Bu Blogda Ara

27 Aralık 2024 Cuma

Yönetim ve Millet İlişkisi


Urfa'da bir köylü Ağa'nın sürüsüne 100 toklu katıp Sezonluk emanet ediyor.
Aradan bir altı ay geçiyor tabii.
Köylü bir kova yoğurdu hediye etmek için alıp ağanın Ziyaretine varıyor.
Daha selam vermeden;
-Ağam bizim toklular ne alemde diyor.
Ağa;
-Valla uçurumdan atladı Baş toklu peşinden atladı beş toklu.
-Yağmur yağdı şimşek çaktı Doksan toklunun ödü patladı.
-Birini verdik kasaba onu katma hesaba.
-Birini verdik Çoban'a ne sana verir ne bana.
-Birini kurt yedi, birini (kendini gösteriyor) Kürt yedi.
Adam kızıyor tabii, yoğurt kovasını alıp ağanın başından aşağı döküyor.
Ağa elini yüzüne sürüp;
-Yarabbi çok şükür Yüzümüzün akı ile Tokluluların da hesabını verdik demiş.

Bir köylü ile Ağa arasında geçen, basit bir köy anekdotu gibi görünen bu fıkra, aslında toplumdaki iktidar ilişkilerinin derin bir yansımasını sunmaktadır. Yönetimlerin toplumlardan aldıklarını kullanma ve aklama biçimlerine dair bir metafor oluşturan bu hikâye üzerinden, yönetim ve millet arasındaki ilişkiyi tüm toplumsal birimler ve sistemler üzerinden ele alalım...

Fıkranın Özü-Güven, Manipülasyon ve Hesap Verme

Urfa’daki köylü, Ağa’ya sürüsündeki 100 tokluyu emanet eder. Ancak 6 ay sonra köylü, tokluların akıbetini öğrenmeye gittiğinde, Ağa çeşitli gerekçeler ve hikâyelerle sürüdeki kayıpları doğal göstermeye çalışır. Sonunda da yüzüne dökülen yoğurdu bir onur nişanı gibi yorumlar ve “Yüzümüzün akıyla hesabı verdik” diyerek, olan biteni bir başarı gibi sunar.

Bu fıkra, şunları ima eder:

  1. Sorumluluğun Devrinde Güven: Millet, emanet ettiği değerlerin (kaynaklar, haklar, vergiler, emeği) iyi bir şekilde korunacağını varsayar. Ancak Ağa, bu güvenin istismarını temsil eder.

  2. Manipülasyon ve Hikâye Üretimi: Gerçek sorumlulukları yerine getiremeyen yönetimlerin, kayıplarını örtmek veya meşru göstermek için çeşitli bahaneler ve hikâyeler üretmesine benzer.

  3. Hesap Verme Kültürünün Yetersizliği: En sonunda, yüzüne dökülen yoğurt gibi bir durumu dahi avantaja çevirebilme çabası, hesap verme anlayışının eksikliğine işaret eder.

Bu noktaları, modern yönetim anlayışı ve toplumsal yaşamın tüm katmanlarını ele alarak değerlendirelim.

1. Yönetim ve Millet-Toplumsal Güvenin Dinamiği

Yönetim sistemlerinin varlığı, halkın gücünü devredip kendi yerine işler kılması ile anlam kazanır. Burada temel mesele, güven ilişkisinin nasıl kurulduğudur. Ancak tarih boyunca birçok yönetim:

  • Gücü tekelleştirmiş,

  • Kaynakları keyfi şekilde harcamış,

  • Halkın temel ihtiyaçlarını göz ardı ederek savurganlık göstermiştir.

Bu tür davranışlar, halkın refahı için kurulan sistemlerin, yönetimlerin kendi iktidarlarının sürdürülmesi için araçsallaştığını göstermektedir. Ağa’nın sürü üzerindeki tavrı, yöneticilerin toplumdan aldıkları kaynaklara karşı sergiledikleri “Bu benim hakkım” anlayışını temsil eder.

Soru: Bir yönetim sistemi, halktan aldığı vergileri nasıl kullanıyor? Bunun hesabı şeffaf bir şekilde millete verilebiliyor mu, yoksa üstü örtülmeye çalışılan bir hikâye mi yaratılıyor?

