Bir toplum düşünün ki nüfusunun %80’i ciddi ekonomik sıkıntılar içinde kıvranıyor. İnsanlar geçimlerini sağlamak için her türlü çabayı sarf etse de, ekonominin belirli odaklarda toplandığı, adeta halkın kaynaklarının bir avuç insanın elinde olduğu bir düzen içerisinde, emekçiler, emekliler ve dar gelirli vatandaşlar adeta ölüme terk ediliyor. Yönetim, devletin belli kurumları eliyle bu sesleri bastırmaya çalışıyor; sesini yükseltenleri güç kullanarak hapsederken, en temel haklarını dile getirenleri dahi tehdit unsuru olarak görüyor. Bu baskıcı sistemin geldiği en dip noktada, milletvekili olarak halkın temsilcisi olması gereken kişilerin, vatandaşı aşağılayan sözleriyle adeta milletle alay ettiği bir tablo çıkıyor karşımıza.
Son günlerde, iktidar partisinin Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) üyesi olan bir vekilin sarf ettiği sözler, bu çürümüş düzenin en net göstergesi olmuştur. Kendisi, emeklilere yapılan 10 bin liralık artışı küçümseyerek ve milletin zekâsına hakaret ederek, "Onlar bunun 3 bin lirasını harcayalım, kalan 7 bin lirayı tasarruf edelim diye düşünmezler; hemen gidip peynir, süt, et vs. alarak piyasayı etkiler ve enflasyonu yükseltirler." ifadelerini kullanmıştır. Bu sözler, sadece ekonomik bir değerlendirme hatası değil, halkı küçümseyen, onları hayvani güdülerle hareket eden varlıklar olarak gören bir zihniyetin dışavurumudur.
Bu yaklaşım, yönetimdeki anlayışın halkı nasıl gördüğünün açık bir ifadesidir. Ekonomik sıkıntılar içinde boğulan insanlara yapılan yardımları bir lütuf olarak sunarken, kendi maaşlarına ve imtiyazlarına %299 oranında zam yapanların, halkın temel gıda ihtiyaçlarını karşılamasını bile enflasyona sebep olarak göstermesi, kelimenin tam anlamıyla bir kara mizah örneğidir. Bugün emekliler, asgari ücretliler ve dar gelirli vatandaşlar, barınma, beslenme ve sağlık gibi en temel haklarından mahrum bırakılırken, saraylar içinde yaşayan, lüks arabalarla gezen ve hayatın zorluklarını hiç hissetmeyen bu siyasi elitin, halkın ekonomik varlığını adeta bir yük olarak görmesi kabul edilemez.
Bu zihniyetin temsil ettiği şey sadece ekonomik adaletsizlik değildir. Aynı zamanda, halkın iradesini hiçe sayan, onların yaşam mücadelesini önemsiz gören ve ekonomik sorunlara çözüm üretmek yerine, mevcut düzeni daha da otoriter bir hale getirmeyi amaçlayan bir anlayışın tezahürüdür. Eğer bir ülkenin yöneticileri, kendi halkını açlığa mahkûm ederken, onları bilinçsiz tüketiciler olarak yaftalıyorsa, o ülkede yönetim meşruiyetini kaybetmiş demektir.
Bir an için durup düşünelim: İnsanlar neden yoksul? Neden emekliler ay sonunu getiremiyor? Neden gençler gelecekten umutsuz? Çünkü yönetim, kamu kaynaklarını adil bir şekilde dağıtmak yerine, belli bir zümreyi zengin etmekle meşgul. Çünkü ekonomik kararlar alınırken halkın refahı değil, sermaye sahiplerinin çıkarları gözetiliyor. Çünkü insanlar temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geldiklerinde bile, onları suçlayıp, "siz bilmezsiniz, siz düşünmezsiniz" diyerek küçümseyen bir iktidar anlayışı var.
Bugün Türkiye’de yaşananlar sadece ekonomik bir kriz değil, bir yönetim krizidir. Bu krizin temelinde adaletsizlik, halktan kopukluk ve baskıcı bir yönetim anlayışı yatmaktadır. Emekliler, yıllarca ülkeye hizmet etmiş insanlardır. Onları bir yük olarak görmek, onların yaşam haklarını hiçe saymak, hem insani hem de vicdani olarak kabul edilemez. Devletin görevi, halkına refah sağlamak, onların insanca yaşayabileceği bir düzen kurmaktır. Fakat mevcut yönetim, halkı sadece oy kaynağı olarak görmekte, onların ihtiyaçlarını umursamamakta ve hatta onların en temel haklarını dile getirmelerini bile bir tehdit olarak algılamaktadır.
Bu noktada, sorulması gereken soru şudur: Bir hükümet, kendi halkına karşı bu kadar duyarsız, bu kadar kibirli ve bu kadar baskıcı olabilir mi? Ve eğer böyle bir yönetim anlayışı, ülkeyi yönetmeye devam ederse, toplum olarak nasıl bir geleceğe sürükleneceğiz?
Tarih boyunca baskıcı yönetimlerin sonu hep hüsran olmuştur. Halkın sesini kısmaya çalışanlar, onların iradesini yok sayanlar, sonunda büyük bir toplumsal tepkiyle karşılaşmıştır. Bugün Türkiye’de de benzer bir süreç yaşanıyor. İnsanlar artık bu düzeni sorguluyor, adalet istiyor, haklarını savunuyor. Ancak iktidar, bu talepleri bastırmak için daha fazla baskı uyguluyor, daha fazla güç kullanıyor. Ancak unutulmaması gereken bir şey var: Baskıyla susturulan toplumlar, bir gün mutlaka konuşur. Ve o gün geldiğinde, hesap soracak olan halktır.
Son olarak, bu zihniyetin temsilcilerine seslenmek gerekir: İnsanları açlıkla terbiye edemezsiniz. Onları korkutarak susturamazsınız. Halkın iradesini yok sayan her yönetim, er ya da geç tarihin çöplüğüne gitmiştir ve siz de bundan kaçamayacaksınız. Bugün emeklileri, işçileri, dar gelirlileri hor görenler, bir gün mutlaka bu halkın vicdanında yargılanacaktır. Ve en önemlisi, hiçbir baskıcı düzen sonsuza kadar ayakta kalamaz. Adalet, er ya da geç tecelli eder ve halkın iradesi en büyük güçtür.
Bahadır Hataylı/24.02.2025/Sancaktepe/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder