Bu Blogda Ara

22 Haziran 2023 Perşembe

DEVLET HER ŞEYE ULAŞMALI ULAŞAMIYORSA SORGULANMALI

Bir toplumda güç ve imkanların belli ellere verilmesinin amacı, onların kendi yaşam düzeylerini erişilmez kılmak için değil, aksine toplumsal yaşamda oluşacak karakaşa kaos ve aşırılıkları kontrol altına alarak toplumsal kardeşlik, birlik ve beraberlik duygularının devamına ve gelişmesine katkı sunarak yaşamın huzurlu olmasını sağlamaktır.

İlkçağ site(şehir) devletlerinin ortaya çıkmasından bir nebze haberi olanlar, devletin varlık sebebini ve gücün neden belli ellerde olmasının önemini ve gereğini anlar. İnsanlar ilkel toplayıcılık ve avcılık yaşamından yerleşik yaşama geçişleriyle birlikte, elde ettikleri ürün fazlalıklarını başkalarıyla paylaşmak istedi ve bunların karşılığı olarak da farklı ihtiyaçlarını giderme ihtiyacı doğdu. Dolayısıyla bu istek ve çabalar beraberinde ekonomik piyasayı ve toplumsal etkileşimi ortaya çıkardı. Bu ortamlarda zaman zaman insanlar arası haksızlıklar ve aşırı rekabetler yaşamı zorlaştırmaya başladı. Bu durumdan rahatsız olan piyasadaki insanlar, bu olumsuzlukların önüne geçmek için ferdi olarak altından kalkamayacakları sorunların üstesinden gelmek için, organizeli bir yapı oluşturarak insanlar üzerinde yaptırım yapacak tek güç olarak bu yapıyı güçlendirmek istediler. Bu yapının varlığı o beldenin tüm insanlarının kendi yapmak istediklerini bu güç aracılığıyla yaparak, adil ve paylaşımcı bir yaşamın oluşmasını sağlamaktı. Yani devlet birilerinin menfaatinin koruyanı değil, toplumsal yaşamın kargaşaya neden olmadan düzenli bir şekilde sürekliliğini sağlamak için oluşmuştur. Bu durum daha sonralarda daha aktif ve güç kullanabilecek tek kurum haline gelmiş hatta belli dönemlerden sonra kutsallaştırılarak dokunulmazlık zırhına bürünmüştür. Devletin dokunulmazlığı adalet hakkaniyet koruyuculuk, merhamet ve yönetiminde olan insanların her an sorunlarını çözmesinden doğmuştur. Durup dururken oraya görev için gelenlerin, toplumdan topladıkları vergileri kendi aralarında paylaşarak hesapsızca istedikleri yere harcamasından doğan bir kutsallık değildir. Devlet görevlilerinin aşırı zenginleşmesine göz yuman bir devlet anlayışı zaten toplumsal kaotik ortamların doğmasının yegâne sebebidir. Devleti yönetenler, toplumda ayrıcalıklı bir sınıf haline geliyor ve otoriteyi ele geçirdikten sonra, istediklerini zenginleştiriyor, istediklerinin mal varlıklarına çökerek onların sahibi oluyor ve istediği yere aktarıyorsa, devlet doğuştaki fonksiyonelliğine bağlı olarak kendisine atfedilen kutsallığını kaybeder, insanlara zulmeden despotik bir araca dönüşür. Ne yazık ki, günümüzdeki çağdaş devlet tanımlamaların neredeyse istisnasız büyük çoğunluğu böylesi bir despotlukta level atlamış görünmekteler. Bazı anarşist kuramcıların devlet hakkında söyledikleri, devlet soğuk kanlı canavarların en soğuk kanlısıdır derken bir tecrübeye göre böyle açıklamalar yaptıklarını da anlamış oluyoruz.

Devlet, belli bir zümrenin çıkarlarının korunmasını öncelikli ilke olarak göremez. Çünkü devlet, yönetimi altında bulunan tüm insanlar adına o görevi üstlenmiştir ve toplum onu organizasyonun tek sorumlusu olarak görürken, kendisinin uğraşamayacağı alanların da devlet tarafından yerine getirildiği güvencesiyle yaşamına devam eder. Ancak devlet tarafından korunduğu ve güvence altına alındığına inandığı noktalarda çürümüşlükleri ve kontrolsüzlükleri gördüğü zaman devlete ve devletin gücüne olan inancını kaybeder. Dolayısıyla insanların devlete olan güvenlerini kaybetmesinin temel nedeni yönetici olarak getirdiği insanların devleti işlevsiz ve denetim yapamayan hantal bir yapıya taşımalarıdır. Devlet denetim yapamıyor demek bu çürümüşlüğün en açık örneğidir. Devlet, tebaasından gözünü kırpmadan tüm vergileri alıyor, yetmiyor bir daha alıyor hatta tükettiği oksijene kadar vergi alacak duruma gelmesine rağmen, vatandaşın normal bir yaşam sürmesini sağlayamıyor ve toplumdaki kaotik çıbanları bulup tedavi edemiyorsa, devlet nerede ya da devlet yok mu gibi haykırışları duymak devletin en tabi hakkı olur. Devlet, kendisinin oluşturduğu ya da kendisi görevini yerine getirmediğinden dolayı denetimsizlikten kaynaklanan problemlerin verdiği acılardan rahatsız olan ve bu acıların altında inim inim inleyen insanların acısına çare olmak ve onları dindirmek yerine, onların devlete karşı potansiyel tehlike oluşturduğunu söyleyerek, toplumsal ayrışmaya ve toplumsal çatışmaya sebebiyet vermekle, meşruiyetini kaybettiğini görmesi gerekir. Bir devletin temel meşruiyet gerekçesi kanunlar değil, toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından kabul görmek ve benimsenmektir. Kanunlarla kendisini meşru kılmaya çalışan ve bu kanunlar yaşama aykırı olduğundan dolayı benimsemeyenleri de bastırmaya çalışırsa, devlet tam bir deve dönüşür. O zaman da varlık gerekçesini kendisi tehlikeye sokar.

Ne yazık ki, bizim toplumda devlet bu saydığımız olumsuzlukların neredeyse tamamını iliklerine kadar yaşamasına rağmen, hala en güçlü devlet bizim devlet gibi kıytırıktan sloganlar atarak geçmişteki savaşları diziler haline getirip onlarla övünerek bir çıkar yol bulmaya çalışmak, yolların sonuna gelindiğinin kanıtı olur. Hangi devletler geçmişteki tarihi başarıları destanlaştırarak ayakta kalmıştır. Yaptıklarınız çok güzel ise tarihinizdeki güzelliklerin bu başarılarınıza ışık tuttuğunu anlatmanız sizin geçmişe saygınızdan ve kökünüze sahip çıktığınızdandır. Ancak toplumsal yaşam olarak çamura saplanıp kaldığınız bir dönemde onlara sığınıp onlardan medet umanların hiçbirisi aydınlık yarınlara çıkamamıştır ve de çıkamayacaktır.

Ülkemiz gerçeğini dikkate alırsak, corona salgını döneminde herkesi evlere tıkayan devlet istediğini yapıyor, istediği malın fiyatını belirliyordu ancak geldiğimiz noktada piyasaya gücü yetmiyor demek devlete en büyük hakarettir. Piyasa aldı başını gitti, kimin eli kimin cebinde belli değil, insanlar sinir katsayıları yükselmiş yüksek gerilim hattında bulunduğundan her an patlamaya hazır bir bomba gibi, bir etki beklerken siz bunları hiç görmeyeceksiniz ama devlet güçlü dünyanın her tarafına uzanıyoruz diyerek masallar anlatacaksınız. Kendi içindeki sorunları çözememiş devletler hiçbir zaman güçlü olamazlar. Güçlülüğün en açık göstergesi kendi sorunlarını en aza indirgemektir. Kendi sorunları olan bir insanın nasıl ki başkalarına yardım etme ve onların sorunlarını çözüme kavuşturması mümkün değilse, devletler için de böyledir.

Devlet yetkilileri, halkın devlete neden bu yetkileri verdiğini ve nasıl bir yaşamı devletten bekledikleri için bu kadar vergiyi karşılıksız gözlerini kırpmadan hibe ettiklerini anlamadıkları müddetçe, toplumsal sorunların üstesinden gelinemeyecektir. Bugün ülkenin her tarafındaki açık alanlar sıfır araç ahırlarına dönmüş, evler kiralık verilmeyerek bekletiliyor, sebzeler meyveler çöpe atılıyor, esnaflar kafalarına göre istediği gibi fiyat arttırıyor, bir ayakkabı alacak gücünüz kalmamışsa, devlet ben güçlüyüm diyorsa yalan söyler. Çünkü devlet hiyerarşisi içinde görev yapanlar geçimlerini sağlasınlar diye onlara özel bir yaşam alanı tahsis edilmedi, insanların huzur ve mutluluğu için devletin tüm birimlerinde bir aksama olmadan devlet en uç noktalara kadar yetersiz kalmasın, öyle insanlar çalıştırsın ki, halk içinde karmaşa kaos oluşturup haksız kazanım sağlayacak olanlara fırsat vermesin diye bunları orada görmek istiyor. Bundan dolayı da bir beklenti içinde, halkın devletten beklentisi gayet doğal ve devletin bu beklentileri yerine getirmesi de onun rollerini oynamasıdır. Ancak ne hikmetse devlet kendi görevlerini yerine getirmediği halde neden bunları yapmıyorsun diyenlere de sen devleti eleştiremezsin sen kimsin diyerek, yırtıcı dişlerini göstererek hemen canavar kesiliyor. Devletin Ali kıran baş kesen olarak görüldüğü bir yerde hiçbir zaman devlet sorunları çözmek ve insanları mutlu etmek gibi bir derdin içinde olmaz. Devlet, kurumları işgal eden kişilerin arzu istek ve gelecek kaygılarını korumak adına çırpınırsa, bu da halkın sömürülme süresinin henüz sona gelmediğini gösterir.

Şunu artık birileri anlamalı, devletin işleyişini en güzel şekilde devam ettirerek, insanların yaşamlarını kolaylaştırsınlar diye göreve getirdiklerimiz bizim kendilerini göreve getirme gerekçemize kulak versinler. Devlet vatandaşa verdiği imkanları babasının hayrına vermiyor, kendisi toplumdan ayrı bir kuruluş ve oluşum değildir. Devlet belli kişi grup ve kurumlara barajın kapılarını sonuna kadar açarken, belli kişi ve kuruluşlara da barajların kapaklarını kapadıktan sonra alttan sızanlara ağzınızı dayayın yoksa canınızı okurum diyerek başına güvenlik görevlisi koyan olamaz. Ama ne yazık ki bizim ülkemiz de bu acı trajik yaklaşım ve uygulamadan nasibini alıyor, hatta o kadar fazla alıyor ki baraj kapaklarından damlayan suların bile, yatak boyunca tüm arazileri sulayacak bir su taşıdığını iddia edenlerin yalakalıklarını koro halinde devlet orkestrası eşliğinde milli marş olarak söyleyecek duruma getiriyor. Şahsen kendi adıma ifade ediyorum, ben böylesi uygulamaların her geçen gün ruhuma ve vicdanıma dokunduğu bir çağda, bu uygulamaları yapanlar ve onlara alkış tutanlarla aynı havayı teneffüs etmekten utanmaya başladım. Ondan dolayı hala hatırlatma ve uyarılarımı yapmaya devam ediyorum…

Devleti, devlet olarak piyasada görmek istiyoruz, bunların hepsi devletin yapacağı bir şey değil deniyorsa, o zaman devlet bize yaşamı cehennem edenlerin cehennemine odun taşıyor ve bu odunların yanması için ateşi temin ediyor anlamına gelir. Biz, bizi yakanların cehenneminin ortağı devlet istemiyoruz, devleti, cehennemi söndüren ve cehennem oluşturanları kendi cehenneminde yakan güçlü kuvvetli, vatandaşını koruyan merhametli elleriyle her ocağa ulaşan bir devlet istiyoruz. Bunu yapamayacaksa bunu da açıkça deklare etsin ki başımızın çaresine biz bakalım, bu hayatın acısını kaldıramaz olduğumuzu beyan ediyorum…

Basınç çok yüksek bu basıncı bu bedenler kaldıramaz, üsten bu basınç artıkça alttan ne kadar tazyikli akacağını ve patlayacağını düşünmek bile istemiyorum. Bazı durumlar var ki bunlar zamana bırakılmadan ivedilikle çözülmesi ve zamanla da bağlayıcı boyuta getirilmesi gerekir. Benim, devletin yapmasını istediğim ve görüp üzerine yoğunlaşmasının şart olduğunu anlattığım mesele tam da budur. Fazla uzatmaya gerek yok uyanmak isteyene bir buse yeter uyanmak istemeyene de ne söylersen söyle hatta domuz çanına vur heba…Heba olmayacak hatırlatmalar olması dileğimle selam saygı muhabbet ve iyilik dileklerimle…

Kalın sağlıcakla…

Bahadır Hataylı/21.06.2023/ 13.56/Namazgah/ST



21 Haziran 2023 Çarşamba

HAKİKATİ YAŞAMAK MI KOLAY YAMULTARAK UYMAK MI ZOR?

“Peki, yüzüstü kapanarak yürüyen mi daha düzgün gider yoksa dosdoğru yol üzerinde dik ve düzgün yürüyen mi? “Mülk/22

Kitaba göre yaşamak mı yoksa kitabı ortama uygun hale getirerek yamultmak mı, daha doğru yoldur…İnsan, ancak kendisi için yaratılma genlerine yüklenmiş yazılıma göre hayata başlarsa insan olarak yaşar, onun dışındaki yaşamlarının tamamı insan müsveddesi olmanın ötesine geçmez…

İnsan, insan olarak yaratılma özelliğindeki yüceliği anlamadığı zaman, kendisine verilmiş olan o iradeyi kendi menfaatlerini okşayan tarzda kullanması kaçınılmaz olur. İnsan, yaratılış hamuruna mutlak ruhun kendinden üflemesi ile yüce bir özellik kazandığını unutacak kadar, karar verebilme becerisi olduğundan, çoğu zaman kendindeki o karar verme gücünü, kendi istediği gibi kullanarak kendisini erişilmez bir güç olarak görebiliyor. İnsanın bu mütekebbir çıkışı, onu öyle bir hale getiriyor ki, kendisi bile yaratılma amacına uygun bir gözle kendisine baktığında inanmakta zorlanabiliyor. Hakikaten insan bu mu diyebiliyor, ancak sonrasında gerekli tavrı koyarak yeniden rotaya girecek kararlılığı göstermediği için, bir sürüngen olarak yaşamaya mahkûm oluyor. Peki yüzü üstü kapanarak sürünerek yaşayan mı yoksa dosdoğru yol üzerinde düzgün ve dik yürüyen mi insan olmaya daha layıktır.

İnsan, yaratılış yüceliğinden aşağıya düştüğünde, yukarıya çıkma düşüncesi geliştireceğine daha çok bulunduğu ortama uygun yaşama isteği oluşturuyor. Hatta çoğu zaman yaşadığı ortama uymayan hakikatler olduğu zaman, ne yapıp edip onları da kendi ortamına uygun hale getiriyor yahut ta onları görmezlikten gelerek sürüngen hayatından taviz vermek istemiyor. İnsanın, insan olarak sürüngen bir hayatı kendisine layık görmesi aslında kendi hakikatinden uzaklaşmasıdır. Peki, böyle bir durumda dimdik düzgün ve dosdoğru yaşaması gereken bir varlık bu yaşamın dışına çıkmışsa, ona hala yaratılma yüceliğinde verilen isimle hitap ederek, onu olmadığı yerde görmek ne kadar hakikatle uyumlu olur. Demek ki, insan sürüngen bir varlığa dönmekle, insanlık kimliğini de kaybetmiş oluyor. İnsanın bu kimliği gönül rahatlığıyla atarak, sürüngen bir yaşamı hayat olarak seçmesi, onu yeni bir isimle adlandırmayı zorunlu kılmaktadır.

 

“Yoksa sen bunların çoğunun işittiklerini, aklettiklerini mi sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, hatta yolca, hayvanlardan da şaşkındırlar.” Fussilet/44

İşitmeyen anlamayan akıl etmeyenler, hayvanlar gibi hatta onlardan daha aşağıdadır diyen Rabbimiz, bu beyanı öylesine söylemediğine göre, bu beyanı doğrultusunda yeni bir isimle bu varlığın adlandırılması sanıyorum abartılmış olmayacaktır. Allah’ın kitabında insan için o kadar çok uyarı ifadeleri var ki, bunlardan bazılarını dikkate alırsak, sanıyorum hayvanlar düzeyine hatta daha aşağılara düşmemiş olacağız. Anlamıyor musunuz, yaratıldığınıza bakmıyor musunuz, sizi bir damla sudan yarattım, gezip dolaşmıyor musunuz, sizden önce yaşayanlardan yalanlayanların akıbeti ne oldu, onların kalıntıları üzerinden sabah akşam geçiyorsunuz, hala ders almayacak mısınız, insan yaratıldığına bakmadan kalkıp, kendisini yaratan rabbine karşı hasım kesildi… Ey insan kerim olan rabbine karşı seni aldatan nedir? Gibi ayetlerin dikkat çekmek istediği nokta, insan olarak kendimizi tanımamız ve o tanıma uygun yaşamamızdır. Bu tanıma uygun yaşamadığımız zaman en necis varlık olup çıkıyoruz, aklını kullanmayanlar necistir.

Bu kadar donanımlı bir varlık yaratan ve ona gerekli yazılımı yerleştiren yaratıcı, acaba neden bu kadar uyarılarda da bulunmuş olabilir. Yaşam içinden bir örnek verecek olursak, haşa benzetme değil sadece bir örnek olması için yazıyorum. Bir baba, çok zengin her türlü imkana sahip, mal varlığını kendisi hayatta iken, bir tek evladı var ona kullanım hakkı veriyor ve diyor ki, evladım bunları kazanmak için çok çalıştım, ancak hiç gözüm yok onlarda, bunu kullanma ve onu en güzel şekilde amacına uygun kullanırsan, Allah daha fazlasını verir. Ancak sen kendi isteklerini öne çıkarır, sadece onları doyurmak ve onun peşinde koşmak için harcarsan, bir gün sende yok olursun, o günlerle karşılaşmaman için sana bu uyarıları yapıyorum. Sanma ki ben bunları sana söylüyorum diye senin iradeni biçimlendiriyorum., sadece hatırlatıyorum kendi iraden var dilediğini yaparsın…Ancak kendi iradenle yaptığın işlerin sorumluluğunun sonucuna katlanırsın, hayırda kullanırsan, fazlasıyla karşılığını alırsın, şerde kullanırsan onun da karşılığını alırsın ve saygınlığın biter; bugün etrafında olanların hiçbirini bulamazsın…Öyle bir yaşamla karşılaşmadan bunları da bil istiyorum, yoksa bir baba olarak çok üzülürüm…

Bir babanın oğluna nasihatlerini, oğlunun iradesine baskı kurmak olarak görmediğimiz halde, insan öyle nankör ki, kendisini yaratan bunca rızıkları önüne seren, Allah’ın önüne koyduğu yollardan birini seçtiği zaman, sonucuna katlanacaksın sorumluluğunun getirisini, Allah’ın kaderle bizi kuşattığını, bizi bize bırakmadığını düşünürüz. Hayır yaptıklarımızın tümünün sorumluluğu bize aittir. Dolayısıyla hayvanlardan daha aşağı sürüngen bir hayatı isterken, Allah’ın bize böyle bir hayatı reva gördüğünü söyleyerek yalanlarımıza daha büyük yalanlar katmaktan uzaklaşıp insan olma kimliğimize sahip çıkalım ki, kaybedenlerden olmayalım.

Yukarıdaki örneklere baktığımızda, insanın yaratılış gayesine uygun eksende yol almadığı zaman, içine girdiği karanlıkların verdiği acıları hafifletmek için, Kitabın emirlerini karanlık yaşamını destekleyecek hale getirmeyi kendince bir kurtuluş sanır, oysa bu, Allah’ın verdiği aklı yaratılış yüceliğine uygun kullanmamaktır. Yaratılış ekseninin dışında bir yaşama insanın kendisini mahkûm ederek, sonrasında bu mahkumiyetin devamı için, kitabın dışından kurallar oluşturup, o kuralların kitapta olup olmadığını araştırmaya başlaması, insanın çıldırmışlıkta level atlamasıdır. Yani aşağıların en aşağısına düşmesidir. İnsan, böyle olur mu diyeceğimizi biliyorum, ben de diyorum insan böyle olmamalı ve olamaz, ancak yaşadığı hayat insanı bir sürüngen haline getirdi. Dünya ve içindekilerin sahibi olabilmek için hangi deliği açık buluyorsa oradan girip dünyalık hedefine varmak istiyor. Bu durum hiçbir zaman dosdoğru düzgün yolda yürümek gibi olur mu?

