Allah Resulü (sav) buyurdu ki: “Yeryüzü bana mescit kılındı.” Bu, insanın Rabbine her yerde yönelip O’na secde edebileceği anlamına geliyordu. Yani secde bir mekâna mahkûm edilmemişti; aksine yeryüzünün kendisi bir ibadet mekânıydı. Toprak, gökler, denizler, nehirler, ormanlar, dağlar—hepsi mescidin bir parçasıydı. Ancak insanoğlu, bu mescidi kirletti. Bugün yeryüzüne bakın: Nehirler zehir taşıyor, gökyüzü gri bir perdeyle kaplanmış, ormanlar yok ediliyor, toprak kimyasallarla çürütülüyor, denizler plastik çöplüğüne dönmüş durumda. Eğer yeryüzü gerçekten mescit olsaydı, ona bu şekilde ihanet edilir miydi? Eğer secde bir teslimiyetse, biz kime teslim olduk?
Göklerin ve Denizlerin Ağlayışı
Eskiden mavi gökyüzü, insana sonsuzluğu hatırlatırdı. Bulutların arasından süzülen güneş, umudu temsil ederdi. Ama bugün gök, insanoğlunun kirli eliyle örtülmüş durumda. Fabrika bacalarından çıkan dumanlar, taşıt egzozlarından yükselen gazlar, atmosferi zehirleyen kimyasallar… Her gün tonlarca karbondioksit göğe salınıyor. Yağmur artık bereket getiren bir rahmet değil, asit taşıyan bir lanet haline geldi. Oysaki bulutlar secde hâlindeydi, onlar emredildiği gibi yerin susuzluğunu gideriyor, tabiatın dengesini sağlıyordu. Fakat biz, onların secdesine ihanet ettik.
Denizler… Rabbimiz onları bizim için nimet kıldı. İçlerinde milyonlarca canlı yaşardı, bereket taşırdı, insanlara rızık sunardı. Fakat şimdi? Bugün bir denize bakın. Balıklar plastik yiyor, devasa atık adaları okyanusları kaplıyor. Endüstriyel atıklar ve kimyasallar yüzünden pek çok deniz canlısı ölüyor. İnsanlık, denizleri bir çöp kutusuna çevirdi. Eğer deniz de bir mescitse, bu nasıl bir saygısızlıktır?
Kıyılarımıza bakın… Petrol sızıntıları, plastik şişeler, naylon torbalar, kimyasal atıklar… Suda yaşayan canlılar oksijen bulamıyor, kıyıya vurmuş balıkların karınlarından plastik çıkıyor. Denizler nefes alamıyor. Oysaki onlar da Allah’ın ayetlerinden biriydi, onlara bakıp O’nu hatırlamamız gerekirken, biz onları kullanıp çöplüğe çevirdik.
Ormanların Katli, Toprağın Zehirlenmesi
Ağaçlar da secde edenlerdendir. Kökleriyle toprağı sarar, dallarıyla göğe yükselirler. Kur’an’da defalarca ağaçların, bitkilerin, rüzgârların Allah’ın ayetlerinden olduğu vurgulanır. Ama biz ne yaptık? Ormanları kestik, yerlerine beton diktik. Oysaki bir ormanın içinde yürüdüğünüzde Allah’ın sanatını görürdünüz. Kuşlar öter, rüzgâr yaprakları hışırdatır, ağaçlar göğe dua edercesine yükselirdi. Ama şimdi o dualar kesildi.
Amazonlar… Dünyanın akciğerleri. Her gün futbol sahası büyüklüğünde bir alan yok ediliyor. Sadece ağaçlar değil, içinde yaşayan hayvanlar da yok ediliyor. Biyolojik çeşitlilik azalıyor. Ağaçlar kesildikçe toprak erozyona uğruyor, seller artıyor, iklim değişiyor. Oksijen üreten makineler gibi çalışan ormanlar, şimdi yerini çorak topraklara ve dev fabrikalara bırakıyor.
Toprak da bir mescit değil miydi? Ama şimdi o topraklar zehirlenmiş durumda. Tarım ilaçları, hormonlu gıdalar, kimyasal gübreler toprağı öldürdü. Eskiden bir çiftçi toprağına eliyle dokunur, bereketin kokusunu alırdı. Şimdi o toprak, fabrikaların kimyasal atıklarıyla çürütülmüş, verimsizleşmiş halde. Zehirlenmiş bir toprak, ekini de nesli de ifsat eder. Çünkü insan, yediğiyle yaşar. Eğer gıdalarımıza zehir karışmışsa, ruhumuz nasıl temiz kalır?
Şehirler-Beton Mescitler ve Ruhsuz İnsanlar
Bugün Müslüman şehirlerine bakın. Devasa camiler, ihtişamlı minareler… Ama şehirlerin ruhu yok. Eskiden bir şehir, içindeki insanlarla anlam kazanırdı. Şimdi ise yüksek binalar, geniş yollar, gösterişli alışveriş merkezleri var ama içinde huzur yok. Çünkü şehirler betonla büyüdü ama insaniyet küçüldü.
Eskiden insanlar toprağa yakın yaşardı, suya yakın olurdu, doğaya saygı duyardı. Şimdi doğadan kopmuş, beton yığınları arasında sıkışmış bir nesil var. Camiler devleşti ama içlerindeki cemaat küçüldü. Kubbelerin altı bomboş, sokaklarda adalet yok, vicdan yok. Bir şehirde beton ne kadar artarsa, merhamet o kadar azalıyor sanki. İnsanlar yüksek binalarda yaşarken ruhları dar koridorlara sıkışıyor.
Tüketim Çılgınlığı ve İnsanın Ruhsal Çöküşü
İnsan doymak bilmez isteklerinin peşinde koşarken, bu dünyayı yakıp yıkıyor. Daha fazla eşya, daha büyük arabalar, daha fazla lüks… Ama bütün bunları üretmek için daha fazla ağaç kesiliyor, daha fazla maden çıkarılıyor, daha fazla su kirletiliyor. Sanayi devrimiyle başlayan üretim çılgınlığı, dünyayı yaşanmaz hale getirdi.
Bugün Afrika’da insanlar temiz su bulamazken, başka bir yerde bir insan milyonlarca litre su harcayarak devasa golf sahalarını suluyor. Bir ülkede açlıktan ölen çocuklar varken, başka bir yerde tonlarca gıda çöpe gidiyor. Allah adaletli bir düzen kurmuştu ama insan onu bozdu. Tüketim hırsı, insanoğlunun ruhunu da kirletti. Eskiden bir insanın ihtiyacı kadar eşyası olurdu. Şimdi ise tüketim bağımlılığı bir hastalık haline geldi.
Sadece doğayı değil, insanın ruhunu da ifsat ettiler. Sürekli reklamlara maruz kalan insanlar, sahip olduklarıyla mutlu olamaz hale geldi. Hep daha fazlasını isteyen, hiçbir şeyden tatmin olmayan bir nesil yetiştirildi. Kalplerimiz de çöplüğe döndü; ruhlarımız kirletildi.
Gerçek Secdeye Dönüş-Yeryüzüne Merhametle Yaklaşmak
Eğer yeryüzü gerçekten mescit kılındıysa, ona layıkıyla davranmalıyız. Mescide ayakkabıyla girmezken, yeryüzünü nasıl böyle kirletebiliriz? Caminin halısını temiz tutarken, neden toprağı zehirliyoruz? Minareler yükselirken, neden vicdanlarımız alçalıyor?
Allah’ın yarattığı bu düzeni korumak, gerçek bir secde değil midir? Secde sadece alın koymak değil, Allah’ın emirlerine uygun yaşamaktır. Eğer yeryüzü mescitse, o mescide ihanet etmeyelim. Toprağı, suyu, gökyüzünü koruyalım. Çünkü bir gün, nehirlerin zehir olup aktığı, göklerin asit yağmurlarıyla döküldüğü bir dünyada, secde edecek bir yer bile bulamayabiliriz.
Bugün insanlık iki yoldan birini seçecek: Ya yeryüzünü gerçek bir mescit gibi temizleyip koruyacak ya da bu güzel mescidi harabeye çevirip kendi felaketini hazırlayacak. Hangisini seçeceğimiz, yalnızca sözlerimizle değil, fiillerimizle belli olacak.
Erol Kekeç/03.02.2025/Sancaktep/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder