Bu Blogda Ara

30 Ağustos 2025 Cumartesi

Köyden Kente Göçün Bedeli Kapitalizmin Tüketici Kullarını Yaratma Projesi


Doğal mı, Zorlamalı mı?

Toplumların kırdan kente göç etmesi, yüzeysel bir bakışla, modernleşmenin doğal bir evresi gibi anlatılır. Sanki insanlık tarihi baştan sona doğru bir çizgi izliyormuş gibi: köy → kasaba → şehir → metropol. Oysa bu anlatı, “doğal” bir süreç gibi gösterilen planlı bir mühendisliktir.

Özellikle 20. yüzyılda devletlerin, küresel güçlerin ve kapitalist sermayenin yönlendirmesiyle kırsal yaşamın cazibesi sistematik biçimde yok edilmiş; köy hayatı “ilkel”, şehir hayatı “çağdaş” olarak kurgulanmıştır. Böylece köylü, kendi emeğinin ve üretiminin efendisi olmaktan çıkarılıp, kentin fabrikalarında veya pazarlarında hazır tüketici hâline getirilmiştir.

Bugün Türkiye’de kırsal nüfus %5 seviyesine kadar gerilemiş durumda. Bu yalnızca bir istatistik değildir; bu, aynı zamanda toplumun üretim damarlarının kesilmesi, değerlerinin budanması ve emeğin itibarsızlaştırılması demektir.

Kırsalın Bitirilmesi, Bir Medeniyet Kırılması

Kırsal, sadece tarım yapılan bir mekân değildir. Kırsal, aynı zamanda:

  • Emeğin somut karşılık bulduğu, alın terinin görüldüğü yaşam alanıdır.

  • Toplumsal değerlerin, dayanışmanın ve paylaşımın kök saldığı yerdir.

  • İnsanın doğayla uyumlu varoluşunu sürdürebildiği mekândır.

Köy yaşamında, üretim ile tüketim arasındaki mesafe kısadır. İnsan, ektiğini biçer, biçtiğini yer. Emek ile kazanç arasında doğrudan bağ vardır. Bu bağ, insanı hem çalışmaya hem de kanaatkârlığa sevk eder.

Fakat kente göç ettirilen insan, bu bağı kaybeder. Emek ile tüketim arasına kapitalist zincirler girer. İnsan, artık kendi üretiminin değil, başkasının üretiminin tüketicisidir. Böylece özgür köylü, bağımlı kent sakinine dönüşür.

Göçün Planlı Zorlamaları

Bu göç, yalnızca “şehirlerin cazibesi” nedeniyle gerçekleşmedi. Devletler ve küresel sistemler, köyü bilerek itibarsızlaştırdı. Bunun yolları şunlardı:

  1. Tarımın sistematik olarak bitirilmesi.
    Köylünün emeği değersizleştirildi. Mazot pahalılaştırıldı, gübre ithale bağlandı, tarım ürünleri ithalatla rekabet edemez hâle getirildi. Böylece çiftçi toprağını terk etmek zorunda bırakıldı.

  2. Eğitim yoluyla köyün küçümsenmesi.
    Okul kitapları ve şehir merkezli ideoloji, köyü “gerilik”, şehri “ilerilik” olarak kodladı. Köyden çıkan çocuklara, köylerini unutmaları telkin edildi.

  3. Altyapı ve hizmet eksikliği.
    Sağlık, ulaşım, eğitim ve kültürel hizmetler kırsala götürülmedi. İnsanlar, bu eksiklik nedeniyle mecburen şehre taşındı.

  4. Medyanın kurgusu.
    Televizyon ve reklamlar sürekli olarak şehir hayatını “parlak”, köy hayatını ise “kara cahillik” olarak gösterdi.

Böylece göç, bir “doğal süreç” değil, zorunlu bir kaçış hâline getirildi.

Göçün Bedeli, Toplumsal İfsat

Kırsal nüfus azaldıkça, toplumun değer dengesi bozuldu. Köyden şehre göç eden milyonlarca insan, sadece mekân değiştirmedi; yaşam tarzı, ahlakı, üretim-tüketim dengesi de değişti.

  • Emeksiz kazanma arzusu arttı.
    Köyde emek kutsaldı; saban tarlayı sürmeden, ürün çıkmazdı. Şehirde ise kısa yoldan kazanç, torpil, rant, spekülasyon, borsa, faiz normalleşti.

  • Maksimum haz, minimum emek anlayışı kökleşti.
    Kapitalizmin “haz kültürü” köylünün kanaatkâr yaşamını yuttu. İnsanlar artık “az çalış, çok tüket” mantığıyla yaşamaya başladılar.

  • Toplumsal dayanışma çöktü.
    Köyde komşunun açlığı, diğer komşunun derdiydi. Kentte ise insanlar apartmanlarda birbirini tanımadan yaşar hâle geldi. Yalnızlık ve yabancılaşma arttı.

  • Üretim kolları budandı.
    Tarım, hayvancılık, el sanatları, yerel üretim… Hepsi köreltildi. İnsanlar fabrikaların ve süpermarketlerin bağımlı tüketicileri hâline geldi.

Sonuç: Toplum, kendi kendine yetebilen bir üretici olmaktan çıkarılıp, küresel kapitalizmin istikrarlı tüketicisi hâline dönüştürüldü.

Kapitalizmin Abonman Vatandaşı

Bugün şehirlerde yaşayan milyonlarca insan, aslında kapitalizmin “abonmanıdır."

  • Her ay kira öder.

  • Elektrik, su, doğalgaz faturalarıyla sisteme bağlıdır.

  • Marketten aldığı her şey, küresel şirketlerin ürünüdür.

  • Kredi kartı borcu, tüketim alışkanlığına zincir vurmuştur.

Köylü kendi suyunu içebilir, kendi ekmeğini pişirebilir, kendi domatesini yetiştirebilirdi. Ama şehirli tüketici, sisteme bağımlı hâle gelmiştir. Bu bağımlılık, kapitalizmin en büyük başarısıdır.

Doğal Dönüşüm mü, Planlı Tasfiye mi?

Evet, insanlık tarihinin her döneminde şehirleşme olmuştur. Ancak bugün yaşadığımız şey “doğal bir evrim” değil, zorlamayla yürütülen bir toplumsal mühendisliktir.

Örneğin, Avrupa’nın köylü nüfusu sanayi devriminde hızlıca azaldı. Ama bu süreç milyonlarca yoksulun sefalet içinde yaşamasına, kölelik benzeri çalışma koşullarına, çocuk işçiliğine yol açtı. Bugün de benzer şekilde, Ortadoğu’dan Afrika’ya, Asya’dan Latin Amerika’ya kadar köylüler yerlerinden edilmekte, mega kentlerin kenar mahallelerinde “ucuz işgücü ve sadık tüketici” olarak yaşamaya zorlanmaktadır.

Türkiye’de Kırsalın Çöküşü

Türkiye özelinde bakıldığında, 1950’lerden itibaren tarım politikaları köylüyü şehir yoluna itti.

  • Traktör kredileriyle küçük üretici borca sokuldu.

  • Köy Enstitüleri kapatıldı; köylünün aydınlanma ihtimali engellendi.

  • 1980 sonrası neoliberal politikalarla tarım sübvansiyonları kaldırıldı.

  • 2000’lerde ithalat serbest bırakıldı, yerli çiftçi rekabet edemez hâle geldi.

Sonuçta köy boşaldı. Bugün Türkiye’de kırsal nüfus %5 seviyesine düştü. Bu oran, aslında bir ülkenin gıda güvenliği ve bağımsızlığı için tehlike çanıdır. Çünkü kendi çiftçisi olmayan ülke, yabancı şirketlerin mutfağına bağımlı olur.

Göçün Kültürel Sonuçları

Göç sadece ekonomik değil, kültürel yıkımlara da yol açtı.

  • Türküler, masallar, geleneksel üretim bilgisi unutuldu.

  • Toprağa bağlılık ve doğaya saygı zayıfladı.

  • Aile yapısı parçalandı, kuşaklar arası aktarım kesildi.

Bugün büyük şehirlerde büyüyen çocukların çoğu, bir ineği sadece kitaplarda görüyor; toprağa basmadan, market raflarında büyüyor. Bu, insanın köklerinden kopması demektir.

Kapitalizmin İstediği Toplum Tüketici Sürü

Köylü, kapitalizm için tehlikelidir. Çünkü köylü kendi kendine yetebilir. Fakat şehirli tüketici kapitalizme mecburdur. İşte bu yüzden köylünün göçü teşvik edildi.

Kapitalizm, “sürekli tüketen ama asla doymayan” bir insan tipi ister.

  • Haz odaklı, sabırsız, kolaycı.

  • Borçla yaşayan, kredi kartına bağımlı.

  • Doğadan kopmuş, fabrikaya ve markete bağlı.

Köyden kente göç, tam da bu insan tipini yaratmak için planlı bir adımdı.

Yeniden Üretim ve Dayanışma

Peki çözüm nedir?

  • Köylerin yeniden canlandırılması.

  • Tarım ve hayvancılığın desteklenmesi.

  • Yerel üretim ve kooperatifleşmenin teşviki.

  • Kentte yaşayanların dahi üretim süreçlerine katılması.

Gerçek kalkınma, üretim ile tüketim arasındaki mesafenin kısaltılmasıyla mümkündür. İnsan emeğinin değerini yeniden hatırlamak, doğayla barışmak zorundadır.

Değerlerin Yeniden İnşası

Köyden kente göç, sadece bir demografik olgu değil, bir değerler savaşıdır.
Köylü emeği, kanaatkârlığı, dayanışmasıyla bir medeniyet taşır. Kentte bu medeniyet, kapitalizmin parlak tabelaları altında boğulmuştur.

Bugün kırsal nüfus %5’e düştü. Bu sadece bir sayı değil, aynı zamanda toplumun köklerinin budanmasıdır. Toprakla bağını koparan insan, emeğin değerini unutur, haz odaklı bir tüketime mahkûm olur. Kapitalizmin istediği de tam budur.

Ama hâlâ umut vardır. Çünkü insan, doğanın bir parçasıdır; emeğe, üretime ve dayanışmaya dönmek zorundadır. Gerçek medeniyet, devasa kentlerin betonlarında değil, toprağın bereketinde saklıdır.

Erol Kekeç/18.Mart.2025/Sancaktepe/İST

27 Ağustos 2025 Çarşamba

Sermayeyi İlahlaştıran Düzen Kapitalizm

 


İnsanlık, çağlar boyunca farklı putların etrafında dönüp dolaştı. Kimi zaman taştan yapılmış heykellere, kimi zaman gökten indiği sanılan mitlere, kimi zaman da kendi aklını tanrılaştırarak kurduğu ideolojilere secde etti. Bugün ise en büyük put, en gaddar tanrı, en sahte kurtarıcı, sermayedir. Kapitalizm; sermayeyi öpüp başının üstüne koyan, parayı ilah edinen, Allah’ı unutan bir sistemdir.

Kur’an’ın sert ikazı kulaklarımızda çınlar:
“Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onlara kendilerini unutturdu.”
İşte bu çağın özeti budur. İnsan kendini kaybetmiş, ruhunu unutmuş, varlığını maddeye hapsetmiştir.

1. Sermayenin Tanrısı

Kapitalizm insanlığa bir hayat biçimi sunmaz; ona bir ibadet biçimi dayatır. Sabah işe gitmek, akşam eve dönmek, hafta sonu alışveriş yapmak, reklamlara secde etmek, markalara tapmak… Bunların hepsi farkında olmadan yapılan birer ibadettir. İnsan, cüzdanını kıble bellemiş, kredi kartını tesbih saymış, banka hesabını güvence zannetmiştir.

Bugünün insanı, paranın gücüyle ölçülür. Birinin itibarı, kaç metrekare evde oturduğuyla, kaç model arabaya bindiğiyle, hangi markayı giydiğiyle, hangi restoranda yemek yediğiyle belirlenir. İnsanın ruhu, kalbi, vicdanı değil; borsadaki değeri dikkate alınır.

Ama bu, yeni bir şey değildir. Eski çağlarda insanlar altın ve gümüşü put haline getiriyorlardı. Bugün ise bu put, daha sofistike hale geldi: kapitalizm.

2. Allah’ı Unutmanın Cezası, Kendini Unutmak

Allah’ı unutan toplumlar, kendi hakikatlerini de kaybeder. Bu unutma, sadece dilde değil; yaşamın tüm damarlarına işlemiş bir unutmadır. İnsanın yaratılış gayesini, emaneti, imtihanı, sorumluluğu hatırlamaması; onu hayvanî bir yaşam tarzına indirger.

Bugün insan kendini tüketim nesnesi olarak görür hale gelmiştir. Bir genç, sosyal medyada beğeni uğruna kendini teşhir eder. Bir işçi, kölelik düzenine mahkûm olur ama bunu normal sayar. Bir aile, evini “daha çok borç, daha çok tüketim” uğruna dağıtır. Bir çocuk, doğmadan önce bile reklam kampanyalarının hedef kitlesine dönüşür.

Allah’ı unutan insan, kendini unutur.
Kendisini unutan insan, başkasını da unutur.
Ve böylece toplum, vicdansız bir yığın haline gelir.

3. Modern Putlar ve Tüketim Tapınakları

Bugün putların adresi değişti: AVM’ler.
Koca koca camiler, insanı Rabbine çağırırken; AVM’ler insanı “sonsuz alışveriş” ibadetine çağırır. AVM’lerde ışıklar hiç sönmez, tıpkı putperest tapınaklarda olduğu gibi. İçeri giren insan, zaman duygusunu kaybeder. Günahı da, sevabı da unutur. Sadece tüketim kalır.

Reklamlar, modern dünyanın ezanıdır. Her gün beş vakit değil, bin vakit insanın kulağına fısıldarlar:
“Al, daha çok al, kendini mutlu et.”
Ama o mutluluk hiçbir zaman gelmez. Çünkü tüketimle doyurulmaya çalışılan şey, ruhun açlığıdır. Ruh, sadece Allah ile doyar.

Markalar, insanın yeni putlarıdır. Bir tişörtün üzerinde yazan logo, sahibine itibar kazandırır sanılır. Oysa gerçekte insanı köleleştiren zincirlerden başka bir şey değildir.

4. Soysuz Eşkıya Düzeni, Cennet Vadeden Cehennem

Kapitalizm, kendini hep özgürlük ve refah dini gibi tanıttı. “Daha çok kazan, daha çok tüket, daha mutlu ol” vaadiyle ortaya çıktı. Ama sonuç tam tersi oldu: İnsan daha çok borçlandı, daha çok yoruldu, daha çok yalnızlaştı.

İşçiler, emeğinin karşılığını alamazken; patronlar milyar dolarlarla oynuyor. Çocuklar daha küçük yaşta işçileştirilirken; bazıları köpeklerine bile lüks hayat yaşatıyor. Afrika’da açlıktan insanlar ölürken; Avrupa’da milyonlarca ton gıda çöpe gidiyor. Bu nasıl bir cennet vaadidir?

Kapitalizmin cenneti, sadece bir avuç azınlığın elindedir.
Çoğunluk için ise dünya, koca bir cehennemdir.

5. Günümüzden Çarpıcı Örnekler

  • Borç Batağı: İnsanlar ev almak için kırk yıl çalışıyor, bankaların kölesi oluyor. Evin değil, borcun sahibi oluyorlar.

  • İşçi Sömürüsü: Günde on iki saat çalışan işçiler, üç kuruşa razı olurken; patronlar tek gecede servet katlıyor.

  • Doğanın Talanı: Kapitalizm, hırsıyla ormanları yok ediyor, suları zehirliyor, havayı kirletiyor. İnsan kendi nefesini tüketiyor farkında olmadan.

  • Dijital Kölelik: Telefonlar, bilgisayarlar, sosyal medya… İnsan bir ekranın esiri olmuş. Parmak hareketleriyle özgürleştiğini sanırken; aslında algoritmaların kölesi oluyor.

  • Yalnızlaşma: Komşuluk bitmiş, aile dağılmış, dostluk sanal ortama sıkışmış. İnsan, kalabalıklar içinde yapayalnız.

Bütün bunların ortak noktası: Allah’ı unutarak kurulan bir dünya düzeni.

6. Unutulan Büyük Gün

Kur’an’ın bir başka ikazı gelir:
“Onlar önlerinde gördüklerine inandılar da, arkalarındaki büyük günü unuttular.”

İnsan, önündeki maaşa, arabaya, eve, mevkiye inanıyor. Ama arkada onu bekleyen büyük günü unutuyor. O gün, herkesin yaptığı zerre kadar hayrın da, şerrin de karşılığını alacağı gündür. O gün, kimseye torpil işlemeyecek. Ne sermaye kurtaracak, ne marka, ne reklam, ne mevki…

Kapitalizm, insana bir illüzyon sunuyor: “Dünyada cennetini kurabilirsin.”
Ama o büyük gün geldiğinde, insan şunu anlayacak: Dünyada kurduğu cennet, aslında kendi eliyle hazırladığı cehennemden başka bir şey değilmiş.

7. Gerçek Kurtuluşun Yolu

Bu kısır döngüyü kırmanın tek yolu var: Allah’a dönüş.
Kapitalizmin putlarını yıkmak, sermayeyi tahtından indirmek, parayı araç kılmak… İnsan, yaratılış amacına dönmedikçe kurtulamaz.

Gerçek kurtuluş; adalet merkezli, kul hakkına riayet eden, insanı insan olduğu için değerli gören bir düzenle mümkündür. İnsan, ruhunu Allah’a bağladığında özgürleşir. Paranın kölesi olmaktan kurtulur.

Ey İnsanlık!

Bugün sermayenin putuna secde eden sizler, yarın mezara girdiğinizde tek başınıza kalacaksınız. Yanınızda banka hesaplarınız, lüks evleriniz, arabalarınız, markalarınız olmayacak. Yanınıza sadece amel defteriniz gelecek.

Ey insanlık!
Allah’ı unutan sizler, kendinizi kaybettiniz. Kendinizi kaybeden sizler, ruhunuzu sattınız. Ruhunu satan sizler, dünyayı cehenneme çevirdiniz.

Ama hâlâ vakit var.
Putları yıkın. Sermayeyi ilah olmaktan çıkarın. Kapitalizmin köleliğinden kurtulun.
Allah’a dönün. Adalete dönün. Merhamete dönün.

Unutmayın!
O büyük gün geldiğinde, kimseyi kimse kurtaramayacak.
Herkes, yaptığı zerre kadar hayır ve şerrin hesabını verecek.
Ve o gün, gerçek cennetle gerçek cehennem ortaya çıkacak.

Erol Kekeç/03.07.2025/Sancaktepe/İST

Topraktan Arşa-Secde


Secdenin Sırrı – Alçaldıkça Yükselmek

Kur’an’ın en çarpıcı emirlerinden biri, “Secde et ve yaklaş” ifadesidir. Burada zahirde bir çelişki vardır: İnsan, alnını yere koymakla, varlığının en düşük noktasına inmekle, nasıl olur da Allah’a en yakın mertebeye yükselir? İşte secdenin sırrı tam da budur.

İnsanın alnı, onun izzetidir, gururudur, kimliğinin mühür taşıdır. O alnı yere koymak, nefsin tahtını indirmek, benliğin putunu kırmak demektir. Gururdan soyunmuş, benlikten arınmış, toprakla hemhâl olmuş insan, işte o noktada Rabbine en yakın hale gelir. Çünkü secde, kulun “ben yokum, Sen varsın ya Rabbi” deyişidir.

Toprak, insanın aslıdır. Toprağa dönmek, aslına dönmektir. Aslına dönen insan, yaratılışını hatırlayarak kulluğunu kemale erdirir. Secde, insanın yeniden topraklaşması, Rabbine ait olduğunu ilan etmesidir.

Evrenin Secdesi – Göklerin ve Yerin Boyun Eğişi

Kur’an’da defalarca anlatılır: “Güneş ve ay bir hesaba göre hareket eder, yıldızlar ve ağaçlar secde eder.” (Rahmân/5-6). Demek ki secde sadece insanın alnını yere koyması değildir. Varlığın her zerresi secde halindedir.

Güneş, doğuşuyla ve batışıyla secde eder; çünkü ona verilen görevi eksiksiz yerine getirir. Ay, karanlık gecelerde ışığını sunar, secde halindedir. Yıldızlar, belirlenen yörüngeden sapmaz, secdededir. Ağaç kök salarken, gölgesini uzatırken secde eder. Rüzgâr eserken, yağmur düşerken, deniz dalgalanırken, hepsi kendilerine verilen ölçüye boyun eğerek secde eder.

Evrenin bu ilahi secdesi, insana bir çağrıdır: Ey insan! Sen de kâinat gibi ol. Sen de boyun eğ. Sen de secde et. Çünkü yaratılışın gayesi budur.

İnsanın Secdesi – Benlikten Arınma

İnsanın secdesi, sadece bedensel bir hareket değildir. Secde, kalbin secdesidir, aklın secdesidir, ruhun secdesidir. İnsan, alnını yere koyarken aynı zamanda gururunu, hırsını, ihtirasını, kibrini de yere koymalıdır.

Secde, bir teslimiyettir. “Benim aklım değil, Senin hikmetin; benim gücüm değil, Senin kudretin; benim iradem değil, Senin muradın.” demektir. İşte o an insan gerçek özgürlüğe kavuşur. Çünkü nefsin zincirlerinden, arzuların esaretinden kurtulmuş olur.

Kibir ayakta durmaktır. Tevazu secdedir. Ayakta duran nefs, kendini Tanrılaştırmaya meyillidir. Secde eden kul ise, kulluğunu bilir ve Rabbinin huzurunda yücelir.

 Ruhun Secdesi – Yakınlığın Hazzı

Secde anı, kulun Rabbine en yakın olduğu andır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurur: “Kulun Rabbine en yakın olduğu an, secde anıdır.”

Secdede insan, artık bu dünyanın gürültüsünden sıyrılır. Kalp huzur bulur, ruh dinginleşir, gönül Allah’ın rahmetine açılır. Secde, insanın göğe açılan penceresidir. Secdede, kulun dili susar ama ruhu konuşur. İnsan, secdede Rabbine fısıldar, O da kuluna rahmetiyle cevap verir.

Bazen bir secde, insanın ömrüne bedeldir. Bir secdede gözyaşı dökülür ve kalbin pası silinir. Bir secdeyle kul, yeni bir hayata doğar.

Hayatın Secdesi – Secdeyi Hayat Kılmak

Ayetteki “Secde et ve yaklaş” emri, sadece namaz içindeki secdeye has değildir. Aslında bu, hayatın bütününe yayılan bir çağrıdır. Hayatının her ânını secde kıl. Yani her işinde Allah’a boyun eğ, O’nun rızasını gözet.

Çalışırken secde et, yani helal kazan. Konuşurken secde et, yani doğru söyle. Ailenle olurken secde et, yani adaletli ol. Doğaya bakarken secde et, yani emanete ihanet etme. İşte o zaman insan, hayatını baştan sona bir secdeye dönüştürmüş olur.

Secde, bir anlık değil, bir ömürlük olmalıdır. Secde eden bir kalp, her daim Allah’a yakındır.

 Secdeyle Diriliş – Hayat Bağışlayan Hakikat

Secde, insana yeniden hayat verir. Çünkü secde, ruhun gıdasıdır, kalbin huzurudur, aklın berraklığıdır. Secdeyle kul, yeniden doğar; secdeyle ruh dirilir; secdeyle kalp aydınlanır.

Eğer insan secdeyi anlarsa, alnını yerden kaldırmak istemez. Çünkü bilir ki secde, sadece bir ibadet değil, Allah’a en yakınlık makamıdır. Secde eden insan, cennetin tadını dünyada duyar.

Erol Kekeç/02.08.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!