Bu Blogda Ara

3 Ocak 2025 Cuma

Çözüm Süreci ve Stratejik Dönüşüm-MHP-DEP Diyaloğu ve Küresel Aktörlerin Gölgesi

 

Son dönemlerde Türkiye’nin siyasi atmosferinde çarpıcı bir gelişme yaşanmakta: Yıllardır sert bir çatışma ve fikir ayrılığı yaşayan MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) ve DEP (Demokrasi Partisi) gibi farklı kutupları temsil eden partiler, aniden ortak bir masada buluşup ülkenin temel sorunlarına çözüm arama yoluna girmişlerdir. Bu şaşırtıcı gelişme, hem iç siyasette hem de küresel arenada derin analizlere ve sorulara yol açmıştır. Acaba bu ani yakınlaşma, yalnızca ülke içindeki dinamiklerden mi kaynaklanıyor, yoksa küresel planların gölgesinde gelişen bir stratejik manevra mı söz konusudur?

Bu yazıda, MHP ve DEP arasındaki diyaloğun ardındaki muhtemel stratejileri ve bu girişimlerin Türkiye’nin bölgesel ve küresel politikadaki konumuna etkilerini kapsamlı bir şekilde ele alacağız. Aynı zamanda, Kürt sorunu ekseninde gelişen bu diyaloğun küresel aktörlerin planlarının etkisini nasıl bertaraf etmeyi hedeflediği üzerinde durarak örneklemelerle destekleyeceğiz.

1. Türkiye’nin Bölgesel ve Küresel Konumlandırması

Türkiye, coğrafi konumu itibariyle hem Avrasya hem de Orta Doğu’nun tam ortasında bir çekim merkezidir. Bu stratejik konum, ülkede yaşanan herhangi bir iç siyasi gelişmenin sadece ulusal değil, aynı zamanda küresel etkiler yaratmasına neden olmaktadır. 21. yüzyılda küresel aktörlerin Türkiye’ye olan ilgisi, şu unsurlar çerçevesinde daha da artmıştır:

  • Enerji Koridoru: Türkiye, Orta Doğu ve Orta Asya petrol ve doğal gazını Avrupa’ya taşıyan bir enerji koridorudur.

  • Göç ve Mülteci Krizleri: Suriye iç savaşı gibi bölgesel kaosların önüne set çekebilecek şekilde bir tampon bölge işlevi görmektedir.

  • NATO ve Avrasya Arasındaki Stratejik Denge: Türkiye, hem NATO üyesi olarak Batı’ya yakın bir müttefik, hem de Avrasya’da bağımsız bir bölgesel güç olarak öne çıkmaktadır.

Bu çok boyutlu jeopolitik konum, Türkiye’nin iç siyasi meselelerini de küresel aktörlerin ilgi odağına yerleştirir. Dolayısıyla, MHP ve DEP arasındaki bu beklenmedik diyaloğun küreye yönelik bir yansımasının olması kaçınılmazdır.

2. Küresel Planların Gölgesinde Çözüm Süreci

a) Küresel Planlar ve Türkiye’nin Direnci

Son dönemlerde, küresel güçlerin bölge üzerindeki planlarına dair çeşitli spekülasyonlar ortaya atılmıştır. Özellikle Orta Doğu’yu parçalayarak daha küçük, kontrol edilebilir devletçiklere bölme stratejileri, bu planların temelinde yatmaktadır. Bu stratejilerde, etnik ve mezhepsel ayrılıkları kışkırtarak toplumsal kaos yaratma, küresel aktörlerin en sık başvurduğu yöntemlerden biridir.

b) MHP ve DEP Diyaloğunun Stratejik Anlamı

MHP ve DEP arasındaki bu ani yakınlaşma, aslında küreye karşı bir direnç stratejisi olarak okunabilir. Bu, Türkiye’nin iç sorunlarını küreye teslim olmadan kendi içinde çözme arzusunu ortaya koymaktadır. Şöyle ki:

  1. Etnik Gerilimlerin Azaltılması: DEP, uzun yıllardır Kürt kökenli vatandaşların sorunlarını dile getiren bir parti olarak bilinirken, MHP, genellikle ülke bütünlüğüne vurgu yapan milliyetçi bir tutuma sahiptir. Bu iki tarafın bir masaya oturması, etnik gerilimlerin yatıştırılmasında önemli bir adım olabilir.

  2. Bölgesel Kaos Planlarına Karşı Birliktelik: Türkiye’nin kendi içindeki sorunları hızlı bir şekilde çözmesi, küresel aktörlerin ülkeyi hedef alarak uygulamaya koymayı planladıkları kaos senaryolarını önleyebilir.

3. Kürt Sorunu ve Çözüm Süreci’nin Önemi

a) Tarihi Arka Plan ve Sorunun Kaynağı

Kürt sorunu, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren farklı dönemlerde farklı biçimlerde ortaya çıkmıştır. Ekonomik geri kalmışlık, dil ve kültürel haklara erişim gibi unsurlar bu sorunun temel dinamiklerini oluşturmuştur. Ancak 1980’lerden itibaren, sorun terör eylemleri ile daha karmaşık bir hal almıştır.

b) Çözüm Süreci ve Olası Faydaları

MHP ve DEP gibi iki zıt kutbun ortak bir masaya oturması, çözüm sürecine dair umutları artırmaktadır. Bunun olası faydaları şu şekilde sıralanabilir:

  1. Toplumsal Barışın Sağlanması: Etnik ve ideolojik ayrışmaların önüne geçilerek, farklı kesimlerin bir arada yaşayabileceği bir toplumsal düzen inşa edilebilir.

  2. Ekonomik Kalkınma: Kürt sorununun çözülmesi, özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ekonomik kalkınmayı hızlandırabilir.

  3. Uluslararası Algı Yönetimi: Sorunların kendi içinde çözülmesi, Türkiye’nin uluslararası arenada daha güçlü bir konum elde etmesine yardımcı olabilir.

4. Türkiye’nin Bölgesel Liderlik Potansiyeli

MHP ve DEP diyaloğu, sadece iç siyaset açısından değil, aynı zamanda Türkiye’nin bölgesel liderlik iddiası bakımından da önemlidir. Türkiye’nin bu süreçten elde edebileceği kazanımlar şunlardır:

  • Bölgesel İstikrarın Sağlanması: Türkiye, kendi içindeki sorunları çözdüğünde, bölgedeki diğer ülkelere model oluşturabilir.

  • Küresel Güçlere Karşı Dayanıklılık: İç sorunlarını çözen bir Türkiye, bölgedeki küresel güçlerin müdahalesine karşı daha dirençli hale gelebilir.

  • Yeni İttifaklar ve İşbirlikleri: Bu süreç, Türkiye’nin bölgesel ittifaklarını güçlendirmesi için bir fırsat olabilir.

Sonuç olarak, MHP ve DEP arasındaki bu beklenmedik diyalog, Türkiye’nin iç sorunlarını çözme ve bölgesel liderlik pozisyonunu güçlendirme çabalarının bir parçası olarak değerlendirilebilir. Ancak bu süreç, sadece bir başlangıçtır. Toplumsal barışın kalıcı hale gelmesi için tarafların samimiyeti, kamuoyunun desteği ve uluslararası baskılara karşı direnç kritik öneme sahiptir. Küresel aktörlerin bölge üzerindeki emelleri göz önünde bulundurulduğunda, bu tür adımlar, Türkiye’nin sadece kendi geleceğini değil, aynı zamanda bölgenin geleceğini de şekillendirecek stratejik hamleler olarak tarihe geçebilir.

Bahadır Hataylı/02.02.2025/Namazgah/İST

2 Ocak 2025 Perşembe

Dini Yaşamı Sorgulama

 


Ey dostlar,

Bugün sizlerle önemli bir meseleyi sorgulamak ve birlikte hakikatin peşinde bir yolculuğa çıkmak istiyorum. Başlangıç noktalarımız, şu ayet olsun: “Ey Rabbimiz! Bizi, inkâr edenlerin zulmüne uğratma. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.” (Mümtahine Suresi:5)

Bu ayet, derin bir dua ve teslimiyet ifadesidir. Allah’a, adaleti sağlaması ve bizleri zulümden koruması için yalvaran bir niyazdır. Ancak, bugün bu duanın ışığında ülkemizdeki durumu değerlendirdiğimizde, ne kadar uzaklaştığımızı, özellikle dindar olduğunu söyleyen bazı kişilerin özlerinden kopuşunu, yaşamlarındaki çelişkileri görmek üzücü oluyor.

Dindarın Sorumluluğu ve Yaşamlarındaki Çelişkiler

Dindar olmak, salt bir inanç beyanından ibaret değildir. Dindarlık, bir yaşam tarzı, bir ahlak standardı ve toplumsal bir sorumluluktur. Ancak, bugün kendisini “dindar” olarak tanımlayan bazı bireylerin rüşvete, yolsuzluğa, adam kayırmaya bulaşmış ya da adaleti göz ardı etmiş yaşamları, dışarıdan bakanlar için çelişkiler yumağı haline geliyor.

Bir dükkan sahibi, ticaretinde kul hakkına dikkat etmezken, vitrinine “Allah bereket versin” yazabilir. Kamu görevlisi, liyakatsiz atamalara imza atarken, cuma namazlarından geri kalmaz. Bir siyasetçi, topluma adalet vaat ederken, aile bireylerini devletin önemli pozisyonlarına yerleştirir. Bu yaşamların ortak noktası, dindarlığın bir maske olarak kullanılması ve dinin özü olan adalet, ahlak ve şeffaflıktan uzaklaşılmış olmasıdır.

Dinden Uzaklaşmanın Sebebi-Hakikati Örtenler

Bu çelişkiler, hakikati örten bir perdeye dönüşüyor. Dindarın bu yaşam tarzı, dine eleştirel yaklaşan insanlar için bir gerekçe haline geliyor. “Eğer din bu ise, ben uzaktayım” diyenleri duyuyoruz. Burada, hakikati örten kişilerin ve şeylerin fitneye sebep olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz.

Unutmayalım ki, fitne sadece şiddet ve ayrışma ile ortaya çıkmaz. Fitne, hakikati örten, adaleti ve ahlakı bulandıran, ışığı karartan her şeydir. Ve dindarın yaşam tarzı bu çelişkilerle doluyken, insanlar dinden uzaklaşıyor, bir toplumsal yozlaşma sarmalına giriyoruz.

Yaşamdan Örnekler

İş hayatından bir örnekle başlayalım. Bir fabrika işletmecisi, çalışanlarına maaşlarını eksik öder, sigorta primlerini yatırmaz. Ancak kurban bayramında 10 koyun kesip fakirlere dağıtır. Peki, bu gerçekten dindarlık mı? Kul hakkını ihlal eden biri, kurban keserek bu hakkın sorumluluğundan kurtulabilir mi?

Eğitimden bir başka örnek. Bir okul müdürü, kendi yakınını liyakatsiz bir pozisyona atar. Bu atama, daha yetenekli ve hak eden bir öğrencinin önünü keser. Bu müdürün dini vecibeleri yerine getirmesi, bu adaletsizliği ortadan kaldırır mı? Elbette hayır.

Siyasetten bir örnek alalım. Bir lider, halkına adalet ve kalkınma vaat eder, ancak ailesini, dostlarını ve sadakat gösterenleri kritik pozisyonlara getirir. Halkın emeğiyle oluşan devlet kaynakları, belirli bir zümrenin zenginliğine dönüşür. Bu durum, dine ve liderin dindarlığına dair soru işaretleri oluşturur.

Dinin Doğru Anlaşılması

Din, adalet ve ahlak öğreten bir öz taşır. Kur’an, insanı haksızlıktan, zulümden, şaibeden uzak tutmaya davet eder. Ancak, bugün özellikle dindar görünmek isteyen bazı bireylerin bu mesajdan ne kadar uzak olduğunu görüyoruz.

Doğru bir dindar yaşamını nasıl sürdürür? Şöyle bir tablo çizelim:

  1. Adalet: Kendi aleyhine bile olsa, her zaman doğruyu savunur.

  2. Liyakat: Bir işi, en iyisi yapabilecek olana verir.

  3. Şeffaflık: Her işlemini, topluma karşı hesap verebilir şekilde yürütür.

  4. Kul Hakkı: İnsanların hakkına gölge düşürecek her türlü davranıştan kaçınır.

Umuda Çağrı

Bu yazıyı sadece bir eleştiriden ibaret bırakmak istemem. Toplum olarak öz eleştiride bulunma zamanı gelmiştir. Dindarlar, inandıkları dini değerlere uygun bir yaşam sürmekle yükümlüdür. Ancak bu çaba, bireysel bir dönüşümle başlayabilir.

Hakikati örtenlerin perdesini kaldırmanın vakti geldi. Adaleti, ahlakı ve liyakatin ışığında bir gelecek inşa edebiliriz. Bunun yolu, dinin özünü anlamaktan ve yaşamımıza bu özü yansıtmaktan geçiyor.

Şu ayeti hatırlayarak bitirelim: “Ey inananlar! Adaleti ayakta tutanlar ve Allah için şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adil olun, bu Allah’a daha yakındır. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide Suresi:8)

Bu mesajı doğru anlayıp yaşamlarımızı ışıklandıralım ki hakikati örtenler, bizim vicdanımızı bulandıramasın.

Erol Kekeç/10.12.2024/Sancaktepe/İST

Hakikatin Penceresinden- Güce Tapınma-Allah ve Otorite


Dinin birincil amacı, insanları dünya hayatındaki sorumluluklarına yönlendirerek ilahi hakikate ulaştırmak ve yalnızca Allah’a kulluk etmelerini sağlamaktır. Ancak tarih boyunca ve günümüzde, insan topluluklarının çoğunlukla güce tapınma eğilimi gösterdiği, otoriteleri neredeyse bir ilah gibi gördüğü dikkat çeker. Bu durum, kutsal metinlerde yer alan derin anlamlı ifadelerle de vurgulanır. Mesela şu ayet bu durumu çarpıcı bir şekilde dile getirir:

“Allah tek ilah olarak anıldığı zaman Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyenlerin korktuklarını, içlerinin titrediğini görürsün. Ancak Allah edindikleri ilahlarla birlikte anıldığı zaman güldüklerini, mutlu olduklarını görürsün...”

Bu ifade, yalnızca Allah’a iman eden ve bununla yetinen insanların, iktidar ve otoriteye itaat eden geniş halk kitleleri tarafından neden dışlandığını ve yaftalandığını gözler önüne serer. İnsanların büyük kısmı, yönetimlere ve otoritelere kayıtsız şartsız bağlanarak bir tür sahte ilahlık sistemi inşa etmiştir. Ancak bu durum çoğu zaman fark edilmez, çünkü bu bağlanma zımni bir şekilde gerçekleşir ve hayatın normal bir parçası gibi algılanır.

Güce Tapınmanın Sosyolojik Yansımaları

İnsanoğlu, tarih boyunca çeşitli otoritelere itaati içselleştirmiştir. Krallar, hükümdarlar, modern yönetimler ya da ideolojiler… Hepsinde insanlara gücün “en doğru” olduğunu telkin eden bir mekanizma vardır. Gücü elinde bulunduranlar, propagandaları ve yönlendirmeleri sayesinde toplumun geneline kendi doğrularını kabul ettirebilir. Bu kabul, bir noktadan sonra dini değerleri gölgede bırakacak bir etkileyiciliğe ulaşır.

Bugün baktığımızda, güçlü yöneticiler ya da iktidar sahiplerinin, toplumun üzerinde neredeyse kutsal bir otorite kurduğunu görürüz. Otoritenin ya da güçlülerin görüşleri, Allah’ın emir ve yasaklarının üzerinde algılanır hale gelir. Bir lider, bir yönetici ya da bir ideolojiye gösterilen koşulsuz bağlılık, aslında bir çeşit sahte tapınma biçimidir.

Güncel Bir Örnek-İsrail ve Filistin Meselesi

Bugün dünya üzerinde Filistin halkının yaşadığı zulme karşı kitlelerin tepkisini gözlemlediğimizde, insanların çoğunlukla yönlendirildiği bir atmosferde harekete geçtiğini fark ederiz. Gerçek bir destek göstermek için yapılan bağımsız hareketler, çoğu zaman ya otoriteler tarafından baltalanır ya da yönlendirilir. Filistin’in özgürlüğü için samimi bir çabayla meydanlara çıkan bireyler, baskıcı rejimler ve otoriteler karşısında yalnız bırakılır.

Otoritenin işaretiyle yapılan bir Filistin mitingi ise herkesin katılım gösterdiği, hatta bir çeşit manevi tatmin aracı haline gelir. Çünkü bu ortam, gücün denetiminde ve kontrolünde bir eylemlilik alanıdır. Burada bireyler, otoritenin çizdiği sınırlar içerisinde hareket eder. İşte ayetin işaret ettiği anlam, böyle durumlarda somut bir gerçeklik haline gelir:

"Allah adına tek başına yapılan bir mücadele, sahte ilahlara yönelen toplulukları rahatsız ederken, sahte ilahların varlığına meşruiyet sağlayan ortamlarda bu rahatsızlık hissedilmez."

İlah Kavramının Çarpıtılması

Ayetlerin ışığında baktığımızda, “ilah” kelimesinin anlamını ve insanın bu kavrama yüklediği değeri yeniden değerlendirmemiz gerekir. İlah, yalnızca yaratıcı olan Allah’tır. Ancak insanoğlu, Allah dışında birçok varlık ya da unsuru ilahlaştırabilir. Bu ilahlaştırma açık bir şekilde putlara tapınma olabileceği gibi, gizli bir şekilde bir otoriteye körü körüne itaat olarak da tezahür edebilir. Mesela:

  • Bir siyasi liderin sözünü sorgusuz sualsiz kabullenmek,

  • Bir ideolojiyi din gibi savunmak,

  • Toplumsal kabul görmek adına hakikatten vazgeçmek.

Bu tür sahte ilahların yaratılması, aslında bir çeşit ruhsal teslimiyetin çarpık bir yansımasıdır. İnsan, Allah’a teslim olmak yerine güçlü gördüğü varlıklara teslim olmayı seçer.

Yaftalama ve Dışlama Mekanizması

Allah’a ve yalnızca O’na inanan bireyler, genellikle bu düzenin dışına çıkarlar. Bunun sonucunda, gücü elinde bulunduranlar ve onlara biat edenler tarafından yaftalanır, toplum dışına itilmek istenirler. Çünkü bu bireyler, ilahî gerçekleri dile getirdiklerinde, otoritenin manipülasyonlarına ve kurduğu sahte ilahlar sistemine ciddi bir tehdit oluştururlar.

Bu tehdit hissi nedeniyle, iktidarlar şu yollarla bu bireyleri baskı altına almaya çalışır:

  • Yaftalama (örneğin radikal, tehlikeli, marjinal gibi sıfatlarla anmak),

  • Toplumun dikkatini başka konulara çekmek,

  • Dini değerlere atıfta bulunarak kendi otoritelerini pekiştirme çabası.

Allah’a İman ve Dosdoğru Yaşamak

Allah’a inanmak, ahiret gününe iman etmek ve dosdoğru bir yaşam sürmek, bir Müslüman’ın en temel hedeflerinden biridir. Ancak bu hedef, otoritelerin şekillendirdiği ve manipüle ettiği toplumsal düzende genellikle büyük bir meydan okuma haline gelir. Bu nedenle Allah’a dosdoğru inanmak ve sahte ilahların etkisinden kurtulmak, ciddi bir bilinç ve irade gerektirir.

Böyle bir hayat tarzının temel taşları şunlardır:

  1. Dinin Tek Kaynağı Olarak Allah’ı Kabul Etmek: Kutsal metinlerin ve Allah’ın sözlerinin, bireyin tek yol göstericisi olduğuna inanmak.

  2. Sahte İlahları Reddetmek: Güç, otorite ya da toplumda kabul gören yanlış normlara direnmek.

  3. Hakikat Mücadelesi Vermek: Hakikati dile getirirken karşılaşılan yaftalamalara ve baskılara sabırla karşılık vermek.

Çıkış Yolları

Bir toplumun, yalnızca Allah’a iman ederek sahte ilahlardan kurtulabilmesi için atması gereken adımlar vardır:

  • Eğitim Sistemi: Allah’ın hakikatini anlatan ve bireylerin eleştirel düşünme becerisini geliştiren bir eğitim anlayışı inşa edilmelidir.

  • Toplumsal Dayanışma: Allah’a inanan bireylerin, kendi aralarındaki dayanışmayı güçlendirerek bir direnç hattı oluşturmaları gerekmektedir.

  • Medya ve İletişim Araçları: Sahte ilahların etkisine karşı uyanık bir medya ve toplumu hakikate davet eden etkili iletişim kanalları oluşturulmalıdır.

  • Bireysel Sorumluluk: Her bireyin, Allah’ın emir ve yasaklarını hayatının merkezine alarak yaşayacağı bir sorumluluk anlayışı geliştirmesi gerekir.

Gerçek Hakikatin Işığında Yaşamak

Allah’a iman etmek ve dosdoğru bir şekilde yaşamak, insanoğlunun yaratılış gayesidir. Ancak, tarih boyunca sahte ilahlar, güçlü otoriteler ve manipülatif ideolojiler, bu gayeyi gölgelemeye çalışmıştır. İnsanoğlu bu dünyada, yalnızca Allah’a teslimiyetle ruhsal huzur ve toplumsal adalet sağlayabilir.

Her Müslüman, içinde bulunduğu toplumun baskılarına rağmen hakikati savunmalı, sahte ilahların etkisini sorgulamalı ve yalnızca Allah’a kulluk eden bir hayatın ne kadar değerli olduğunu hatırlamalıdır. Çünkü ancak bu bilinçle, bireysel ve toplumsal özgürlük mümkün olur.

Bahadır Hataylı/13.12.2024/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!