Toplumların çöküşü, büyük felaketlerle değil, küçük sapmalarla başlar. Bugün İslam’ı dillerinden düşürmeyen, ama hayatlarına bir gram indiremeyen milyonlarca insanın yaşadığı çelişki, tarihte nice kavimlerin helakıyla sonuçlanmış hakikatin aynadaki yansımasıdır. Kur’an, insanlara sadece ibadet şekilleri değil, aynı zamanda düşünme, sorgulama ve adaleti ayakta tutma sorumluluğu yüklemiştir. Bu sorumluluk, hiçbir beşeri otoritenin Allah’ın hükmünün önüne geçemeyeceğini açıkça belirtir.
Ne var ki günümüzde insanlar, Allah’a değil, yöneticilerine, partilerine, cemaatlerine, lider figürlerine adeta taparcasına bağlanmakta ve bu bağlarını sorgulayanları düşman bellemektedir. Allah'ın emirlerine karşı gelen yöneticileri eleştirmek, dinî bir sorumluluk olmasına rağmen, bazı insanlar için neredeyse "küfür" derecesinde bir suç sayılmaktadır. Bu durum, aslında Allah’ın değil, yöneticilerin ilahlaştırıldığı, hakikatin ise mezara gömüldüğü bir çöküşü anlatır.
Allah’a İman mı, Yöneticilere Biat mı?
Kur’an’da Firavun ’un halkı tarafından nasıl ilahlaştırıldığını anlatan ayetler (örneğin, Zuhruf Suresi /51-54) bize önemli bir gerçeği öğretir:
"Firavun kavmine seslendi: 'Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akan nehirler benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz?'" (Zuhruf/51)
"Böylece halkını küçümsedi de onlar ona itaat ettiler. Çünkü onlar fasık bir topluluktu." (Zuhruf/54)
Bu ayetler, yöneticilerini kutsayan, onların her dediğini sorgusuz kabul eden halkın nasıl fısk içinde olduklarını açıkça beyan eder. Bugün de benzer şekilde, "ama o bizim liderimiz, o bizim davamızın adamı" diyerek her türlü yolsuzluğu, adaletsizliği, hatta zulmü savunmak, insanı Allah’ın değil, beşerin kulu haline getirir.
Küçük Yanlışlarla Zehirlenen Vicdanlar
Hakikat, bir anda çökmez; vicdanlar küçük küçük zehirlenir. Önce yolsuzluklar "hizmete engel olmasın" diye görmezden gelinir, sonra adaletsizlikler "düşmana fırsat vermemek" adına meşrulaştırılır. En sonunda ise, Allah’ın emirleriyle çelişen her uygulama, "dava gereği" normalleşir. Bu süreç, Kur’an’da anlatılan "kalbin mühürlenmesi" olgusunu doğurur:
"Hayır! Kazandıkları günahlar, kalplerini paslandırmıştır." (Mutaffifin/14)
"Kim Allah’ın zikrinden yüz çevirirse, ona dar bir geçim vardır." (Taha/ 124)
Toplumun genelinde yaşanan bu kalp körlüğü, artık doğrulara karşı duyarsızlık, yanlışlara karşı bağışıklık şeklinde kendini gösterir. İnsan, kötülüğü bile savunacak kadar kendi hakikatinden uzaklaşır.
Sorgulama Yetisini Yitiren Toplumlar
Allah insana akıl vermiş, düşünmesini emretmiştir:
"Hiç düşünmez misiniz?" (A'raf/184)
"Onlar Kur’an’ı düşünmezler mi? Yoksa kalpleri kilitli mi?" (Muhammed/24)
Sorgulamayan toplumlar, yöneticilerinin her adımını taklit eder, onların dilini kullanır, onların öfkesini sahiplenir, onların düşmanını düşman edinir. Böyle toplumlar, hakikati değil, lidere sadakati ölçü kabul eder. Bu durum, Kur’an’ın bize defalarca uyardığı bir yanılgıdır:
"Biz atalarımızı bir yol üzere bulduk, biz de onların izlerine uyarız." (Zuhruf/22)
Bu ayetteki zihin yapısı, bugünkü bireylerin partisel, ideolojik veya kült lider bağımlılığıyla birebir örtüşmektedir. Oysa Kur’an, aklını kullanmayanları aşağıların aşağısı olarak nitelendirir:
"Şüphesiz ki Allah katında canlıların en şerlisi, akıllarını kullanmayanlardır." (Enfal/22)
Yanlışa Bağışıklık Kazanan Toplum
Yanlışlara alışan toplum, önce tepkisizleşir, sonra savunucu hale gelir. En sonunda ise, hakikate düşman kesilir. Kur’an bu durumu şöyle tasvir eder:
"İnsanlara bir zarar dokunduğunda, bize dua ederler; sonra onlara bir rahmet tattırdığımızda, hemen bir grup Rabblerine şirk koşarlar." (Rum/33)
Burada dikkat çekici olan husus şudur: İnsan, rahatı yerindeyken Allah'ı unutur, çıkarları söz konusu olduğunda Allah’ın ayetlerini tevil etmeye çalışır. Bugün de birçok insan, zalim yöneticilere karşı ses çıkarmadığı gibi, onları Allah adına savunacak kadar ileri gitmektedir. Bu da açık bir şirktir:
"Onlar âlimlerini ve rahiplerini Allah’tan başka rabler edindiler..." (Tevbe/31)
Hakikatin Sesini Yeniden Duyurmak
Toplumları karanlıktan aydınlığa çıkaracak olan şey, hakikatin sesiyle yeniden buluşmaktır. Bu, ancak bireyin kendini sorgulamasıyla mümkündür. Kur’an defalarca bireyi kendisine dönmeye davet eder:
"Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes yarın için ne hazırladığına baksın." (Haşr/18)
Bu ayet, sadece bireysel günahları değil, toplumsal duyarsızlıkları da kapsamaktadır. Bir toplumun uyanışı, bireylerin vicdanlarının yeniden harekete geçmesiyle mümkündür. Bu da aklın, kalbin ve ruhun birlikte çalışmasıyla sağlanabilir.
Çakraları Kapanmış İnsanlık ve Manevi Ölüm
Sürekli yanlışlara maruz kalan insanın tüm "çakraları" yani duyarlılık merkezleri kapanır. Ruh artık hakikate karşı sağırdır. Allah bu durumu şöyle anlatır:
"Kalpleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da aşağıdırlar." (A'raf/179)
Bu manevi ölüm, bedenen diri ama ruhen ölü bir toplumun tanımıdır. Ne kadar gelişmiş olursa olsun, adaletin, vicdanın, merhametin olmadığı bir yerde insanlık çöker.
Hakikate Dönüş-Bir Yaşam Manifestosu
Yöneticiler asla kutsal değildir. Onlar da beşerdir, hata yaparlar ve hesap vermelidirler.
Kur’an tek ölçüdür. Liderler, ideolojiler, cemaatler Kur’an’a aykırıysa reddedilmelidir.
Sorgulamak farzdır. Şüphe değil, düşünmek Kur’an’ın emridir.
Adalet, sadakatin önündedir. Bir lidere olan bağlılık, adaletsizliği meşru kılamaz.
Vicdan, toplumsal pusuladır. Sessiz kalmak, zulme ortak olmaktır.
Bilinçli iman, kör biattan üstündür. Allah’a teslim olmak, insana kulluktan kurtulmaktır.
Artık uyanma zamanıdır. Hakikat; parti binalarında, miting meydanlarında ya da liderlerin dudaklarında değil, Kur’an’ın kendisindedir. Her birey, kendini sorgulamalı, yöneticisini değil Allah’ı yüceltmeli, hakikatin izini sürmelidir. Zira gün gelecek herkes kendi liderini değil, kendi vicdanını savunmak zorunda kalacaktır. O gün gelmeden, ruhlarımızı Allah’ın nuru ile arındırmalı, hakikatin sesine kulak vermeliyiz. Çünkü gerçek özgürlük, Allah’a kul olup insana kulluktan kurtulmaktır.
"Allah’a kul olun, kullara değil..." (Al-i İmran/79)
Erol Kekeç/10.04.2025/Sancaktepe/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder