Bu Blogda Ara

19 Ağustos 2025 Salı

Kayıp Mahallenin Sessiz Çığlığı- Hafızadan Güvenliğe Bir Yol Arayışı

 

1. Eski Mahalle Kültürü ve Bekçilerin Rolü

Bir toplumun gerçek anlamda güvenliğini sağlayan şey, yalnızca polis, jandarma ya da bekçi değildir. Asıl güvenlik, insanların birbirini tanıdığı, birbirine kefil olduğu ve gerektiğinde birbirine omuz verdiği mahalle kültüründe gizlidir. Bu topraklarda uzun yıllar boyunca mahalle dediğimiz şey sadece evlerin bir araya gelmiş hali değil; aynı zamanda bir dayanışma ağı, bir güvenlik duvarı ve bir hayat tarzıydı.

Gece bekçileri, işte bu kültürün ayrılmaz parçalarından biriydi. Onlar yalnızca gece dolaşan güvenlik görevlileri değildi; bulundukları mahallenin hafızası, gözü ve kulağıydılar. Bekçi, görev yaptığı sokakta hangi evde kaç kişi yaşadığını, kimin işe hangi saatte gidip geldiğini, hangi evin kapısında hangi ayakkabıların dizildiğini bilirdi. Bir yabancı girdiğinde hemen fark ederdi çünkü o yabancı, mahallenin olağan ritmine ait değildi. Bekçi, bu farkındalık sayesinde hem caydırıcı bir güçtü hem de mahalleliyi sessizce koruyan bir gözetmen.

Gece olduğunda, bugünün karanlık ve korkutucu sokaklarının aksine, bekçinin düdüğü insanların içini ferahlatırdı. O düdük yalnızca bir ses değil, “Ben buradayım, içiniz rahat olsun” mesajıydı. Anneler çocuklarını yatırırken “Korkma yavrum, bekçi var” derdi. Çocuk, güvenle uyurdu çünkü bilirlerdi ki sokakta onların güvenliği için gezen biri var. Bekçi sadece hırsızı değil, bazen de serseriyi, bazen alkolün tesiriyle taşkınlık yapanı, bazen de kötü niyetle gezen yabancıyı uzaklaştırırdı.

Ama iş bununla bitmezdi. Mahalle bakkalı, kırtasiyesi, kahvesi, berberi ve manavı da bu otokontrol sisteminin doğal birer parçasıydı. Mesela bakkal, kimin fişle alışveriş yaptığını, kimin işsiz kaldığını, kimin borcunu ödeyemediğini bilirdi. O bilgi, yalnızca ticari bir hesap değil, aynı zamanda sosyal bir denge unsuruydu. Bakkal, gerektiğinde deftere yazardı; bir ailenin çocuğu aç kalmasın diye günlerce, aylarca borç biriktirirdi. Bu aslında gizli bir sosyal yardım mekanizmasıydı.

Kahvehane ise bir bakıma mahallenin meclisiydi. Orada oturanlar, gelen gideni görür, yabancıyı ayırt ederdi. Bir genç kötü alışkanlıklara bulaşsa kahvede oturan büyükler uyarırdı. Bir ailede kavga çıksa, kahvenin ileri gelenleri devreye girer, “Evladım, bu meseleyi böyle büyütme” diyerek arabuluculuk yapardı. Yani mahallenin düzenini sağlamak sadece devletin görevi değil, toplumun kendi öz denetimiydi.

Bu yapı, aslında bin yıllık bir birikimin ürünüydü. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e taşınan bu kültürde mahalle imamı, esnafı, muhtarı ve bekçisi bir bütün oluşturuyordu. İmam, manevi dengeyi; muhtar, idari düzeni; bekçi, güvenliği; esnaf ise sosyal desteği sağlıyordu. Böylece bir çocuk sokakta yalnız kalmaz, bir yaşlı evinde sahipsiz olmaz, bir ev hırsızlara hedef edilmezdi.

Bu düzenin asıl gücü, “tanışıklık” idi. İnsanlar birbirini tanıyor, birbirini gözetiyor ve birbirine kefil oluyordu. Çünkü tanımadığınız insanın neyi sakladığını bilmezsiniz; ama aynı sokakta her gün yüzünü gördüğünüz komşu, sizin sessizce güven duvarınızdır. İşte bekçi, bu tanışıklığın zirvesinde duran kişiydi. O, hem devletin görevlisi hem de mahallenin kendi adamıydı. Devlet ile halk arasındaki bağı, güvenle kuran sessiz bir köprüydü.

