İçinde bulunduğumuz bu tablo, bir toplumun ruhunu kaybedişinin, anlamını yitirişinin ve değerlerinin içinin boşaltılışının çarpıcı bir yansıması. Muhafazakârlık iddiasıyla yola çıkan bir kesimin, tüketim kültürü ve gösteriş hastalığıyla nasıl bir dönüşüm geçirdiğini, nasıl çelişkiler içinde boğulduğunu gözler önüne seriyor. Başörtüsü, namaz, oruç gibi İslam’ın temel ibadetleri bile artık bir pazarlama aracına, statü göstergesine veya modern hayatın “uygun formatta” entegre edilecek parçalarına indirgenmiş durumda.
Bu, sadece bireysel yozlaşmanın değil, planlı bir dönüşümün ürünü. Kapitalist düzenin dini de metalaştırarak nasıl bir kâr aracına çevirdiğini, inançların nasıl içi boşaltılmış ritüellere dönüştüğünü ve Müslüman toplumların nasıl bilinçli bir şekilde seküler tüketim toplumlarına evrildiğini gösteriyor. Bu süreç, sadece basit bir dünyevileşme veya modernleşme değil, sistematik bir kimlik erozyonu. Öyle bir noktaya gelindi ki, İslam’ın ruhu yerine “helâl sertifikalı” tüketim alışkanlıkları kondu. İslami değerleri yaşamak yerine, İslami ambalajlanmış dünyevi hazzı yaşamak tercih edilir oldu.
İSLAM’IN RİTÜELLEŞTİRİLMESİ VE RUHUNUN YOK EDİLMESİ
Dinin, bireyin vicdanını temizleyen, ahlâkını güçlendiren, adalet duygusunu pekiştiren ve toplumu düzene sokan asli işlevi, törensel bir süslemeye dönüştü. Bugün bakıyoruz ki:
Namaz, sadece fiziksel hareketlerden ibaret, kalbe dokunmuyor.
Oruç, diyet listelerinin parçası oldu.
Hac ve umre, bir tür turistik seyahate çevrildi.
Kurban, kebap bayramına döndü.
Başörtüsü, aksesuara, moda unsuruna indirgendi.
Ve en korkuncu: Müslüman kimliğini korumaya çalışan kesimler, İslam’ın özüne aykırı olan her şeyi, “helâl” etiketiyle meşrulaştırmaya çalışıyor. Bugün, helâl sertifikalı lüks tüketim, helâl eğlence, helâl makyaj, helâl alkol, helâl kumar gibi kavramlar normalleşti. Ancak bu, gerçekte “haramı helâl gösterme” çabasından başka bir şey değil.
İKTİDAR VE PARA, MUHAFAZAKÂRLARI DÖNÜŞTÜRDÜ
Muhafazakâr kimlikle iktidara gelenler, önce kendilerini, sonra toplumu değiştirdi. Önce israfı normalleştirdiler, sonra şatafatı meşrulaştırdılar, sonra yozlaşmayı göz ardı ettiler, en sonunda ahlâksızlığı bile kutsamaya başladılar. Bugün geldiğimiz nokta, bir “zihinsel dönüşüm projesinin” en ileri aşamalarından biri.
Muhafazakâr seçkinler için İslam, artık ruhsal bir inanç değil, sosyal statü göstergesi. Lüks arabaların içinde dua edenler, altın varaklı sofralarda ‘şükür’ edenler, milyonluk villalarda 'tevazu' konuşanlar var. Ve en ironik olanı, bu kesim eskiden mücadele ettiklerini söyledikleri Batı’nın sefih yaşantısına aynen özeniyor. Ama arada bir fark var: Onlar bunu kendi kültürleri içinde yapıyor, bizimkiler ise, İslam etiketiyle yaptıkları için kendilerini hâlâ “muhafazakâr” dindar zannediyorlar.
Bu yozlaşmada en büyük suçlu, gücü elinde tutanlar ve onların çevresindekilerdir. Bugün:
Siyasetçiler ve bürokratlar, haramı bile helâl göstererek halkın değerlerini çökertti.
Lüks tüketim, dindarlıkla sentezlendi.
İslam, sadece bir “pazarlama aracı” hâline geldi.
Halkın dindarlık algısı içi boşaltılmış ritüellere dönüştürüldü.
Ve sonuç? Muhafazakârlık, yalnızca bir dekor, içi boş bir makyaj halini aldı.
TOPYEKÛN DEĞERSİZLEŞTİRME PROJESİ
Bu yozlaşmanın sadece bireysel tercihlerle açıklanamayacağını anlamak gerek. Ortada bilinçli bir operasyon var.
Batı’nın yoz kültürünün, İslam’a uygun hale getirildiği bir dönemden geçiyoruz.
Tüketim köleliği, "İslami lüks" kisvesiyle yutturuluyor.
Müslümanlar, küresel sisteme tam entegre edilerek, muhalif kimliklerini kaybetmeye zorlanıyor.
İsrail’in güvenliği ve Batı’nın çıkarları için Ortadoğu halkları “ılımlı İslam” üzerinden ehlileştiriliyor.
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adı altında yürütülen bu planın hedefi, İslam dünyasını Batı’nın kültürel ve ekonomik düzenine adapte etmek ve Müslümanları tüketim toplumunun bir parçası haline getirmek. Bunun için:
İslam’ın devrimci ve ahlaki yönü törpüleniyor.
Cihat, sabır, infak, adalet gibi kavramlar değersizleştiriliyor.
İslam, bireysel ritüellere hapsediliyor, sosyal ve politik etkisi sıfırlanıyor.
Seküler hayat tarzı, “İslami” kavramlarla paketlenerek Müslümanlara kabul ettiriliyor.
Ve en büyük tehdit? Bunu yapanların dindar kimlikleri altında hareket ediyor olması.
BATI TAKLİDİ VE KÖRLEŞMİŞ MUHAFAZAKÂRLAR
Bugün muhafazakârlar, aslında sistemin en sadık köleleri hâline gelmiş durumda. Kendi değerlerini koruma iddiasıyla yola çıkanlar, Batı’nın kültürel normlarını aynen benimsedi. Ama bunu “İslami” kisve altında yaptığı için, ne kadar sekülerleştiğini fark bile etmiyor.
Lüks otellerde iftarlar,
Helâl etiketli şatafat partileri,
Tesettürlü ama ultra lüks yaşamlar,
Haramı helâl gibi gösterme çabaları,
Tüm bunlar İslam’ın özünü kaybettiğini ve sadece bir süsleme unsuruna dönüştüğünü gösteriyor.
Bu noktada, artık şunu sormalıyız:
Biz gerçekten neye inanıyoruz?
Yaşadığımız din, Allah’ın emrettiği din mi, yoksa kapitalizmin ve siyasetçilerin şekillendirdiği bir kült mü?
Dindarlık, artık sadece markalar ve yaşam tarzı üzerinden mi tanımlanıyor?
İslam, tüketim kültürüne mi entegre edildi?
Ve en önemlisi, bu yozlaşmanın sonu nereye varacak?
Bugün geldiğimiz nokta, sadece muhafazakârların çöküşü değil, bir toplumun kendi ruhunu kaybedişidir. Bu yozlaşmayı tersine çevirmek için önce bu gerçeği kabul etmek gerekiyor: Artık "inandığımız gibi yaşamıyoruz", sadece yaşadığımız gibi inanmaya başladık.
Bahadır Hataylı/03.02.2025/Sancaktepe/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder