Bu Blogda Ara

3 Ocak 2025 Cuma

Din Ticareti El Kindi


Din Ticareti Yapanın Dini Olmaz: El Kindi’nin Sözü Etrafında İnsani ve Toplumsal Bir Hesaplaşma

İnsanoğlu, yüzyıllar boyunca dini; rehberlik eden bir yıldız, şaşmaz bir pusula, anlam ve huzur bulduğu bir liman olarak gördü. Ancak bu kutsal alan, bazıların elinde öyle bir hale geldi ki; özünden koparıldı, ruhaniyetinden arındırıldı ve bir ticari metaa dönüştürüldü. Bu yozlaşma, sadece bireylerin maneviyatını kemirmekle kalmadı; toplumsal yapıyı da bir ağaç kurdu gibi içten içe yıprattı.

El Kindi’nin, “Bir şeyin ticaretini yapan, onu satar. Sattığı ise artık kendisinin değildir. Dolayısıyla ‘din ticareti’ yapanın dini yoktur” sözü, yüzeyde basit bir uyarı gibi görülse de, aslında insanın ruhaniyetine ve ahlaki pusulasına yönelik derin bir sorgulamaya çağrıdır.

Bu sözün üzerinde düşünürken, aklımıza şu sorular üstü üstüne gelir: Din satılabilir mi? Satılan din neye dönüşür? Dini ticarete konu eden insanların şahsında, toplum nereye sürüklenir? Bu soruların yanıtları, sadece bir eleştiri değil, aynaya bakışımız olmalı.

Din ve Ticaret- Kutsalın Metalaşması

Ticaret, insanoğlunun çok eski zamanlardan beri hayatının bir parçasıdır. Ancak ticaretin kapsamı, fiziksel mallarla sınırlı kalmaz; bazen fikirler, değerler ve hatta ruhaniyet bile ticaretin konusuna dâhil olur. Din ise bu anlamda çok hassas bir noktadadır. Bir şeyi ticarete konu ettiğinizde, onu satılabilir, alınabilir, pazarlanabilir bir şey haline getirirsiniz.

Din, bir ticari mala dönüştürüldüğünde, kutsiyetini kaybeder. Söylemleri anlamdan, ritüelleri ruhaniyetten yoksun bir hale gelir. Artık o din, vicdanı şekillendiren bir şey değil; banknotlarla tartılan bir ürün, reytingleri artıran bir aracı, siyaseti meşrulaştıran bir maskedir.

Din satıldıkça, dinin alıcısı olan insanlar da müşterileşir. Maneviyat bekleyen insanlar, şirketlerin, sahte dini liderlerin ve politikacıların ‘hizmet alanı’ haline gelir. Allah ile kul arasındaki en samimi bağ, bu aracılar tarafından çıkarlar için suistimal edilir.

Din Ticareti - Modern Bir Skandal

Din ticareti, tarihin her döneminde tartışmalı bir konu olmuştur. Ancak modern çağda, bu mesele daha karmaşık ve trajik bir hal almıştır. Günümüzde dinin ticari amaçlarla nasıl kullanıldığına dair örnekler, sadece bireylerin değil, toplumların da manevi ve ahlaki çöküşüne işaret eder. Her bir örnek, dinin özünün nasıl hiçe sayıldığını, maddi çıkarlar için nasıl bir meta haline getirildiğini açıkça gözler önüne serer.

Medya ve Din Söylemi

Bazı televizyon programlarında dini konuların şöhret ve bağış toplamak için kullanılması, dinin yozlaşmasının modern bir yüzüdür. Vaazlarını sık sık reklamlarla kesip izleyicilerden maddi destek talep eden "din adamları", lüks giyimlerinden, şatafatlı hayat tarzlarından dinin tevazu mesajını yansıtmaktan oldukça uzaktır. Bu tür uygulamalar, dinin manevi gücünü ticarileştirerek halkın gözündeki değerini düşürmektedir. Özellikle, "kutsal su" ya da "mucizevi ürün" adı altında satılan eşyalar, bu yozlaşmanın zirve noktalarından biridir.

Siyaset ve Din Manipülasyonu

Siyaset, dinin en kolay manipüle edilebileceği alanlardan biridir. Dinî referanslar seçim meydanlarında halkın duygularını etkileyip oy toplamak için kullanılırken, seçim sonrası bu kutsal mesajların unutulması sıkça karşılaşılan bir durumdur. Seçim sürecinde sık sık kullanılan "manevi değerler" söylemi, toplumda kutuplaşmayı derinleştirir ve dinin birleştirici rolünü zayıflatır. Bu tür siyasi hamleler, halkın dini anlayışını yozlaştırarak hem bireysel hem de toplumsal ahlakı erozyona uğratır.

Hac ve Umre Turları

Hac ibadetinin astronomik fiyatlarla sunulması, dinin ne kadar metalaştığını gözler önüne seren çarpıcı bir örnektir. Bu kutsal yolculuk, lüks oteller, özel rehberlik hizmetleri ve "VIP ibadet paketleri" ile adeta ticari bir etkinliğe dönüştürülmüştür. Oysa hac ibadeti, İslam'ın özünde, eşitlik ve tevazu mesajını taşır. Ancak modern organizasyonlar, bu mesajı gölgeleyerek ibadeti bir gelir kaynağı haline getirmiştir. Yüksek fiyatlar, sadece zengin kesimlerin bu ibadeti yerine getirebilmesine olanak tanırken, manevi değerden uzaklaşmış bir görüntü sunar.

Toplumsal Sonuçlar - Çürümeye Doğru Giden Bir Toplum

Din ticareti, yalnızca bireylerin manevi dünyasında değil, toplumsal yapıda da derin yaralar açar. Maneviyatın yerini materyalizmin alması, toplumun temel ahlaki değerlerini aşındırır ve bir çürüme sürecini başlatır. Bu yozlaşmanın sonuçları şu şekilde özetlenebilir:

1. Güven Erozyonu

Din ticareti, toplumun dini liderlere ve kurumlara duyduğu güveni zedeler. Bu güvensizlik, bireyleri dinin özünden uzaklaştırır ve manevi bir boşluğa sürükler. Özellikle genç nesiller, dinin ticarileştirilmiş yüzüyle karşılaştıklarında, dinin hayatlarına anlam katma potansiyelini reddetme eğiliminde olabilirler.

2. Ahlaki Çöküş

Maddi kazanç elde etmek uğruna kutsal değerlerin araçsallaştırılması, ahlaki bir çöküşü beraberinde getirir. Din ticareti, bireylere dini değerlerin özünden uzak, yüzeysel ve materyalist bir yaklaşım sunar. Bu durum, toplumun genel ahlaki yapısını da zayıflatır.

3. Eşitsizlik ve Adaletsizlik

Din ticareti, zengin ve fakir arasındaki eşitsizliği daha da derinleştirir. Maddi imkânı olanlar, "daha iyi" dini hizmetlere erişebilirken, fakirler manevi ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanır. Bu eşitsizlik, dinin birleştirici ve eşitlikçi mesajını zedeler.

Çözüm ve Öneriler

Din ticaretinin yarattığı bu derin yaraları iyileştirmek için şu adımlar atılabilir:

1. Bilinçli ve Sorgulayıcı Yaklaşım

Toplumun, dinin özünü anlaması ve dini ticari amaçlarla kullananları sorgulaması gerekir. Maneviyatın metalaştırılmasına karşı durmak, ancak bilinçli bireylerle mümkündür.

2. Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik

Dinî liderlerin ve kurumların şeffaf bir şekilde hareket etmeleri sağlanmalıdır. Bağışlar ve dini gelirler, toplumun bilgisi dâhilinde ve adaletli bir şekilde kullanılmalıdır.

3. Eğitimin Gücü

Din eğitimi, sadece ritüelleri öğretmekle sınırlı kalmamalı, aynı zamanda dinin ahlaki ve manevi boyutunu da aktarmalıdır. Genç nesillere, dinin özünde ne olduğu ve nasıl bir hayat rehberi sunduğu anlatılmalıdır.

Din ticareti, modern çağın en büyük ahlaki sorunlarından biridir. Maneviyatın metalaştırılması, bireysel ve toplumsal düzeyde ciddi sonuçlar doğurur. Bu yozlaşmanın önüne geçmek için bireylerin bilinçlenmesi, liderlerin şeffaflık ve sorumluluk bilinciyle hareket etmesi ve eğitimin manevi değerleri güçlendirecek şekilde düzenlenmesi gereklidir. Dinin özüne dönmek ve onu ticaretin kirli ellerinden kurtarmak, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir görevdir. Maneviyatın yeniden canlandırılması, insanlığın ahlaki ve manevi kurtuluşunun anahtarıdır.

Bahadır Hataylı/24.12.2024/Sancaktepe/İST

Tebliğin Sınırları ve Özgür İrade

 

"Sana düşen sadece tebliğ yapmaktır. Hesap görmek Bize aittir."Rad Suresi 13:40

Bu ayet, Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) ve dolayısıyla tüm tebliğcilere önemli bir hatırlatma yapmaktadır: Tebliğ etmek, doğruyu açıklamak, hakikati insanlara ulaştırmak müminin görevidir. Ancak insanların bu tebliği kabul edip etmemesi, onların inanç ve davranışlarından sorumlu tutulması Allah’a aittir.

  • Mesajın Özeti: İnsanlara dini hakikatleri öğretmek, onlara doğruyu göstermek bir görevdir, ancak bunun sonuçlarını değerlendirmek, kimseyi zorlamak veya yargılamak bizim işimiz değildir.

  • Örnek:

    • Tebliğ yapan bir birey, insanlara doğruyu anlattıktan sonra onların kararlarına müdahale edemez. Örneğin, Hz. Nuh’un oğluna tebliğ etmesi, ancak oğlunun iman etmemesi buna iyi bir örnektir.

"Hak Rabbinizdendir. Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin." Kehf Suresi 18:29

Bu ayet, insanlara verilen irade hürriyetine vurgu yapar. Allah, insanları doğru yola iletmek için rehberlik eder, kitaplar ve peygamberler gönderir. Ancak iman etme veya inkâr etme seçimi insanlara bırakılmıştır. Bu seçim, insanların özgür iradelerinin ve imtihanlarının bir parçasıdır.

  • Mesajın Özeti: İnsanların inanç veya inkâr konusundaki tercihleri, özgür iradelerine dayanır. Ancak bu tercihlerinin sonuçlarından sorumlu olduklarını unutmamalıdırlar.

  • Örnek:

    • Üniversite sınavına hazırlanan bir öğrenci düşünelim. Ona kaynaklar ve rehberlik sağlanır, ders anlatılır. Ancak bu imkanları değerlendirmek veya değerlendirmemek öğrencinin kendi kararıdır.
    • Hz. İbrahim’in babası Azer’e tebliği örneğinde, Hz. İbrahim, babasına doğru yolu göstermiş, ancak babası putperestlikte ısrar etmiştir. Hz. İbrahim’in görevi tebliğdi; babasının inancını zorla değiştirmek gibi bir sorumluluğu yoktu.

Bu ayetler, dini yaşantıda ve tebliğde önemli dersler sunar. Günümüzden şu örneklerle bağlantılar kurulabilir:

  1. Sosyal Medyada Tebliğ: Bir kişi sosyal medyada dini değerleri paylaşabilir. Ancak paylaşımları gören insanların nasıl bir tepki vereceği, o mesajları kabul edip etmeyecekleri tamamen onların sorumluluğundadır. Bir kişi, mesajı yayımladığıyla yükümlüdür; insanların tavırlarını kontrol edemez.

  2. Aile İçinde Din Eğitimi: Anne-baba çocuklarına doğruyu öğretir, onlara ahlaklı bir yaşam sürmeleri için rehberlik eder. Ancak çocuklar büyüdüklerinde kendi kararlarını verirler. Bu noktada ebeveynler, sonuçları kabullenmeli ve sadece doğruyu öğretme görevlerini yerine getirmiş olmanın huzurunu yaşamalıdır.

  3. Toplumda Davranış: Komşular arasında, iş ortamında veya arkadaş çevresinde bir kişi, gördüğü yanlış bir durumu güzel bir dille ifade edebilir. Ancak bu uyarıya uyulup uyulmaması karşı tarafın seçimidir. Uyarıcı, görevini yaptığı için sorumluluk taşır.

Bu ayetlerden temel olarak üç ana mesaj öne çıkıyor:

  1. Tebliğin Yöntemi ve Sınırları: Tebliğ, zorlamadan, güzel bir dille yapılmalıdır. Zorlama, ayetlerin ruhuna aykırıdır. Örneğin, Bakara Suresi 256. ayette “Dinde zorlama yoktur” buyurulmuştur.

  2. Allah’ın Adaleti ve Hesap Günü: İnsanların inanç veya inkâr tercihlerinin sonuçları Allah’a aittir. Bu, insanların birbirlerini yargılamasını veya cezalandırmaya kalkışmasını engeller. İnsanları yargılama yetkisi sadece Allah’a aittir.

  3. Özgür İrade ve Sorumluluk: İnsanlar seçimlerinde özgürdür. Ancak bu özgürlük, sorumluluk taşımayı gerektirir. Her birey, yaptığı seçimlerin sonuçlarına katlanacaktır. Örneğin, Firavun ’un inkârı ve Hz. Musa’ya karşı tutumu, onun özgür iradesiyle yaptığı bir seçimdi; ancak bu seçimin sonucunda helak oldu.

Bir kasabada yaşayan bir bilgin, sürekli halkı hakka davet ederdi. Bir gün kasabanın önde gelenlerinden biri ona yaklaşıp dedi ki:

  • “Sen sürekli konuşuyorsun ama insanlar seni dinlemiyor. Boşa uğraşıyorsun.” Bilgin cevap verdi:
  • “Ben insanlara doğruyu göstermekle sorumluyum. Onların bu yolu kabul edip etmemesi beni ilgilendirmez. Görevim bitince huzurlu olurum.”

Bu hikaye, ayetlerin ruhunu güzel bir şekilde özetler.

Bu ayetler, müminlere şunu öğretir: Tebliğ etmek görevimizdir, ancak insanların seçimlerinden ve sonuçlarından sorumlu değiliz. Zorlamak yerine, örnek bir yaşam sergileyerek doğruyu göstermek, en etkili tebliğ yoludur. İnsanların kalplerini açmak ise yalnızca Allah’ın yetkisindedir.

Erol Kekeç/12.10.2024/Sancaktepe/İST

Kayıp Stratejiler-Büyük Oyunun Gölgesindeki Türkiye



ABD emperyalizminin tarih boyunca izlediği stratejiler, dünyanın farklı bölgelerinde uygulamaya koyduğu politikalar ve bu politikaların Türkiye gibi stratejik konumda bulunan ülkeler üzerindeki etkisi derinlemesine incelenmesi gereken bir konudur. "Büyük Osmanlıyı yaratma" vizyonu ve bu kapsamda ortaya atılan iddiaların gerçekçi bir çerçeveye oturtulması ise sadece tarihsel değil, aynı zamanda ekonomik ve politik bir bağlamda değerlendirilmelidir.

Masalların Ardındaki Gizli Gerçekler

Millete sunulan Osmanlı gibi yeniden büyük bir güç ve tarihsel miras iddiası, her zaman icraatla desteklenmeyen ütopik bir ideal olmuştur. Tarihi, efsanevi yorumlarla sunmak, bir yandan toplumu gururlandırsa da gerçeklerdeki eksiklerin gizlenmesinde de kullanılmış bir enstrümandır. Sorun şurada yatmaktadır:

1. Millete Anlatılan Masalların Gerçeklikten Kopukluğu

"Osmanlı'nın yeniden dirilişi" ve "bölgesel güç olma" gibi söylemler, genellikle halkın duygularına hitap eden, gurur uyandıran, ancak stratejik gerçeklikle uyumlu olmayan iddialardır. Bölgesel bir gücün oluşumu için, sadece tarihsel geçmişin öne çıkarılması yeterli değildir; ekonomik, teknolojik ve diplomatik altyapının da buna uygun şekilde geliştirilmesi gerekir. Oysa günümüzde bu gibi projelerin ardında, genellikle daha farklı motivasyonlar bulunabilmektedir:

  • İç politikada birleştirici unsurlar oluşturmak ve halk desteğini artırmak.

  • Bölgesel güç olduğumuz iddiasıyla uluslararası arenada saygınlık kazanma çabası.

  • Gerçek ekonomik ve sosyal sorunların üstünü örtmek.

2. Derin Devlet ve Emperyal Stratejiler

Türkiye'de derin devlet kavramı ve onun tarihsel bağlantıları sıkça konuşulmuş ve çeşitli komplo teorilerine konu olmuştur. Ancak bu kavram, genellikle şeffaflığın olmadığı bir sistemi simgeler. Özellikle 19. yüzyıldan itibaren, Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiş sürecinde farklı şekillerde yorumlanan derin devlet, iç ve dış politikada belirleyici bir rol oynamıştır. Sorulması gereken şudur:

  • Derin devlet, gerçekten var olan bir yapı mı, yoksa sistemdeki aksaklıkları açıklamak için kullanılan bir kılıf mı?

  • ABD emperyalizminin politikalarında bu "derin" yapının bir etkisi var mı?

Özellikle ABD'nin Soğuk Savaş dönemi stratejileri ve Ortadoğu politikaları incelendiğinde, derin devlet veya benzeri yapılarla iş birliği içinde olduğu iddiaları sıkça gündeme gelmiştir.

