardı edilemez.

  4. Emekliler Unutulmasın: 30-40 yıl çalışarak hizmet veren bir emeklinin bugünkü yaşam koşullarında sürünmesi kabul edilemez. Emekliler huzurlu bir hayat sürebilsin diye maaşları artırılsın.

  5. Sosyal Yardımlar Artırılmalı: Yardımlar sadece geçici çözümler sunmamalıdır. İnsanları üreten bireylere dönüştürecek, hayat standartlarını yükseltecek programlar geliştirilmeli.

  6. İnsanca Çalışma Şartları Sağlansın: Herkes, daha az çalışarak daha insani bir yaşam sürebilmeli. Fazla mesailerle geçinmeye çalışmak yerine, çalışma saatleri yeniden düzenlenmeli.

Kalkıp Haklarımızı Talep Edelim

Dar gelirli vatandaşlar, asgari ücretliler, emekliler… Bu toplumun omurgasını oluşturan sizlersiniz. Korkmayın, bu sizin hakkınız! İnsanlık onuruna uygun bir yaşam talep etmek sizin doğuştan gelen bir hakkınızdır. Bu manifestonun her satırı da size aittir ve ancak sizler haklarınıza sahip çıkarsanız değişim mümkün olabilir.

Ayağa kalkın ve hesap sorun! Çünkü kaşığın ucunda verilenle yetinmek istemediğinizi, bu ülkenin gerçek sahipleri olduğunuzu herkese hatırlatmanın vakti geldi! Gücünüz, birliğinizdedir ve unutmayın: Siz bu toplumun vicdanısınız, gerisi sadece bir hayalden ibarettir.

Bahadır Hataylı/04.01.2025/Sancaktepe/İST

3 Ocak 2025 Cuma

Toplumsal Çöküşü Anlatan Bir Siyasetçi Nutku

 

Saygıdeğer vatandaşlarım,

Bugün burada, toplumumuzun vicdanına seslenmek için toplandık. Ben bir siyasetçi olarak, sadece bir lider değil; aynı zamanda sizin gibi bir insanım. Gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum ve kalbimle hissettim ki, önümüzde çözülmesi gereken çok derin bir yara var. Bu yara, ne sadece ekonomik bir kriz ne de sadece siyasi bir bunalımdır. Bu yara, toplumsal çöküşün acısıdır.

Günümüzde bireyler birbirinden kopmuş, komşularımızın yüzünü unutmuş, çocuklarımız için kurduğumuz hayaller yerini endişelere bırakmış durumda. İşte bu bir alarm zildir. O çalıyor; şu anda duymuyorsanız, belki kalplerimiz çoktan taş kesilmiştir.

Peki, neden bu hale geldik? Nerede yanlış yaptık? Gelin, bu soruları birlikte yanıtlayalım.

Bir zamanlar, ahlakımızın direğini oluşturan değerlerimiz vardı. Komşuluk, dayanışma, tevazu... Ama artık "ben" diyenlerin sesi, "biz" diyenleri bastırdı. Zenginleşmek uğruna tüm insaniyetimizi feda ettik. Hak etmeden kıdem alınan, liyakatsizliğin ödüllendirildiği bir düzende; adaletten, şeffaflıktan ve eşitlikten söz edebilir miyiz?

Bir çocuk düşünün, gözleri umutla parlayan bir çocuk. Onun önünü kesmek, onun umutlarını çalmak, sadece bir insana değil; bütün bir geleceğe ihanet etmek demektir. Ama biz, o çocukların umutlarını çalan bir düzene razı olduk. Onlara temiz bir gelecek yerine, kırık hayaller ve yıkılmakta olan bir dünya bıraktık.

Vatandaşlarım, bu bir uyanış çağrısıdır. Görmeli, duymalı ve harekete geçmeliyiz. Sorun sadece bireylerin değil; toplumu oluşturan her yapının hastalanmasıdır. Yozlaşan bir medya, çıkar odaklı siyaset, ahlakı öteleyen bir ekonomi... Bütün bunlar, bizim birlikte inşa ettiğimiz yoz bir sistemi işaret ediyor.

Ama umudumuzu kaybetmeyelim! Unutmayalım ki çöküş, aynı zamanda bir uyanış fırsatıdır. Yeniden başlamak için dibe vurmak bazen gerekli olabilir. Değerlerimize dönmeli, vicdanımızı yeniden keşfetmeliyiz. "Ben" yerine "biz" demeli, komşularımızı tanımalı ve dayanışma köprülerimizi yeniden kurmalıyız.

Son olarak, sizlere şu soruyu sormak istiyorum: Bu toplumda kaybolan şeyler sadece maddi değerler miydi? Yoksa ruhumuzu mu kaybettik? Eğer cevabınız ikincisiyse, gelin bu ruhu birlikte yeniden canlandıralım.

İşte bu, bizim yeni diriliş hikayemiz olsun. Bugün burada sadece bir siyasetçinin konuşmasını değil; hepimizin ortak vicdanının haykırışını duyun. Birlikte başarabiliriz; çünkü birlikteysek çökmeyiz.

Teşekkür ederim. 

Erol Kekeç/11.09.2024/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!