İslam alemi diye ifade edilen ancak böyle bir alemin varlığına şahsen ben inanmıyorum, ancak Müslüman olduğunu söyleyen insanların çoğunlukta olduğu yerler var; buralar sadece öyle bir özelliği taşıyor. Oradakilerin bugün yerlerde sürünmesinin tek sebebi dosdoğru yolda düzgün bir yaşama sahip olmamalarıdır. Şunu iddia edebiliriz, bizim dışımızdaki ecnebiler bizim topraklarımızı elimizden aldılar, imkanlarımızı yok ettiler, bizi sömürdüler, kültürümüzü tarumar ettiler, insanlığımızı elimizden aldılar; biz ne yapalım böyle bir sonla karşılaştık…İşimiz Allah’a kaldı, Allah’ım bize yardım et diye gece gündüz hep dua ediyoruz diyerek sorumluluktan kurtulamayacağımızı anladığımız gün; onlar bizi sömüremeyecektir. Melekler, bu bahaneye sarılarak yaşayanların canlarını almak için geldiğinde, siz neler yapıyordunuz dediklerinde, biz mazlumduk, imkânlarımız yoktu, onun için Rabbimize kul olamadık diyecekler. Melekler Allah’ın arzı geniş değil miydi, hicret etseydiniz diyecekler ve onlar yüzü koyun cehenneme girecekler…Bu açıklamalar sanıyorum bizleri de kapsıyor. Yoksa bu ayetler sadece öncekiler için mi indi diyeceğiz…(!)Bunu söylememdeki maksat, yaşadığımız olumsuzlukların faturasını ya olaylara ya zamana ya başkalarına ya da imkansızlıklara bağlayarak kendimizi avutmamızdan kaynaklanıyor. Her ne kadar avunmak için gerekçelerimizi çoğaltsakta, ayağa kalmak için haklı bir nedenle ya Allah diyerek adam gibi dosdoğru düz bir yolda hakka gitmezsek kurtulamayacağız…

Şeytanın şeytan olmasının gerekçesini anlamadığımız müddetçe yerlerde sürüneceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın…Bizler Ademin neslindeniz, Onun için Rabbimiz diyor ki, “Ey Âdemoğlu, şeytan sizin atanız ademi saptırdığı gibi, sakın sizin de başınıza bir bela getirmesin, ancak bana kulluk edin dosdoğru yol işte budur.”

Şeytanın Ademi saptırdıktan sonraki gerekçesi, sapmasından dolayı ona sunulan imkanlar elinden alındığı zaman, Rabbim sen Ademi yaratmasaydın ben sapmayacaktım. Onu topraktan yarattın beni ateşten yarattın ateş toprağı yakmasına rağmen bana onu kabullenmemi ve onun için eğilmemi istedin ben de onun küçüklüğünü gördüğümden ona eğilmedim. Dolayısıyla benim şu an ki sapmamın nedeni Ademdir dedi. Peki, bu bahane ve kendince aklı kullanması, aslında aklı rotasından çıkararak kullandığının farkında değil, onu doğru yaptı mı kesinlikle…Âdem (as) ne dedi. Rabbim biz kendi nefsimize zulmettik, senin yasakladığın ve yaklaşmayın dediğin ağacın meyvesini yedik, eğer bize acımaz merhamet etmezsen ebediyen senin gazabına uğrayanlardan oluruz…” Görüyor muyuz, hakka gidecek olan ile, Haktan kopacak olanın gerekçesini…Peki, bugün Müslüman olduğunu söyleyen bizler neden hep şeytanın taktikleri ile kurtulacağımızı sanıyoruz. Oysa Rabbimiz diyor ki, sakın Şeytan, sizin başınıza bir bela getirmesin…

Evet dostlar ya hayatımızdaki olumsuzlukların tercümesini doğru okuyarak ayağa kalkarız, ya da şeytan gibi Hakikati kendimize uygun hale getirerek okuruz ki, ebediyen cehennemdeki yerimizi hazırlarız. Rabbimiz, o kadar merhametli ki, aklımıza gelmeyecek örneklerle bizi uyandırmaya çalışırken, bizler hala içine saplanıp kaldığımız bu bataklıkta battıkça batmayı tercih ediyoruz. Allah, nefsini temize çıkarmak için bahaneler üreterek gerekçeler oluşturanları değil, Nasuh bir tövbe ile kendisine yönelenlere hakkı gösterir. Onlara doğru ile yanlışı birbirinden ayıracak kabiliyeti verir. Kitabı ve hikmeti onlara bağışlar. Kitabın ortasından okuyacak olanlar, ancak kitabı yaşarlar. Allah onlara hikmeti bağışlamıştır. Siz bildiklerinizi yaşarsanız, Allah size bilmediklerinizi de öğretir. Matematikte iki bilinmeyenli çok bilinmeyenli denklemlerin çözüm yollarının ne olduğunu biliyorsunuz. İki bilinmeyenden birinin değerini bulduğunuzda diğerini de buluyorsunuz. İşte, Rabbimin ayetleri de aynen böyle açılıyor, içindeki hikmeti bizlere gösteriyor. Siz Hakka yakın olmak için Kitabı anlamak istiyorsanız, Allah diğer bilmediklerimizi ve anlamadıklarımızı da anlaşılır ve yaşanılır kılıyor. Yoksa Zihnimiz ve kalbimiz simsiyah bir ekrana dönüşüyor. Bu ekranda yeniden bir şeylerin ortaya çıkmasını istiyorsak, bunun formatlama yöntemi…” Ey iman edenler Allah’a ve Resulüne iman edin “dir. Kitabı, aranızda hakem olması için indirdik, yoksa hala başka kaynaklar mı arıyorsunuz, Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir, Siz Allah’ın söylediklerine kulaklarınızı tıkarsanız, dosdoğru ve düzgün olarak yürüme şansınızı kaybedersiniz…Rabbim, katında bize hiçbir itibar ve ayrıcalık katmayacak olan bu dünya ve içindekilerin arzu istek ve sevgisini yüreğimizden sök al ve bunları sadece sana daha yakın olmamız için bize bağışladığını anlayan ve ona göre yaşayan kitabın anasını ortaya koymaktan tereddüt etmeyen kullarından eyle…Rabbim bizler aciz ve zavallı kullarız bizlere merhamet et ve hakkın şahidi olarak şahitliklerini gereği gibi yaparak huzuruna kabul ettiğin, kendine dost bildiğin kulların arasına bizleri de kat…Rabbim bizleri istikamet üzere dosdoğru yaşayan mümin kullarından eyle, kitabı okuyarak akıllarını başlarına alan ve onunla hemhal olup yaşayan, adaletin şahidi kullardan kıl bizleri…Bizden sonra hayra çağıran ve hayırda yarışan nesiller eyle nesillerimizi; sen acıyansın bizleri bağışla Allah’ım…Aciz düştük Allah’ım senin indireceğin her hayra muhtacız biz…