3. ABD'nin Türkiye'ye Yönelik Politikaları

ABD'nin Türkiye ile ilişkileri, genellikle stratejik iş birliği maskesi altında şekillenmiştir. Ancak tarih, bu ilişkilerin temelinde daima çıkar odaklı politikaların yattığını göstermektedir:

  • Türkiye'nin NATO'ya girişi, bir yandan ülkeye askeri güvence sağlamış, diğer yandan ABD'nin Ortadoğu'daki çıkarlarını koruması için önemli bir üs oluşturmuştur.

  • Soğuk Savaş dönemi boyunca, ABD'nin Türkiye'yi Sovyetler Birliği'ne karşı bir tampon olarak kullanması, ikili ilişkilerin dengesini belirlemiştir.

  • Günümüzde ise, ABD'nin Ortadoğu politikalarındaki değişiklikler, Türkiye'ye biçilen rolü yeniden şekillendirmektedir.

İran ve Bölgesel Dinamikler

ABD'nin İran karşıtı politikalarının odak noktası olan Türkiye, burada hem bir müttefik hem de potansiyel bir hedef olarak değerlendirilmektedir. Özellikle son dönemde ABD'nin "Türkiye bizim en sadık müttefikimizdir" söylemi, akıllara şu soruları getirmektedir:

  • Bu övgüler samimi mi, yoksa emperyalist bir politikanın parçası mı?

  • ABD, Türkiye üzerinden Ortadoğu'daki çıkarlarını ne ölçüde şekillendirebilir?

  • Türkiye bu politikaların neresinde konumlanmaktadır?

Türkiye'nin Konumu ve Stratejik Hamleler

Türkiye'nin İran'la olan tarihi, kültürel ve ekonomik ilişkileri, ABD'nin politikalarını doğrudan etkileyen faktörlerden biridir. Ancak son yıllarda, ABD'nin bölgede uygulamaya koyduğu "düşmanımı izole et" stratejisi, Türkiye'nin bu denkleme nasıl dahil edildiği konusunda soru işaretleri doğurmaktadır.

  • ABD'nin İran'a yönelik yaptırımları sırasında Türkiye'ye uyguladığı dolaylı baskılar.

  • Türkiye'nin enerji ihtiyacını İran'dan karşılama çabalarının ABD tarafından sınırlanması.

  • Türkiye'nin, "bölgesel ağabey" rolüyle Ortadoğu'da bir denge unsuru olma hedefinin ABD çıkarlarına uygun hale getirilmesi.

Suriye ve "Sessiz Yürüyüş"

Suriye konusu, bölgede uygulanan emperyalist politikaların en somut yansımalarından biri olarak dikkat çekmektedir. Ancak sorun şudur:

  • ABD ve diğer küresel güçler, bölgedeki haritaları değiştirme hedefleri doğrultusunda, Türkiye'yi bir taşeron mu, yoksa bağımsız bir aktör  olarak mı görmektedir?

  • Türkiye'nin Suriye politikasında izlediği yol, gerçekten ulusal çıkarlarla mı şekillenmiştir, yoksa küresel baskıların bir sonucu mu olmuştur?

ABD'nin ve diğer güçlerin, bölgeyi şekillendirme çabaları doğrultusunda Türkiye'ye yüklediği rollerin anlaşılması, olayların tarihsel sürecini iyi analiz etmeyi gerektirir.

Sonuç ve Öneriler

Bütün bu tartışmalar, Türkiye'nin dış politikada nasıl bir yol izlediği ve izlediği yolun sonuçları konusunda kritik ipuçları sunmaktadır. "Büyük Osmanlı'yı yaratma" masallarından çok, gerçekçi ve bağımsız bir politika geliştirmenin önemi büyüktür. Aynı zamanda, ABD'nin veya başka bir küresel gücün taşeronu olma riskine karşı durulmalıdır.

Türkiye'nin bağımsız, güçlü ve adil bir bölgesel güç olabilmesi için:

  • Tarihi geçmişle övünmekten çok, bugünkü potansiyelin farkında olunmalıdır.

  • İç ve dış politikada şeffaflık sağlanmalıdır.

  • Bölgedeki ülkelerle ilişkiler, emperyal baskılardan uzak, karşılıklı saygıya dayalı şekilde şekillendirilmelidir.

  • Ekonomik ve teknolojik altyapı güçlendirilerek, dışa bağımlılık azaltılmalıdır.

Bölgesel ve küresel dengeleri anlama ve buna göre strateji geliştirme kabiliyeti, Türkiye'nin geleceğini belirleyecektir. Bu süreçte ABD'nin taktiklerini iyi analiz etmek ve bunlara karşı gerekli önlemleri almak hayati önemdedir.

Bahadır Hataylı/03.01.2025/Sancakteepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!