Fakat modernleşme adı altında yaşanan süreç, bu dengeleri birer birer yıktı. Önce bekçilik birimi işlevsizleştirildi, sonra kaldırıldı. Yerine kamera sistemleri, karakollar ve yeni güvenlik politikaları getirildi. Ama hiçbir teknoloji, bir bekçinin gözlem gücünü, hafızasını ve insan ilişkilerini ikame edemedi. Kamera soğuktur; görür ama tanımaz, kaydeder ama anlamaz. Oysa bekçi, hem görür hem tanır hem de anlar.

İşte tam da bu noktada fark edilmeyen şey şuydu: Mahallenin bütün unsurları birbirine bağlıydı. Bekçiyi kaldırdığınızda sadece bir görevi değil, aynı zamanda bir zihniyeti, bir kültürü de ortadan kaldırmış oluyordunuz. Çünkü bekçi, bakkal ve kahvehane ile birlikte işlev kazanıyordu. Onlardan biri ortadan kalktığında zincir bozuluyor, boşluk oluşuyordu.

Bugün geriye dönüp baktığımızda, o dönemin mahalle düzeni ile bugünün sokakları arasındaki fark, sadece nostaljik bir ayrıntı değildir. Bu fark, toplumsal güvenliğin nasıl çözüldüğünü gözler önüne seren bir aynadır.

2. Bakkal, Kitapçı, Kahvehane: Mahallenin Sessiz Güvenlik Birimleri

Eski mahalle düzeninde güvenlik yalnızca bekçinin düdüğünden ibaret değildi; o düzeni ayakta tutan, gündelik hayatın küçük ama köklü kurumlarıydı. Bunların başında da bakkallar, kitapçılar ve kahvehaneler geliyordu. Bugün basit bir ticaret mekânı gibi görülen bu yerler, aslında toplumsal denetimin ve dayanışmanın kaleleriydi.

Bakkal, Sessiz Sosyal Güvenlik Kurumu

Bir mahallede bakkal, yalnızca ekmek, şeker ya da gazoz satan adam değildi. Bakkal, o mahallenin hafızasıydı. Kimin işsiz kaldığını, kimin çocuğunun okula gidip gidemediğini, kimin tenceresinde akşam yemek kaynadığını bilirdi. Çünkü alışveriş sadece para ile yapılmazdı; deftere yazdırılır, ay sonu ödenirdi. Bu defterler, kapitalizmin soğuk kasaları gibi borç kaydı değil, bir güven sözleşmesiydi.

Bakkal, çocuğun cebindeki birkaç kuruşa bakmaz, ona süt ve ekmek verirdi. Çünkü bilirdi ki o çocuk aç kalırsa, o mahallenin vicdanı aç kalmış olur. Bakkalın defteri, aslında toplumun kendi içinden kurduğu bir sosyal güvenlik sistemiydi. Devlet yokken, sigorta yokken, kredi kartı yokken insanlar bakkalın defterine yazdırarak hayatta kalırdı.

Ama bakkalın rolü sadece ekonomik değildi. Mahalleye yeni taşınan biri bakkala uğradığında, kim olduğunu sorar, öğrenirdi. O mahallede uyuşturucu satan biri kolay kolay barınamazdı; çünkü bakkal onu tanır, mahalleliyi uyarırdı. Bir hırsız mahallede dolaşsa, bakkalın gözünden kaçmazdı. Böylece bakkal, bir tür gözetmen ve uyarıcıydı.

Bugün zincir marketler dört bir yanı sardı; kasadaki görevli gün boyu yüzlerce kişiyle karşılaşsa bile hiçbirini tanımaz. Onun için müşteri yalnızca barkod ve fiyat etiketidir. Ama bakkal için müşteri komşuydu, arkadaştı, bazen akrabaydı. İşte bu fark, toplumsal bağların çözülmesinde belirleyici oldu.

Kitapçı, Sessiz Rehber

Mahallede küçük bir kitapçı ya da kırtasiye olurdu. Orada sadece defter kalem satılmaz, aynı zamanda kültürel bir damar akardı. Çocuk, okul için defter alırken kitapçı ona yol gösterirdi; hangi kitabı okumalı, hangi ödevi nasıl yapmalı… Kitapçı, gençleri gözler, onları kötü alışkanlıklardan korumak için yönlendirirdi. Bir gencin yanlış yollara kaydığını fark ettiğinde uyarır, bazen öğretmenle, bazen aileyle konuşurdu.

Kitapçının rafları yalnızca kâğıt kokmaz, aynı zamanda bir bilinç taşırdı. Bugün zincir kitapçılar, sadece satış rakamlarının peşinde koşuyor. Eskiden ise kitapçı, gençlerin zihnine bir ışık yakardı. Onun varlığı bile mahallede kültürün, eğitimin bir koruyucusu gibiydi.

Kahvehane, Mahallenin Meclisi

Kahvehaneler de toplumsal güvenliğin görünmez kalelerinden biriydi. Bir genç serserilik yapmaya kalksa, kahvede oturan büyükler hemen müdahale ederdi. “Evladım, bu sana yakışmaz” derler, nasihat ederlerdi. Aile içinde bir problem yaşansa, kahvenin ileri gelenleri arabuluculuk yapardı. Kavga büyümeden söndürülürdü.

Kahvehane, bir bakıma haber merkeziydi. Kimin evine yeni biri taşınmış, kim işsiz kalmış, kim evlenmiş… Bunların hepsi orada konuşulurdu. Bu bilgiler dedikodu değil, toplumsal farkındalıktı. Çünkü mahalledeki herkes, birbirinin yükünü taşırdı. Bir düğün yapılacaksa kahveden sandalye taşınır, bir cenaze olduğunda kahve ocağı kapatılır, taziyeye koşulurdu.

Bugün kahvehaneler çoğu yerde işlevini kaybetti. Kumar yuvasına dönüşen, uyuşturucu satışının yapıldığı, işsizliğin karargâhına çevrilen mekânlar haline geldi. Çünkü o eski otokontrol mekanizması çöktü. Büyükler artık gençlere söz geçiremiyor, mahalle düzeni dağılmış durumda.

Otokontrolün Gücü

Bütün bu örnekler bize şunu gösteriyor: Güvenlik yalnızca devletin görevlileriyle sağlanmaz. Güvenlik, toplumun kendi içinde kurduğu dengeyle mümkündür. Bakkalın defteri, kitapçının öğüdü, kahvehanenin otoritesi ve bekçinin düdüğü birbirini tamamlayan halkalardı.

Bu sistemde kimse “yalnız” değildi. Bir aile dara düşse, bakkal, kahve, kitapçı ve mahalle el ele verirdi. Bir genç kötü alışkanlığa bulaşsa, önce komşular uyarır, sonra esnaf devreye girerdi. Böylece sorunlar büyümeden çözülürdü. Bugün ise bireyler yalnızlaştırıldı. Herkes kendi apartmanında birbirinden kopuk yaşıyor. Bakkal yok, kitapçı yok, kahvehane işlevsiz. Dolayısıyla otokontrol sistemi de yok. Sonuç: hırsızlık, uyuşturucu, şiddet ve güvenlik zaafiyeti…

3. Kapitalizmin Saldırısı ve Mahalle Kültürünün Çöküşü

Mahalle kültürünün en önemli özelliklerinden biri, insana dayalı bir düzen olmasıydı. İnsan, hem güvenliğin hem dayanışmanın merkezindeydi. Ancak modernleşme ve kapitalizmin yükselişiyle birlikte bu düzen kökünden sarsıldı. Çünkü kapitalizm, bireyi yalnızlaştırarak tüketiciye dönüştürür. Ve bu yalnızlaşma, beraberinde toplumsal bağların çözülmesini, güvenlik mekanizmalarının işlevsizleşmesini getirir.

Zincir Marketlerin Sessiz İşgali

Önce bakkallar kapandı. Çünkü devlet, büyük sermayeyi korudu; zincir marketlerin önünü açtı. Teşvikler, vergi kolaylıkları, lojistik ağlar… Bunların hepsi küçük esnafın karşısına devasa bir rakip çıkardı. Bir bakkalın karşısına açılan zincir market, kısa sürede bütün mahalleyi kendine bağladı. Çünkü fiyatları düşüktü, çeşit fazlaydı, kampanyalar cazipti.

Ama zincir marketin olmadığı şey şuydu: vicdan.
Kasadaki görevli, sizin işsiz olup olmadığınızı bilmezdi. Borcunuzu deftere yazmazdı. Çocuğunuz aç kalmış mı, cebinizde paranız var mı, umurunda değildi. Orada müşteri yalnızca “müşteri numarası”ydı. Bakkalın defteri ise insana dayalı bir güven sözleşmesiydi. Bu güven ortadan kalkınca, mahalleli de birbiriyle olan bağını kaybetti.

Sonuçta, mahalle sadece alışveriş yapılan bir yer olmaktan çıkıp, yabancıların gelip geçtiği bir taş yığınına dönüştü.

Kültürel Mekânların Çürümesi

Aynı süreç kitapçılar ve kahvehaneler için de geçerli oldu. Kitapçılar büyük zincir mağazaların gölgesinde kayboldu. Eskiden çocuklara okuma alışkanlığı kazandıran, gençlere doğru yolu gösteren kitapçılar bir bir kapandı. Onların yerine devasa vitrinli, ticari mantıkla işleyen mağazalar açıldı. Orada kitap, artık bir kültür aracı değil, bir ürün haline geldi.