Makalemi burada noktalarken her daim hakkın şahidi olmak dileğiyle selam muhabbet ve hayır dualarımla…

Kalın sağlıcakla…

Erol KEKEÇ/20.06.2023/13.22/Namazgah/İST



20 Haziran 2023 Salı

BEYANI (!)ESAS ALAN MUTLAK BEYANDAN YOKSUN KALIR

Bir yaşamın fıtrat kodlarını imha etmek istiyorsanız, insanlığın, cinsiyeti, rengi, yaşadığı yer, etnik kökeni ve dilleri üzerinden pozitif bir ayrım yaparak, onları adil yönettiğinizi söylemeniz yeterlidir.

Yeryüzünün dengesini bozan güçler, yeryüzünde yaşayanları belli özelliklerine göre sınıflandırarak, onların yaşam standartlarının belirlenmesinde belirleyici olmuşlardır. Bu güçler, yaşadığımız evrende, insanlığın elde ettiği birikimlerini ve gelişmişliklerini daima kendi kullanım alanları içine koyarak sahiplenmişler ve bu birikimleri insanlığı ifsat etmek için kullanmışlardır. Bunun en açık örneğini görmek için, geçmişten günümüze bilim ve teknolojinin hangi alanda daha çok etki yarattığına bakmanız yeterlidir.

Teknolojinin günümüzde zirveye yaklaştığı, hatta bilimsel gelişmelerin Nirvana’sı olarak görülen dijital ve yazılım çağı, insanlığın huzurunu yok ederek nasıl bir fayda sağlamış olabilir ki! Bilimsel tüm çalışmalar huzurlu bir yaşam sürmek isteyen insanlığın yaşamına katkı sunarak, onları daha huzurlu ve mutlu kılıp, insanın düşünebilme melekelerini canlandırması gerekirken, bugün geldiğimiz noktada insanların büyük bir çoğunluğunu, bilimsel gücü ele almış olanlara köle yaptığını görmekteyiz. Bu kölelik sürecinin her yeni bilimsel buluşlar sonrasında hızlanarak geniş kitleleri kuşattığını söylemek sanıyorum abartılı olmayacaktır. Her yeni buluş, bu buluşların elde ettiği teknolojiyi kullanan ve benimseyen kobaylarını çoğaltıyor, insanların üretici dinamiklerini ve yetilerini imha ediyor insanı bir teknoloji bağımlısı köle haline getiriyorsa, insanlığa huzur getirmesi gereken yollarının imha edilmesi anlamına gelmez mi?

Ne yazık ki, dünya yaşamını belirleyen ve tüm yaşamlara bilgi belge teknoloji bilim ahlak adalet ve insanlık taşıyan araçların direksiyonu, vitesi ve kullanım hakkı belli ellerde olunca, insanlığın huzurdan uzaklaşması da doğal yaşamın dinamikleri haline geliyor(!)İnsanlığın huzurunun elinden alındığı bir yaşamda, hangi teknolojik gelişmeleri ona sunarak, yaşamı kolaylaştırmış olabilirsiniz ki? Geçmiş dönemlerde Tibet’e Trenin geleceği haberleri piyasada dolaşınca, şehirli bir esnaf, Tibet’in köylerinden tam 15 günde eşeğiyle Tibet’e gelerek mallarını satıp tekrar köyüne dönmesi 30 gün süren köylüye, Tibetli esnaf köylüye der ki, senin işinde kolaylaşıyor. Tren senin köylere yakın geçecek, o zaman bir gün içinde malzemelerini getirirsin hemen satar tekrar gelen trenle köyüne dönersin ve 29 gün sana kar kalır der. Bunu duyan köylü derin derin düşünmeye başlar ve morali bozulur. O zaman şehirli, hiç sevinmedin işin ne kadar kolaylaşıyor hemen köyüne dönüyorsun; böyle bir kolaylık nerede var deyince, köylü derki; benim huzurum gidiyor. Ben dağlardan ovalardan vadilerden nehirlerden aşarak geliyorum, evrenle iç içe yaşıyorum o kadar çok huzur buluyorum ki, o gördüğüm börtü böcek ve kuşlara hasret kalacağım, üstelik kalan 29 günde ben ne yapacağım, şimdi onunla ilgili yeni arayışlarım başlayacak, böylece benim huzurum gidiyor. Beyefendi benim huzurumu bozan bir teknoloji bana nasıl iyilik yapmış olabilir der.

Evet, çağımızda Nirvana’ya çıkmış olan teknoloji kötü emellerin kurbanı olduğundan, insanlığın huzurunu bozmaktan ve insanlığını elinden almaktan başka bir iş görmüyor. Böyle bir süreç ne yazık ki, yaşamlarımızın her hücresine dokunmaktadır. Başta söylediğim gibi, bu imkanları tekelinde toplamış olanlar her türlü ayrım ve ayrıcalığı insanlığın faydasına diye sunarak, insanları birbirinden uzaklaştırmışlardır. Birilerinin lehine olan pozitif ayrımcılık birlilerinin aleyhine oluyorsa, orada insanlığın kurtuluşuna sebep olacak bir reçete ortaya çıkmayacaktır. Böyle bir gerçeklik ortadayken insanlığı bu şekilde ayrıştırarak onlara huzur ve mutluluk getireceğini söyleyenlerin hepsi yalan söylemekle kalmıyorlar, bu uygulamayı başlatanlar adına insanlığı yok etmek için bir aparat görevi üstleniyorlar. Bu aparatların değişik şekil ve modellerini kendi ülkemizde de görmek mümkündür. Bunlara en açık örnek, cinsiyete dayanan pozitif ayrımcılık oldu.

Neredeyse bilmeyen kimsenin kalmadığı,6284 diye bilinen bir kanun var. Bu kanun Batıya uyum sürecinde, ataerkil bir ortamda kadını erkekle eşitlemek adına ortaya çıktığı söylenirken, aile yaşamını doğrudan hedef aldığına kimse bakmaz. Oysa bu kanun doğrudan doğruya erkekle kadın arasındaki gerilimi ve çatışmayı üst seviyeye taşıma amacında bir kanundur. Kadınla erkek arasında evde bir olumsuzluk yaşandıysa, kadın durumu hukuka taşıdığı zaman, erkeğin mahkemeye delil araştırıp getirmesine gerek kalmadan, kadının söylem ve beyanları esastır, ilkesinden hareketle, erkek doğrudan potansiyel suçlu olarak kabul ediliyor ve mahkeme bu ilkeye göre devam ediyor. Buradaki yıkımın temelinde ne olduğuna bakarsanız, hemen karşımıza cinsiyete dayanan pozitif ayrımcılık çıkar. Oysa bu kanunu ortaya koyanların çok iyi niyetli olduğu, kanunun kadınların ezilmesini önlemek için yapıldığı anlatılır. Nasıl bir iyi niyet ki bütünü parçalamada bir motor özelliği görüyor.

Allah, zina olayında dört şahit ve gözle görülmesini esas alırken, kimsenin görmediği bir ortamda kadın ile erkek arasında geçen bir olumsuzluk sonrasında kadın, bu bana tecavüz etti ya da tacizde bulundu dediği zaman, kadınının bunu kanıtlamasına gerek yok, erkeğin kendisini temize çıkarması için çok hem de çok delile ihtiyacı var, erkek böyle olmadığını kanıtlamak zorunda, yoksa kadın ne demişse o geçerlidir. Bu da kadını korumaya yönelik olduğu söyleniyor. Hakikaten bu güçler o kadar küçük beyinleriyle bu dünyaya düzen vermeye kalkıyorlarsa, ezilmek sindirilmek insanlığın genel sonu olacak demektir.

Allah, hep adaleti gözetiyor, onun için de kimse halinden şikâyet etmiyor, âmâ dünyayı düzene koymak isteyen ifsat şebekelerinin amacı her tarafı kirletmek olduğu için, yaratılış fıtrat kodlarıyla bir türlü uyum sağlayamıyor.

İnsanları doğrudan hedef alan ve onları imha etmeye yönelik çalışmalar, temel insan öğesi üzerinden yapılmaya başlandıysa, insanlığın vay haline o zaman…Renkler üzerinden, etnik kökenler üzerinden yapıldı ve yıllarca ABD’de Siyahiler insan muamelesi görmedi, hatta toplu taşıma araçlarındaki tabelalar,” Zenciler ve köpekler binemez diyordu. Yakın tarihimize kadar Kürtlere, Suriye’de vatandaşlık kimliği verilmiyordu. Bu süreçler çok ayrıştırıcı ve gözle görülen yanlışlar olduğu anlaşıldı ondan dolayı bu ayrımların yerini tüm insanlığı etkileyecek bir başka adıma bırakması kaçınılmaz oldu, o da Cinsiyete dayanan pozitif ayrımcılık…Bu ayırıcı özellik hem kadınların uyarılmışlık güdülerine hitap ediyor, diğer taraftan ezilmişlik yanını iyileştiriyor, erkeklerin zalimliğini ve doğuştan güce dayanan saldırganlığını ortadan kaldıracağı inancıyla, kadınlar tarafından şartsız kabul gördü. Kadınların bir cinsel figür olarak yaşam alanında her zaman etkileyici bir uyaran olmasını isteyen erkekler tarafından da alkışlandı. Sonrasında yaşam alanımız cehenneme döndü. Bu cehenneme odun taşıyan ve o cehennemin alevlenmesine yol açanlar çıkmışlar şimdi bu nasıl oldu demeye başlamışlar. Nasıl böyle oldu diyenlerin bu şaşkınlık ve tuhaflarına gidişini söyledikleri tedirginlikleri, sakın kimseyi aldatmasın…Çünkü onlar zaten işlerin bu sürece girmesi ve böyle hızlı bir trendle yol alması için proje uygulayıcıları olarak belirlenmişlerdi. İnsan kendi uyguladığı projenin getireceği ve götüreceğinin hiç hesabını yapmaz olur mu?

Nasıl bir değişimin içinde olduğumuzu, değişenler kolay kolay anlamazlar, ancak bu değişim programlarının tescilli görevlileri nereye geldiğimizi çok iyi bildiklerinden, geldiğimiz nokta onların da küçük dillerini yutmasına neden olduğu için, bugün gündem yaparak sizlerin gazını almaya çalışıyorlar. Çünkü içinize dolan gazların nasıl patlayacağını siz bir bilseniz, bu davranışların çok yetersiz olduğunu göreceksiniz. Yani diyeceğim o ki, insanların doğal yaşam akışlarını belirleyen fıtrat kodları değiştirilmek istendiği zaman, insanlık bir daha çıktığı raya girme şansını kaybedecektir. Raydan çıkmış insanlığın sonu hüsran olacaktır. Henüz raydan çıkmış yaşamlar olsa da raylar sökülüp kaldırılmadığı için o raylarda yol alma imkânımız hala var…Ancak biz yol aldıkça arkamızdan gelenler rayları sökerek geliyorlar, geçtiğimiz yolda ray olmadığını bizlerin uçarak o noktaya geldiğimizi bize anlatarak daha fazla kandırmaya devam ediyorlar.

İnsanı oluşturan iki ana unsuru birbirinden kopardığınız zaman büyük planların uygulaması o kadar kolaylaşıyor. Ülkemiz insanı bu korkunç tuzağı o kadar kabullenip içselleştirdi ki, huzura ulaşmak için huzurundan oldu. Nasıl bir huzur aracı ki, sizi sizden ediyor ama size çok güzel kendine güvenen özgürce yaşayacağı ortamları sunacağını anlatarak sizi imha ediyor. Tesiri çok büyük yıkımı o kadar kötü olan bu anlayış nasıl insanların yaşamlarında karşılık bulabiliyor dersiniz. İnsan kendi huzur kaynağını bulandırdığı zaman, o bulanıklığı başka ellerin durulaştıracağını sandığı müddetçe, kandırılmaya ve huzurundan olmaya mahkumdur. Tibetli köylü gibi bize mutluluk kolaylık getireceği ve bizi koruyacağı anlatılan uygulamaların, sonrasında yaşatacağı travmaların ne olacağını hesaba katmazsak, düşünebilme ve idrak mekanizmalarımızı yok edeceğiz. Onun içindir ki, insanların rahatı huzuru ve mutluluğu için çabalıyoruz diyenlerin bu çabalarının karşılığında ne kadar erozyona uğradığımıza bir bakalım, şayet toprak kayması gibi kendimizden uzaklaşarak sürekli dağılıp okyanuslara taşınan kara parçaları gibi dağılıyor ve sonrasında parçalarımızı bulmaları için bizi parçalayanların elindeki imkanlara bel bağlıyorsak, yakın gelecekte hiç olmayacağımızdan kuşkunuz olmasın derim…

İnsanın yegâne kurtuluş reçetesi, kendisini kurtarmak için var olduğunu söyleyerek huzur mutluluk ve refah seviyemizi arttıracaklarını iddia edenlerin bu söylemlerine kulaklarımızı tıkayarak onlardan kurtulursak, belki yeniden kendimize gelme imkânı ve ortamı bulacağız. Aksi durumda son nefesimizi nasıl alacaklarının hesabını yapamayacağız.

Aile yapılarımızın, ciddi bir çöküşün enkazında yer alacağı günlerin arifesine geldik. Ancak hala toplum olarak bu mu, o mu yoksa batıya özgü bir model mi gibi boşboğazlıklarımızın kurbanı olarak her geçen günümüzü heba ediyorsak, heba olan günlerin içinde yaşayanların güçlenerek oradan çıkacağını sanmayalım. Öncelikle her ferdimiz kendisi olsun, sonrasında kendisi olan fertlerin birlikte oluşturacağı bizde buluşalım; ancak o zaman gelen sellere karşı bir barikat olabiliriz. Akan selin önüne atılan her taş o suyun içinde yok olur gider. Ancak bir blok halinde selin karşısına çıkanlar, suyun şiddeti ne olursa olsun onu durdurabilir. İşte, bizler bu tarz bir duruş ve dirilişle ancak bu yıkım sürecini atlatır ve gelen selleri lehimize çevirip onları farklı alanlarda kullanabilecek duruma geliriz. Benim temennim bizlerin bunu idrak edecek ve gerekli tavrı koyacak donanımlarımızı henüz kaybetmediğimizden bunların üstesinden gelebilecek güçte olmamızdır…

Ancak özgür fert, örgütlü biz ile, bundan sonra toplum olarak var olabiliriz, aksi durumda küresel ifsadın içinde savrulup gideceğimizden kuşkunuz olmasın…Dünyanın yeni koordinatları bu ifsadın kasıp kavuracağı rotaya göre biçimlendirildi. Ulusal kimlikler, bölgesel kültürler, yerel yaşamlar gibi farklılıklarımız kaybolmak üzere…Renkler tek oluyor. İki ayırıcı unsur var bundan sonra, sebebi ise kolay parçalamak yönetmek ve gerektiği zaman yemek için…Cinsiyete dayanan pozitif ayrımcılık…

Makalemi sonlandırırken selam saygı muhabbet ve iyilik Dileklerimle, size söylediğimi bir gün anlayacaksınız…

Kalın sağlıcakla….

Erol KEKEÇ/19.06.2023/13.52/Namazgah/İST


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!