2. Savurganlık ve Kaynak Yönetimi

Fıkrada, Ağa 100 toklunun akıbetini anlatırken birbiriyle ilgisiz bahaneler sunar:

  • Doğal afet (şimşek, yağmur),

  • İnsan hataları (çobanın hırsızlığı, kasap için verilenler),

  • Hayvanların doğal ölüm süreçleri (uçurumdan düşme, korkudan ölme),

  • Ve en nihayetinde “kendi çıkarını koruma” (birini Kürt’ün yemesi).

Bu, aslında kaynakların harcanışına yönelik kamuoyunda oluşturulan kafa karışıklığına benzetilebilir:

  • Doğal felaketler, ekonomik krizler bahanesiyle savurganlıkların aklanması,

  • Bürokrasinin hantallığından doğan israf,

  • Bazı bireylerin veya grupların kişisel menfaatlerini toplumun çıkarlarından üstün tutması.

Modern sistemlerde devlet, bireyden çok daha büyük bir sermaye ve kaynak yönetimi gücüne haizdir. Ancak bu gücün suistimali, hem maddi hem de manevi kayıplar yaratır.

Soru: Toplum, yönetimlerin savurganlıklarını nasıl sorgulamalı? Kayıpların hangi kısmı gerçekten kaçınılmaz, hangisi manipülasyonla meşru kılınıyor?

3. Manipülasyon ve Halkın Algı Yönetimi

Fıkranın doruk noktasında, Ağa kendine dökülen yoğurtla yüzünü silerken “Yüzümüzün akıyla hesabı verdik” der. Bu, yöneticilerin, hesap verme gerekliliğini bir başarı gibi göstermesine benzer. Gerçekte yaşananlar, her ne kadar hesap verememeyi kanıtlasa da halkın algısının yönetilmesiyle bu durum bir erdem gibi sunulabilir.

Tarihsel Örnekler:

  1. Krallar ve Mutlakiyet Dönemleri: Kralın “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi” olduğu inancı, onun hatalarını örtmede etkili bir argüman oldu.

  2. Modern Politik Manipülasyonlar: Demokratik rejimlerde dahi propaganda teknikleri, medya kontrolü ve bilgi asimetrisi yoluyla benzer bir algı yönetimi sürdürülmektedir.

Soru: Halk, algı yönetimini nasıl fark edebilir? Gerçek hesap verme mekanizmaları nasıl oluşturulmalıdır?

4. Toplumsal Yaşamın Bütünsel Birimleri

Bir toplumun bütünsel sağlığı, sadece yönetimlerin değil, bireylerin, toplulukların ve kurumların da adil ve hesap verebilir şekilde davranmasına bağlıdır. Fıkradaki diğer unsurları toplumsal birimler olarak ele alırsak:

  • Toklular: Halkın bir bölümünü temsil eder. Çoğu kez sessiz ve edilgen bir şekilde sürece dahil edilir.

  • Köylü: Hakkını sorgulayan bilinçli bir vatandaşı temsil eder.

  • Çoban: Gücünü kötüye kullanma potansiyeli taşıyan aracı kurum veya bireylerdir.

  • Ağa: İktidarın odağıdır; hem yönlendirici hem de manipülatördür.

Bu birimler arasında sağlıklı bir işleyiş kurulmadığında, toplumun genel işleyişinde aksaklıklar ortaya çıkar.

Soru: Yönetim, kurumlar ve bireyler arasında karşılıklı denetim nasıl sağlanabilir? Tüm tarafların sorumluluklarını yerine getirdiği bir toplumu nasıl inşa edebiliriz?

Yönetim ile Milletin Hesaplaşması

Fıkra, basit gibi görünmekle birlikte, toplumsal yapıya dair önemli sorular sormamızı sağlıyor. Yönetimler:

  • Toplumun emanetini nasıl koruyacak?

  • Kaynakları savurmadan adaletli bir şekilde nasıl kullanacak?

  • Hesap verme mekanizmasını meşru ve şeffaf şekilde nasıl kuracak?

Aynı şekilde halk da sorgulayıcı bir bilinç geliştirmeli; manipülasyonları fark edip gerçek hesap verme kültürünün yerleşmesini sağlamalıdır. Ağa’nın yüzüne yoğurdu döken köylü, belki de bu hesaplaşma sürecinde olması gereken ilk adımdır: Hak aramak, hesabı sormak ve göz boyamalara kanmamak.

Son Söz: İster Ağa olun, ister köylü, herkesin bu dünyadaki sorumluluğu adalet terazisinde sınanacaktır. Yüz akı, yalnızca hakka uygun davrananların sahip olacağı bir erdemdir.

Bahadır Hataylı/27.12.2024/Sancaktepe/İST

22 Yıllık AKP İktidarının Sosyolojik Değer Analizi

Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) 2002 yılından itibaren süregelen 22 yıllık iktidarı, Türkiye siyasetinde ve toplumsal yapısında çok derin izler bırakmıştır. AKP'nin yola çıkışı, muhafazakar-demokrat bir ideolojiyle özdeşleştirilmiş; ıslahatlar ve "değerlere dönüş" çağrısıyla geniş halk kitlelerinin desteğini kazanırken, ahlaki ve toplumsal yapıya vurgu yapılmıştır. Ancak bu dönem, aradan geçen yıllarla birlikte, söz konusu değerlerin hem korunması hem de geliştirilmesinden çok, dejenerasyona ve yozlaşma eleştirilerine konu olmaktadır.

AKP iktidarı döneminde inancın ve ahlaki değerlerin sosyolojik perspektifle nasıl değiştirildiğini ele almakta ve aile, eğitim, dayanışma, sevgi, saygı, paylaşım, kardeşlik ve merhamet gibi temel insanı kavramlardaki yozlaşmanın nedenlerini çarpıcı örneklerle irdelenecektir.

1. AKP'nin "Değerler" Retoriği ve Gerçeklik Arasındaki Çelişkiler

AKP'nin söylemi, geleneksel değerleri canlandırma, toplumu birleştirme ve ahlaki erozyonla mücadele üzerine yoğunlaşmıştır. Ancak, bu vaatlerin toplumsal gerçeklikle uyuşmadığı birçok çelişki çıkarmıştır:

  1. Ahlaki Değerlerdeki Çift Standartlar: Kamusal hayatta ahlakın korunması vurgulanırken, iktidar temsilcilerinin adı karışan yolsuzluk skandalları ve özel hayata dair çelişkili tutumlar, özellikle gençler arasında "ahlakı" sorgulanır bir kavram haline getirmiştir.

  2. Din Üzerine Araçsallaştırma: Toplumun maneviyatıyla özdeşleşen kavramların siyasi propaganda malzemesi haline getirilmesi, dini söylemlerin otantikliğini zedelemiştir. Caminin sosyolojik birleştirici özelliğindense siyasete alan açmak için kültürel bir göstermelik malzeme yapıldığı eleştirileri, bu tespitin önemli kanıtlarındandır.

  3. Medyanın ve Dizilerin Etkisi: Toplumu yönlendiren popüler dizilerde aşırı bireysellik, entrika ve öz değerlerden uzak hikâyelerin "toplumun aynası" diye sunulması, temel değerlerin yozlaşmasında çift yönlü bir rol oynamıştır. AKP destekli medyanın dahi bu tarz yapımlara çanak tutması manidardır.

2. Aile Kurumu ve Dayanışmanın Dönüşümü

Aile, Türk toplumu için daima bir köşe taşı olmuştur. Ancak AKP döneminde ailenin korunması retoriğine rağmen gözle görülür bir zayıflama söz konusu olmuştur:

  1. Boşanma Oranlarındaki Artış:
    2002 ile 2024 yılları arasındaki boşanma oranları dramatik bir artış göstermiştir. İktidarın bu konuya olan ilgisizliği veya sadece "kadın ve aile” temsiliyetindeki sığ politikaları, daha derin bir toplumsal destek ihtiyacını gözler önüne sermektedir.

  2. Ekonomik Baskılar:
    Enflasyon, alım gücü kaybı ve işsizlik oranları, aile yapısında ciddi strese sebep olmuş; "birlikte yükü paylaşma" hissinden uzak, bireysel kaçış yolları arayan kitleler oluşmuştur.

3. Eğitim ve Toplumsal Bilincin Değişimi

Eğitim, bir toplumu geleceğe taşıyan en kritik dinamiklerden biridir. Ancak AKP dönemindeki eğitim politikaları, eleştirilerin merkezinde yer almıştır. Özellikle "değerler eğitimi" retoriğiyle yola çıkılırken, uzun vadede yozlaşma eleştirileri yoğunluk kazanmıştır:

  1. Eğitim Sistemi ve Adalet: TEOG, LGS gibi sınav sistemlerindeki sık değişiklikler, hem öğrenciler hem de aileler için derin strese neden olmuş ve sistemin kaotik yapısı eğitim kalitesini olumsuz etkilemiştir.

  2. Değerler Eğitiminin Anlam Kaybı: Ders kitapları ve mücerret eğitim politikalarında sevgi, saygı gibi değerlere vurgu yapılırken, söylemden öteye geçemeyen bu mesajlar uygulamada toplumda yankı bulmamıştır.

  3. İmam Hatiplerin Artışı ve Nitelik Tartışması: AKP döneminde İmam Hatip liselerinin sayısındaki belirgin artışa rağmen, bu okullardaki mezunların akademik başarılarının düşüklüğü sık söz konusu edilmiştir. Bu durum, "maneviyata odaklanılırken liyakatin ve eğitim niteliğinin ihmal edilmesi” olarak eleştirilmiştir.

4. Sevgi, Merhamet ve Dayanışmanın Eriyen Etosu

Toplumu bir arada tutan öz, sevgi, merhamet ve dayanışma değerlerinde hissedilir bir çözülme yaşanmıştır. Bu erozyon, özellikle küreselleşme ve tüketim çağıyla da pekişmiştir:

  1. Yardımlaşmanın Politize Edilmesi: Ramazan yardımları veya gösterişe dayalı kamu projeleri aracılığıyla "yardımlaşma" değerinin siyasallaştırılması, bu etkinliklerin halktan ve kalpten uzaklaşmasına neden olmuştur.

  2. Komşular Arasındaki Kopuşlar: Geleneksel dayanışma hissi yerine, bireyci hayat tarzlarının yaygınlaşması, toplumsal bağları zayıflatmış ve insanlar arasında "yalnız adalar" örüntüsü ortaya çıkmıştır.

Gerçeklerle Yüzleşme Çağrısı

22 yıllık AKP iktidarı, ahlaki ve manevi değerlere dönüş sözüyle başlasa da, sosyolojik bir perspektiften bakıldığında bu değerlerin çoğunun yoğun bir dejenerasyona uğradığı görülmektedir. Aile kurumu zayıflamış, eğitim sistemindeki kaotik yapı geleceğe olan umutları ötelemiş, sevgi ve dayanışma gibi temel insani değerler erozyona uğramıştır. Toplumun kendi özüyle yüzleşmesi, bu sorunlara çözüm bulmasıyla ancak  halledilebilir. Bu yolda gerçekçi ve kapsayıcı yaklaşımlar, değerlerin yeniden ihya edilmesine vesile olabilir.

Bahadır Hataylı/24.12.2024/Sancaktepe/İST

25 Aralık 2024 Çarşamba

Filistin Zulmü ve Dünyanın Sessizliği: Adalet ve Gerçekler


Dünyanın dört bir yanında zalim ile mazlumun savaşı devam ederken, Filistin bu meselenin kanayan yarası olmaya devam ediyor. Filistin'in yaşadıkları, sadece bir coğrafyanın veya bir halkın çektiği acılar olarak kalmıyor; aynı zamanda dünyanın vicdanının da bir göstergesi haline geliyor. Ancak bu vicdanı gösterge maalesef çoğu zaman sessiz, suskun ve ilgisiz kalıyor.

Filistin halkı, yıllarca süren bir işgale ve teröre maruz kalıyor. Evlerinden edilen, çocuklarının hayalleri yok edilen, hatta hayatta kalma mücadelesi veren bu insanların sesi maalesef ki dünyada gereken yankıyı bulmuyor. İnsanın sorası geliyor: Neden Filistin'in sesi bu kadar cılız, fakat cevapsız? Neden bu adaletsizlik görülmezden geliniyor? Bu sorulara cevap bulmak için dünyanın şuan önünde bulunan sorunlara, önyargılara ve çıkar ilişkilerine derinlemesine bakmak gerekiyor.

Filistin’in Dramatik Tarihi ve Zulmün Kökleri

Filistin’in tarihini anlamadan bugünün çelişkilerini anlamak mümkün değildir. 1948'de İsrail'in kuruluşuyla birlikte Filistin topraklarında büyük bir trajedi yaşandı. Yüz binlerce Filistinli topraklarından sürüldü, köyleri yerle bir edildi ve o gün bugün devam eden acı bir işgal süreci başladı. Bugün Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs'te yaşananlar sadece tarihsel bir bağlama sahip değil; aynı zamanda ırkçı politikaların, baskının ve ekonomik yıldırma stratejilerinin bir sonucu.

Bu zulüm, masum çocuklardan yaşlılara kadar herkesi etkiliyor. Sadece 2023 yılında Gazze'de yaşanan hava saldırıları sonucu yüzlerce çocuk hayatını kaybetti. Yerle bir edilen hastaneler, yıkılan okullar ve günlük iş için temel işletme özgürlükler, bu insanların yaşam mücadelesini daha da zorlu hale getiriyor. Uluslararası medyada ara sıra kısa bir yer bulabilen bu olaylar genellikle yalın bir "şiddet sarmalı" veya "iki taraflı çatışma" olarak sunuluyor. Ancak bu şiddetin taraflar arasındaki eşitsizliklerini, işgalci ve işgal edilen arasındaki derin farkı görmezden gelmek büyük bir haksızlık.

Dünyanın Çifte Standardı

Filistin'in sesi çıkar, ancak dünyadan sadece kınama mesajları gelir. Bu sırada dünya sahnesindeki diğer zalimlerin durumuna bakıldığında, ironik bir şekilde, pek çok aktörün ne kadar "hassas" davrandığını görüyoruz. Ortadoğu’daki başka bir lider "zalim" ilan edildikten sonra kısa sürede o ülkelerde "demokrasiyi ve özgürlüğü getirmek" adına askeri operasyonlar başlatılır. Irak, Libya ve Suriye buna örnek verilebilir. Demokrasi adına görülen bu harekatların sonuçları acı verici olmuştur. Ancak aynı hassasiyet Filistin için neden gösterilmez?

Görülür ki mesele sadece zalimi durdurmak ya da mazlumu kurtarmak değil; çıkarları korumaktır. Zira Filistin, stratejik ya da ekonomik bir kazancı vadetmezken, Ortadoğu'nun başka toprakları için bu söylenemez. Çoğu kez "dünyaçı vicdan" sadece menfaatlerin peşine düşer.

Filistin ve Medya Manipülasyonu

Medyanın bu işlerde oynadığı rol yadsınamaz. Filistin meseleleri genelde karışık ve karmaşık bir şekilde sunulur, ta ki olaydan kopuk bir kamuoyu ortaya çıksın. Medyanın ayrımcılık güttüğü ise inkâr edilemez. Gazze'de öldürülen çocuklar sadece birer sayı, ancak başka bir yerde yaşanan sivil kayıplar detayıyla anlatılır. Medya çok kere mazlum olan Filistin halkı yerine, şiddet eylemlerini meşrulaştıracak başlıkları tercih eder. Bu da dünyada adalet algısını iyice bozar.

Zalim Kimdir? Mazlum Kimdir?

Zulmün tarifi çok açıktır: Hak gasbı ve adaletsizliktir. Filistin'de şu an olup bitenler, bir coğrafyanın tam anlamıyla haklarının gaspıdır. Buna karşı savaşan Filistin halkı "terörist" olarak damgalanıyor. Halbuki kendi topraklarında var olma mücadelesi veren bir halk terörist değil, tam anlamıyla mazlumdur. İsrail’in ise ileri teknolojik silahlarla yaptığı işler, çoğu insan hakları beyannamesine aykırıdır. Ancak "güçü elinde bulunduran", medya ve diplomasi yoluyla mazlumun sesini kısmayı başarır.

Filistin Örneğinden Alınacak Dersler

Adaletsizliğe karşı susmak, mazluma çektiklerini kabullenmek demektir. Filistin meselesi, sadece bir coğrafya sorunu olarak değil; dünyanın nereye gittiğinin bir göstergesi olarak görülmelidir. Eğer zalime karşı durulacaksa, bu duruşun etik ve tutarlı olması gerekir. Bugün Gazze’ye susanlar, başka bir mazlumun hakkı için "kahramanca" konuşabilir mi?

Son olarak şu açıkça belirtilmelidir ki:

  • Filistin halkının çıkışı ve direnişi, insanlık tarihine mal olmuş şerifli bir çaba olarak algılanmalı.

  • Dünya devletlerinin, işgalciye sağladığı siyasal ve askeri destek son bulmalı.

  • Sadece ekonomik çıkarlar göz önüne alınarak mazlumlara "yarım destek" verilmesinden vazgeçilmeli.

Bahadır Hataylı/24.12.2024/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!