Kahvehaneler ise eski işlevini kaybedip başka bir kimliğe büründü. Bir zamanlar büyüklerin sözünün geçtiği, toplumsal meselelerin konuşulduğu mekânlar, giderek kumar ve bağımlılık yuvalarına dönüştü. Büyüklerin otoritesi eridi, gençler kendi hâline bırakıldı.

İnsan İlişkilerinin Çöküşü

Kapitalizm yalnızca mekânları dönüştürmekle kalmadı, insanın ruhunu da değiştirdi. Eskiden insanlar alışverişi sohbet ederek yapar, birbirinin halini hatırını sorar, dertleşirdi. Bakkal dükkânı, aynı zamanda bir iletişim mekânıydı. Kahve, yalnızca çay içilen değil, meselelerin çözüldüğü bir yerdi.

Bugün zincir markette kasadan geçerken kimse size “Nasılsınız?” diye sormuyor. Hatta kasiyerin gözünüze bile bakmadığı oluyor. Çünkü orada insan, bir tüketim makinesine indirgenmiş durumda. Bu ilişkisizlik, yalnızlığı ve yabancılaşmayı büyütüyor. İnsanlar birbirinin acısını bilmez, sevincine ortak olmaz hale geliyor.

Yalnızlaşan insan, tehlikelere karşı daha savunmasızdır. Eskiden mahalleli bir çocuğu kötü alışkanlıklara yönelen birini fark eder ve önünü keserdi. Şimdi ise kimse kimseyi tanımıyor; çocuklar kolayca uyuşturucu tacirlerinin hedefi oluyor. Eskiden bir evin penceresi gece karanlık kalsa, komşu kapıyı çalardı: “Hayırdır, ışığınız yanmıyor.” Şimdi kimse yan dairesindeki insanı tanımıyor.

Devletin Tercihi, Büyük Sermaye

Burada önemli bir nokta daha var: Bu dönüşüm yalnızca “kendiliğinden” olmadı. Devletin tercihleri de bu sonucu doğurdu. Küçük esnafı korumak yerine, büyük sermayeyi desteklemek seçildi. Böylece zincir marketler ülkenin dört bir yanını sardı. Mahalle bakkalı, kitapçısı, kahvesi birer birer kapandı.

Oysa küçük esnafın ayakta kalması, yalnızca ekonomik değil, toplumsal bir meseledir. Çünkü küçük esnaf, aynı zamanda sosyal bağların taşıyıcısıdır. Onu yok saydığınızda, toplumu ayakta tutan görünmez ipleri koparırsınız.

Güvenliğin Çözülmesi

Tüm bu süreçlerin sonunda güvenlik sorunu kaçınılmaz hale geldi. Çünkü bekçi yalnızca kendi başına güvenlik sağlayamazdı; onun arkasında bakkal, kitapçı, kahvehane, komşuluk ilişkileri vardı. Bu ağ yok olduğunda bekçi tek başına işlevsizleşti. Mahalleye yabancı girse fark edilmiyor, uyuşturucu satıcısı köşe başına yerleşiyor, hırsız kolayca plan yapabiliyor.

Bugün 60 bin bekçi olsa bile, eski dönemin 6 bekçisi kadar etkili olamıyor. Çünkü onları destekleyen mahalle düzeni artık yok. Yalnız bekçi, yalnız bireyi koruyamaz. Toplumun bağları kopmuşsa, güvenlik yalnızca bir kâğıt üzerinde kalır.

4. Bekçiliğin Geri Dönüşü ve İşlevsizlik Tartışması

Türkiye’de gece bekçiliği uzun yıllar boyunca mahalle hayatının bir parçasıydı. Bekçi, düdüğüyle yalnızca saati haber vermez; aynı zamanda huzurun sembolüydü. Bir mahallenin sokaklarını arşınlayan bekçi, orada yaşayan herkesin aşina olduğu bir simaydı. Fakat 1990’lı yıllardan itibaren bu kurum kademeli olarak zayıfladı, 2000’lerin başına doğru neredeyse ortadan kalktı.

Ardından bekçilik yeniden ihya edilmeye başlandı. Bugün resmi rakamlara göre on binlerce bekçi görev yapıyor. Ancak toplumda haklı bir soru işareti belirdi: Bu kadar bekçi varken neden hırsızlıklar bitmiyor, uyuşturucu kullanımı ilkokul çağındaki çocuklara kadar ulaşıyor?

Bekçi ile Mahalle Arasındaki Kopukluk

Eski dönemde bekçi, mahallenin “kendi adamı”ydı. Yani orada doğmuş, büyümüş ya da uzun yıllardır yaşayan, herkesi tanıyan bir insandı. Bu nedenle yabancıyı hemen fark ederdi. Kimin işinden geç geldiğini, kimin hangi saatte sokağa çıktığını bilirdi.

Bugünse bekçi, merkezi sistemle atanan, çoğu zaman görev yaptığı mahalleyi tanımayan bir kişi. Dolayısıyla eskisi gibi “ev ev bilme” imkânı yok. Bu da güvenlik mekanizmasının temelini zayıflatıyor. Çünkü güvenlik yalnızca “fiziki varlıkla” değil, bilgi ve aidiyetle sağlanır.

Sayının Çokluğu, İşlevin Garantisi Değil

Yaklaşık 60 bin civarında bekçinin görev yaptığı söyleniyor. Fakat sayı çokluğu, etkinliği beraberinde getirmiyor. Çünkü bekçi, tek başına sistemi ayakta tutamaz. Arkasında mahalle kültürü, esnaf, otokontrol mekanizması olmadığında bekçi yalnızca bir üniformadan ibaret kalıyor.

Dahası, modern suç türleri, özellikle uyuşturucu ve organize hırsızlıklar, eski dönemin suçlarından çok daha karmaşık. Eskiden mahallede dolaşan birkaç yabancı kolayca fark edilirdi. Bugün ise suç, dijital ağlarla, organize yapılarla işleniyor. Bekçi, bu tür yapılar karşısında hazırlıksız.

İdeolojik Yaklaşımlar ve Gerçeklik

Bekçiliğin yeniden getirilmesi, bazı çevrelerce güvenliğe katkı olarak görüldü. Ancak uygulamada bunun pek de böyle olmadığı anlaşıldı. Çünkü “ben bu kurumu yeniden başlattım” demekle güvenlik sağlanmıyor. Toplumsal müesseseler, yalnızca siyasi kararlarla değil, tarihsel birikimle, deneyimle, toplumun kabulüyle işler.

Bekçiliğin dönüşünde ise bu unsurlar dikkate alınmadı. Mahalle düzeni yok, esnaf mekanizması yok, otokontrol sistemi yok. Böyle olunca bekçinin varlığı, çoğu zaman göstermelik bir unsur haline geldi. Mahalleli bekçiye güvenmek yerine, hâlâ kendi kapısına demir kilit takmak zorunda kalıyor.

Güvenliğin Göstermelikte kalması

Bugün bekçilerin varlığı, çoğu zaman güvenliğin “görünürde” var olduğu hissini veriyor. Ancak gerçek sorun çözülmüş değil. Hırsızlıklar artıyor, çocuklar uyuşturucu tacirlerinin ağına düşüyor, organize suç şebekeleri yayılıyor. Yani bekçi var ama güvenlik yok.

Bu çelişki, bize bir gerçeği gösteriyor: Güvenlik, yalnızca devletin atadığı görevliyle sağlanmaz. Güvenlik, toplumun kendi içinde kurduğu dayanışma, aidiyet ve otokontrol mekanizmasıyla mümkündür. Bekçi bu mekanizmanın tamamlayıcı unsurudur, yerine geçen unsuru değil.

Bekçiliğin İşlevselleşmesi İçin Ne Yapılmalı?

Eğer bekçilik yeniden işlevsel hale getirilecekse, bunun yolu sadece sayı artırmak değil. Bekçilerin mahalleyle kaynaşması, oradaki insanlarla güven ilişkisi kurması gerekir. Bunun için:

  • Bekçilerin görev yaptığı mahallede uzun süre kalması, sürekli tayin edilmemesi,

  • Mahalle esnafıyla, muhtarla, okulla sürekli iletişim içinde olması,

  • Suçla mücadelede yalnızca fiziksel varlık değil, sosyal bağ kurma yetkinliğiyle de donatılması,

  • Gençleri tanıması, onlarla güven ilişkisi geliştirmesi,

gerekir. Aksi halde bekçi, yalnızca üniformasıyla var olur ama toplumsal bir karşılığı olmaz.

5. Uyuşturucu, Hırsızlık ve Toplumsal Güvenlik Krizi

Bugün Türkiye’nin şehirlerinde en çok şikâyet edilen sorunlardan biri, güvenlik açığıdır. Gazetelerin üçüncü sayfalarında her gün rastladığımız haberler, aslında toplumsal yapının nereden nereye savrulduğunu gösteriyor.

Bir mahallede çocukların park köşelerinde uyuşturucu kullanması artık kimseyi şaşırtmıyor. Hırsızlıklar sıradanlaşıyor. İnsanlar evine birkaç demir kapı yaptırmak zorunda kalıyor. Alarm sistemleri, kamera kayıtları güvenliği sağlamıyor, sadece “olduktan sonra” delil üretiyor. Yani sorun yaşandıktan sonra devreye giriyor.

Oysa geçmişte mesele böyle değildi. Çünkü mahalle, kendisini koruyan görünmez bir ağın içindeydi.

Uyuşturucunun En Zayıf Halkası Çocuklar

Bugün en çarpıcı gerçeklerden biri, uyuşturucu tacirlerinin ilkokul çağındaki çocuklara kadar ulaşmasıdır. Bu durum, yalnızca güvenlik zafiyeti değil, aynı zamanda toplumsal çürümenin en keskin göstergesidir.

Eskiden çocuk mahallede herkesin gözünün önündeydi. Bir çocuk farklı bir arkadaş grubuna girmeye başlasa, tavırları değişse, bakkal da fark ederdi, kahvedeki büyükler de, komşu teyze de… Böylece sorun büyümeden önlenirdi.

Şimdi ise çocuk yalnız. Komşu onu tanımıyor, esnaf ilgilenmiyor, büyükler kahvede otoritesini kaybetmiş. Devletin polisi ya da bekçisi ise çocuğu tanımıyor. Oysa uyuşturucu satıcısı tanıyor; çünkü işini öyle kuruyor. Çocuk boşlukta kaldığı için bu tuzağa daha kolay düşüyor.

Hırsızlıkların Normalleşmesi

Aynı durum hırsızlıklar için de geçerli. Eskiden mahallede yabancı bir yüz hemen dikkat çekerdi. Bir kişi günlerce oraları gözetlese, mutlaka biri fark eder, sorardı: “Kimsin, kimi arıyorsun?” Bugünse kimse kimseye soru sormuyor. Apartmanda yan dairesinde kimin yaşadığını bilmeyen insan, sokaktaki yabancıyı nasıl fark etsin?

Sonuç olarak, hırsızlıklar sıradan hale geldi. İnsanlar hırsızdan korunmak için bireysel tedbirlere yöneldi. Bu da toplumsal güvenliği değil, bireysel yalnızlığı artırdı. Çünkü güvenliğin maliyeti arttıkça, herkes kendi imkânı ölçüsünde kendini korumaya çalışıyor. Yani zengin olan alarm sistemleriyle evini koruyor, yoksul olan kaderine razı oluyor. Bu da eşitsizliği büyütüyor.

Güvenlikten Çok, Güvensizlik Hissi

Burada dikkat çekici bir durum daha var: Bugün toplumda “güvensizlik hissi” güvenlik sorunundan daha yaygın. Yani insanlar, doğrudan bir hırsızlığa uğramasa bile, sokakta kendini güvensiz hissediyor. Çocuğunu dışarı gönderirken kaygılanıyor. Evde otururken bile tedirgin oluyor.

Bu, yalnızca suç oranlarıyla açıklanabilecek bir durum değil. Aynı zamanda toplumsal bağların kopmasından kaynaklanıyor. İnsan kendisini, tanımadığı, güvenmediği insanların arasında bulduğunda, çevresinin tehlikeyle dolu olduğunu varsaymaya başlıyor.

Devletin Görevini Başkasına Yüklemesi

Bugün geldiğimiz noktada, güvenlik büyük ölçüde bireylerin sırtına yüklenmiş durumda. İnsanlar özel güvenlik şirketlerine, alarm sistemlerine, kameralara yöneliyor. Bu durum aslında devletin asli görevini yerine getiremediğini gösteriyor. Çünkü güvenlik, bireylerin tek tek satın alacağı bir hizmet değil, toplumun bütünü için sağlanması gereken bir kamu hakkıdır.

Ancak devlet, bu sorumluluğu zincir marketlerde olduğu gibi yine sermaye lehine kaydırıyor. Güvenliği de tıpkı gıdayı, kültürü, eğlenceyi piyasaya teslim ediyor. Bu da toplumsal çöküşü hızlandırıyor.

Toplumsal Çürümenin Derinleşmesi

Özetle:

  • Uyuşturucu çocuklara kadar ulaşabiliyor,

  • Hırsızlıklar sıradanlaşıyor,

  • İnsanlar birbirine güvenmiyor,

  • Devlet görevini piyasa aktörlerine havale ediyor,

ve bütün bunlar bir araya geldiğinde ortaya “toplumsal güvenlik krizi” çıkıyor.

Bu kriz yalnızca sokaklardaki suç oranını değil, toplumun ruh halini de değiştiriyor. İnsanlar kaygılı, güvensiz ve yalnız. Bu da sadece suçla mücadeleyi değil, sağlıklı bir toplumsal yaşamı imkânsız hale getiriyor.

6. İdeolojik Tasfiyeler ve Toplumsal Hafıza Kaybı

Toplumların hafızası yalnızca yazılı tarihten ibaret değildir. Hafıza, günlük hayatın küçük pratiklerinde, alışkanlıklarda, kurumlarda, geleneklerde ve insanlar arası ilişkilerde saklıdır. Bir mahallenin bakkalı, kahvehanesi, gece bekçisi… Bunların her biri aslında toplumsal hafızanın taşıyıcı unsurlarıdır. Çünkü insanlar bu küçük kurumların içinde hem güveni hem aidiyeti öğrenirler.

“Ben Yaptım Oldu” Anlayışı

Modern devlet yönetiminde sık rastlanan bir sorun var: Toplumsal kurumlara ideolojik gözle bakmak. Yani bir uygulamanın tarihsel işlevine değil, hangi döneme ait olduğuna bakarak karar vermek. “Bu kurum geçmişin ürünü, öyleyse kaldırılmalı.” Oysa bir müessese, yalnızca kimin kurduğu ya da hangi döneme ait olduğuyla değerlendirilemez. Esas olan, topluma ne kattığıdır.

Gece bekçiliği bunun tipik örneği. On yıllarca mahalle kültürünün bir parçası olan bu kurum, bir dönem “eski” diye tasfiye edildi. Yerine modern polis teşkilatı ve güvenlik sistemleri ikame edilmeye çalışıldı. Ancak sonuç ortada: Polis merkezi sistemle çalışıyor, mahalleyi tanımıyor, bekçinin oynadığı rolü üstlenemiyor.

Deneyimlerin Çöpe Atılması

Toplumsal hafıza, kuşakların biriktirdiği deneyimlerden oluşur. Bir kurum ortadan kaldırıldığında, yalnızca o kurumun fiziki varlığı kaybolmaz; aynı zamanda onun etrafında gelişen deneyim, alışkanlık ve güven ilişkisi de yok olur. Bu da nesiller arası kopuş yaratır.

Mesela bugün yeni yetişen kuşaklar, bakkal defterine yazdırarak alışveriş yapmanın ne demek olduğunu bilmiyor. Oysa bu yalnızca ekonomik bir pratik değildi; güvenin somut haliydi. Bakkal veresiye defterine yazarken müşterisine “seninle aramızda bir güven bağı var” diyordu. Bu bağ, toplumsal dokunun önemli bir parçasıydı. Zincir marketlerde bu bağ kalmadı.

İdeolojik Körlük ve Toplumsal Bedel

Buradaki temel problem, devletin ya da yönetimlerin, toplumsal kurumları ideolojik tercihlerle şekillendirmesidir. Oysa toplumsal kurumlar, uzun deneyimlerin sonucunda ortaya çıkar. Onları “gereksiz” ilan edip ortadan kaldırmak, aslında toplumu kendi köklerinden koparmaktır.

Böylece toplum, kendi varlık gerekçesini zayıflatır. Çünkü geçmişin deneyimlerini reddeden toplum, geleceğe sağlam adımlarla yürüyemez. Bir ağacın köklerini kesip, sadece gövdesini bırakmaya benzer bu durum. Bir süre sonra o gövde de kurur.

Hafızanın Kaybolması, Çözümün Zorlaşması

Bugün yaşadığımız güvenlik krizinin derinleşmesinin bir nedeni de bu hafıza kaybıdır. İnsanlar artık mahallede otokontrolün nasıl sağlandığını hatırlamıyor. Bekçinin nasıl çalıştığını, esnafın nasıl rol oynadığını bilmiyor. Dolayısıyla çözümü de yanlış yerde arıyor. Kamera sistemlerine, yüksek güvenlikli sitelere, özel güvenlik şirketlerine sarılıyor.

Oysa çözüm, toplumsal bağları yeniden canlandırmaktan geçiyor. Ama hafıza kaybolduğu için bu yol görülmüyor.

Deneyimi Yadsımanın En Büyük Çelişkisi

Burada büyük bir çelişki var: Bir yandan geçmişin kurumları yıkılıyor, öte yandan onların yerini dolduramayan yeni kurumlar inşa ediliyor. Sonra da aynı sorunlar tekrar yaşanıyor. Bu, aslında “deneyimi reddeden yönetim anlayışının” kendi kendini inkâr etmesidir. Yani “ben yaptım” demekle sorun çözülmüyor, tam tersine büyüyor.

7. Çözüm Gelenekten Geleceğe Bir Yol Haritası

Bugüne kadar anlattıklarımız aslında aynı noktaya çıkıyor: Toplumsal düzen, sadece devletin polisiye tedbirleriyle sağlanamaz. Güvenlik, yalnızca suçun önlenmesi değil, aynı zamanda insanların kendilerini bir bütünün parçası olarak hissedebilmeleridir.

Peki bu krizin içinden nasıl çıkabiliriz?

a) Mahalle Kültürünü Yeniden Canlandırmak

Öncelikle, toplumsal yaşamın kalbini yeniden mahalle ölçeğine taşımak gerekiyor. Çünkü mahalle, insanların birbirini tanıdığı, sorumluluk aldığı, otokontrolün en doğal şekilde işlediği yerdir.

  • Mahalle bakkalı yeniden güçlendirilmelidir. Bunun için küçük esnafı zincir marketler karşısında koruyan düzenlemeler yapılmalı, vergi ve kira yükü hafifletilmelidir.

  • Mahalle kahveleri, kıraathaneler, kitapçılar yalnızca ticaret yeri değil, aynı zamanda kültürel merkezler olarak teşvik edilmelidir.

  • Çocukların oyun alanları ve ortak etkinlikler artırılarak kuşaklar arası bağ güçlendirilmelidir.

Bu adımlar, insanların birbirini yeniden tanımasını sağlayacak, yabancılık duygusunu azaltacaktır.

b) Bekçilik Sistemini İşlevsel Hale Getirmek

Bekçiler yeniden göreve getirildi, evet; ancak şu anki haliyle işlevsiz. Çünkü “güvenliği görünür kılma” işlevini yerine getiremiyorlar. Bunun için:

  • Bekçiler, merkezi talimatlarla değil, görev yaptıkları mahalleyle bağ kurarak çalışmalıdır.

  • Mahalle toplantılarına katılmalı, halkla iletişim içinde olmalı, her sokakta tanınır hale gelmelidir.

  • Asıl görevleri suç olduktan sonra müdahale etmek değil, suç oluşmadan önce yabancıyı, tehlikeyi fark edip önleyici rol oynamak olmalıdır.

Yani bekçilik, devletin yukarıdan dayattığı bir güvenlik aracı değil, halkın içinde yaşayan bir koruma mekanizması olmalıdır.

c) Toplumsal Katılımı Güçlendirmek

Hiçbir güvenlik sistemi, halkın katılımı olmadan çalışmaz. İnsanların kendi yaşadıkları çevreye sahip çıkması gerekir. Bunun için:

  • Mahalle meclisleri kurulmalı, esnaf, öğretmen, ebeveyn ve gençler ortak sorunları tartışmalıdır.

  • Uyuşturucu, hırsızlık gibi konularda yalnızca polis değil, mahalle dayanışma ağları da aktif rol almalıdır.

  • Komşuluk ilişkileri canlandırılmalı; apartman ve site kültürü, sadece bireysel yaşam alanı değil, topluluk alanı olarak görülmelidir.

d) Devletin Rolünü Yeniden Tanımlamak

Devletin görevi, güvenliği piyasaya teslim etmek değil, toplumsal dayanışmayı güçlendirmektir. Bunun için:

  • Özel güvenlik sistemlerine bağımlılık azaltılmalı, kamusal güvenlik yaygınlaştırılmalıdır.

  • Polis ve bekçi halkla yabancı değil, iç içe olmalıdır.

  • Küçük esnafı ve mahalle kültürünü koruyacak yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

e) Toplumsal Hafızayı Yeniden İnşa Etmek

Son olarak, hafıza meselesi önemlidir. Bugün gençler geçmişin deneyimlerini bilmedikleri için çözümü yanlış yerde arıyorlar. Bu nedenle:

  • Gece bekçilerinin, bakkal defterlerinin, mahalle dayanışmasının nasıl işlediği anlatılmalı; belgeseller, romanlar, dersler yoluyla hafıza canlı tutulmalıdır.

  • Geçmişin deneyimlerini küçümsemek yerine, bugünün sorunlarını çözmek için yeniden yorumlamak gerekir.

Yani diyeceğim odur ki;

Toplumsal güvenlik, kamera sistemleri, duvarlar, demir kapılarla değil; insan ilişkileriyle sağlanır. İnsanlar birbirini tanıyorsa, birbirine güveniyorsa, mahalle kendi kendini koruyorsa; hırsızlık da azalır, uyuşturucu da kök salamaz.

Kapitalizmin yıktığı bağları yeniden kurmak kolay olmayacak. Ama başka çaremiz yok. Çünkü toplumsal düzen, yalnızca devlete bırakılacak bir mesele değil; hepimizin ortak sorumluluğudur.

Unutmayalım; bir toplum, deneyimlerini reddettiğinde köksüzleşir. Köksüz ağaç, ilk fırtınada devrilir. Bizim yapmamız gereken, köklerimizden aldığımız güçle geleceğe yürümektir.

Erol Kekeç/13-17.03.2025/Sancaktepe/İST

Hiç yorum yok:

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!